.Tlirk Safosunun Hcyciı TEFRİKA No. 33 Bafayı Yanına Oturttu Bir köleye de "Tez Öbür Daireye Git, Hasekimim ,Cücelerini Alıp Buraya Getir,, Emrini Verdi endi önde olmak üzere Şir- vanlı odaya gidecekti. Fa- kat Bafa onu - iradesine göre ha- reketten - bir hamlede alıkoydu, hamam ılıklığını henüz” muhafaza etmekte bulunan muattar kolların- dan birini şehzadenin koluna ge- çirdi, harem ağalarının ve ötede beride dolaşan halayıkların hayre- tini çiğniye çiğniye - gidilecek da- ireye doğru - yürüttü. Murat, kendi kolunda kendi ru- hunü taşıyor gibi bir durumdaydı. Görünüşte Bafa ona dayandığı hal- de hakikatte o Bafaya istinat edi- yordu. Ruhun bedene hararet ve« rip vermediği - zannedersem - mü- kaşa olunmuş mevzulardan de- ğildir. Lâkin şehzade « koluna a- sılı » ruhundan « kalb yoluyla « bütün bedenine . alevler aktığını - kül olmadan yanarak ve bü ya- nıştan garip sürette zevk alarak - , seziyordu. Şirvanlı oda göz kamaştıracak kadar işık ve şuura heyecan vere- cek kadar güzel koku içindeydi. Orada mimarlar, ağaç ve kireç ye- rine nur, dekoratörler de kumaş ve sırma yerine itir kullanmışlar gibiydi. Her yer ve her taraf pı- rildiyor. Her yer ve her taraf misk yahut amber kokuyordu. Nurun ve itrin kucağında gü- lümsiyen bu odanm bir yanında kızil mermerden altı sütunlu, ve üstü kapalı, bir sayvan- vafdı, ga- yet itina ile döşenmiş bulunuyor- du:-Onun yanı başında da, odayı kapayan kubbeye kadar yükselen ve biribirine kemerlerle bağlı on sütuna dayanan şirvan görünüyor- du. Kemerlerin arkasındaki duvar, baştanbaşa aynaydı. Öbür duvarlar çini ile örtülü olup her birinin or- tasını mermerden birer çeşme süs- lüyordu. Mimarın bu zevk köşesini ya- parken gösterdiği gizli hüner, Şir- vanda bulunacak kimselerin, aşa- ğıyı görmelerini temin etmesinde beliriyordu. Kubbe ve duvarlarla aşağıdaki kemerler o suretle yapıl- miştı ki, şirvan, çirkin bir şekil al- madan esrarlı bir derinlik alıyor, bu sebeple de dediğimiz hususiye- ti kazanıyordu. Orada, o kemerler ardında ve şirvanın altında, on, on iki kızla yarım düzüne cüce vardı. Duvar- lar boyunca da boy boy harem &- ğılın sıralanmışlardı. Kızlar, tak- lerdi, cüceler de karalar- dı, hünerlerini göstermek ve Ba- fayı eğlendirmek için oraya gel- mişlerdi. ehzade, yerlere kadar eğilen « dişili erkekli - bu birçok başın tezellülü üzerinde yürüye- rek o pek garip, ayni zamanda za- rif sayvana doğru yürüdü, seve se- ve ve yana yana taşıdığı ruhunu bir tarafa oturttu, kendisi de yanı başında yer aldı ve oda İle için- dekiler hakkında bir şeyler anlat- mak istedi. Fakat kızın türkçe bil- mediğini hatırlayınca telâşa düştü, kölelerdefi birine emir verdi: — Tiz, öbür daireye git, hase- kimin cücelerini alıp buraya ge- tir! Ve onlar gelinciye kadar Bafa- yı seyre daldı, Türk kostümünden Venedikli âfete biraz Türk güzel- liği geçmiş gibiydi. O yelek, o üst« lük, hele o örgü örgü saç, kızdaki yabancı hüviyetini oldukça gider- mişe , benziyordu. ,Gerçi bir. Türk kızı gibi du. O asiller - den asil milletin kızlarında bakış, bedir halindeki ayların göğsünden köpup gelmiş gibi lekesizdir. Ya- bancılar, sözlerini erganunlar ka dar tannan, kamuslar kadar könüş- kan yapabilirler, lâkin bir Türk ki- zındaki temiz bakışı taklit edemez.- ler ve o bakışın ardındaki mehta- bı aksettiremezler. Murat, şüphe yok ki, bakışlarda« ki ırkt manaları araştırmaya lü- zum gören gençlerden değildi. A- nası, süt ninesi, çocukluğunda ya- nına katılan minimini kız nedim- ler ve sonradan bol bol temas et- tiği kızlar, kadınlar, Türk olmadı- ğından, bizim işaret ettiğimiz ba- kış farkını zaten bilmzdi, bilemez- di. Ondan ötürü Bafanın saçlarile, gözlerinin rengile, teninin ıtrile meşgul oluyordu ve ona giydirtti- ği Türk kostümünün yakıştığını görerek mahzuz oluyordu. Nasuh ile Caferin boy göster- melerile beraber şehzadede geve- ze bir talâkat belirdi, şirvanlı o- dadan tutturarak bütün sarak hak- kında Bafayi tenvire girişti: — Beni, diyordu, buraya yolla« yan babam değil, dedemdir. Beş yıldanberi Manisadayım. Dedele- rimden, büyük amcalarrmdan ve amca oğullarımdan da burada o- turanlar çoktur. Fakat sarayda bir eğlence köşesi yapmak onlardan hiçbirinin hatırına gelmemiş, ben, dedemin bana verdiği yüklerce ak- çeyi bu uğurda şarfettim, sarayı güzelleştirdim. Şu oda da kendi e- serimdir. Bilmem, haseki beğendi mi? (1) Bafa, bu uzun sözlere tek bir ke- Hime ile cevap verdi; — Güzel! üceler yine zekâ göstermek, Bafa namına bir hayli şey- ler söylemek istiyorlardı. Fakat kızın ağzından çıkan o tek keli- meyi şişirmek imkânını bulamadı- lar. Çünkü şehzade yanıbaşların- daydı, hasekisinin ne kadar konüş. tuğunu gözile görüyor ve kulağile duyuyordu. O sebeple “güzel” ke- limesine ancak bir “pek” ilâve e- derek önlerine bakmışlardı. Murat, güç beğenirliğini açıkça gösteren Venedik güzeline kızma« dı, yalnız gülümsedi. İçinden, Ba- fanın heyecan geçirdiğini düşünü- yor ve az konuşmasını mazur gö- rüyordu. Ayni zamanda hâdisele- rin ve başka temaşalarin onu hay- retten hayrete düşüreceğine kana- TAN &t ediyordu. Nitekim, “saz dinli- yelim” deyip te - kubbenin bağrın- dan, hattâ daha uzak ve görünmez köşelerden dökülüyor zehabını u- yandıran bir. biçimde - - nağmeler yağmıya başlayınca gözünü Bafa- ya çevirerek o hayretlerin doğu- şunu görmek istedi, fakat Bafa, kayıtsızdı. Yüzünde bir değişiklik belirtmeden sakin sakin billüti yağmuru dinliyordu. Şehzade bu kayıtsızlığa lâkayt kalmadı, kalamadı. Çünkü kızın saz Sevmemesi büyük bir nöksan olacaktı, ve bu noksan - kuruntu- layageldiği - zevkleri baltalıyacak- tı. Bundan ötürü biraz telâş etti, cüce Nasuha emir verdi: — Hasekiye sor: Saz dinlemek- ten hoşlanmıyor mu? — Hoşlanıyor efendimiz. — Ya neden dalğın? — Sazendelerin yüzlerini göre- mediği için Gdüşünüyor, seslerin nereden geldiğini hesaplıyor. Müurat, kendi eseri olan Şirvan- daki büyülü kıymetin Bafayı dâ şaşırttığını görmekten haz aldı, “Bunun sirrini sonra anlatırım” dedi, gözlerini gittikçe Aartan bir heyecan ile kızin yüzüne dikti. Peşrev bittikten sonra bir hanen- de terennüme başlamıştı, şu şiiri okuyordu: ha- 5-5-939 ——-4' Itfaiyede Dün Zehirli Gaz Tecrubesı Yapıldı . İtfaiye dün zehirli gaz tecrübeleri yaptı. İki aydanberi itfaiye müdürlüğün- de devam eden zehirli gaz kursu hi- tam bülmuüş ve bu münasebetle dün itfalye müdürlüğü talim sahaşında bir tecrübe yapılmıştır. Tecrübede bir çok zevat ta hazır bulunmuştur. * , Üsküdar itfalye grupu için Do- gancılarda park karşısında yapılan binanın İnşaatı ikmal edilmiştir. Ye- ni binanın küşat resmi bugün icra e- dilecek ve şimdiye kadar Üsküdar is- kelesi civarında bir binada bulunan itfalye grupu buraya nakledilecektir. Beyoğlu itfalye grupunun şimdiye kadar bulunduğu binanın yeri de ye- ni yol plânile yola kalbedilecektir. Beyoğlu grupu için de Taksimdeki jandarma karakolu binası muvafık görülmüştür. Grup yakında yeni bi- nasına nâakledecektir. Yâr'ın dehanı sırrı nihand. ber verir, Güftara gelse sihri beyandan ha- ber verir, Hışm ile baksa vermez eman Rüstemi Zeman Kirpiği, kaşı tirü kemândan ha- ber verir. (Devamı var) (1) Hammer, 1562 yılı vakaâlarını ütle latirken şöyle der: (Sultan Süleyman, oğlu Beyasıdın akıbetinden pek müte- essir olduğu gibi o kadar çocuktan ar- takalabilen Şehzade Selimin sefahet ve tezaletlerinden dolayı da çok feessür duyuyordu. Nihayet © biricik — oğluna mektüup yâzdı, mMmesleğini tashih ve şas raba perhiz etmesini ihtar etti. Selim ise bu nasihate böyun eğecek yerde o mek- , tubu getiren adamı hizmetinden çıkar- di. “Süleyman dâ bü Mmukavemetten münfell olarak Şehzadenin sefahet Ave kıdııü'rındım Mürât Celebiyi idam et- up bıbıın:un yür; mnd'ı bülünan * o&'f'ra'lı!a “dâhi hemeri sancağına (Manisaya) gitmesini emrey- ledi.) Peçevt de Şehzade Muradin Manisa« ya gidişini şöyle' hikâye eder: (Babasiyle amcasının Konyada otdu- lar kurarak yaptıkları bost kavgası sı- râasında ön İki yaşında idi ve bü muha- rebede hazir bulunmuştu. Sonta dedesi Kanünt Sultan Süleyman — (Torüunumlu göreyim) dedi, kendisini İstanbula ge- tirtti, uzun müddet yanında alıkoydu, sonra (erkam ve evhama siğmaz) mik- tarda paralar ve bir çok hediyeler ve- rerek babasının yanına yolladı, yaşı on sekize varınca da Manisa sancağını ih- san eyledi.) — C: 2. &: 3, Finlândiya Güreşlerinin Neticeleri (Başı Ğ incıda) Ondan başkâ büyük Müustafa İtal- |, yan şampiyonuna karşı muvaffakı- yetle güreş ederek ona galip gelip, Avrupa ikincisi oldu. Sakatlığına dair o zaman bir ma- lümat gelmemişti. Zaten Avrupa bi« rinciliğinin milletler arasındaki umü« mi tasnifi de bize bildirilmedi. Diğer milletlerin aldığı mevkileri de bil- mediğimiz için bizim iki ikincilikle Avrupa milletleri arasındaki umumi tasnifte kaçıncı olduğumuzu da kes- tiremedik. Güreş sporu Türk efkârı ümümi- yestni“bikakkın İşgal 'edtn bir şübe- dir. Milli tıkxmımıqn hg Avrupa .ır.yah.ıtınde oradaki füğliyeti haks kında; muntazam, relddi ve kâfi ma- lümata desteres ölamiyoruz. Bü yüzden gazeteciler ve okuyucu- lar müztariptirler. Umarız kli teşki- lâttmız bundan sonta binlerce İira masraf ihtiyarile yapılan büu müsa- bakaları en küçük tafsilâtına kadar efkârı umumiyeye bildirmek tedbir- lerini alacaktır. Buradan giderken Finlândiya ve Danimarkada müsabakalar yapması takarrur etmiş olan taktmimizin Fin- Tândiyadaki dostluk maçlarında elde Bizim Kongre (Başı 2 ncide) mek bahtiyarlığına ermiş — bulunan bir köylünün beziryağı veya çıra yeri ne şimdi petrol lâmbası, yahut elek- trik ampulü ile aydınl da benim bir kitabımı olnıduğuım tahayyül ettim, Gözüm — yaşardı,, göğsüm kabardı. Şüphe yok ki bu koöngrede toplanan bütün muharrir- — ler ve nâşirler de ayni mestit hülya- yı yaşıyorlar ve o hülyanın tahak - kukuü için çalışılmasını isteyen Maa- rif Vekilinin emri altında bütün kuv vetleriyle birleşmeği vazife tanıyor- lırılı. ,Kongre böyle ruht ve sarsılmaz bir vifak” içinde toplandı, bugün ayni hava İçinde dağılıyor. Bence ortaya konan prommm kıymeti ne olursa olsun birinci Nıquyıl Kongresi ta - mamiyle muvaffak olmuş sayılabi - lir, Çünkü muharrir ve nâşirt zümre- lerinin fikirleri ve emelleri Maarif Vekilinin delâletiyle hükümetin ba- şarıcı azmi ve siyaseti etrafında bir- leşmiştir . ettiği neticeler pek müsait olmadığı- na ve gelen malümatta da bu husus hakkında bir şey söylenmediğine göre, Danimarkaya gitmeleri ihtima- li de biraz azalmış görünmektedir. te.e.0. Yazan: Kerime Nadir Ortalık tamamiyle karardığı zaman, büyük bir istasyona gelmiştik. Daha iktan burasının “Se- mipalatinsk,, olduğunu tahmin etmiştim. Garın üs- tündeki iri levhada, ayni ismi okuyunca, yanılma- dığımı anladım. Hemen kalkarak Şerife: — Haydi, dedim, artık geldik. Şemsiyeyi koluna geçirerek beni takip etti. * Trenden indikten sonra, hemen gardan çıkmış- tık. Lâkin nereye gideceğimizi ve nerede geceliye- ceğimizi bilmiyordum. Otellere gitmek tehlikeliydi. Zaten yanımızda pek az para olduğu için buna im- kân bulamıyacaktık. Bir kaç arabanın sıralanmış olduğu bir meydana doğru ilerlemeğe başladık. “Semipalatinsk,, , “Bar- naol,, a nazaran daha büyük bir şehirdi. “Barna- ol,, da gördüğüm geniş sokaklar, asri kârgir evler burada daha ziyade göze çarpıyordu. Kuvvetli elek- trik lâmbalariyle aydınlanmış olan koca memle- ket, göklere yükselen minarelerle bir müslüman şehri olduğu anl insan kendini Orta As- yanın deıil, Orta Avrupanın medeni bir şehrinde sanacaktı. Evvelce öğrendiğime göre, şehrin dışında gayet . büyük bir de garnizon vardı. Kendimizi ele vermemek için müslüman mahal- lelerinden birine sığınmak doğru olacaktı. Yaklaş- tığımız arabalardan birinin üstünde oturan aruba- cıya sordum: — Bizi en yakın bir müslüman mahallesine kaça götürürsün?.. Herif ikimize de dikkatle bakarak mirıldandı: — (25) rublel., : Pazarlığa giriştik. Ve (20) rubleye uyuştuk. Ara- baya binerken dedim ki: — Bizi bir mesçit, yahut bir camle götür.. Bun- ların ;dılınndı Beceliyebiliriz, değil mi?. — Evet!.. Günah Bende mi? TEFRİKA No. 45 ---->-! “ Beş dakika sürmeden eski evler ve bakımsız sokak- lar arasına girmiştik. Küçük bir camiin avlusunda arabadan indik. Camie bitişik iki kıth bir ev vardı. Kapısı aralık olduğu için girdik, Arabacının tarifi üzere, kibrit çakarak karanlık bir merdiveni çıkınca, kulağıma türkçe konuşmalar geldi. Şerif te sevinçle: — Türkçe — könüşüyorlar; duyuyor musun? Di- yordu. Kapıya yaklaştım ve vürdum. Lâkin birdenbire sesler kesilmişti. Kanadı ittim. Döşemesi eski bir hasırdan ibaret olan geniş bir odada, dört beş kişi yanan bir ocağın karşısına dizilmişler, — alevlerin kızıl aydınlığında konuşuyorlardı. Bizi görünce, bir tanesi ayağa kalktı; Kayseri şi- vesiyle: — Buyurun.. Ne istiyorsunuz?. Diye sordu. — Geceyi burada geçireceğiz, dedim. Türkçe | işitir. işit: hepsi yerle« rinden kalktılar. İlk konuşan tekrar sordu! — Nereden geliyorsunuz?.. — “Açınsk,, tan.. Ya siz?.. — Biz, muhtelif şehirlerden.! — Hepiniz Türk müsünüz?.. — Eveti.. — Ne zamandanberi serbestsiniz?.. — Bu sualim üzerine, birbirlerine baktılar. Şüphesiz korkuyorlardı. Ben güldüm: — Hepimiz ayni vatanın ıvlmınyı: Niçin çe- kiniyorsunuz?., İri boylu bir genç, öne atıldı: — Ben çavuşum.. — "Krasnoyaresk,,'tan kaçtım.. Arkadaşlarımdan - şu ikisi, esaretten evvel benim kıtada hizmet ediyorlardı.. Bu onbaşı ayni garni- zondan benden bir hafta sonra kaçmış.. Diğer ar« kadaşımız da, yine kaçak bir neferdir.. DÇ Tebdm kxyıîette olan bu ııkerlef , benim hüyi- yıtimi öğ k için sak yorlardı. Evvelâ yanımda durın Şerifi göstererek, söze başladım: — Arkadaşım orduda sıhhiye çavüşüydu.. Esa- tete düştükten sonra, bir müddet “Krasnöyarsk,, ta kalmış.. Sonra ihtilâl dolayısile “İrkutsk,, a sevket- mişler.. Oradan kaçtıktan epey sonra, “Bagatol,, da buluştuk.. Bana gelince, birinci mülâzim rütbeli bir piyade zabitiydim. “Kansk,, , “Dauriya,, ve “A- çınsk,, garnizonlarında bir müddet kaldım.. P ah Bu sözüm üzerine, hepsinin yüzü güldü. Ateşin etrafına sıralandık. Çabuk dost olmuştuk. Herkes kendi başına geleni anlatırken, Şerif kü- lâğıma eğllerek: — Ben de başıma ge!enleri söyllyeyim mi? Dedi. — $imdi dursun.. Başka zamani. Diye cevap ver- dim. Zavallıyı trende de, bir kaç kere böyle sustur- Mmüuştum, Hemen suratını astı. Ve artık lâfa da ka- rışmadı. Müştereken udırik ettiğimiz yiyeceği yedikten sonra, hepimiz başlarımızın altına birer tuğla yer- leştirerek yatmıştık. Şerif söyleniyor: — Bu yumuşak yastıktan hiç haz etmedim.. Boy- num tutuldu, diyordu. Tuğlanın üstüne mendilini, yahut başka bir şey sermesini söyledim. — Ne yapsam nufile!.. Dolıklırım bile kifayet etmiyor, dedi. Pek rahatsız bir şekilde uykuya daldık. Uyandı- ğim zaman, minarede sabah ezanı ökunüyordu. Ar- kadaşlarımın hepsi kalkmışlar, namaza gitmek için abdest almağa hazırlanıyorlardı. Camlin avlusuna bakan pencereye gittim ve ala- ca karanlığın derin sükütu içinde, çocuk yaşımdan beri kulaklarımın alışık olduğu bu hazin ve ilâhi sadayı dinlemeğe başladım. İşte, ezan bütün müslümanları ibadete çağırıyor.. O ibadet ki, töbekârların ruhlarını bütün kirlerden bütün nedametlerden küurtararak, işlenmiş- suçların bütün günahlarını temizliyon tek çaredir. Bu ça- reye sığınanlar, o büyük huzura gelip yalvaranlar, » dailma doğruluk ve selâmet yolunu takip ıdın kim- selerdir.... Kalbimde kökleşip kalmış olan bu knnaatı kendi kendime tekrâarlarken, gözlerimin yaşardığını his- settim ve içimde uzun yıllardan sonra, ilk defa dö- ğan büyük bir arzu ile avluya inen arkadaşlarımı takip ettim, Şerif, abdest aldığımı görünce pek sevinmişti. Birlikte camiye girdik. Cemaat kalabalıktı. Hemen hepsi Kırgız müslümanlarından olan, bu Tatar küt- lesi arasında, arka saflardan birinde yer aldım. Küdst bir vect içinde, başım secdei rahmana y değdikçe, sanki ruhum yıkanıyor, bu huzura lâyık olmiyan sefil maneviyetim sanki, kirli dudakları- min telâffuz ettiği âyetlerle temizleniyordu. En sonra ellerimi kaldırdım ve şu duaları miril- dandım: Yarabbim!. Ettiğim bunca fenalıklar, işlediğim türlü günahlar için beni affet!.. Beni ıslah et.. Emel- lerime kavuştur.. Geçmiş günlerin acılarını kalbim- den çıkar.. Bundan sonra, doğruluk ve iyilik yolun- dan ayırma!.. Bana İnsanlığımı geri ver!.. Ruhumün, bu niyazkâr feryatları acaba yerine vasıl olmuş muydu?.. Burasını bilemezdim. Fakat, üzerimden ağır yükler kâlkmiş gibi kendimi hafif- lemiş hissediyordum. Bu sırada Şerif, yanıma gelip gayet yavaş bir sesle dedi ki: — Bir aşir okumak İstiyorum Halük Bey.. Müsa- ade eder misin?.. j Yolsuz ttirazlarıma alışmiş ölan zavallı döstüum, mazlüm bir tavırla yüz, hkıyurdu. — Öküu Şerif, dedim. en ökül. Bir çeyrekten ziyade camlin kubbesi, kudsi nağ- melerle inledi. Bu sesler. yüdum yudum” ru- huma sızmıştı.. Sanki yn!ı Bgök arasında, üçsüz bü-. caksız boşluklarda üçmüş, uçmuştum.. Camiden çiktiğimiz zaman, temiz giyinmiş bir adam yanımıza sokuldu. Memnun bir yüzle Şerifin omuzunu okşıyarak dedi ki: — — Buranın yerlilerinden olmadığınız belli!. Lâ- kin kimsiniz?.. Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz? Şerifin yuıümo bakması üzerine, ben söze karış- tim: — Görüşmek arzu ediyorsanız, odamıza buyus run. Şu küçük evdeyiz.. — Teşekkür ederim.. Lâkin şimdi biraz işim var. Öğleden sonra gelirim.. (Devamı var)