12 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

b V Türk Safosunun Hıych TEFRİKA No. 40 Safo Gezinebilecekti Hunkur Bahçesi Asırlarca Şehzadelerin Tenezzüh TAN kin iki sevgili, nerede yürürlerse orada başlarını bir yastığa koya- bilmek için bu çadırlara ihtiyaç görmüşlerdi. İyi ve isabetli dü - şündükleri ise her gün bir veya iki çadırda birer ikişer saat uyku kestirmelerile sabit oluyordu. Safo, değme gençlerin tahammül edemiyeceği kadar çılgın bir kaç hafta geçirdikten sonra öbür me- sireleri de görmek istedi. Lâkin her mesire dönüşünde yine hünkâr bahçesine gelinmeği şart koydu. Onun sonsuz kahkahalarile, şen nâ- ralarile zelzeleler geçirmek sırası şimdi Beşçınar, Beyköşkü gibi te- nezzüh yerlerine gelmişti. Kuşların bile oradan geçmesini imkânsızlaş- tiracak derece sıkıi kordonlarla her ftaraftan tecrit ve Safonun keyfine Biten Bir Akçaâbad — Kalanima köyünde feci bir vuruşma olmuş, iki genç öl- müştür. Tafsilât şudur: Haraka köyünde Salih oğulların- — —— - 12 .5 939 Iki Gencin Olümile Vuruşma köpeklerin — havladığı istikamete doğru gitmiş, Hüseyinin pusudan at- tığı kurşunla ağır surette yaralan- mıştır. Fakat itidalini bozmamış, dan Ömer oğlu Mustaf, uşağı O- lan Şeyveköylü ve Gömleksiz oğul- larından İshakoğlu 30 yaşında Hü- pusudan çıkıp kaçan uşağın arkasın dan otomatik tabanca ile ateş etmiş seyin, Efendisinin eniştesi olan Kala mani köyü muhtarı Mustafa Salihin evi civarına geceliyin sokulmuş ve pusu kurmuştur. Bir müddet son- ra köpekler, bir yabancının mev- cudiyetini hissetmişler ve ulumağa ve h ölmüştür. Ertesi sabah uşağın cesedi de bir hendek içinde bulı ştur. Aslanı, kardeşi Mustafanın öl- dürtmek istiyerek bu suikasti hazır- ladığı, uşağın da iki kardeş arasın- &i nun Şehzade, onun bu hareketi! deq naz almakla beraber bir iddet g ği mesirede ve onun zi- yaret gününde halktan kimsenin cücelerin yanında ağır davranmak istedi, kendisine bütün saraylıla- — Trın yaptığı gibi “Şehzadem,, denil- mesini ve arslan tâbirinin padişah- lara mahsus olduğunu tebliğ ettir- - di. Fakat Safo ona şu cevabı ver- di: ' — Gözümle görüyorum ki ars- Jansınız. Hattâ heybet bakımın- —- dan arslanlardan da üstünsünüz. Kalbimle ve bütün benliğimle de hissediyorum ki arslanlardan kuv- vetli, arslanlardan cesaretlisiniz. O halde size niçin arslanım demi- yeyim. Bugün de, yarın da arslan- — sıniz, benim arslanımsınız ğ b Murat. saz ve işret âlemlerin- de kullanılmamak ve yalnız halvette sarfolunmak şartile kızı hareketinde serbest bıraktı, bir yandan da onun gezmek, serbest hava almak yolundaki dileğine il- gi gösterdi ve hemen kadıya haber gönderip Manisanın görülmeğe — değer yerlerini bildirir bir defter istedi. Tâ İkinci Murat devrinden — -kalan ve Manisaya gelen bütün şehzadelerin eğlence yeri olan Hünkâr Bahçesini Safo için az gö- rüyordu, onu hergün bir mesireye götürmek suretile eğlendirmeğe yol arıyordu. — Bu yol, bir hükümet ve bir dev- bulumamasını temin etmek lâzım- dı. Bu iş te, zannolunduğu kadar kolay değildi. Çünkü şehirlinin ci- var mesirelere muayyen günlerde gitmesi menolunsa bile beş yüzden fazla köy halkına her mesire için ayrı bir günde ve ayrı bir yasak tebliğ etmek, muhtelif yolları ta- rassut altında bulundurmak müş- küldü. Buna rağmen şehzade, ilâhi bir mahlük olarak tanıdığı, kalbine taç ve ruhuna güneş yaptığı Safo- yu memnun etmek kaygusile her güçlüğün yenilmesini istedi, geniş bir tenezzüh programı hazırladı ve gümüş tekerlekli koçu (o de- virde saraylılara mahsus olan ara- bâj nın yapılması işi biter bitmez de programı tatbika koyuldu. Manisa kadısının bir hüccet ve- 'ya bir ilâm yazar gibi itina ile tan- zim edip gönderdiği defterde şu mesire isimleri vardı:. Beşçınar, Beyköşkü, Salıncaklar, Dokuzpı- nar, Sovucakpınarbaşı!... Kadı e- fendi, bu mesirelerin her biri hak- kında uzun târifler, tahliller yap- miş, fakat (Hünkârbahçesi) nin 1 topundan üstün olduğunu ydetmeği de Ş şt Bu kayıt yerindeydi. Çünkü Hünkârbahçesi, Edirnedeki saray bahçesi rak tarho- p S A Jacak kadar © Çünkü Safo yaya gezemezdi, tah- “stiırevanla dolaşmaktan, belki zevk alamazdı. O sebeple - İstanbul sa- rayındaki hasekiler için yapıldığı gibi - kendisine bir koçu tedarik etmek gerekti. Şehzade bu ge- reği düşünürken yapılacak koçu- nun İstanbuldakilerden daha zarif ve kıymetli olmasını istiyordu ve Manisa hükümet larını bun- dan ötürü hemen harekete geçir- mişti. Sonra Safonun gittiği mesi- relerde açık saçık oturabilmesi, di- leğine göre gezip tozması, gülüp Oynaması için tedbir alınmak, 0- hüş, YÜZ yirmi, yüz otuz yıl- danberi bir düzineye yakın şehza- denin yegâne eğlence yerini teşkil ederek onların herbirinden ayrı ay- rı feyiz almış ve bu suretle güzel- likte kemal bulmuş bir mâmurey- di, bir çiçek meşheri ve bülbüller mahşeri idi. Nitekim bu bahçeyi - tam yüz yıl sonra - görmüş olan Evliya Çele- bi bile ondaki yüksek tekâmül ni- şanelerini hayretle karşılamamak- tan geri kalmamiış ve Seyahatna- mesine de hayretini uzun bir say- fa olarak geçirmek ıztırarında kal- ve Eğlenti Yeri Olmuş. Bir Bülbül Mahşeri İdi. mıştı. (1) Safo da, bahçeye hayran kaldı. O devirde Maksure denilen kameriyelerde kumrulaştı. Gül li- dinları arasında bülbülleşti, ha- vuzlar önünde martılaştı. Sık dallı ve sımsıkı kapalı hiyabanlar için- de serçeleşti. Sabahtan akşama ve gece yarısına kadar durmadı, din- lenmedi, köşeden köşeye koştu, tarhtan tarha sıçradı, daldan dala atladı. Bin bir zarif hüviyete bü- ründü, çeşit çeşit neşeler göster- di ve yanıbaşından ayrılmıyarak ona sadık bir eş vefası, bağlılığı gösteren şehzadeyi buram buram terletti. Adamakıllı yordu, ayakta duramaz bir hale koydu. Fakat Murat memnundu, hattâ bahtiyardı. Çünkü eski masallara mevzu teşkil eden peri kızlarında olduğu gibi güldükçe yanakların- da güller açan, terledikçe alnına şa- hane inciler dizilen sevglisini bu- gün perilerden daha kıvrak, me- leklerden daha lâtif bulmuştu. Çıl- tahsis edilmiş olan bu renk renk mesirelerde Venedikli dilberin yap- madığı oyun kalmadı ve şehzade başlamışlardır. Uşağın Efendisinin kardeşi olan Aslan bunu duyunca, daki zıddiyete kurban gittiği tah- min edilmektedir. Murat, bu vesile ile ona bir kat da- ha meftun kaldı. Bir iki ay sonra o, bahçeden de. mesirelerden de, gümüş tekerlekli arabasından da bıkmıştı. Garip bir dalgınlık içinde şehirdeki saraya donmek istiyordu. Fakat oraya den önce, Manisa kadınla- rının nasıl giyindiklerini ve Mani- sa evlerinde neler pişirilip yendi- ğini görmek istediğinden kadınm, dizdarın, kethüda yerinin, eşraf ve âyanın haremleri bahŞeye davet o- lundu, aşçılara da Manisa işi ye- mek hazırlamaları tenbih oluna - rak davetlilere mükellef bir ziya- , fet çekildi. Murat, o gün saraya gelmiş, zi- yafetin idaresini - kaç göç mese- lesinden dolayı - Safoya havale et- mişti. Cüceler - sağında ve solunda yer alarak - onun emirlerini tercü dırasıya sever bir hale gelmişti Onda bülbülleri güllerinden, de- niz kuşlarını denizin Trenginden, ve köpüğünden, serçeleri dudak, dudağa aşk fısıldaşmak neşesinden uzaklaştıracak bir güzellik bulu- yordu ve kadının bir işaretile, gül fidanları arasında bir erkek bül - büle, havuzlar önünde bir erkek martıya, hiyabanlar içinde bir er- kek serçeye dönmekten, ruhu, is- cağızların rollerini taklit etmeğtâ eni konu. saadet duyuyordu. Safo, hünkâr bahçesinde bir gün değil, bir kaç hafta geçirmek heve- sine kapıldığından şehzade Murat, hazırladığı programda değişiklik - İer yapmak zorunda kaldı. Şehrin sağında solunda bulunan mesirele- ri ziyaret işini “muayyen olmıyan” günlere bıraktı, hünkâr bahçesinin dört köşesine ve tam ortasına ça- dırlar kurdurdu, sevgilisile orada kalmıya başladı. Bahçede zarif köşkier vardı. Lâ- Günah Bende mi? - we al renkte - muhayyer adı. veri...| ı issseee Yazan: Kerime Nadir Yavaşça kanadı araladım. Beni görür görmez, yerinden fırlıyarak: — Gel Allahını seversen, dedi. Şu murdar karı ile belâya girdim.. Nerelerdesin?.. Öfkesinin, bana olmadığını anladıktan sonra gü. lerek: — Ne var yine? Dedim. » — Ne olacak!. Patates kavgası!.. — Patates kavgası da nedir?.. — Biırak Allah aşkına!. Delilere rastlamak kadar büyük felâket yoktur bence!. Karı, sıskalığına bak- madan patates tiryakisi!.. Yine iki çuval patates getirip bizim kapının önüne bırakmış.. Ben de uy- ku sersemi odadan çıktım.. Çüvallara ayağım ta- kıldı.. Yere yuvarlandım.. Bu halden müteessir olup, özür dileyeceği yerde, pis türkçesiyle: — Az uyu da önfnü gör! Demez mi?.. Tahammül edemedim. Bağırmağa başladım.. Der. ken kavga büyüdü.. Kocasi geldi.. — Peki.. Peki.. Netice?.. — Hiç!. Ben haksız oldum.. Herif, lütfen terbi- yesizliğimi affetti. Karısına da almanca öğütler verdi.. Ama bütün bunlura sebep sensin!.. — Neden?.. — Evde olsaydın, hanı yardım ederdin.. — Pek akıllısın doğrusu!. Bütün mü 'betsi: TEFRİKA No. 52 »-. Bir gün, yine beygirle yüksek dağ eteklerindeki sık ağaçlar arasında dolaşırken birdenbire dedi ki: — Haydi, sizinle su başına çıkalım.. Orada söy- fiyecek sözlerim var.. On dakika sonra, dediği yere gelmiştik. Atları birer ağaca bağladıktan sonra, yan yana oturduk. Uzaklara bakıyor ve düşünüyordu. Gozlerınde mesut bir pırıltı vardı. Çı inden tutup yüzünü, kendime çevirerek sordum: — Ne söyliyeceksin bakalım?. z Gülümsüyordu. — Kollarını boynumda kilitleyip, başını göğsüme sakladı. — Bugün sende bir başkalık var Lizet, dedim. Beni meraktan çabuk kurtar!. Doğruldu. Gözlerime derin bir muhabbetle bakı- yordu: — Bilmem ki, bana gücenecek misiniz?. Dedi. Ve daha yavaş ilâve etti: — Halbuki, ben öyle mesudum ki!.. Soğuk soğuk Üürpermeğe başlamıştım. — Narin omuzlarını avuçlarımın arasına alıp sarsarak: — Çabuk söyle!.. Gücenmiyeceğime söz veriyo- rum, dedim. Sarı kirpiklerini kırpıştırarak, ediyordu. Müteredditti. yüzümü tetkik liklerine iştirak edeceğimi umman da, bu aklın ese- ridir.... Şerif cevap vermedi. Fıkat, bana fena halde içer. lediğini görüyordum. Hiç aldırış etmeden geçip, pencerenin önüne oturdum. x < Mevsim ağır ağir geçiyordu. Sonbaharın solgun yüzü kendini göstermeğe başlamıştı. Lizetle sık sık, uzun gezintiler yapıyorduk. Bu küçük kız, beni o kadar cok seviyordu ki, bazan bu sevginin karşısında titriyordum. c sıkıldığını farkedince, başını biraz geri çekti ve gözlerini indirerek: — Ben galiba anne olacağım, dedi. Korktuğuma uğramanın verdiği büyük bir yeisle? — Ne diyorsun? dedim. Emin misin?.. — Evet!.. Gözlerim yere mıhlandı. Göğsüm, boğucu bir aza- bın altında eziliyordu. Lâkin bu hal çok sürmedi. Renk vermemeğe çalışarak: — Bü haberi bir müjde telâkki ediyorum Lizet, Kendimi topladım. dedim. Seninle harp bitince evlenmeyi düşünüyor- me edeceklerdi. Aşıkının yanmda ele avuca sığmmaz bir hal alan ha- seki o ziyafet günü değirmen taşı gibi ağırdı. Misafirlerini ayakta ka- bul etmekle beraber o ağırlığı ile her şehir kadınının başını eğdiri- yor ve bu eğilen başlara yorgun- luklarını gidertmek için elini öp- türüyordu. Manisah Bayanlar, siyah, mavi Ropörtaj: len - feracelere bürünerek gelmiş lerdi, Içlerinde kadife çakşır üzeri- ne sârı çizme giyenler, süt beyaz örtü bürünenler ve başlarına diba dedikleri kumaştan sivri arukçia geçirenler de varıdı. Ortüler ve fe- İlk sayısı Türkiyenin her tarafında büyük bir alâka uyandıran, büyük bir takdir ve sevgi kazanan Bugünkü sayısını daha nefis ve daha zengin bir münderecatla hazırlamıştır. En geniş bir okuyucu kütlesini etrafına toplamak gayesiyle çıkan YENİ MECMUA ailesi |— YENİ MECMUA'nın daimt muharrirleri Fikir ve San'at Bahisleri: Peyami Safa — Hakkı Süha — Ne- Tarih Bahisleri: Hikâye ve Roman: Resim ve Karikatür: AAA RARA BAA Türkiyenin en salâhiyetli kalemlerini yazı almış bul M tn e cip Fazıl — Refik Ahmet — Nu- rullah Ataç — Ömer Rıza — Se- lâmi İzzet. Turhan Tan — Fevzi Kurtoğlu — Kadircan — Niyazi Ahmet. Hikmet Feridun — Naci Sadul- lah — Hikmet Münir — Salâhad- 4 din Güngör — Aslan Tufan. (Vâ - Nü) Sabahaddin Ali — Ke- nan Hulüsi — Said Faik — Bekir Sıdkı — Hamdi Varoğlu — Osman *Cemal — Meziyet Çürüksulu. - Nizameddin Nazif — Mahmud Ye- sari — Necdet — Rüştü — Sermed Muhtar — Eşref Şefik — Midhat Tuncel. Ressam Ramiz — Ercümend — Ra- tip Tahir — Salih Avni. raceler atılınca renk renk yelek - ler, şalvarlar meydana çıkıyor ve bu renk bolluğu, bahcenin çiçekle- ri arasında pek lâtif bir ahenk ya- ratıyordu. (Devamı var) İ (1) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, ©. l 9. S: 78. dum.. Fakat hemen evleni.qg.,mık' Önce inanmadı. Sonra sevinçle kendisini kolları- ma atarak coşkun bir heyecan içinde yüzümü öpme- ğe başladı. Bu candan, bu samimi nüvazişler arasında ne âdi bir plân kuruyordum!.. Zavallı Lizet!. Bana inandı. Hem de büyük bir sâfiyetle!.. » Yalnız, sözümü sağlama bağlatmak için: — Ne zaman evleneceğiz?. diye sordu. — Pek yakında, dedim. Fakat, ben birkaç gün için kasabaya ineceğim.. Bazı tedarikler yapmak lâzım.. Ailene bir şey söyleme!.. Ben kendilerile konuşaca- ğim.. Hiç şüphelenmeden dediklerimi kabul etti ve her şeye severek razı oldu. Ertesi gün Musa Bayı fabrikadaki hususi odasında bulmuştum. Beni görünce gülümsiyerek yer göster- di: ) — Ne zamandır fabrikaya uğramıyorsunuz.. Bu yeknasak faaliyet, bu makine gürültüleri sizi usan- dırdı her halde!.. dedi. — Hayır efendim, dedim. Hariçte dolaştığım için müsait vaktim olmadı.. — Öyle mi . Bugün gezmiyor musunuz?.. — Mühim bir işim olmasaydı gezecektim.. Lâkin sizinle görüşmem icap etti... — Benimle görüşmeniz mi?.. Ne var bakalım?.. Söyliyeceklerimi hazırlamıştım. Fakat sesim titri- yordu. Tabit olmağa gayret ederek: . — Evvelâ arzumu kabul edeceğinize söz verin, dedim. — Kabul edilmiyecek ne gibi arzunuz olabilir?.. — “Kolca,, dan artık gitmek lstlyonnn. Musa Bay hayretle yüzüme baktı: — Buüuna sebep nedir? — Bir an evvel memlekete dönebilmek!.? — Harp henüz bitmedi.. Burada rahat değil misı- niz?. 4 — Çok rahatım.. Lâkin mutlaka gitmeliyim!.. — Garip şey!. Arkadaşınız ne olacak?.. — Onu da götüreceğim... Yaşlı fabrikatör derin bir düşünceye daldı. Ara: mızdaki sessizlik uzadıkça sabırsızlanıyordum. Nihâ- YENİ MECMUA'nın ikinci sayısı nefis bir şaheserdir. Mutlaka okuyunuz. 36 sahife 10 kuruş Bugün çıkan yet dedi ki: — Yollarda bazı ânıılarn uğrıyacağınızı umuyo- rum.. Gitmenize mâni olmıyacağım.. Fakat, bir tav- siyem var; Şayet Rus toprıkhnndn maişet derdine düşerseniz ve bir müddet bur olursa- nız, “Taşkent” e gidin.. Oranın Maarif Nazırı bulu- nan ve bir Türk zabiti olan Mehmet Emin Bey ahba- bımdır.. Kendisine bir mektup yazayım.. Bazı Türk zabitleri Tışkent’te muallimlik yaparak yaşamakta- dırlar.. Belki size de bir muallimlik te!mn eder.. İyi kalbli ihtiyarın imiyeti * y oldum ve kendisine uzun uzun teşekkurl erettim. - Musa Bay, bir gün içinde Şerifle benim yol hazır- lığımızi göreceğine ve — pasaportlarımızı hazır- lıyacağına söz verdi. Ayrılırken dedim ki: — Yalnız sizden bir ricam var: Kolcadan büsbütün gittiğimizi kimse bilmesin!. Bu arzüumu belki garip bulacaksınız.. Fakat mazur görün!. — O halde, yolculuğunuzu nasıl tevil edeceksi- niz?.. — Birkaç gün kasabada kalacağımı ve bu müddet zarfında bazı işlerimi halledeceğimi söyliyeceğim.. — Pekâlâ!.. Kibar adam fazla bir şey sormadı. Ben de sevinçle fabrikadan çıktım. SN SAĞ . . « * * » g e v » Ertesi sabah her şeyımiz hazırdı. Musa Bay, yol harçlığımızı kıskanmamıştı. Yalnız Şerif mütemadi- yen söyleniyor: — Durup dururken ne olduk?.. Kovulmadan, atıl- madan nereye gidiyoruz?. diyordu. — Kovulup, atılmayı mı bekliyecektik?. dedim. — Harp bitinceye kadar burada kalmalıydık... — Sen istersen kal!. Ben gideceğim... Homurdanmasını dinlemeden yürüdüm. Lizet, ka- pının ö atımın yul ş bekliyordu. Gözleri buğuluydu. Titreyen bir sesle: — Bana öyle geliyor ki, dedi. Büsbütün gidiyorsu- nuz.. Bir daha dönmiyeceksiniz.. — Böyle bir şeyi nasıl düşünebiliyorsun? dedim ve saçlarını okşadım. Elimi tutarak dudaklarına götürdü: #a Vam! (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: