Bafanın eteğ TEFRİKA No. 32 i ik O, Bunu Tabii Buluyor, Küçük Bir Heyecan Göstermeden Her Dudağa Etek Uzatıyordu zn çıktığını görür gör - mez koştu. Sol koltuğuna gir- di, sırmalı kumaşlarla örtülü ve kuştüyü yastıklarla çevrili sedire oturmasına yardım etti ve hamam #icaklığiyle bambaşka bir saba - hat, gerçekten akıl dağıtıcı bir İe- tafet almış olan kızın teri kuru- yunca, altın tellerden yapilmiş se- nılacak kadar bol sırma tuşıyan bohçaları açtı, nefesle uçacak de- recöde ince örülmüş bir ipek güm- lek çıkardı, güle tül örtüyormuş gibi nazik davranarak onu, Bala” ya giydirdi. Üzerine elmas düğ - meli bir seval entari, onun üstü- ne pek zarif bir yelek geçirdi, “Aman Allahim, ne güzel şeyler, diyerek kızın ayaklarını şapır şâ- pır öptükten sonra, o nefis nesne- leri çorapla örttü, çorapları da iri iri incilerle süslü bir terlikle kapadı, saçlarını elmaslı altın ta- rakla taradı, sonra ne bir gü- müş çekmece sürerek (kapağını e - Seçiniz, dedi, bütün bunlar silin. Şimdi hangilerini takmak is- tiyorsanız alınız. Üst tarafını dai- renize götüreceğiz. B sfa, ne yapılmak lâzım ge Teceğini hemen sezdiği için bu "sözlerin mânasını işaretle sâ- rahâtlendirmek ihtiyacına düşme- di, açgözlülük te göstermedi, se- vineini hazmedetek “ağır ağır el- masları gözden geçirdi, bir geline yakışacak şeyleri seçti, başına ve boynuna taktı, yalnız yüzük alma- dı. Çünkü parmağında şehzadenin kendi eliyle taktığı elmasparenin bulunmasını istiyordu. Bu işler olup bitince, sira ha- mamdan çıkmağa gelmişti. Razi- ye ile küçük halayıklar henüz gi- yinmemiş olduklarından, Bâfaya rehberlik vazifesini hazincdar us- dor, baştan başa şamdanlarla ay- dınlatılmıştı. On kız — ellerinde altın buhurdan — güzel hasekiyi bekliyorlardı. Bafa, işte bu mevkible büyük salona götürüldü, şehzade tarafın- dan karşılanarak bir köşeye otur- tuldu, saraylıların kendisine tanı- tılacağı haber verildi ve muhte- şem bir rasime başladı. Yüz güzel kız, koğuşlar baş kalfası tarafın. dan hasekiye isimleriyle takdim olounuyor ve içlerinden bir kıs- mu da “İyi saz bilir, , “İyi takse- der,, gibi cümlelerle ayrıca teşhis ettiriliyordu. Her kiz ismi söyle < nir söylenmez, diz çöküp şehzude- nin ayağını ve Bafanın eteğini ö- püyordu. Doğduğu gündenberi & yakları öpülegelen Murat, bu ra- simeye karşı kayıtsızdı. Fakat ken- disi gibi insan, kendisi gibi kadın olan bu küme küme mahlükun eteğini öpmesini Bafa da — Mu- rat kadar — tabii buluyordu, kü- çük bir heyecan göstermeden her dudağa eteğini uzatıyordu. Halayıklardan sonra, harem ları ayak ve etek öptüler. Fakat sıra gözdelere gelince, sahne de- gişti. Onlar sekiz on kadındı, ber biri bir bakımdan müstesna güzel sayılabilirdi. o Orada, şehzadenin sarayında üçer beşer sene (Ace- mi) hayatı geçirmişler, Raziye ka- dından sille, (o haremağalarından kamçı yemişler ve nihayet gözde- lik şerefine erebilmişlerdi. Mura- dın kalbne değil, koynuna girdik- lerini biliyorlardı. Ondan ötürü de aralarında kıskançlık yoktu, nö- betlerne rıza gösterip ve “Ne ver- seler ona şakir, ne kılsalar ona şad,, deyip şikâyetsiz yaşıyorlar- Bu durumlarına rağmen, üzer- lerinde “Şehzade gözdeliği,, şere- fi vardı. Onun için — Valde sul mezlerdi. Şu halde onların Bafay- ia tanışmaları müsavi şahıslar â- rasında vukua gelen bir muamele hududunu aşamazdı. Gerçi şehza- de tarafından bu bir düzine göz- deye yapılan tebligatta “Haseki, ile görüşecekleri haber veril ndan kadıncağızlar telâ çindeydi, hiç yöklan peyda oluve- Ten bu hasekiyi görmeden lânetli- yorlardı ve onunla kendilerini ta- tıştırmak istediği için, şehzadeye de kızıyorlardı. Bununla beraber, ağır davran- mıya da — ayrı ayrı — azmetmiş- | lerdi, bir türedi saydıkları çocuk- suz hasekiye yüksekten bukmayı | tasarlıyorlardı. ehzade de onların şerefle, e ei madı, cüceler vasıtasiyle gözdele- rin artik gözden (düştüklerini — âşıkane bir gevezelik olarak — Bafanın ku fısıldadıktan sonra, kendisi bizzat talihsiz or- takları birer birer tanıttı ve t0- puna birden şu emri verdi; — Haydi, sokulun. Hasekinin elini öpün. Yaşta değil ama, yolda sizin büyüğünüzdür. Gözdelerin gözleri şüphe yok ki karardı, içlerine elem yayıldı. Lükin şehzadenin emrini, düşün- meden, yerine getirmeğe küçük - tenberi alışmışlardı. Onun için — yüreklerinden kan gide gidâ — Etrdiler. "Gözde dem sırasiyle yürüdüler, birer bi- rer Bafanın elini öptüler, yine bi- rer birer rükua vararak geri çe- kildiler, şehzadenin işareti üzeri- ne de odadan çıktılar, Murat, Osmanl isaraylarında &- det olmıyan bu merasime ancak bir iki saat sonra açılacak cennet ve cinnet kapıları hatır için iza ts, omuzuna aldı, alaturka koslüm içinde yepyeni bir güzellik kazan- mışa benziyen talihli kızı hamam dairesinden dışarı çıkardı. Kork hünkürdan başka << Yazan: Kerime Nadir Gayri ihtiyari dedim ki: — Çocuğunuzun yüzi gördünüz değil mi?.. — Evet! ı — Yine bahtiyarsınız mösyö!.. Bu sunlimin mânasını anlamadı; ni bile farketmedi. Bu sırada kaynana, kapağını açtığı büyük bir se- petten yiyecek öteberi çıkarıyordu. Lanskol mem- Dun bir yüzle: — İyi akıl ettin anneciğim.. Karnım öyle acık- mıştı ki!.. Dedi. Şerif, kolumu dürterek sordu: — Bunlar ne yemeği yiyecekler?.. — Bilir miyim! — Nezaketsizlik!,, — Canım sena ne?.. — Uyku zamanı yemek kokusu çekilir mi?. Ben, sana tenha bir yere oturalım, dedim. 6 Konuşmamıza kulak kabartan, fakat hiç bir şey anlamıyan Lanskol, önlerine açılan sofrayı işret ederek: — Buyurun mösyöler.. Siz de buyurun!. Dedi, Şerife tercüme ettim. Arkadaşım kokusundan şi- kâyet ettiği yemeklere bir göz gezdirerek: — Fena olmaz, diye mırıldandı: Galiba benim de karnım acıkmıştı. Lâkin adamın teklifini birdenbire kabul etmiş olmamak için bi- Faz nazlandık. Sonra biz de sofranın başına geçtik. Önümüzde âlâ sövüş, yumurta, çörek, peynir ve zeytin vardı. Hep beraber iştiha İle yemeğe koyuk duk. Kadınlar çok neşeliydiler. Mütemadiyen ko- nuşup gülüşüyorlar, tuhaf fıkralar anlatarak, bizi de güldürüyorlardı. Hiç söze karişmıyan ve gülmiyen Şerifti: Yalnız bir aralık: — Aman lokmaları ne kadar iri yutuyorlar.. Bi. yaşadığı müddetçe hep belki garipliği- tandan (1) — başka efendileri olan şehzadeyle babası erkeğin ne eteğini, ne ayağını üp- bir kadının, & ve tahammül göstermişti. O sebep- le sabırsızlanıyordu, işin çabuk bitmesini istiyordu. Bu dilek ta biatiyle yerine gelince, geniş bir da her hangi bir TEFRİKA No. 44 *- ze bir şey kalmıyacak!.. Dedi, Gülmeden az daha yemek genzime kaçacaktı. Ağzından ikişer, üçer çıkarıp önüne koyduğu zey- tin çekirdeklerine bakarak: — Belki sana yetişmeğe çalışıyorlar, diye cevap verdim, Bu sırada tren bir istasyonda durmuştu. Fakat çabuk kalktı, Gözüm istasyonun saatine iliştiği için dedim ki: — On ikiye geliyor. Biraz uyuyamaz mıyız? Lanskoi başını sallıyordu: — Tabii!. Tabil!., Şeriften maada hepimiz, birer bardak şarap yu- varladıktan sonra, birer köşeye çekildik. Başımı koluma dayadığımı biliyorum; derhal uyumuşum. Hafif bir sarsıntıyla gözlerimi açtığım zaman, s#- bahın alaca kranlığıydı. Yol arkadaşlarımız kalk- mışlar hazırlanıyorlar, çantalarını, bavullarını top- Tuyorlardı. Doğruldum. Bir istasyonda durmuştuk. Lanskol uyandığımı görünce, elini uzattı: — Adiyö dostum!.. Biz “Barnaul,, da iniyoruz. Yerimden doğrularak evvelâ adamın, sonra da kadınların ellerini sıktım. Ve tekrar tekrar akşom- ki iyilikleri için teşekkür ettim, Şerif te, yarı işa- retle, yarı lisanla beni taklit etmişti. Onlar trenden indikten sonra, yapayalnız kaldık. Şerifin her halde gönlü olmuştu ki, keyifli bir ta- virla: — Oh! Şimdi ayaklarımı istediğim gibi uzatırım.; Diyordu, İstasyonda bir saat kadar bekledik. Sohra hare ket ettik. Uykum açılmıştı. Lâkin Şerif esniyerek: — Aman ben biraz daha üyuyacağım, diyerek boylu boyuna tahta kanape üzerine uzandı. Ortalık açılmıştı. Pencereden etrafı seyrediyor. dum. Bazan ormana benziyen ağaçlıklı arazi, ba- zan da, dümdüz kırlar görünüyordu. Sık sık tese - Silivri Hükümet Konağı Vali Lütfi Kırdar, refakatinde na- f:a baş mühendisi Bedri olduğu'hal- de dün Silivriye gitmişler, bütün Si livri halkının iştiral Silivri hükü- met konağının temel atma merasimi- ni icra etmişlerdir. Hükümet konağı Istanbul - inşa edilmektedir. Vali avdette Yedikulede ota! ale ile S rasında ve demiryolu güzergâhında- ki teneke evlerin. pek çirkin — bir ni görerek den inmiş Yedi manzara arz rin kaldırılması için teşebbüseta gi- rişmiye karar vermiştir. Bundan sön- anan Adliye İyına gelmiş ve buradaki enkazı kısa bir zamanda kaldırılması alâkadarlara emirler vermiştir. işin Aylık, Gençlik, Kültür, San'at Mecmuası Kültür, sanat mecmuası, me- sul müdürünün değiştirilmesi, teknik işlerle alâkadar arkadaş- ların vazifeyle dışarı gitmeleri sebebile bir iki ay çıkamıyacak- tır, Kıymetli okuyuculardan özür diler, yakında daha kud- retli, özlenilen ve istenilen şe- kilde ve hakiki kadrosile çalı- şabileceğini müjdeler. nefes aldı ve ayağa kalkarak Ba- faya sokuldu: — Haydi, dedi, gidelim, - biraz da saz dinliyelim. Acıkmışsanız, orada çerez de bulursunuz (2). (Devamı var) (1) Hik nizin tesadüf ei larda Valide Sullan Mi yoktu. Bu tâbiri « resmi bip unvön oldrak - ka- bul eden, padişah anaları hakkı takım merasim tesis eyliyen ük tan Mehmettir. Fakat padisahların ana- Tarımı o tâbirden daha iyi ifade ederek kı e bulunmadığından - o devirde Sultan 1 bulunmadiğını Mhme kullandık. (2) Saraylarda akşam yemeği « Ra- riatan müstesna - gruptan çok evvel yi ene asfalt yolu üzerinde l bunla» | iş Ma Zile (TAN) Z Çocuk Esirgeme kurumu, bu'yıl 70 çocuğa munlaza- man yömek, haftada iki defa, tatlı Filyosta Plâj ve Sporlar Zonguldak (TAN) — Filyos nahi- yesindeki Incikum plâjı ve çalgılı ga- zinosu açılmıştır. Her sene, civar köy ve kasabalardan binlerce halk gele- rek bu plâjdan istifade etmektedir. Şehrimizden Filyosa her gün üç ban- llyö treni hareket ettiği gibi Kara- İbük inşaatında çalışanların da isti İfadesi için pazar günleri oradan Fil- yosa bir tren kaldırılmaktadır. Karabükte çalışan İngilizler, Fil İ yosta üç bin lira sarfederek, kendile- ri için plâj, binası, soyunma, giyin- me, İstirahat etme ve uyuma yerleri yaptırmışlardır. Bir de kotra almış- lardır, Filyos gençleri, spordan pek hoş- lanmaktadır. 14 Mayısta at yarışları, güreşler ve futbol maçları yapılacak, bunun (hasılatı inşasına © başla mlan oHalkevi ve C. H. Partisi ku- rağile, İncikum plâj ve gözinösunun ikmaline #arfolunacaktır. Kızılcahamamda Yağmur . Kızılcahamam ('TAN) — Devamlı vaa ea eee YE MR ei. vindirmektedir. Adapazarında Yağmur Adapazarı (TAN) — Iki aydanberi cifiçinin gözlediği yağmur yağmış. köylüyü sevindirmiştir. ———— Istanbula en yakın, havası mü- kemmel, menba suları, tiyatro ve “ermiş, 100 çocuğa da elbise dağıt-! te e İz. 1 0 ür ğ fp a SN Ye a5 Bİ 4 Yardım gören çocuklar Jmıştır. Hastalanan 60 çocuğu tedavi ettirmiştir. © Hukuk hâkimi Recep Balkkanın kas yınvaldesi, 18 fakir mektep talebesi ne ayakkabı ve elbise vermiştir. Sargona Halkevinde Radyo Sürmeneden yazılıyor. Kazamızın Mahno mıntakasındaki Sargonu'da açılan Halkevi. için bir radyo tedariki maksadiyle vuku bu- lan müracaat üzerine İstanbulda İş yayan İnetali Haydar 80 lira vermiş, Hakkı, Halil, Rifat kaptanlarla Şiş- man Mustafa, Palamar Mustafa Mahmutoğlu Mustafa, Mahmut oğ- lu Yusuf, Rizeli Fevzi kaptan, Gölen sali Bulut oğlu Hakı, inctali Gazi oğ lu Ismail, Hacı Mehmet oğlu Kerim, Inetsli Suphi, Şileli Mustafa Kap- tan, komisyoncu” Trabzonlu Osman, Osman oğlu Bayram ve Japonya Mustafa da ianeleriyle bu paraya 260 liraya çıkarmışlardır. Bununla bir radyo almmış, Ayvalıkta Sür meneli Salih Kaptanın gönderdiği 15 lira ile de anten masrafı görül- müştür. Çaycumada Frengi Kalmadı Devrek, (TAN) — Çaycuma nahi- yesinde frengi hastalığı tamamen /- zale edilmiştir. Artık orada ? mücâdelesi yapılmıyacaktır. Tireboluda Hâmit Gecesi Tirebolu (TAN) — Halkevimizde bir Hâmit gecesi tertip edilmiş, bü- yük şairimizin hatırası ve eserleri 2- nılmıştır. Ezinede Doktor Yok yenilirdi. Murat, tertip (ettiği eğlence | katıri için bu Adete © gün uyuadığın- dan ve Bafonın acıkmiş. olacağını da düşündüğünden bu sözleri söylemiştir. M.T. T, İ | diniz. düf ettiğimiz irili ufaklı köy ve kasabalar, güneşi altında o kadar güzeldi ki!.. Durduğumuz bir küçük istasyondan, bulunduğu: muz vagona yaşlı bir yolcu bindi. Pejmürde kılıklı olan bu adamın omuzunda gayet büyük bir torba ve kolunda asılı sarı bir şemsiye vardı. Bir bana, bir uyuyan Şerife ters ters baktıktan sonra, torba- sını “Güm!, diye yere İndirdi ve “Toool,, diye ge- Dİş bir nefes alarak kendini kanapenin üstüne attı. Bu gürültüden sıçrıyan Şerif, şaşkın şaşkın etrafına bakınarak: Ne oluyört Nö vat Diye sormağa başlamıştı. Kulağına eğildim: — Bir yolcu bindi.. Sen de artık kalk, dedim. Arkadaşım fena halde öfkelenmişti. Hemen doğ- *klinden, Rus Tataralarındun olduğunu tah- sabah — Burası insanlara mahşus.. Sen yanlış binmiş- sin?.. Dedi, Bereket versin ki, herif türkçeyi anlamadı. Eğer anlamış olsa arülârında bir kavga çıkacağı muhak- kaktı, Fakat Şerifin hiddetli tavrını ve kendisine fena bir söz söylediğini farketmiş olmalı ki, gözlerini çevirerek cevap verdi: — Sen uyuyorsun diye herkes uçacak mı?.. Karşılık vermemesi için Şerifi dürttüm. Ve eline bir sigara tutuşturdum. Bir müddet böylece yol aldık” Şerif karnının açlığından şikâyet ediyordu. Durduğumuz bir istasyonda Tatar kızlarından biraz yiyecek tedarik ettik. Karşımızdaki yolcu gâyet es- ki ve pis bir hesap defterini karıştırıyor ve kurşun kalemiyle içine bir şeyler yazıp çiziyordu. a e LEME onu işaret ederek de i , — Galiba bu herif bakkal!., ne var?. — Soracak değiliz yal — Niçin sormuyalım?.. Sen bana nasıl söylenece- Bini öğret, ben sorayu — Haydi canım! Deli misin?,. — Neden deli olayım?.. Belki dişe dokunur bir seydir... Acaba torbasında Filips makinesile sineması, De- niz Park gazinosu bulunan Bey- lerbeyini sayfiye için tercih e- Çanakkale (TAN) — Ezine hükü- met ve belediye doktorluklar: bir senedenberi açıktır. Halk, doktor ih- tiyacının temin olunmasını İste: tedir. — Peki ama, bundan ne istifademiz olac: tiyecek değiliz ki! i — Olsun!.. Hiç olmazsa meraktan kurtuluruz., Arkadaşımın arzusundan ziyade, adamın hüvi- yetini anlamak ve iki lâf etmek için dedim ki: — Arkudaş!.. Ne tarafa iyorsun?.. Yolculuk uğun mu? Suratsız herif, başını defterden kaldırarak beni süzdü: — Ne vazifen?. Ben sana soruyor muyum? Dedi. Bu cevabın, bende hasıl ettiği öfkeyle Şerife bir tokat aşketmemek için kendimi güç tuttum. O, alık alık yüzüme bakarak: — Ne söyledi? Diye soruyordu. — Torbada saman varmış, dedim. Biraz sana ve recek., — Alledersin.. Ben hayvan mıyım?. — Değilsin ama.. Her yere burnunu sokup her şeyi koklamak istiyorsun.. Bu sırada ben de, zarara giriyorum... Serif yüzünü öte tarafa çevirdi: güya hana kız- mıştı. Ben hiç aldırış etmeden yine pencereden et- rafı seyre daldım. Akşam yaklaşıyordu. Güneş yavaş yavaş alçal maktaydı. Bu sırada suratsız yolcu defterini kapa- dı, kalemini cebine yerleştirdi. Tren de ağırlaşmış ve bir istasyonda durmuştu. Acul bir tavırla kocaman ağir torbasını sırtına vürarak vagondan fırladı. Lâkin şemsiyesini otur- duğu yerde unutmuştu. Derhal onu pencereden kendisine uzatmak istedim, Fakat Şerif kolumdan çekerek: n — Ne oluyorsun?.. Verme, şu murdarın şemsiye- sinil.. Unutmasaydı.. Dedi. Biz münakaşa edinciye kadar da tren hareket et- mişti. Biraz yol aldiktan sonra Şerif, şemsiyeyi muayene etmek için açtı, Üstünde iki tene yama vardı. Bazı yerleri de hem solmuş, hem çatlamıştı. Bunları parmaklariyle yoklivan arkadaşım: — Oh! Oh! Diyordu: Yağmura tutulursak hemen başımıza açarız. (Devamı Var)