Türk Safosunun Hayatı “Ben, Mahinur Cariyeniz! 913 TEFRİKA No. 37 “Suç İşledimse Bağışla, Günaha Girdimse Affet. Gülfemin Nöbetini Satın Aldım,, Ömrümün son kuvvetiyle tatlı tatlı geviş getiriyordu. İşte, bu £ sırada kapı perdesi titredi, eşik üstünde olgun ve dol- gun bir endam belirdi. Fakat o keklikleri utandıracak yürüyüş, © ceylânlara ders olacak süzülüş gö- Tünmedi. Beyaz bir hayaleti andı- Tan endam belirdiği yerde hare » ketsiz duruyordu, ünkârın gözleri çokten Za- yıflamıştı. Beş kollu gümüş bir şamdanın pek hafif surette ay» dınlalabildiği geniş odada, o göz- lerin görüş kudreti ise hemen he- men sıfıra inmişti. O sebeple kapı önündeki beyaz gölgenin hüviye - tini teşhis etmedi. Lâkin bekledi- gi kadınla, bu ziyaretçi arasındaki boy farkını sezmekten de geri kak madı, Hayretle hiddet srasında mütereddit bir tavır alarak başı nı yastıktan kaldırdı; Sen, dedi, kimsin?, Gölge, titrek bir sesle, verdi: — Mahi Nur cariyeniz! — Ne diye geldin buraya, Yok- sa Güllem hasta mı? Mahi Nur koşar gibi bir yürü- yüşle atıldı, ihtiyar hükümdarın yorganından dışarı fırlıyan bir &- yağını yakaladı, yüzüne gözüne süre süre öptü: Suçumu, dedi, bağışla ars- Janım, Gülfemin nöbetini satın aldım. » Sultan Süleyman, Belgradı ve- yaBağdadı alırken gösterdiği çe- vik hamleleri hatırlatacak bir di- rilikle yataktan fırladı, Mahi Nu- Tun kollarını tutup, cılız bir fidan sallar gibi, hızla tartakladı ve hay» kırdı — Nasıl, nasıl, bir dahi. söyle, Gülfemin nöbetini satın mi aldın? — Evet arslanım, — Sebep? — Çünkü senin hizmetinde bu- Tunmak, senin mübarek (kokunu cevap Tanrıya yakın olmak demektir, bizim için en büyük ibadet, en bü- yük sevap ta budur. İşte o ibadeti bir gece fazlasiyle yapmak, © se- abı nasibimden birâz ziyade ole- rak kazanmak istedim, bu küs- tahlığı yaptım. Suç işledimse ba- gışla, günaha girdimse, affet. Se- nin keremin, senin merhametin bizim kusurlarımızdan büyüktür. İhtiyar hükümdar, kapıya ka - dar yürüdü, perdeyi araladı, “Gel bre kölel,, diye bağırdı, ve içeri giren haremağasına, sakin bir ses- le, emir verdi: — Tez, git, GüMemi al, bana ge- tir. Ve oda içinde gezinmeğe koyul- du. Gözünün önünde Gülfem, bey- iç Gülfem, kalbinin de- rinliklerinde Gülfem, damarların- da Gülfem (dolaşıyordu. Kadin, bir noktada sabit, başka bir nok- tada seyyar ve daha başka bir nok- teda seyyal bir hüviyet alarak bütün benliğini işgal etmiş gibiy- di. Fakat bu işgalde bir çıban, bir cerahat, bir ufunet hali vardı, ihtiyar hükümdarın £ vücudünü yer yer rahatsız ediyordu. Çünkü onun gururu şifa kabul etmez bir surette incinmiş, & yaralanmıştı. Sevdiği ve tarafından sevildiği « ne inandığı bir kadının © inancı yalanlaması, yanına gelmekten istiğna göstermesi sillelenmekten, tekmelenmekten, tükrük yağmu- Tune tutulmaktan daha ağır suret te ruhunu müteessir etmişti Gerçi teselli: noktaları, “teselli vesileleri bulmuyor değildi. Mese- lâ Mahi Nurun nöbet satım alma- si kendisinin kadınlar arasında paylaşılamadığına delâlet ediyor- du. Bunu sezmek yaralanmış gu - rurunu biraz müteselli ediyordu. Sonra Gülfemin nöbete gelemiye- cek kadar rahatsız veya nöbet hizmetlerini yapmasına engel ola- cak bir ârızayla bedbaht olması mümkündü. Fakat bunlar, bu dü- tini ona bir türlü mazur göstere- miyordu ve Gülfeme ait sevginin nefrete çevrilmesine mâni olâmı- yordu. D ini ruyalarından uyandırılıp huzura getirilen o Gülfem, tatlı bir mahmurlukla saf bir te- gafül içindeydi. Çünkü yaptığı İ- şin suç olarak telâkki edileceğine asla ihtimal vermiyordu. Onun i- çin gülümsiyerek odaya girdi. gü- lümsiyerek efendisini selâmladı ve gülümsiyerek bir köşeye çekildi. Süleyman, nefis hayali bütün benliğinde pis bir koku gibi dola- şan günahkâr mahlükün o koku- dan uzak, dayanılmıyacak kadar berrak ve her ihtiyarı gençleşti- recek derecede kıvrak bir durum- da kendisini süzdüğünü görünce, körkunç gazabından sıyrılır. gibi oldu ve kızın gelişini, gülüşünü incinmiş gururuna karşı bir tarzi- ye saymak istedi. Gülfem, nazik bir cevapla onun bu arzusunu kuv- vetlendirebilirdi, dava da kapan- mış olurdu. Lâkin kader, seçkin bir güzelliği, masum bir gençliği — Osman oğulları hesabına bir zulüm olarak kaydetmek için — heder etmek istiyordu. Ondan ö- türü Gülfem, gaflet gösterdi, © fendisinin tatlı bir sesle; “Hasta mısın, nen var, nöbetine niçin gel medin,, şeklinde yaptığı suale şu cevabı verdi: — Yasta değilim sultanım, bir çe gerekti, Mahi Nur da nöbeti- me müşteri çıkiyordu. Nöbetimi verdim, ondan beş on kese akçe aldım. Hünkâr, bu açık cevap üzerine kızamadı, şaşırdı ve kekeledi: — Benden akçe istiyemez miy- din? — İstiyemezdim sultanım. Çün- kü yaptırmakta olduğum camiin sevabına efendimin de ortak ol . ması hoşuma gitmiyordu. TAN padişahı güldürmek gerekti. Ne yazık ki, öyle olmadı, parayla sa- tın alınmış bir halayığın kendi aş- kına karşı gösterdiği “kayıtsızlık her şeyden önce gurur ile tegad. di eden o-kudretli ihtiy baştan çileden çıkardı. zünde kan tütüyor, burnuna kan kokusu doluyor ve bütün dünya- yı kızıl görüyordu. Bununla be. raber, bir arslan sükünetiyle ha- reket etmekten geri kalmadı. Muh- taç olduğu kanı; sinsi bir heyecan | içinde almak yolunda yürüdü. — Beriim firaşımi satan kimes. neden vefa olmaz. Diye ( homurdandıktan sonra, bir kaç haremağasi çağırltı, Gül fem hatunu onlara yakalattı ray dehlizlerinin “birinde kestir. ti, cesedini likte — bir çuvala koydurdu, Üs küdara yollıyarak yaptırmakta ol. duğu camie yakın bir yere göm- dürttü (1). M“ Nur, görünüşte bir.zafer kazanmıştı kü ihtiyar padişahın en çok alâka gösterdiği bir rakibini yalnız kun- deden atmakla kalmamış, onu ha- yat sahnesinden bile uzaklaştır. mış bulunuyordu. Hünkârın bir kaç sast hizmetinde bulunmak saadetini etek dolusu altın feda ederek satır almasına göre de, e- fendisini mütekassis etmiş, yüre- ğindeki vefa ve sadaket steşine inandırmış olması lâzımdı. Hal - buki fettan kadın hiç te umduğu muameleyi ve mükâfatı görmedi, Gülfem zavallısının kesildi, beri gelir gelmez hünkür tarafın. dan: “Beri gel kızl, emriyle oda- nın ortasına çağrıldı, emriyle yarı beline kadar çıplak. laştırıldıktan sonra, iki kara kö- leye tutturuldu, bir üçürcüsünün eline tutuşturulan okamçıyla da kıyasıya dövdürüldü. Köle, ceza görmek korkusiyle, insaf duygu- sundan (o tamamiyle uzaklaşmıştı, genç kolunun bütün kuvvetiyle o beyaz sırtı kamçılıyordu. Mahi Nur, daha yirminet kam. çıda bayılmıştı. Omuz başlarından başlayıp kuyruk #okumuna doğru dizi disi sizân kizil kanlar, dayak cezasının ölüm cezasına tahavvül edeceğini açıkça (oaânlattığından, — mahkümun başı ucunda. sükü- netle kamçıların hesabını tutmak- ta olan — padişah yavaşça “Ye. ter,, dedi ve baygın kadını odası- na yolladı. Onu taşıyan kölelere şu emri vermiştiz — Nöbet satan kizlarin Gülfe- me, nöbet satın alan bodbahtların da, Mahi Nura döneceklerini baş Kalfa, koğuşlarda söylesiö, bu hınzırı da bir dehi nöbete çıkar. masin! Çün büyük | Adapazarma bağlı Söğütlü nahiye- sinden yazılıyor: Adapazarı halkevine mensup elli kişilik bir kafile, bandolarile, bera- ber, geçen pazar günü buraya gel- mişlerdir. Bunu duyan civar köyleri- miz halkı da nahiyemize akın etmiş- tir. e e misafirlerin içinde Bozkır, (TAN) — 450 evli, 1850 nüfuslu kasabamız, adının verdiği intibaa uymıyan, oldukça şirin bir kasabadır. Yaz, kış akmakta Olan Çarşamba çayı, kasabamıza can ver. mektedir. Üç nahiye ve yetmiş bir köyde o- turan bütün kazamızın kırk beş bini aşan nüfusundan çoğu rençberdir, içlerinde dokumacılık ve dericilik ile uğraşanlar da vardır. Geçen yaz gelen bir ecnebi müte- hassısı, kazamızı maden serveti ci- hetinden çok zengin bulmuştur. Bir kaç evden ibaret olan yedi köyden maada köyler, telefonla mer keze bağlanmış bulunuyor. Köyler aras yolları da köylüler tarafından yapılmıştır. Şimdi köy odaları inşa | olunmaktadır. Bözkitin içinde, çarşı ortasmdaki havuzun kenarında küçük, kasuba- mızın dışında ve Çarşamba çayı ke- narında da büyük birer park yaj maktadır. Son parkın civarında bir çocuk bahçesiyle bir meyva bahçesi de vücude getirilmektedir. Kasabamızın başlıca İhtiyaçları su ve elektriktir. İşme suyunun bo- rular içine alinmasi, bir çeşme daha İ yapılması düşünülmektedir. Elektrik İşi, bunu temin için çalışan müher- 9-5. 939 —— Adapazarlı Gençler, Söğütlüde Temsil Verdiler Temsili seyreden köylü bulunan doktor, baytar, diş hekimi ve avukat, ziraat mütehassısı gibi münevverler, halkın dertlerile meş“ gul olup öğütler vermişler, reçete yaz mışlardır. Daha sonra Adapazarlı gençler, Büyük meydanda kurdukla- rı seyyar sahnede “Kanun adamı” pi- yesini temsil etmişler ve çok muvaf- fak olmuşlardır. Bozkırın Elektrik ve Su İhtiyaçları' memiştir. Yeni bir mühendis istenil- miştir, Bozkırın çamaşırhanesi, sıhhi bir mezbahası ve bir gaz deposu vardır. Memurları, eğlenmek ve dinlenmek, bu yolda hslka da bir örnek vermek üzere bir klüp açmışlardır. . Gençler de “Gençler Birliği, adında bir spor klübü açmışlar ve çalışmıya başla- mişlardır, NEOKALMİNA DIR. ala ala bir gece geçirmek, Ulu © şünceleri ....... Günah e Yazan: Kerime Nadir Bir müddet sessiz durduktan sonra, dedim ki: » — Halükla ileride görüşeceğinizi söyliyerek ben- den İstanbuldaki yalının adresini “aldınız. Lâkin bakalım harpten sonra o ayni yere dönecek mi?. — Dönmese bile yalıda oturanlar, nersde bulun- duğunu bilirler.. Daha olmazsa, size müracaat ede- rim.. Elbet izini sizden gizlemiyecektir... — Peki!.. Fakat her ihtimale karşı şu cinayet me- selesinin ne şekilde örtüldüğünü muhtasaran bana bildiriniz de, kendisine yazayım. Mektuplarında bu noktada çok ısrar ediyor. — Hayır!.. Ben muhakkak onunla görüşeceğim. Görüyorsun ya Halük; inatçı kardeşini kandıra madım. Bekle bakalım. Elbet bir gün meraktan kurtulacaksın., Ali, Avrupa yolculuğu için, bugünlerde kat'i bir karar vermemizi söylüyor.. Onu, bu fikirden vaz geçirmek için, son bir ıstarda daha bulunacağım. Bakalım netice ne olacak?.. Sana daima yazacağımı vaadeder, hasretle güzel yüzünü esini; Nüvld ,, Nüvidin, bu son mektubu oldu. “Çivoçek,, te kal dığım üç ay içinde, bir duha mektup gelmedi. Mi- saferetimi bundan fazla uzatamazdım. Zaten çirkin bir vaka, artık o evde bana yer kalmadığını tama- miyle anlattı: Bir gün, Emin Bay dışarıdayken, (kütüphaneye girmiştim. Şeytan dürttü; yazıhanenin daima kapa- lı duran ve üstünde, tutup çekecek hiç bir halkası bulunmıyan büyük bir gözünün nasıl açıldığını me- rak ettim. Biraz loşlukta kaldığı için, gözlerimin seçemiyeceğini anlıyarak elimle muayeneye koyul- duğüm sırada, nasıl oldu bilmiyorum? Parmağım küçük bir düğmeye temas ediverdi. Ve yaylı olan göz, birdenbire fırlıyarak açıldı. OO Önüme çıkan muhtelif çesamettek; banknot tomarlarına şaşkın öbet satma,, cinaye - Bu çocukça hodkâmlık ihtiyar eaaeseasasesesassaseeseseaseseze ende mi? “ TEFRİKA No. 49 eve Şaşkın bakarken, arkamda bir ayak sesi duydum. Başımı çevirince, Emin Bayın müstehzi bakışlarile karşılaştım. birden, o derece bozulmuş ve sersemlemiştim ki, hiç bir tevil kaldırmıyacak olan şu açık ri sahnesinin, soğuk tesirini gidermek maksa — Emin olunuz, bu işi bir kaza neticesi çoğu du.. Yoksa fena bir maksadım yoktu.. Dedim. Hiç bir cevap vermeden İlerledi. Gözü altından kaldırıp iterek kapadı. Sonra ağır bir sesle: — Bir daha iyi maksatlarınızı kazsya uğratmak- tan koruyunuz, dedi. Ne söylesem, ne yapsam masumiyetime inanmı- yacaktı. Sükütu tercih ettim. Fakat ertesi gün, İs- mail Baya müracaat ederek, Kafkasyaya yaklaş mak için “Kulca,, da bulunan fabrikatör Musa Ba- yın evine gitmek istediğimi söyledim. Arzuma |ti- raz etmedi; memnun da görünmedi. Üç ay şü evde çok iyi ikram görmüş ve yaşamış- tım. Nüvidin mektuplariyle de oldukça avunuyor- dum. Küçük bir hatanın insan hayatında ne mühim roller oynadığını bir kere daha anlamış oldum. Derhal yol hazırlığına başlamıştım. İsmail Bay, bana at, yedek elbise, yol harçlığı vesaire verdi. Musa Baya uzun bir de mektup yazarak, hakkımda her türlü yardımı esirgememelerini ve icabında her hususta yol göstermelerini rica etti, Şu adamın pek yüksek bir kalbe malik olduğuna tamamiyle inanmıştım. Ertesi gün yola çıktım. Ha- va gayet soğuktu. Yerde diz boyu kar vardı. ile e e GE e Seyahatim, dört gün sürdü. Geçtiğim arazi, kâh düzlük, kâh dağlıktı.. Bazı dağ geçitlerinde, kar al- tında kalıp donmuş, develi kafilelere rastladım. Bu manzaralar, tüylerimi ürpertmişti. Ayni âkıbe- te uğramamak ve havanın şu sakinliğinden istifade etmek için, mütemadiyen hayvanı (o mahmuzluyor- (Devamı yar) dum, Hanlarında gecelediğim köylerde, hiç bir hâdise geçmedi. Bu köyler, hemen kâmilen bahçelikliydi. Ahali- sini, müslüman Türkler teşkil ediyordu Bu dört günlük yolculuğun bende bıraktığı tek tesirden etraflıca bahsetmek isterim; Bir akşam üzeriydi. Geceliyeceğim köy, henüz görünmediği balde, ortalık yavaş yavaş kararıyor- du. Ufukta kümelenen siyah bulutlar artmıştı. Ö- nümde uzanıp giden düzlük, etrafı çeviren yüksek dağların gölgeleriyle loşlaşıyordu. Dört nala koşan 'beygirin, nal seslerinden başka bir şey duymiyan kulaklarıma bir aralık, garip bir « uğultu aksetti. Önce ehemmiyet vermedim. Fakat çok geçmeden, ufukta gördüğüm siyah bulut küme- sinin, ovayı kaplar gibi yayılmakta olduğunu far kettim. Merakım artıyordu. Bu ne olabilirdi?.. Tam karşıma isabet eden ve iri bir deniz dalgesi gibi üzerime gelen bu siyahlığa hem bakıyor, hem de süratimi arttırmak mi, yoksa meçhul bir felâket hissini veren bu istilidan kaçmak için geri dönmek mi lâzım geldiğini düşünüyordum. Biraz sonra, meseleyi anladım: Bu, gayet büyük bir geyik sürüsüydü. Fakat, ağaç dalma benziyen heybetli boynuzlarını © oynatarak, bir sel halinde yaklaşan garip hayvanlar beni fena ürküttü. İnsana, ne derece zararları olduğunu bilmiyor. dum. İhtiyaten silâhımı elime #ldım ve hayva, yavaşlatarak, yaklaşmalârını bekledim. Çok geçmeden, ovayı baştan başa kaplıyân geyik seli otrafımı sarmıştı. Beygirin üstünde, yüksekte bulunduğum için, kendimi bir böynuz denizinde yüzüyor sandım. Hakikaten, ufuklara kadar uzayıp giden bu, boynuz denizi görülecek şeydi. Hayvanlar, beni stkiştırdıkları halde, bir şey yap- madılar. Fakat, ben o derece korkmuştum ki, attan düşmemek için kendimi güç tutuyordum. Selâmele çıkmam yarım saat kadar sürdü. Artık ortalık iyice kararmıştı. Arkamı dönüp son bir de fa uzaklaşan sürüye baktım. Biten günün silik aydınlığı içinde, itişen ve sıçrı. yan gölgeler, karanlığa bürünerek çekiliyor, garba doğru gözden kayboluyordu. disin Avrupaya gitmi iyle bitirile- ammına rkistanın, Rus bududuna yakın bir kasa- bası olan ve “İli, nehrinin cenup sahilinde bulunan beni şirin bir yüzle karşılamıştı. atör Hacı Musa Bay, beni, tıpkı İsmail Bay gibi, büyük bir nezaketle karşıladı. Hattâ ötekin- den daha fazla memnuniyet gösterdi. Evi, kasabanın dışında bulunan büyük kösele ve kundura febrikasına uzaktı. Lâkin, çifte uraba ve atları olan bu 70 lik zengin, evi ile fabrikası arâ- sındaki bir çeyreklik yolu zahmetsiz olarak gidip gelmekteydi. Kendisi Avrupa görmüş, çok okumuş bir adam olduğu: gibi, on sekiz yaşlarında bulunan oğlu da, harp patlayıncaya kadar İstanbulda, (Galatasaray Sultanisinde tahsile devam etmiş, sonra memleketi» ne dönmüş bulunuyordu. Bunlar “Türk,, ü hakkiy. le seven insanlardı. Ben, Musa Bayın evinde bir hafta kadar misafir olduktan sonra, daha serbest bulümabilmek için, fabrikanın evlerinden birinde oturmağa kürâr ver- dim. Bu fikrimi, Musa Bay da muvafık bulmuştu. Ka- rısı ve on altı yaşlarındaki kıza'İle üç odalı bir ev de oturan bir Alman makinist, bana odasının birimi verdi. Odam genişti. Musa Bay lâzım olan eşyamı temin etti, Hattâ okuman İçin bir kağ'kitap ta verdi Bun ları küçük masamın üstüne yerleştirdim. Artık hiç bir şeyden şikâyetim yoktu. Almanim da nâzik ve terbiyeli insanlardı. Bakâlim talim beni bufada ne kadar zaman alıkoyacaktı?... * Kâh fabrikada, kâh odamda geçirdiğim bir bu- çuk aydan sonra, ilkbahar bütün güzelliğiyle geldi. Artık günlerimin uzun saatlerini yeşil kırlarda ve çiçekli meyva ağaçları altında geçiriyordum. “Çiveçek,, ten syrilirken Emin Bay bana, nsmi- ma gelen mektupları göndereceğini o yaadetmişti Fakat hâlâ, bir tane bile zuhur etmedi. Nüvid aca- ba neden mektup yazmıyordu?.. Uzüntü içindeydim. Bir gün Musa Bay, beni odamda >iyaret ederek, bir kâğıt uzattı ve dedi ki; (Devamı var)