Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 58 Padişah Kudretsizdi Vezirler Şehislâm da Dahil Olduğu Halde Bütün Ülema, Hacılar, Hocalar Hep Tıbbi Kitaplar Okuyorlardı — Büyü, büyü, mutlaka büyü. Yapan da senin üstüne toz kon- durmak istemediğin © Venedikli cadı. Ve saçlarını yolar gibi yaparak ağlamağa başladı. Hem göz yaşı döküyor, hem söyleniyordu: — Yedi evliya okuvvetindeki arslanımı süt kuzusuna çevirmiş» ler, melete melete bir köşeye bi- rakmışlar, Âllosman ocağını sön- dürmek mi istiyorlar, arslanımı genç yaşında canından bezdirmek mi istiyorlar. Bu hainlerin kasdi kimedir, maksatları nedir?. Al « ahım, yüce Allahım. Sen bana yardımcı ol, bana doğru yolu gös- ter. Ta ki arslanımı şu hale ko- yanlardan öç alayım. Ge Muradın da sinirleri kökünden bozulrauş oldu- ğu için, bu söylenişlere kayıtsız kalamıyordu, anasiyle beraber göz yaşı dökerek Allahtan mer- hamet dileniyordu. Bu vaziyette bütün sarayın ayağa kalktığım, kubbe altı vezirlerinin her işi hi- rakıp padişaha sıhhat ve kudret getirecek çareleri araştırmağa gi- riştiğini söylemeğe lüzum görmü- yoruz. Hekimbaşı başta olmak ü- zere, bütün hekimler İbni Sina- nın kanununu, şifası bir daha ve bir daha gözden geçirerek taç- dar hastaya dermen arıyorlardı. Şeyhülislimdan müderrislere ka- dar, bütün hocalar — İbni Kema... lin İhtiyarlıklan Gençliğe Ricat adlı eseri gibi kitapları rak — hekimlere y imkânlarını araştırıyorlardı. halle falcılarından yüksek sevi- yedeki şeyhlere kadar gaiple ilgi- lenen bütün insanlar fal açarak, remil dökerek, istihareye yatarak, murakabe geçirerek ayni netice- ye hizmet etmek istiyorlardı. Söz, Bu umumi telâş yüzünden, ayağa düşmüş gibiydi. Her ağız- dan bir söz çıkıyordu. Ortaya sü- rülen fikirlerin, tedbirlerin, öğüt- lerin ise, ne haddi, ne hesabı var- okuya- dı. Zavallı padişah soğuk sudan sıcak suya sokularak, şu hocadan alınıp bu hocanın önüne oturtula- rak, sabahtan akşama kadar hır- palandığı için, büsbütün derman- sızlaşmıştı. Halayıklarla cünbüşe çıkmak şöyle dursun, haremden dışarı çıkamıyacak kadar zayıfla” mağa başlamıştı, Nuru Banüi ise, onun bu erimesine kulak asmıya- rak münasız tedavilere devam e- diyordu. Bir yanda da müstantik- ler tayin ederek, mahkemeler ku- rarak, arslan oğluna zayıf bir ku- zu meskeneti getiren büyüyü kim- lerin yaptığını ortaya çıkarmağa uğraşıyordu. Safo, bu teşebbüslerin ve bu te- Yâşların kendi başına bir çorap örülmek kaygısından doğduğunu anlıyor, fakat vakarını muhafaza ederek kayıtsız görünüyordu. Ko- casının mânssız tedavi şeklille- ri altında harap olduğunu görün- ce, o kayıtsızlığı bıraktı, kayna- nasının da bulunduğu sırada Mu- radın yanına gitti, hiç bir mukad- demeye lüzum görmeden, mülâ- bazalarını açığa vurdu: — Arslanım. Sen, Velide Sul tan efendimizin ciğer paresi isen benim yanımda da senin bir kaç ciğer paren var. Şu halde yalnız Validenin değil, bizim de kalbi- mizsin, canımızsın, her şeyimiz. sin. Halbuki günlerdenberi saray» yordu. aslını benden saklıyorlar. He. kimlerin üçü girip, beşi çıkarken bana kimin hasta olduğunu söyle- miyorlar. Arslanımı ancak düşüm- de görebiliyorum. Bari bu düş- ler de tatlı olsa? Hayir. Seni hep rahatsız, bep düşünür görüp üzü- lüyorum. Nihayet iş son kerteye geldi, senin rahatsızlığının iç yü- zünü Mısırdaki sağır sultan da duydu. Benim de gözüm, kulağım açıldı, içime ise, ateşler saçıldı, hemen yanına koştum. Biraz dinlenir gibi oldu, sonra sözüne devam etti; — Acıyı acı keser, derler, ars- Tanım da şu sıkıntıya güzeller yü- zünden “düştüğüne göre, derma- nını da yine güzeller elinde arâ- maldır, Nuru Banâ, sordu: | — Arslanım eline keşkül alsın da, şu güzele, bu güzele yüz su- yu döksün, dua mı dilensin? Bu ne küstahça sözl Safiye, azametli Ukaynanasına dudaklarını büke büke baktı: Size, dedi, söylemiyorum. Şevketlü efendime, velinimetime, oğlumun babasına söylüyorum. Lütfedin de lâfa karışinayın. Ve yüzünü kocasına çevirerek mülâhazalarını tamamladı: Hekimi de kovun, hocayı da Soğuk suyla yıkanmak fena de- gil Fakat sabahleyin stcok, öğle yin soğuk, ikindi üstü yine sicak sü dökünmekten vaz gelin. Erken erken iki kova soğuk su dökünün, güzelce sarınıp biraz yatın. Der- munınızı da güzellerden arayın. Her gün yeni, yepyeni bir kız ge- tirsinler, ohizmetine koysunlar. Bunlardan biri olmazsa, öbürü, o da olmazsa, bir başkası mutla- ka arslarımın iltifatına lâyık çi- kar! gözlerini aça aça afo, sözlerinin sonunu böyle bir tavsiye ile bitirirken, Muradın. da lin her gün malaklı ahıra ünekken lerden. mi güzellik ehramı yükseliyordu: gasında taş yerine,. birer bala çehre kullanılmış bir ehram!.. İş- te bu temaşa, onda kuvvetli bir heyecan uyandırdığından, iki eli- ni birden Safoya uzattı ve onun alnına uzun bir buse bıraktı: — Sen, dedi, sen ne iyi kadın- sın. Yüreğinden kan giderken, ha- fırım için, yüzün gülüyor. Kıskanç» lıktan ciğerin cayır cayır, yanar- ken, sıhhatim için dilin bana ça- reler sunuyor. Bu fedakârlığın ömrüm oldukça unutmam, (Devamı var) FELERETELİNİA Nakleden : Şehâbettin Fuat TEFRİKA No. 6 Babam, her gün, bir işçinin istihkakı olan 625 grüm ekmek alıyor. Fazla olarak, tatil günleri müs- tesna, fabrikadan 250 gram tayın veriyorlar. Benim henüz “Kartuşkam,, (1) olmadığı in babam kendi ekmeğinden bir parçasını bana veriyor. Verdiği ek- mek o kadar az ki, bir lokmada bitiriyorum. Daha ziyade de veremiyeceğini üyor. Kendisi öğle- yin, fabrikanın lokantasında karnını doyuruyor. Ben, şimdilik, öğle yemeğini yengemle beraber yiyorum; fakat kadıncağız bana ters ters bakmağa başladı. Neredeyse yiyecek meselesi için gırtlak gırtlağa geleceğiz. “Aleksandroviç,, günde iki yüz elli gram ekmek alıyor. Öğleyin umumi yemekhanede yemek üzere bir de vesikası var. olarak, soğuk bir şeyler hazırlıyo- , patates, pancar, Galiba, dün ağa- diğim kokmuş pancarla petates, akşam yenecekmiş. Babam beni azarladı: “Pancarla patates ne ol du?,, Dedi. Cevap vermedim; o da fazla bir şey söy- lemedi. Fakat akşam aç açına oturduk. Bir şey ye medik. Bu sabah, işe giderken her tarafı kilitledi. “Dimitri, bana postahanede bir vazife bulacağını vaadetti, Aman, bir an evvel bulsa!.. Babam her gün başıma kakiyor: Buraya, hanımelendiler gibi yaşamağa değil, çalışıp ev geçindirmeğe geldiğimi söylüyor. Tahsilime devam meselesini düşündükçe, bu söz ler bana büsbütün ağır geliyor! Yazık oldu. Yarı yolda kaldım. Ne kadar da arzum var. Okumak, darülfünun tahsili bile yapmak istiyorum. Halbuki babam beni nelere icbar ediyor! Yatağıma girdim. Hıçkıra hıçkıra ağladım, ağla- dim..... 28 Nisan B abamın pinti, hodbin ve haşin olduğunu dü- şünmeğe alışmıştım. Fakat bugün şaşıp kal- dm. Dün akşam, fabrikadan iki, üç kilo kadar ekmek getirdi. “Aleksandroviç,, bütün gün açlıktan şikây: etti; kıvrandı durdu; fakat bir türlü ekmek İstiye- medi, İstese de verilmiyeceğini, ekmeğin kilitli o. duğunu biliyordu. Ben ağabeyimi o halde gördükçe muazzep oluyordum. Fakat ne yapabilirdim? Ben- de ekmek yoktu ki, ona vereyim. Babam eve gelince, kendisine dedim ki; — Ah, baba, bilsen ne kadar açım. Babamın kaşları derhal çatıldı. Lâkin aksi cevap vermedi, Dedi ki: — Get bir ringa balığı hazırla. Kendisi de benimle beraber mutbağa girdi. Do- dabi açtı. Bir ringa balığiyle pancar haşlaması çi- kardı. Hattâ haşlanmış olarak. Ringa balığını yıkamak, temizlemek ilstiyorum. Balık kokuyor. Pancar da, dünkü gibi, yarı kokmuş bir halde. — Fukat baba, bunlar çürümüş, kokmuş.. Babem, yüzüme bakmadan, bir mürebbi gibi ce- vap veriyor: — Ona çürümüş, kokmuş demezler; sadece, “U- sulü mahsusiyle. soğutulmuş gıda,, derler, Bu za- manda hemen atmağa gelmez... Ava dolusu para veriliyor. Evet, o halde? Atmıyalım. Hepsini hazırladım. Onun bir haftalık pancarı hazır duruyor: 31-5-999 Türk gibi kuvvetli Sözü boş değildir ÇAPA MARKA MÜSTAHZARATI Bu sözü teyid eden güzel yurd topraklarının biricik imal kaynağıdır. ARPA UNU BAKLA UNU YULAF UNU NOHUT UNU ÇAVDAR UNU PİRİNÇ UNU KORNFLAU BEZELYE UNU PATATES UNU FASULYE UNU MERCİMEK UNU | Buğday Nişastası | Pirinç Nişastası SALEP TARÇIN KİMYON KARANFİL ZENCEFİL KARABİBER YENİBAHAR BEYAZ BİBER SOFRA TUZU KIRMIZI BİBER (Kutu ve Paketleri ) | Memlekette bu maksatla kurulmuş ve her şeye rağmen (24) sene neslin gürbüz yetişmesine tevakkufsuz hizmet etmiş yegâne Türk san'at evidir. Yavrularmıza, doktorlarmızın tertib ve tavsiyesile vereceğiniz bu gıdalar mutlak huzurunuzu temin edecektir. CAPAMARKA Dünyada beynelmilel şöhreti haiz eşlerile kat'iyyen omuz omuzadır. Daha üstününün bulunması mümkün değildir. Tekmil müstahzaratımız muhayyerdir. Heryerde | daima taze olarak bulacaksınız. Adres: izi Kılıcali » M. NURİ ÇAPA Tel. 40337 n Ada çamlarının ve lâvanta. çiçeklerinin siki kokularını terkibinde saklayan VENÜS ÇAM Kolonyası ciğerleri zayıf ve sinirleri bozuk olanların kalbine ferahlık ve- © rir ve gönlünü açar, VENUS ÇAM KOLONYASI nm formülü bir sırdır. Taklidleri onun ye: tutamaz. UMUMI DEPOSU : Nureddin Evliyazade, Alât Ecza ve ve Ee ke ei PASTİL KATRAN HAKKI Hepsini de yedik. Babam; hem. hana, hem ila sandroviç., e biror parça taze'ekmek kesti, Bir iki lokmada bitiriverdik. Birdenbire, babam büyük, pek bilyük bir neza- ketle bana sordu: (Bu sırada bir parça ekmek da- ha verdi...) — Nasıl, karnın doydu mu? Bü sualden o kadar iğrendim ki, az daha boğu- lacaktım. Lokma boğazımda kaldı. Elimden gelse, boğazımdan geçen lokı çıkaracak; ve babama “Ali, Diyecektim. belli etmedim; ve onu büsbütün kızdırmak için: — Hayır, dedim. Böyle bir cevaba katiyen intizar etmediği için, bana dikkatle, sert sert baktı. Lâkin, ağzını açıp ta bir kelims bile söylemedi. Sessiz sadas'z bana bir parça daha ekmek kesti; ve geri kalanını gazete kâ- gıdına sardı. “Aleksandroviç,, e bu sefer vermemişti Dikkat ettim: Ağabeyim başını çevirmiş, pencereden dişa- rıya bakıyor. O kadar acıdım Kİ, gözlerime yaş doldu. Ekmeğime dokunmiyarak, babama sordum: — Ya ağabeyime? “Aleksandroviç,, , bâlâ, pencereden dışarıya ba- kıyordu. Babamın çehresinde ânt bir düşünce dolaştı; fa. kat, ne düşündüğünü söylemedi. Hiç bir şey söyle- meden gazete kâğıdını açtı. Ekmeği çıkarıp, bir par- ça daba kesti, Ağabeyim, başını çevirmeden, elini uzatarak ekmeği kaptı; ve derhal mutbağa gitti. A Babeyim, odadan çıkar çıkmaz. babamın çeli- Tesi birdenbire değişti. Acaip ve muzaflera- ne bir tavırla, âdeta beni tayip eden hazarlarını üs- tüme dikti, Benim de bütün aksiliğim yüzümde o- kunüyor, Cebinden yedi yüz elli gram beyaz ekmek cıkar- dı. Gözleriyle işaret ederek, ekmeği bana gösterdi. Sonra, yüksek sesle dedi ki: — Bak bir vesikâcıkla nasıl tedarik ediliyormuş. Bembeyaz... Pamuk gibi". Alâ... Nefis... Iki dilim kesti: Kendisine büyük bir dilim; bana da küçükçe, Itriyat deposu, İstanbul Öksürükleri kökünden keser, tecrübelidir Muzaiferane “taveiyk ve hAJA beni utandırmak istiyor gibi bakıyordu. Kıpkırmızı kesildim. “Ayıp, ayıp, o da senin oğlun!,, Diye bağırmak ihtiyaciyle çırpınıyordum. Fakat bilmem neden bu” na cesaret edemedim. İçimden kendi kendime dedim ki, “.- Pekâlâ, o halde ben de ekmeği şimdi yemeğe saklarım, Sonra yarısını ağabeyime veririm.,,, Lâkin, babam zihnimden geçenleri keşfetmiş ola” cak ki, sordu: — Anlaşılan bugün karnın tok? — Evet. — O hâlde ver de, ekmeğini saklıyayım. Yarın kaliyaltıda yersin. 29 Nisan P etrozrad'da geçireceğim ilk pazar. “Aleksandroviç,, bize bugünlük te misafif Yarından itibaren işe başlıyacak; ve bizden ayrı Yy” şıyacuk. Babam, sabahleyin, erkenden çıkıp gitti, Galib& kendisinden « fazla ekmek. istiyeceğimden korktu Çok muzteribim. Kalbimde damla damla zehir bir rikiyor. Yemekten sonra, “Dimitri,, ye bir arkadaşı misi fir geldi: “Nikola Pavloviç Yakovlef,,. Kendisiyle âşinalığım var, Dayanamadım. “Dimitri,, nin odasına girdim. “Nikola Pavloviç,, i eskiden tanırım. Hayatımda ilk sevdiğim genç oydu. “Frenef,, le nisanlanm” dan evvel, iki yıl, onunla sevişmiştik. Aman yarabbi, sekiz aydanberi ne kılar değ” miş! Fona hülde zayıflamış, sararmış... Gözleri f9K rüddemden marazi bir kırmızılık almış... Başını KÖ" milen usturayla Kanıtmış. Köye yazdığı mektuplar” da İlâhiyat ile meşgul olduğunu söylüyordu. $8$* larını ussurayla traş etmesinin sebebi her halde b“ olacak. Çök yazık: Ne kadar da güzel ve muhteş” saçları vardı. Sesi de çok güzeldi. Bana ne şarkıis” okurdu... (Devamı Var) e m () Ekmek veya yiyecek vesikası,