Ilk Hafiye Bir Ermeni Papazıydı Vahan Adındaki Bu Papaz, Türklerin Bir Gece Gizlice Hıristiyanları Kesecekleri Yalanını Uydurmuştu Ss on zamanlarda bir ekonomi âptilâsına tutulmuştu. Sabah kahvaltılarındaki © zeytinleri bile sayı ile verdirrpeğe, yemek çeşit Ve miktarını eksiltmeğe (o kalkış- mıştı. Yıllarca efendilerinin padi- #ahlığını bekliyen, bolluk içinde Yaşamak istiyen saray halkının, Yapılan bu ekonomiye karşı bir gün ansızın aysklandıkları, Reti- Bİ bir güzelce pataklayıp hırpala- dıkları işitilmişti. erbiyesi, nazikliği kadar da şakacı, takılgan bir adam o- lan Ali İhsan bey, yemek esnasın- da bir münasebet getirerek, Re- İiği bu hâdiseyi hikâyeye mecbur etmişti Refik, ağaların, cariyele- rin kendisine yaptıklarını anlatı. Yor, sofradakileri güldürüyordu. Tam bu esnada tütüncübaşı Şük- rü, yemek salonuna girmişti. Hızlı adımlarla damat Feride sokulup kulağına eğilmişti ve: — Şevketlü padişahimızın gizli bir iradesini paşa efendimize bil- dirmeğe geldim. Dediği işitilmişti, Damat paşa da gururlu bir gülüm- semeyle sofradan fırlayıp kalk - mıştı. Bir kenarda tütüncübaşıyla görüştükten sonra, yanına çağır- dığı Ali İhsan Beye de bir şeyler fısıldamıştı. o Sofradakilere elddi bir eda ile; — Beyler, kusura bakmayınız. Şevketlim beni istemiş Siz âfi- yetle yemeğinizi yeyiniz. Demiş, salondan çekilmişti. Feridin telâşlı gidişi, başta Ah- met Rıza bey olmak üzere sofra- dakilerde şiddetli bir merak w- MAİ belgelendi si, baştan aşağı hepsini kıskandır- mıştı. Sofraya bir sessizlik, neşe « sizlik çökmüştü. Ali İhsan bey de hiç bir şey söylemiyor, kimsenin yüzüne bakmıyor, düşünüyordu. Yanyalı Tahir dayanamamıştı ar- tık. Tabağındaki tavuk © budunu Parçalaken İhsan beye seslen - mişti, — Monşer. Paşa hazretlerinin saraya çağrılmasında bir mahre- miyet yoksa, sebebini bize de söy- Jeseniz de meraklan kurtulsak. — Ayni merak, emin olunuz, benim de içimi kemiriyor beye- fendi. — Paşa hazretlerinin size bir şeyler söylediğini zannediyorum, — Şeyler değil efendim. Yak nız bir şey. Saraydan dönünciye kadar beni bekle, buyurdular. Yemekten sonra misafirler bir hayli beklemişler, nihayet üzün- tü, merak içinde, ortalık kararır- ken birer birer çekilip gitmişler di, * K apiten Halidin padişah tara- fından kabul edildiği habe- riyle etekleri tutuşan İngiliz istib- barat heyeti hemen harekete ge$- mişti. O günlerde, ellerinde, sars- yı telâşa düşürecek, kendilerine boyun eğdirecek çok güzel bir be- hane de bulunuyordu. Ermeni patrikhanesi meclisi â- Zasından Vahan adlı bir papas, İn giliz istihbarat dairesine, zaten kuş- kuda bulunan müttefikleri telâşa düşürecek bir haber uçurmuştu: İstanbul o müslüman- ları sizi de, bizi de toptan kırmak İçin hummalı bir surette hazırla- niyorlar. Erkânıharbiyei umumiye reisi Cevat paşa, itilâf hükümetle rinden gizli askeri bir teşkilât vü- sude getirmiştir. Bu teşkilât, ica- bında on beş bin kişiyi silâhlan - dırmak üzere, Ayasofya camiin- de sandıklarla silâh, cephane sak- latmıştır. Gecenin birinde, ansı » zın Beyoğluna, rum ve ermeni Şokluğu bulunan diğer semtlere bücum edip bütün huristiyanları keseceklerdir . , . . Demişti. Bu haberin İngiliz is- ihbaratına, İstanbul müslümanls- Tefrika No. 27 rı aleyhine tertip edilen ve verilen ilk haber olması itibarile tarihi bir ehemmiyeti vardır, Bu haberle, nankörlük, hafiyelik şampiyonlu- ğunu ilk olarak bir ermeni pupası- nın kazanması de ayrıca dikkat ve ibrete değer bir hadisedir. | stihbarat işe ciddilikle sa- rılmıştı, O gece bir İngiliz zabiti ile Pantikyan Ayasofya ca- misini, cami avlusunda bulunan türbeleri, hattâ türbelerin içindeki sandukaları bile aramışlardı. A- raştırmada bu meseleyi papas Va- hana söyliyen, Tıbbiye mektebi ta- lebesinden Kumkapılı Nişan ile terhis edilmiş ihtiyat zabit vekili Kamik te bulunuyordu. Camide ve civarında sandıklaris silâh ve cephane şöyle dursun. bir sandık kırığı bile bulunamayınca, mahbir- ler iddialarını (o değistirmislerdi. Küçük Ayasofya camisini ileri sür- müşlerdi. Orada da bir şey çıkma- yınca düzenbaz ahbarlar afalla- mişlardı. İngiliz . zabiti de bu he- berin uydurma olduğunu anlamış- tı, Ancak Nişan ile Karnik yalan- cılığı kabul etmemişler, bu işi Ye- ni kapıda oturan, Süleymaniyede dökmecilik yapan Artin ustadan işittiklerini ısrarla söylemişler, her halde bu adamın da buldurulması- nı istemişlerdi. Sabaha kadar Ye- nikapı, Kumkapı, Lânga, Gedik- paşa semtlerinde aranmakla bir türlü evi bulunamayan Artin usta ertesi sabah dükkânında bulun- muştu, 1X6 ğa Galstadı kalafat ye rinde dökmeci Antranikten işit- mişti bu havadisi. Nihayet Antra- nike söyliyen yaldızcı Avadisi de bulmuşlar, dinlemişlerdi. Bu kan- Tı tesebbüsü Avadise bir kaç gün evvel, akıl hastahanesinden bera- berca cıktığı, Pacact Zeynel sdm- da bir Arnavudun haber verdiği anlaşılmıştı. O da, Yenicami avlu- sunda, Kuşçular sırasında bir kah- vede bulunmuştu. Sorulan suale bu zavallı sanıtkan da kaşlarını çatmıs, dislerini g#ıcırdatmıs. yum- ruklarını sıkmış ve şu cevabı ver- mişti: -— Elbette çeseceğiz bu cavur- darı!,, Tabii bir hayli dayak yemişti. Yapılan araştırmaların, sorgula- rın verdiği netice, bu haberin iki akıl hastası ile bir kaç soysuzun marifetini meydana çıkarmaktan ibaret kalmıştı, Kalmıştı amma, korkak başlarda ne zorlu bir endi- $6 bırakmıştı. üttefikler saraydan, hükü- metten değil milletten, mil- etin bir yanardağı gibi içinden tu- tuşup bir gün ansızın ateş saçma- sından çekiniyorlardı. Bunu iyi bi- Jen “Ermeni kulübü” adındaki fe- sat kaynağının elleri ve vicdanları kara ve kanlı komitecileri uydur- dukları şaylalarla © müttefikleri mütemadiyen ürkütüyorlardı. Bil- hassa İngilizleri kızdırmak, İstan- bul müslümanlarına karşı şiddetli tedbirler aldırtmak için, bütün kuvvet ve vasıtalarile uğraşıyor- Jardı, İngiliz istihbaratının padişahı korkutup osmdırmak, İngilizlere ısındırmak için istifade etmek İs- tediğini bir az evvel söylediğimiz bahane işte bu hadisenin başka bir kalıba dökülmüş, değişik bir kis- veye büründürülmüş bir şekli # di. “. Güya Türkiyede bir Bolşe - viklik cereyanı uyandırmak için, kaçan İttihat ve Terakki kodaman- larından bir kaçı Bolşeviklerle an- laşmış, İstanbula gizlice girmeye muvaffak olan bir Rus heveti İs- tanbul ve Anadoludaki İttihatçılar. la beraber geniş bir teşkilât yap- mişlar. Terhis edilen askeri efra- dı, hammal, amele, çiftçi, mavu- nacı, sandaleı gibi küçük esriafı iç- lerine almışlar. Osmanlı saltanat ve hükümetine, müttefiklere kar- şı silâhlı bir isyan hazırlığı yapı yorlarmış. o Maksatları, bilhassa Türkiyenin idare şeklini değiştir. mek imiş...” Bahane çok güzel bulunmuş, ha- ber Vahdettini gerçekten korkuta- cak bir şekle sokulmuştu, Tarihin İstanbulda kurduğu, içinde garp ve şark zihniyetlerini, zekâsını imtihana soktuğu büyük ibret sah- nesindeki oyunlar artık büsbütün meraklı safhalara girmiş, kuliste. ki artistleri birer ikişer görünme- ye başlamıştı. amat Ferit, Yalısına ancak yatsı vaktinden sonra dö- nebilmişti. Çok yorgun ve mahzun görünüyordu. Titreyen elini Ali İhsan beye uzatırken kara sura- tını buruşturmüş, kaşlarını çatmış- tı vet — Monşer, havadisler tahmin ve tasavvur edemiyeceğin kadar (Devamı var) SİNİRDEN BAYILANLAR Pek eskiden, bu türlü bayılma yalnız kara halayıklarda olduğun- dan, onlar bayıldıkları vakit ba sı tuttu, derlerdi... Sonradan, &i- nirden bayılmak şehirli bayanlara da geçmişti, Zaten, İpokrat hekim- denberi, isteri denilen bir sinir hastalığı bulunduğu bilindiğinden şehirli bayanların bayılmalarına da isteri yahut o vakitki türkçeyle ih- tinakı rahim denilirdi. Bir aralık bu türlü bayılanlar pek çoğalmış, bayılmak âdeta moda olmuştu. Sinirden bayılanı seyretmek - ev halkından başkaları için - âdeta bir eğlence olurdu. Bayılmak hu- yu olan bayanın her hangi bir şeyden biraz canı sıkılınca: — Ayol, üstüme varmayın, şiri- di bayılırım... Diyerek şarkkadan düşerdi. Kimisi daha önceden tistüne fena- lik geldiğini, boğazı tıkandığını haber verir, çiçek suyu, melisa rü- hu içer ,vücudünü ovdurur, fakat bunlar da kâr etmez, gene bayılır ve etrafındakilerin zanlarınca ken- dini kaybederdi... O zaman da sa- kin yatmaz, kimisi çarpınır, çırpı” nır, türlü türlü hareketler yapar, kimisi başile ayaklarım yattığı yerde tutarak bütün vücudünü gergin bir surette - köprü gibi - yukarıya kaldırırdı... Bazısı yattığı yerde kollarını iki tarafa doğru #- gar, put gibi yatar, bazısı şair o Janları heyecana getirecek vaziyet- ler alır, gözlerini bir tarafa di- ker, bir heykel gibi dururdu... E- vin içindekiler telâşa düşerler, ha- yanın annesi babası, kocası merak- lanırlar, bir taraftan hekimlere ha- ber göndermekle beraber, herkes im bayanın yanına toplanır- “3 Şimdi böyle, sinirden bayılanlar pek, pek az gürülüyor. Kadınlık inkılâbının sağlık hususunda en iyi tesiri kadınları bu isteri bayıl- masından kurtarmak oldu. Arada sirada tek tük gene görülüyorsa da bayılanlar eski zamandan eski | zihniyetle kalmış bayanlar, yahut numara yapmasını bilen, artist ruhlu genç kadınlardır. Meselâ, gençliğinde mak huyu- nu almış bir ba; yan şimdi ellisini a 223323 Ş N s-iğez Dedi. Aleti kapadı ve kilitledi. Bir kelime söylemediler, sadece sü künetle oradan uzaklaştılar. Fakat bilâhare, evde, konuşacak yalnız bir şey bulmuşlardı. O sahneyi yüz defa hatırladılar ve hiç bik - madılar. Bir gün küçük çocuk rüya görür gibi “biraz musikimiz olme- sını istiyorum.” dedi. Annesi bir an düşündükten sonra ümitsiz bir sesle: — Baba, dedi, evde böyle bir s2- ye müsaade etmez. Musikiyi sev- mez.” Bundan sonra tekrar neşelendi- ler, Aralarında bir sır vardı. An. nesi bir armoniyom almak için para biriktirecekti. Gerçi bu çok zordu, zira hiç fazla para yoktu. Fekat çalışacaktı. kuruş kuruş art- trucaktı. ğ. Pe bu mülâyim ve donuk sonbahar gününde kadının bir elinde para kesesi, diğerinde gazeteden kesilmiş ilân olduğu halde bir musiki âleti, belki bir armoniyom almağa (gidiyorlardı Küâğrtta da şu yazılar okunuyordu: “Her türlü musiki âlet! satılıktır. St, Leonard Terrace de 13 numa- raya müracaat.” Bir değirmenin önünden geçtiler, bir dere ve bir tepe aştılar: Niha- yet şehre ve aradıkları semte Var- dılar, Cadde o kadar heybetli idi büsbütün unutamıyor, arada sıra- da hatırlamak ve hat tmak isti- yor... Yahut yaşlıca bir erkeğin ka- zancina tamah ederek ona varmış fakir bir genç kız, bir iki sene son- ra yaşlı kocasmın, kendisine bir küçük apartıman bile bırakmadan, gidiverdiğini görünce - belki vak- tile annesinden gördüğü - bayıl- | mak gözünün önüne geliyor, bir numara yapar gibi o sahneyi tek- rar ediyor. Talihsiz kız... Onların bayılmakta hakları ola- bilir. Fakat siz birinin öyle sinir- den bayıldığını görür veya duyar sanız merak etmeyiniz. Bir kere, onun bayılmasından kendisine bir fenalık gelemez. İsteri hastalığın- dan bayılan bayan düşeceği yerin yumuşak olmasına dikkat eder. Ks- kiden kara hacılar babaları tutta- ğu vakit, sofanın tahtaları üzerine, yahut mutfakta taşlar üzerine dü- şüverirlerdi ama, şimdi bayanlar canlarının tadını daha iyi bilirler, Bayilacakları vakit yataklarına gi- rerler, yahut kanapeye, hiç olmaz» sa kalınca bir hah üzerine serile- rek orada vücutlarını gererler. O- nun bu halini görerek hiçbir şey yapmasanız bile, çarpınıp çirpıh- dıktan sonra kendi kendine ya ağ- hyarak, yahut gülerek ayılır. Bayılan bayan mahreminiz İse, bayılacağını söylediği vakit, hiç tereddüt etmeyiniz, koluna kuv- vetli, canını acıtacak kadar bir çimdik basınız. Onun acisile ba- yılmaktan vazgeçer ve korkudan bir daha bayılmaz... Bunu yapa- gi HIiKÂYE LAT A eviren: İ. K, NA — ' 22233333333377733323237272322e ş ş z v x v GECCE CI ki uzun zaman Kadın ve çocuğu 13 numarayı aramağa cesaret edeme- diler. Kapuyu ince-uzun boylu, siyah bıyıklı bir adam açtı. Kadın evvelâ onun yeleğine, sonra kendi küçük ayaklarına baktı, bir şey söyleye- medi. Çocuk “lütfen, sizde şey.” diye atılacak oldu, fakat pek yük- sek çıkan kendi sesini duyunca birdenbire süstu. Kapuyu açan 8- dam derin ve tok bir sesle: “ Yü- rüyünüz!” dedi. Hölü geçtiler, a- dam ayni sesle “beni takip ediniz!” dedi, yürüdüler ve döşemesiz bir Odaya girdiler. Adam “affediniz bir saniye sonra geleceğim.” diya- rek çıktı. Her taraf kemanlar, pi- yanolar, harplar vesair bin çeşit müsiki âleti ile doluydu Adam dö- nünceye kadar kıpırdamağa cesaret glmeekelein bir Yrd Bigi dular, Fakat ne yazık ki srmoniom alamıyacakları okadar' pahalıydı. Kadın fiyatını öğrenince çocuğunun elinden tutarak kapıya doğruldu; fakat esmer centilmen önlerine geçti, Onların bir şey almadan git- melerini İstemiyordu. Üstüne kır- mızı çiçek resimleri yapılmış bir sarı kutu gösterdi: “Bu, dedi, si- zin için münasip bir şey olsa gerek!” Konuşurken kutuyu bir sandığın üstüne koydu, içine delikli kâğıt- tan bir üstüvane geçirdi. Ve bir ko- lu çevirmeğe başladı. Kad ve ço- cuk bir heykel gibi hareketsiz, fa- kat heyecanlıydılar. Ah, bunun yanında armoniyom bir hiçti. Çak dığı ilk şarkı Miss Morphett'in çok evvel mektepte öğrendiği “hul- yalı çocuk” şarkısıydı. Başmr sal. | adı ve gözleri parliyarak muril - danmağa başladı. Küçük çocuk yavaşça fısıldadı. “Bu nedir anne?” — Bu bir lâtarnadır çocuğum, dedi annesi, eğer pek pahalı değil se onu alacağız!” Kadın onu evde, mutbakta ça- larken tahayyül etti. Hiç şüphesiz tezgâhin ucuna koyacaklar ve iti- na ile kullanacaklardı. Pençerenin dışında kurşuni yağmurlar yağar ve kırlardan rüzgârlar eserken o orada, kalplerini heyecanlandır - mask için hazır bulunacaktı, Siyah bıyıklı ecotilmen biraz düşündükten sonra; — Altı şiline alabilirsiniz. dedi. Ana oğul ümit ve saadetle' dolu bakışlarla evvelâ birbirlerine, son- mazsanız, hiç olmazsa, bayılması- na ehemmiyet vermeyiniz. Sinir- den bayılanın etrafında toplan. mak, telâş göstermek onun bayıl- mak hevesini arttırır. Onun için, en iyisi, sinirden ba- yılanı kendi haline birakmaktır. Onu yalnız başına bırakarak oda- dan çıkarken, odanın kapısını ki- Mitler gibi yaparsanız: — Baygınlık geçti, kapıyı kilit- lemeyiniz, geliniz... Diye ayılmasına çok ihtimal vardır, Bir de sar'a hastalığından bayı- lanlar vardır. Tabii, o başka. O türlü bayılanın imdadına kosmak Jâzim olur, Ta centilmenin yüzüne baktılar. Bir kaç dakika sonra ayni caddenin demir parmaklıklı kapularmı, ba sefer aksine olarak geçiyorlardı. On bir, dokuz, yedi, beş, üç ve ni- hâyet bir. Kadın kutuyu kucağin- da taşıyor, mukaddes bir şey götü- rüyormuş gibi üzerine titriyordu. Evo, sanki bir dakiknda geliver- daki köşesine ne kadar da yaraş- mıştı. Ocağın afeşi karşısında kır mız çiçekleri ne güzel parlıyordu. Dışardaki işlerini bitirmeden bir kaç şarkı çaldılar, küçük çocuk sandalyesinde oturmuş, ciddi ve zevkli gözlerle annesine bakıyor, annesi lâtarnanm kolunu ceviri- ” z Rİ a yordu. İkisi de vakur idiler ve çok az konuşuyorlardı. Bir defasında annesi, imkânsız olduğunu bildiği hülde, “geleceek sene de bir ar - moniyom alırız, dedi. Armoniyom artık büyük bir şey görünmüyordu Birdenbire bir ayak sesi duydu- lar. Çocuk bütün neşesini kaybet- miş olarak “bu babadır.” dedi, yemeği de hazır değildi, yeni ço- cuk gibi heyecanlı, fakat mesut ta kapuya koştular. Çocuk cesaretle sarı pantolonlu bacaklardan birine sarıldı, “baba, baba” diye okşadı, adam bağırdı: “Çayım nerede?” Kadın çaydanlı; dedi ve alelacele masaya bir şey- ler koydu. Baba, bir şeye cami 8)- kılmış gibi görünüyordu. O gün öğleden sonra yarışta bir şilin kay. A girdiği Balan ASE kaybederdi. & Birdenbire” gözleri lâtarnaya takıldı. — Nedir 0? diye Şürledi. Çocuk ağlar gibi oldu. Babasınm kuvve- tini kutu üzerinde göstermesin - dee korkuyordu. Annesi de ayni duygu içindeydi ve ddvülmeği bek» liyen bir çocuk gibi suyun kayna» masını bekliyordu. — Söylesene nedir 0? — Bir. lâtara, Çocuk korkunç gözlerini lâtar naya diken babasına bakıyordu. Yavaşça bir iskemle çekti, üzerine çikarak kutunun kolunu çevirmeğ; başladı. Adam bir dakika dinledi ve sonra yüzünü büyük bir hiddet kapladı. Ayağa kalkıp kollarını sallıyarak: — Kapa şu gürültüyü, diye ba- ğırdı, kim getirdi ba melun şeyi »- ve? ocuk kolu durdurdu. Rengi uçmuş, yalnız gözlerinin et- rafında mor bir halka peyda ol « muştu. Çaydanlıktaki su kaynı » yordu, fakat anne bir türlü sıcak suyu fincana dökemiyordu. — Ben getirdim, dedi. — Öyleyse geri götür. Hâlâ hiddetle lâtarnaya bakı- yor, odada taşıp ateşin üzerine dö- külmeğe başlıyan suyun sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Ertesi sabah adam işine gidince ana oğul hazırlandılar ve çıktılar, Hava sisliydi ve ikisi de öksürü - yordu. Kahvaltı bile etmemişlerdi. Serin sabah havasında titriyor - lardır. Kadm lâtarnayı kucağına almıştı. Çoçuğuyla beraber bütün ağlamaları para etmemişti. Ken- disi evde olduğu zamanlar çalma- mak şartile müssade etmesi için yaptıkları bin bir ricaya rağmen “baba” dan sadece “geri götür” ce vabını almışlardı. Karısının ve ço- cuğunun, kendisi evde olmadığı zaman niçin musiki istediklerini bir türlü anlıyamıyordu. Lâtarna da ne ağır geliyordu Çok yavaş yürüyorladı. Anne mah- ateşin köbeğin: sürerek “bir dakikada hazır olur!” ş