16 -5-939 Tefrika No. 46 Heyet, Nihayet Kabul Edildi Hain Damat Ferit Gece Gündüz Çalışıyor, Bir Sözleriyle hürriyet ve itilâfçıla rın o huzura kabul edilmelerine mâni olmak istemişti (1). Fakat, entrikacı hünkâr mânalı wânalı gülümsemiş ve: — Tahtların devrildiği, milli hâkimiyetin saltanat sürdüğü bir hengümda, bu heyetin kabul edil- memesi pek abes ve nezaketsizlik olur, Cevabiyle başmabeyincisini mah. çup etmek istemişti. Ertesi günü de, hürriyet ve itilâf heyetini ka- bul etmişti. Fakat, abes ve neza- ketsizlik addettiği bu hareketi Se- lâmeti umumiye ve Sosyal de- mokrat fırkalarına karşı bile bile yapmış ve sarayının kapısını ka- baca yüzlerine kapatmıştı. Bu ha- reketiyle de, millete değil, fakat milletin kendi entrikasına âlet o- lan bir kısmına taraftar olduğunu açıkça göstermişti. Sevgili itilâf. çılariyle sarayına çekilmişti, Çok- tanberi uğraştığı ve nihayet kur- mağa muvaffak olduğu dört hoşı mamur fesat heyetinin başına da eniştesi damat Feridi koymuş, on- larla birlikte hiyanete koyulmuş- tu. Artık, hain damat Ferit gece, gündüz çalışıyordu. Bir taraftan programını hazırlıyor, bir taraf- tan da, kabinesine alacağı yârâ- rını ayırıyordu. Fırka da boş dur- muyordu. Büyük, küçük, kısım kısım ayrılmışlar, bepsi de dört elle işe sarılmışlardı. e Bu defa, memlekette (o İttihatçılık fikrini yalnız güdenleri değil, * hattâ se- ver gibi görünenleri de ezcegk, topyekün hepsini yere serecekler- di, Ferik paya konağında; Velora kanında, gizli toplantılar. oluyor, ittihatçıların imha defterleri ya- pılıyordu ve bu deftere her gün yüzlerce isim katılıyordu. 334 yılı şubatının sekizinci günü, bahtsız millet, - yine kara bir gününü yaşıyordu. İstan- bul ağlıyor, karşıyaka gülüyor- du. Beyoğlunda, daha geceden, görülmemiş bir faaliyet başlamış- tı. Bütün mağazalar, evler Fran $iz renklerine büründürülüyordu. Asılan, sarkıtılan Fransız bayrak- larının uçları yerlere değiyordu. Caddelere halılar ve çiçekler se- riliyordu. Sabah olur olmaz, bü- tün ekalliyetler yine azmışlardı. O gün İstanbula gelecek olan ha- lâskârlarını karşılamağa hazırlan. mişlardı. Kadınların, kız çocukla- rının başlarında, erkeklerin kra- vatlarında Fransız renkleri görü- ordu. Bütün caddelerde baştan, âşağı, yaşasın Fransa. Yaşasın Franşe Despere feryatları gürlü- Yordu. Bütün nankörler yine âvaz avaz bağırıyor, kahkahalarla gülü- Yordu. O sırada İstanbul tarafı da bağrına bastırdığı Türk halkı ile beraber matemli bir süküta bürün- müş ve sanki bir köşeye büzül müştü, İşte, “Franşe Despere,, İstanbu- İs ayak basmıştı. Her tarafta ki- zılca bir kıyamet kopmuştu. Ardı #rası kesilmiyen alkışların, boği İsi yırtarcasına yükseltilen fer- Yatların uğultusu her tarafı kap- lamıştı, Franşe Despereyi General Veprey, Şarpi, Marki Garoni, Mis- ter Hatson koşarak ve kucaklıya- fak karşılamışlardı. İngiliz, Fran- W7, İtalyan kıtaları selâmlamış, Bütün mızıkalar Fransız marşını salmışlardı.. Bu dehdebeli istik- balden sonra karşılıklı nutuklar ışlamıştı. Söylenilenler çılgınca- Maa alkişlanmıştı, Nihayet İs- bulun mankörlerini temsil 6- den, baştan ayağı Karalara bü- Tünmüş büyük ve hürmetli, saçlı Ve sakallı bir nankör de ileri atıl. Maştı. Generalı takdis, kazanılan mi tesit ve tebtik et- ti. Ve nihayet gö a hayet gözlerini yaşar- Taraftan da Kabineye Alacağı Yâ Nafiz Beyin arkadaşlarından Halim — Ey... Senelerdenberi vahşi ve barbar Türklerin zulmü altın- da inliyen bizleri kurtaran muh - terem General... Hitabiyle, kara yüreğinde biri- ken irinlerini ortaya dökmüştü. gelm parlak nutuklara, yapılan acıklı feryatlara pek bâlâpervezane mukabelelerde bulunan General, dizginleri iki asker tarafından tutulan bir hay- vana bindirilmiş, ve debdebeli, haşmetli bir alayla Fransa sefa- rethanesine götürülmüştü. İstanbul, bizce çok ibretle telik- ki edilmesi icap eden, bu istikbal alayının taşkınlıklariyle titrerken, civar köylerdeki nankörler de #- yaklanmışlardı. -Hepsiyer yer Türk köylerine © saldırmışlardı. Jandarmalarımızı bile boğazla - maşlardı. Hele Paşaköylüler, Yeniköylü - ler kudurmuşlardı. Şile ve Gebze civarlarını kana boyamışlardı. Şi- le kömürcüleri dağa, Gebze bağcı- ları bağa gidemiyorlardı. Gebzede Ayvacı oğullarının, Â- kif oğullarının Hacı Kadir ağanın koyun sürüleri bu çapulcular ta- rafından sürülüp götürülüyordu. Tehdit ediyorlar, paralarını da is- tiyorlardı. Yalnız paralarını değil, belki canlarını da alacaklardı ve işte köy kenarlarına bile dayan- mişlardı. Gebze (o jandarma kumandanı Nail Bey, bu azgın sürülerine kar. $ı didiniyor, çırpınıyordu. Fakat, rânını Arıyordu de gezen Kara Arslan çetesin! de içlerine almışlardı. Artık korkula- ri kalmıyan bu civar halkı, bu birlikleriyel, yalnız yurtlarını, ş6- reflerin! müdafaa ile kalmamış - lar, taarruza bile kalkışmışlardı. Yaptıkları “akınlarla nankörlere korku salmışlar, köylerini, köylü- lerini birbirine katmışlardı. Türk- lüğün ebedi şerefini, kudretini ni- hayet onlara tanıtmışlardı. “Franşe Despere,, nin istikbalei- leri gündüz yaptıkları alçakça te- #ahürlere döyamamışlar, gece de Beyoğlu caddesinde boy göstermek arzusuna dayanamamışlardı. Bü- tün caddeleri doldurmuşlar, hele şımarıklığı pek taçırmışlardı. Kes yırtmak, nârâ atmak, küfür sa- vurmak gibi densiz hareketlerle, takım takım, Fransa sefarethöne- sine doğru &kıyorlardı. (Devamı var) (1) Lötfi Simavi Beyin, Sul'en Meh- met Reşat Hanın ve halefinin sarayında gördüklerim adlı eserinde bu . hödise hakkında mufassal malümat mevcut- tur, iğ OĞLU Ankaradan mektup gönderen ve soyadını imzasından o okuyamıya- rak, ancak kendi udının Mehmet olduğunu çıkarabildiğim bir oku- yucumuz — galiba sorgu hâkimi olmağa hazırlanıyor — kolesterin üzerine bir sual İstesi tertip et- miş, bunlara bir yazıda cevap is- tiyor. Dünyada hemen her şeyin oldu- ğu gibi, bu maddenin de hem iyi, hem kötü tarafları vardır. Sayın okuyncumuz bunun yalnız ikinci türlü tarafını duymuş olacak ki, sorguları hep onun kanda fazla olmasından ileri gelecek zararlar hakkındadır. Onun için sual liste- si de pek kısa, Vücudümüzün sağ- lığı bakımından pek ehemmiyetli olan bu madde üzerine okuyucu - larıma lüzumu kadar bilgi, gaze- tede bana verilen bir günlük yere siğmaz, Sayın okuyucumuzun İste- diği şeylere bir günde cevap İste- mesi haklı olmakla beraber, sari” bunları tepelemek için elde kuv- veti yoktu. İstanbul hükümetin - den onun da, halkın da bütün ü- mitleri kesilmişti. İşin başa düş- tüğünü anlamışlar, düştükleri ha- yal sukutundan silkinip uyanmış» lardı, O sırada Gebzede bulunan, şim- diki adli tıp işleri umumi müdür muavini doktor Fahri Can ve eski Gebze kaymakamı Ferit, hâkim Mithat, müddelumumi o Nâzım, malmüdürü Behram beylerle müf- tü Hüseyin Hüsnü efendi jandar- ma yüzbaşısı Nail beyle baş başa vermişler, şehrin derdini ortaya dökmüşler ve yapılacak işte ça- bucak sözbirliği etmişlerdi. Silâ- ha sarılacak ve bir sel coşkunlu- ğiyle kasabalarını basmak istiyen bu nankörlerin önlerine atılacak- Tardı, Doktor Fahri Can mismaımı, üstüncünü bir tarafa atmış, silâh- lanıp ortaya atılmıştı. Jandarma yüzbaşı Nail deppoyunu açmış, Türklüğün şerefini korumağa and içen fedakârlara silâh dağıtmıştı. Müftü Hüseyin Hüshü efendi de, göz yaşları dökerek yaptığı mev. izelerle' halkın maneviyatını art- tırmıştı. Bu galeyana Tavşancılı- lar da katışmış ve başlarında, şim- di İstanbul belediyesi tahsil me- murluğunda bulunan İhsan bey olduğu hâlde, mücadele sahasına atılmıslardı. Coktanberi o havali- ri olarak, iki üç gün, bu bahsi 0- kumağa sabretmesini rica edece- ğim. İlgili maddenin adı: Ona şimdi Kolesterol derler. Kimya terimle- ri bakımından daha düzgün olan, bu yeni adını bırakıp ta, eskisini kullanmağa bizim için de bir s€- bep yoktur. Kolesterol vücudümüzdeki su - yun nizamına hâkimdir, İnsan vü- cudünün ağırlığından yüzde altını- $ı su olduğuna göre, bu maddenin ehemmiyeti kendi kendine meyda» na çıkar. Vücudümüzdeki suyun dalma ayni nsbette kalması için, bu maddenin de İüzumundan az veya çok olmaması lâzımdır. Aza- men vücut — yağlı bile olsa — kurur, çoğalınca da yülent şişer. Bundan © başka mühim bir işi de, kanımızdaki kırmızı kürecik- lerin şişerek dağılmalarına mâni olmaktır. Kolesterol kâfi miktar- da olmayınca, o küreciklerin içe- risine su hücum ederek onları te- Jel dan Fakat onun vücude hiz- metleri bu kadarla da kalmaz. Bir kere, yağlı bir madde oldır- Eundan, 'vücudün içinde yanarak, kalori temin eder. Onun için ateş- li hastalıkların ye vücudü eriten başka hastalıklarda da, kanda Ko- lesterol nisbeti azalır. Vücut ken- di yapı taşlar ıdemek olan -albi- minleri yakınadan önee, bunu yak- tığı için, bu da onun vücuda bir hizmeti demektir, Sonra, safranın terkibinde - bü- Tunduğundan yemeklerimizle ge- len yağların hazmına hizmet eder, LERİ Kolesterol Ne İşe Yarar? »2727372237337>0 5 23323333333X» gün bir apartman kirahya- O çaktı. Birinci katta, apart man sahibinin işgal ettiği daire kar- şısında boş olan, numara ikiyi gösterdiler. Hüseyin apartmana gi- rince, kapıcıya: *-- Buraya güneş Işığını mek için göke bir tahtelbahir pe- riskopu yükseltmeli” dedi. Pencereye gidip manzaraya bak- t1. Karşıda koca bir aparimann sırtı görünüyordu. Mezar taşlarını bile beyaz mermerden yaptıkları halde, bu arkası dönük koca bina- nın sırtı, yağmurdan çürümesin di- ye kapkara ziftlere boyanmıştı. O mezar İaşı azmanı bina, ışığa açi len pencerenin önüne, bir zindan karanlığını geriyordu. İlk xatının hizasına da tebeşirle ve ınsan bo. yu yazılarla “Buraya işemek ya- saktır” diye yazılı idi, Öndeki apartmanın sağında s0- Junda, ona bön bün bakan iki a- partmanm profilleri görünüyordu. Üstüste balkonlarında çamaşırlar kurutuluyordu. Rüzgâr estikçe ça- maşırlar canlanıyordu. Ruh zaten gövdeden geçen bir rüzgârdıra. Donlar, gömlekler, pantılonlar ge- beşleşip, tulumlanıyorlardı, yahut cılızlaşmp,idam sehpalarına sıra s- getir- hem-de barsaklardaki mikropları telef ederek, orada tefessühe mâ- ni olur. En sonra da, kadınlık ve erkek- lik hormonlarının terkibi, kimya bakımından bu maddenin tg kibi- ne yakın olduğundan onlar da Ko- lesteroldan hasil olurlar. Vücut- ta bu madde bulunmayınca, bir kadın; ne kadınlığını r, ne de çocuk annesi olabilir. Erkeğin vü- cudündeki kıllar, sesinin kalınlı- ğı, horozun ibiği bile, o maddenin bulunmasına ba « Bunlar, 0- nun şimdiye kadar öğrenilen hiz- metleri. Daha başka hizmetleri de meydana © çıkmıyacağı şimdiden bilinmez, Kolesterol bütün bu işleri göre- bilsin diye kanımızın hem suyun- da, hem de kırmızı küreciklerinde binde bir buçuk gramla 1,80 gram arasında bulunduğu gibi ondan ne- siçlerimizin hepsinde, fakat en zi- yade bey karaciğerde, dalak- ta ve böbreklerde de vardır. Ba yanların o günlerinde, bir de ge belikte, bu nisbet haylice artar. Gebeliğin son iki ayında binde 2.40 grama kadar çıktığı olur. Bü da annesinin karnındaki çocuğun vücudüne çok su gelmesini temin içindir: Yeni doğan çocuğun ağır- ame yüzde yetmişi sade su- li. Bu madde bize, ilkin gıda larımızla > gelir. En ziyade be- yin yemeğinde vardır. Binde 25; sonra sirasiyle yumurtada, tere « yağında, karaciğerde, biraz da pey- nirlerde, sütte pek az... Fakat vü- cut onu gıdalardan bulamayınca, hattâ bulduğu vakitlerde da, ken- disi — karaciğerde, dalakia ve böbrek üstündeki o guddelerde — yapar, Yediğimiz yemeklerden gelecek Kalesterol lüzumundan az olun- €a, onun kandaki nisbeti de azalır. Fakat fazlası kandaki nisbetini art- tırmiyarak karaciğerde ve büşka uzuvlarda birikir kalır. Vücudün içinde işini gördükten sonra, çıkacak kısmın da hemen hepsi karaciğerden safra ile bar- saklara dökülür. Fakat hepsi ora- dan dışarıya gitmez. Bunun da bir kısmı barsaklardan tekrar karaci- Zere döner. © Vücudün attığı hir maddeyi tekrar alması, çirkin bir şey olmakla beraber, karaciğerin bu marifeti Kolesterolün vücut i- gin pek kıymetli olduğunu göste- rir.. Görülüyor ki, ihtiyaç — tabii hayatta bile — çirkinliği unut- turuyor... v ; v v v y y v e v v y v y v Y v v v y N v v v ? v v HİKAYE SEHİR Yazan: Halikarnas Balıkçısı OE CO ra astjanla” gibi yamyassı farkıyor- lardı. Bazan durup durürken biri- birlerine elsiz kollarla, ayaksız ha- caklarla, başsız omuzlarla wsraren- giz işaretler ediyorlerdr. Biribirle- rine tekmeler çifteler savuruyor- lar, göbek atıyorlar. Rüzgârın esi- şine göre birbirlerine reverenslar yapıp, taklalar kılıyorlardı. Hin kapıcıya: — Buraya girmem! Disi, diri gömülmiye vaktim yok!” Dedi. Kapıcı: “— Buyurun! Tâ âtavan arasın- da küçük bir oda var manmağa başladılar, Sağda) daki kapılar aralanıyordu. Kiracı- ler yeni gelen kiracıyı şüpheli ve yılık bakışlarla © gözetliyorlardı. Sinsi sinsi fiskoslar rdu Asid formikli karıncalar otur, An- sanı soğuk soğuk sokarlar. Hüse- yin boğazına kadar karanlık bir karınca yuvasına gömülmüş bir cır- cır böceğine dönmüştü. Fakat tâ te- peye varip ta gök mavisini görün- ce, dereyi tepeyi şarkilârin doldu- ran bir cırcır böceği gibi içi ferah- ladı. Kapıcıya: “— Burasını kiralyayım bı dedi, Yapılacak kontratı mal sahibile görüşmek üzere, kapıcı, Hüseyini bir numaraya götürdü. Mal sahibi- ne üç sene evvel tayyare büyük ikramiyesi isabet etmişti. O a İşte o apartmanı yaptırmıştı. Beti benzi soluk, bakışı titrek elli beş- lik bir adamdı. Hüseyine: “— Korkmayınız, ben öteki &- partman sahiplerine benzeme. Kiralarım ehvendir. Otskiler, radan buradan ellerine para ge Go binaları yaptırıyorlar. Dar ku- tuların içine ayaklarından çakılan kazlar gibi, kiracıları kontratlarla dairenin içine muhlıyorlar, Maks her ay sonunda muntazaman kira- ları yumurtlamalarıdır. O yumu taları yiyen apartman sahipleri i- se, kıtlıkta iken birdenbire yonca tarlasına sökün etmiş hayvanlar gi- bi, çatlayasıya tıkinarak, fıçılara dönüyorlar. Bu sefer içlerine bk- tıklarını boşaltmak için Karlsbad ve yahut müshil su kaynağı bulu- nan başka yerlere koşup, topla- dıklar: kiraları müshillers şarçur ediyorlar. Ben o kadar budala de- ilim! Eğlencelerim ucuzdur. O- nun için de kiralarım ehvendir.” Dedi ve durakladı. Bakışları sa- ğa sola kaydı. Hüseyin de “neye ba- kiyor?” diye sağa sola baktı. Du- varlar tepeden tırnağa kadar kü- bik resimlerle örtülüydü. Ky sonradan çıtlattığı- na göre büyük ikramiyeye konan efendisinin aklında bir ace- lacayiplik peydalanmıştı. Hüseyi- nin duvardaki resimlere baktığını gören mal sahibi ona dedi ki: “— Ben her ne kadar resimden hiç mi hiç çakmasam da, çok aris- tokratik bir zevk sahibiyimdir. Bu kübik resimleri çok beğenirim, Za ten içinden tabistin tamamen tar- dedilmiş bulunduğu her masnu şe- yin âşıkıyımdır. Meselâ munhası- ran insan aklının mahsulü olan su GECE 000CECeC resimler gibi, Bu resimlerde, ya- ratılış pisliğinden tamamen temiz» lenmiş; bir insan aklının berrak il- hamını görürsünüz. Bunlar, mün- hasıran insan zekâsının mahsulle- ridir. Riyszi bir meselenin mantı- ki hallinden, ve yahut mekanik hendesenin bir eserinden ne kadar hoşlanırsam bunlardan da öyle. Tabiat veya tabiati hatırlatan her şeyden gitgide nefret ediyorum. Efendim, yaradılış büyük bir şey. Arap saçı gibi, karın ağrısı gibi karmakarışık birşey. Ben sırf insan sa'yinin eseri olan eşya ara- sında bulunmak isterim. Çünkü onlara aklım kolayca erer. Hattâ şu son sıralarda bir âdet peydala- dım. Tramvaya binmekten bile tiksiniyorum. Çünkü tramvay gi- derken, insan meselâ İster iste. z yolda dallı budaklı bir ağa bir balkonda bir saksı çiçek, ne bileyim, yüzünü havaya kaldırır. sa, gökyüzü gürlüyor. Tüneli ter- cih ediyorum, Beyoğlundan binip Galataya çıkıyorum. Hemen Gala- tada binip, Beyoğluna çıkıyorum. Velhasıl tünel açılınca O başlıyo- rum. Kapanıncaya kadar gidip ge- liyor duruyorum. Hayat hareket- tir ya, ben de durmamacasına Ga- latadan Beyoğluna o Beyoğlundan Galataya inip çıkıyorum. Gece o- lunca buraya gelip bu kübik re- simleri seyrediyorum. Tüneldeki hareketimle, hayat (o hareketinin veznine ve kafiyesine uyduğumu duyuyorum. Hayat oluş, ölüş, ge ce, gündüz, bir negatif ve positif- den ibarettir ya. Size de tavsiyem budur. 'Tüneli tramvaya tercih e- diniz. Orada yalnız insan eserile te masta kalırsınız. Dallı budaklı, a- daçlar göreceğinize biribirine vis dalanmış, demir çubuklar, imal e- dilmiş vagonlar, hep güzel temiz hendesi şekiller, düz ve pürüzsüz çizgiler görürsünüz. Gökyüzü yerine, tünelin duvar- larında, kalıp kalıp biribirlerinin üzerine sıralanmış dört köşe taşla. Tı görürsünüz, Güneş yerine elek- trik ışığına bakarsınız. Tünelde herşey insani ve insan elinden çık- madır, zeten ilim bile meçhulât içine oyulan bir malümat tüneli değil midir? İnsan başını ne kadar içine de rin tıkarsa, başı o kadar aydın ©- lur, Bakınız tünelde hoşuma giden bir şey daha varsa, orada, İnsan- daki tablatle değil, fakat insanda- ki göreneklerle temas edişimdir. Çünkü görenek iç —tıpkı tünel gibi— insan mamulâtındandır. O. rada biz yolcular, katiyen biribiri- bulunmayız. Biribirimize yabancı oluşumuz göreneğine sadık kalarak, çatık kaşla biribirimizin yüzüne ciddi ciddi yüksekten bakarız... Kora şartları konuşulduk- tan sonra Hüseyin oradan çıkıp, eşyasını odasına çıkardı, Ge- ce mışıl mışıl uyudu. Sabah uya- nınca Çamlıca sırtlarında Tan ye- ri ağarıyordu. Bir midya kabuğu- nun sedefi gibi göğe doğru çizgi çizgi renkler hareleniyordu. Gece- nin orada unutulmuş bir parçası gi bi, koyu koyu kararan küçük bir bulut tutuşuverip yanınca, kır. langıçlar göklerde uzun ötüşleri. nin şeritlerini dolamıya başlndı- lar. Limandaki vapurlarm sesle- rinde gidecekleri meçhul ufukla- Tm uzaklığı vardı. Aşağıdaki bakka' kepengini açıyordu, Raflarda dizi dizi şaraplara bakarak “serma yem yerinde,, diyerek ellerini o- Buşturdu. Ta tepedeki odasında, Hüseyin yaşıyan bir nebat gibi, gönlünün emme basma tulumba siyle, değil yalnız bakkaldeki şi- şelerde kızaran neşe ve hoşluğu, fakat uyanan © yer yüzünün, su- nulan bir dudak gibi, kıpkırmızı cömertliğini içine alıyordu. Sokağa çıktı. Tünel yolunu tut- tu. Sokakta her rast geldiğine gül- mek, candan kopüp gelen bir se- (Lütfen sayfayı çevininiz)