Şehzadeleri Boğuyorlardı Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 47 Bu Ameliye Pek de Kolay Olmadı, Dilsiz Cellâtlar Kementlerini Bir Türlü Kullanamıyorlardı Saray kapısını açtırmak, sadra- zam için bile güç oldu. Gece ya- rısından sonra, o mukaddes () yu- vanın bir eşiğine gelip te içeri gir- mek istiyenlerin hüviyetleri anla- şılmadan bu dileklerine muhafız- lar muvafakat edemezlerdi. O se- beple sadrazam, uzun bir sorguya maruz kaldı, kendini güçlükle ta- nıttı ve yeni padişahı neden sonra evine sokabildi. Sultan Murat doğruca, anası Nürü Banü'nun yanına gitti Ka- pıların açılmasiyle beraber, yeni hünkârın teşrifi, eskisinin ölümü haberleri bütün saraya yayıhıver- mişti. Nürü Banünun kulakları 7a- ten kirişteydi, ilk gürültüde uya- narak, oğlunu beklemeğe koyul- muştu. Fakat onların konuşması, yil larca birbirini görmemiş her han- gi bir ana ile evlâdın ilk buluşma dakikalarındaki o muhaverelerine benzemiyordu. Murat anasının e- lini öper öpmez kadin sormuştu: — Yorgünsun değil mi, arsla- nım. Haydi gel, seni dairene gö- türeyim, dinlen! Murat ta, “Uykum yok ama, yor- gunum,, demeyi müteakıp kaşlas rini çatıp fısıldamıştır — Küçükler nerede? — Odalarında. — Şimdi kayıtları görülecek: Hele biz biraz görüşelim! üru Banâ, henüz ayağının toziyle duran oğluna güzel bir halayık hazırladığı için sabır- sızlanıyor ve deniz * tutması yü- zünden üstüne başma bulaşan kir- eri bile yıkayamıyan padişahı bu canl efsünla ilk adımda kendine bağlamak istiyordu. Murat, anası- nın maksadını kavradığı için, he- yecanlanmıştı. Yorgun başını yu- muşak bir dize dayıyarak Mudan- yadan İstanbula kadar çektiği si- kıntıyı unutmağa hazırlanıyordu. Fakat, kardeşlerinin öldürülmesi işine daha fazla ehemmiyet ver'- diğinden çarçabuk kabarıvermiş olan iştihasına hâkim olabildi, sad- Tazamının göndereceği haberi bek- , lemeğe koyuldu. Mehmet Paşa aldığı emri, sara- yın en büyük memurlarından biri olan kapı ağasına devredip sabahın karşi (1) konağına dönmüştü. A- ğa da kızlarağasiyle hemen gö şerek ölüm mahkümlorm yatak- larından kaldırtmış ve bir odaya kapattırmış, cellât rolü oyniyacak dilsizleri de vazife başına yolla « mış bulunuyordu. Öldürülecek şehzadeler Mehmet, Süleyman, Mustafa, Cihangir ve Abdullah adli beş masumdan İba- retti. Henüz bülüğ çağına varmı- yan bu mazlümlar, babalarının öldüklerini de duymsmışlardı. O sebeple gece yarısı tatlı uykula- rından uyandırılınca belinlediler, ağlayıp © çırpınmağa başladılar, Zenci köleler bu durumda yalan söylemeğe mezun olduklarından tatlı diller döktüler, “Babalarının kendilerini hokkabaz seyretmeğe gağırdığını söylediler ve çotukla- ri, ecelin dilsiz uşaklar şeklinde beklediği yere götürdüler. En büyüğü belki on yaşına bile girmemiş olan bu zavallıların bo- ğulma smeliyesi umulduğu kadar çabuk ve kolay olmadı. İki köle nin tuttukları şamdanlardan an- cak ölgün bir ışık alabilen o ka- Tanlık hücrede boyları, hakiki çap- tan, daha büyük, yüzleri de yine hakikatten daha korkunç görünen dilsizleri görür görmez, ödleri ko- pan çocuklar, cellâtların ellerin - deki kementlerden narin boyun- larını kurtarmak için köşeden kö- şeye kaçmağa savaşırken, zayıf hançerelerinin bütün kuvvstiyle de baba, baba diye bağırıyorlar ve babalarının bu feryadı duymıya- cağını, duymak iştemiyeceğini gü- ya hatırlamış gibi, analarım ça- Rırmağa koyuluyorlardı. Bazan, şuursuz bir ümitle, top- landıkları ve hep birden diz çö- küp yalvardıkları da görülüyordu. Fakat kementlerin harekete gel- mesiyle beraber yine dağılıyor. lar, çırpina çırpına bir halâs kö- şesi aramağa girişiyorlardı. Her dilsize, bir şehzade tahsis edildiği ve bu vaziyette cellâtların kendi- lerine ait mahküma kement stma- sına imkân bulunmadığı için, hü- cumun tarzı — nihayet — değiş” tirildi ve dilsizler kementleri bi- rakıp miniminilerin üzerine ulu- orta atıldı. Artık masumların ya- kalarımı (o kurtarmaları mümkün değildi, her birinin üstüne iri ya- ri bir kara hayalet çullanıyordu. urat, yine anasının yanın dayken ilk fermanının ye- rine getirildiğini duydu, büyük bir yükten kurtulmuş gibi geniş bir nefes aldı — Eh, valide, dedi, maslahat ta- mam olmuş. Şimdi dinlenebili- rim. Öldürttüğü masumlar için yü- reğinde küçük bir sızı yoktu, yal. niz anasının kendisine ne kıratta bir armağan hazırladığını merak ediyordu. Ayni zamanda gün do- ğar doğmaz, başlıyacak merasimi düşünüp biraz endişeleniyordu. Çünkü vezirlerin içinde — on, on beş yaşlarındayken — Yavuz Sul- tan Selimi görenler vardı, Kanu- ni ile bir çok yiller harbe giden devlet adamlarının ise, sayısı yüz- leri aşıyordu. Acaba onlar kendi- sini nasl bulacaklardı?,. Bu endişe, kendisi için gizilee hazırlanan dairenin dışında kaldı. Çünkü orada gerçekten güzel bir kız — yorgunluk gidermeğe me- mur bir melek pırıltısiyle — ken- dini bekliyordu. Nürü Banü, bir anadan ziyade bir muhabbet tel- lâlına yakışan çapkın bakışlariyle oğlunu bir lâbza süzdü: — Bu gece, dedi, & hizmetine “Gül-endam,, bakacak. Umsrım ki, arslanımı memnun eder. Ge- cen hayır olsun oğlum. Ve odayı terketmeden bir şey hatırlamış gibi geri döndü: — Cülüs bahşişi için, dedi, zin- TAN har tasalanma. “Diş hazinede de, iç hazinede de, vafir akçe var. Yas elbisen de hazır, Ben her seyi dü- şündüm, her şeyi de tedarik ettir- dim. Sultan Murat o geceyi, yanına bıfâkilan halayıkla geçirdi, Jâkin beş günlük at ve yedi saatlik de- niz yolculuğu, Sarayburnunda ge- çen bekleme devri, kardeşlerinin ölüm haberini alıncıya kadar, çek- tiği helecan den sinirleri bitkin olduğu için aşk masalları söyliyemedi, âşk cilveleri seyrede- medi, yalnız uyudu. Kiz, o güzel kız, bir gümüş şamdan gibi onun başı ucunda Yana yana sabahı bul- muştu. Gün doğarken Murat .—— bütün saray halkı gibi — ayaktaydı, a nasının getirdiği uzun yenli, çap- Tazlı miltanla mor atlâş dolamayı giyiniyor, şemle dedikleri matem sarığını #arin) yıllardanberi — babasının ölümüne dua ederek, kardeşler katili olmağa o vicdanı- nı alıştirarak — beklediği büyük günün, ilk rasimesini yapmağa hazırlanıyordu. Topkapı sarayının “Babı hüma- yun,, denilen kâpısı önünde taht kurulmuştu. Murat, anasının ver- diği nazar takımını kavuğunun bir yanına soktuktan sonra, ha- remden çıktı, köleleri tarafından alkışlanarak Babı hümayıma doğ- ru yürüdü ve orada kümelenen | Istanbul ilkinci iflâs memurluğun- | dan: Istanbulda evvelce Sirkecide Sanaşaryan hanında 6 No. da otur- "makta olan Haralambos Andonyadi- "sin iflâsı 27.12.938 tarihinde açılıp tasfiyenin adi çekilde yapılmasına ka rar Verilmiş olduğundan: 1 — Müfliste alacağı olanların ve istihkak iddiasında bulunanların a- lacaklarinı ve istihkaklarmı ilândan bir ay içinde Istanbul ikinci iflâs dai- resine gelerek kaydettirmeleri ve de- lüllerini (Defter hulâsaları ve senet ve salre) asil veya musaddak şuret- lerini tevdi eylemeleri. sin borçlularının ayni müddet içinde kendilerini ve borçlarını bildirmele- ri, 3 — Müflisin mallarını her ne &i- fatla olursa olsun ellerinde hulundu- ranların o mallar üzerindeki hakları mahfuz kalmak şartils unları ayni müddet içinde daire emrine tevdi et- meleri ve etmezlerse makbul maze- retleri bulunmadıkça cezai mesuliye- te uğrıyacakları ve rüçhan haklarin- dan mahrum kalacakları, 4 — 27.5.939 tarihinz müsadif cu- martesi günü sant 19 da alacaklıla- rın ilk içtimaa gelmeleri ve müflis i- le müşterek borçlu olanların ve ke fillerinin ve borcunu tekeffül eden sair kimselerin toplamada bulunma- 2 — Hilâfına hareket cezai mesti-| liyeti müstelzim olmak üzere müfli- | yi 19-5-939 GRİPİN Vücudunuzda ağrı, sancı, sızı, kırgınlık, ürperme hisseder et- mez hemen bir kaşe GRİPİN alınız, rahatsızlığınız hemen geçer GRİPİN Baş ve diş ağrılarına, gripe, soğuk algınlığına, romatizmaya vezirleri selâmliyarak tahtına o. | ğa haklar: olduğu ilân olunur.(17880) turdu (2. Milyonlarca insanın mukadde- ratı işte bu tahtın ayaklarına bağ- aydı, yarı cihanın saadeti veya felâketi de yine bu taht üzerinde oturanların ağızlarından çikacak | tek bir kelimeden doğabilirdi. On- lar, o devletliler (Şarka bir ordu gitsin) dedikleri anda Asyanın mü- kadderatı temelinden sarsılırdı, “Garba sefer edilsin, dedikleri demde de bütün Avrupanın tari- hi duruverirdi. Murat ta, tahta oturur oturmaz bu kuvvetin kendi damarlarına yayıldığını sezmişti, birden değiş- işti. . * “Devamı var) âsi .—...m (1) “Sudrüzam devlefhanelerine dön- dükte sabaha Üç saat kalmış'ldi - Se- Mnikli tarihi « (S: 126) (3) Erkin devlet ve âyanı saltanat şemleler sarınıp siyah matem bası gi- yinip sabah namazından sonra diyamı | Aliye hazır oldular. Sasdetiâ padişah hüzretleri dahi o zece beş adet şehrade nin lvayi hayatların sernişün edüp, kendüler dahi matem İban giyip tuşrn | çıktıklarında ve *ht yuna cülüe- larında Iptidn sadrazam hazretleri m0- barek eteklerine yüz sürünce ayağa kalktılar, “ Şul ki - Lâyıkı ırzı vekâle- 8 uzmadır, kema hüve hakkahu eda buyurdular - Selânikli: 5: 197), Âl ve Peçevi de ayni sürette cülüs Vükinsını hikâye ederler. Me- Tes Fe karsı en tesirli ve hiç zararsız ildçtir. Aldanmayımız. Rağbet gören her şeyin taklidi ve benzeri vardır. GRIPIN yerine başka bir mar- ka verilirse giddetie reddediniz. Dr. SUPHİ ŞENSES » İdrar yolları hastalıkları mütehasesi Beyoğlu Yıldız sineması karşısı Lek- ler npartıman. Fakirlere onroms. | mma ele 60020 gm NAKLİYE İŞi MÜNAKASASI SÜMER BANK Karabük Demir ve Çelik “Fabrikaları “Müdürlüğünden Ereğli (Karadeniz) Malmüdürlüğünce Satışa çıkarılarak Bankamıza ihalesi yapılan takriben 420 ton Manganez cevherinin halen bulundu- ğu Karadeniz Eveğli'sinin akçe Kilise köyünden Filyos'a nakli ve Vs- gona tahmili işi bir müteahhide ihale edilecektir. İhale 2 Haziran 1939 Cuma günü saat 14 te Karabükte kapalı zarf usuliyle icra edilecektir. Talip olanların, tekliflerini 2 Haziran 1939 günü saat 12 ye kadar Fabrikalarımız Müdürlüğüne 400 liralık muvakkat teminat akçesiyle birlikte teslim etmeleri ilân olunur, Banka bu işi dilediği talibe ihale etmek hakkımı muhafaza eder. ——| i G 3 e Yazan: Kerime Nadir Lâkin bilir miydim ki, bu hayat bir gün, bir te- sadüfün sillesiyle hercümerç ölacak!.. Ve suçlerr- min hepsinden ağır bir suç altında ezilip inliyece- ğim!., Bir mayıs gecesiydi Biray evvel taşındığın Erenköyündeki köşk komşuları, bir kır eğlencesi tertip etmişlerdi. Üstüste gönderilen haberleri ve edilen ricaları reddetmiş olmamak için, bu eğlencede ben de, bu- Tunuyordum. Hava çok güzeldi. Bahçelerde gece kuşları ötü- yor, tatlı bir bahar rüzgüri yüzlerimizi okşıyarak geçiyordu. Dans, zeybek oyunları ve daha başka muhtelif eğlenceler vardı, Ben bir kenarda oturmayı tercih ettiğim için, her şeye seyirci kalıyordum. Bir aralık, karşı tarafta, yaşlı bir Hanımla ko- nuşan bir genç kız gördüm. Gülerek bir şeyler an- latıyor ve anlattığı şeyleri tecessüm ettirmek için, elleriyle işsretler yapıyordu. Garip bir heyecana kapılmıştım. Bu kızın gerek yüzünde ve gerek hsreketlerinde Nüvide benziyen taraflar vardı. Yanımda oturan ve yine civar köşklerden birinin sahibi olan yaşlı bir Beye onu göstererek sordum: — Şu kızı tanıyor musunuz?., Muhatabım gülümsedi: — Evet, dedi. — Kimdir?.. — Bir komşu çocuğu!. — Ailesini tanıyor musunuz”. — Hayır!.. Galiba bir ihtiyar büyük annesi var.) Onlar da buraya geleli çok olmadı. Biraz düşündüm ve sordum; — Bizi tanıştırır mısini27.. — Hay hayli. sü ünah Bende mi? TEFRİKA No. 59 Birlikte kalktık. Onlara yaklaştık. Yaşlı köşk komşum gülerek dedi ki: — Ümran Hanım, size yeni komşumuz Halük Gi- ray Beyi takdim edeyim.. Kendisi eski bir askerdir. Genç kız yüzüme baktı ve heyecanla: — Memnun oldum efendim, dedi ve elini uzattı. İşte, Umranla bir kır eğlencesinde böyle tanış mıştık. Sonradan da bir iki kere, şurada burada birbiri- mize rastlayıp görüştük. * Ben, dalma artan bir tecessüs ve menbaı meçhul bir heyecanla ona sokuluyor; ölen sevgilime pek zi- yade benziyen taraflarını acı bir hazla seyre dalı yordum. İnsanlar bazan birbirine ne kadar çok benzi: yordul!.. Bir kere kendisini ata bindirmeyi teklif ettim. Can attığını hissettiğim halde bir mazeret bularak reddetti. Her halde çekiniyordu. Bir kaç zaman sofra, vaziyetim güçleşmişti. Onu seyrek görmeğe tahammül edemiyordum. Halimden şüphelenmesin diye, bu seyrek görüşmelerin gayet resmi olmasına dikkat etmek te ağır bir vazifeydi. Nihayet, bir gün dayanamadım ve dedim ki: — Umran Hanım; sizi çok sevdiğim birine ben- zetiyorum.. Geceleri bahçenizi çeviren çilin kena- rına gelip bü siğara içinciye kadar yüzünüzü gör- mere müsaade eder misiniz . Bu benim için büyük bir saadet olacaktır. . Biraz düşündü. Ve kabul etti. Artık mehtaplı geceleri iple çekiyordum. Tam bir buçuk ay bu hal böyle sürdü. Ailesini tahkik etmemiştim. Fakat onunla evlen- meğe iyice karar vermiştim. Yine bir gece, çitin ke- narında konuşurken, gözüm, boynundak: pantantife ilişti. Hayret içinde kaldım. Çünkü bu benim, Nü- vide verdiğim pantantifin ayniydi. İhtiyarımın haricinde: birıhamle ile ona uzan- dım: ! — Bunu bir dakika çıkarıp bana verir misiniz? dedim. "Tereddüt etmeden srzumu yaptı. Sebebini bik meden tltriyordum. — İçini açmama müsaade eder misiniz? Diye sordum. — Açınız, dedi. Lâkin kapağı kaldırır kaldırmaz, o ana kadar bir misline rastlamadığım büyük bir heyecana ka- pıldım. Zira, kapağın içinde, Nüvidin küçük bir resmi vardı. Kısık bir sesle; — Kim bu? Dedim. Fütursuz: — Annem! Diye cevap'verdi. Şuurum uyuşmuş gibiydi. Düşmemek için tutü- nışcak yer arıyordum.. Umranın benim kizim olması ihtimali beynimi kızgın bir demir gibi dağlıyordu. Fakat nasıl olur- du?, Nüvid, cocuğumuzun öldüğünü söylememiş miy- di? Yoksa bu çocuğun babası bir başkası olduğu için mi, bana öldü, demişti?.. Çıldıracaktım. Lâkin, beni asıl sersem eden nok- ta, Umranın bana karşı büyük bir meyli bulundu- ğunu hissetmemdi: Ya korktuğum gibi o, benim kizimsa?.. O sırada ay, bir bulut arkasına girdiği için yü- zümde basil olan tebeddülâtı farkedemiyordu. Pantantifi verdim. Elimdeki sigarayı yere attık- tan sonrs, ellerini tutarak dedim ki: — Umran Hanım, bana inanırsınız ve edersiniz değil mi?... — Şüphesiz efendim... — O halde bir ricamı verin., — Veririm: Niçin bu garip arzuya kapılmıştım, bilmiyorum?. Birdenbire: d — Yarın gece ayni saatte evime gelir misiniz? Dedim. Şaşırmıştı. Yine sebebini bilmeden ısrar ettim: — Şüpheye düşmeyin.. Maksâdım, sizi daha yâ- kımdan ve daha aydınlıkta seyretmektir... itimat reddetmiyeceğinize söz Geleceğini vaadetti. Ben de, mahiyetini tahlil edemediğim hislerin tesirinde olarak avuçlarının içini öptüm ve yürüdüm.. Odama geldiğim zaman, bir müddet karanlıkta durdum. Kibriti çakacak mecalim yok gibiydi. Güçlükle masamın üstünde duran mumları yakö- rak, çökercesine bir iskemleye olurdum.” Başım bin bir düşüncenin mengenesiyle sıkılıyor, gözle- rim daldığı noktada kalıyordu. Birdenbire hatırıma Nüvidin mektubu geldi. İş te, musmmayı çözecek biricik anahtar buydu. Hemen gözü çektim. Senelerdenberi sakladığım kapali zarfı buldum. O derece asabiydim ki, gözle- rim alacaleniyor ve mumların titrek ışıkları, önü- mü görmeğe yetmiyecek sanıyordum. Zarfı yırttım. Içinden çıkan kâğıt büyük değildi. Fakat, burnuma, karımın o çok sevdiğim yasemin kokusu çarptı. Kâğıdı her şeyden evvel dudakları" ma sürdüm ve acı bir hazla kokladım. Sonra, heyecan içinde okumağa başladım: “ Halük; N Suna daima yazacağımı vaadettim. Sağ kaldığım müddetçe vaadimi yerine getirmeğe gayret edece ğim. Fakat, yüzlerce mektup yazsam, yine en 4$0- nuncusu bu olacaktır, Çünkü senden gizlediğim ha- kikatleri o son ana kadar itirafa âsla cesaret ede- miyeceğim, : Halük; ben Sana bir yalan söyledim. Sana, çocu- ğumuz öldü, dedim.. Halbuki o yaşıyordu. Bunu niçin sakladığımı elbet soracaksın. Anla- tayım: “Kansk,, 3 Sana tesadüf ettiğim zaman. saadet. korku, ıztırap ve daha bir sürü hissin tesirinde kal- mıştım. Seni benden kaçacak, (gururunu çiğneme mek için uzaklarda duracak sandım. Halbuki, sen, her şeye rağmen, aşkına mağlüp oldun ve texrar bana melik olmak için bütün mânileri devirip ge çeceğini ima ettin. Korkmuştum. Senden ber çık gınlığı umabilirdim. Hele arada, ikimizin birleş- miş bir parçesı olan ve bizi birbirimze bağlıyan br küçük varlık bulunduktan sonra, “Kocam. olan yabancının vücüdünü, her ne babasına olursa olsun ortadan kaldıracağına hükmettim. 8 (Devamı var)