Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 25 Sehzade Endişedeydi "Bu Kız Türkçe Bilmiyor, Ona Âdetimizce Yıkanıp Temizlenmesini, Yatıp Kalkmasını Nasıl Öğreteceğiz?,, Bununla beraber, öfkesi, soğuk- kanlılığını kaybettirecek kadar #6- veran etmiyordu. O sebeple biraz âdil düşünmek İstedi. Henüz yol yorgunluğunu yeni bir âleme girmek üzere bulunmak dolayısile de sersemleşmiş toy bir kıza böyle sofalarda uluorta saldır. manın manasız olduğunu hatırladı ve kızın o hamleden korktuğunu sânarak acıd: — Haydi, dedi, odaya gidelim. Korkma seni incidecek dı Kizın türkçe bilmediğini unutu- yor ve bu sözlerinin anlaşıldığını zannediyordu. Lâkin Bafa, onun gözlerinde insaf davranmak te- mayüllerini okuduğundan elini u- zattı, yine emir verdi: — Rehberim olu cukluk etmeyiniz. Bu emre karşı idraki hissiz ka- lan Muradın iradesi o pençeye ta- kılmakta gi ve iki genç el yine birleşi e lami bu sirada ye de yet Şehzadeyi etekliyerek, Balayı da selâmlıyarak (o rehberliğe başlı mıştı. Fettan bir mahlük olduğu bakışlarından, gi r yea anlaşılan hatun, bir yandan yan yan yürüyor, bir yan- dan da soruyordu? ndim!z büyük odaya mı, çinili sofaya mı, hamamlı daireye mi teşrif etmek istiyorlar? Şehzade Murat, el ndeki muattar eti İhtiyarsız sikti, dolu çıkarmamış, fakat ço- — Hamamlı dâlreyi. Ef» hâmamı yaktırmışsındır, değil mi? — Yaktırmaz olur muyum hiç? Her gün ilk işim efendime dua et- mek ise ikinci işim hamamı yak- tırmaktır. Güneş söner, elendimi- zin hamamı sönmez! Şehzade Muradın karakterist zevklerinden biri de hamam eğlen- cesi idi, padişah olduktan sonra şında da hamam vardı. Manisada ise Istanbul gibi son derece geniş bir muhite ve sön derece bol eğ- lence vasıtalara sahip olmadı - ğından, gününün, gecelerinin bü- yük bir kısmını saray hamamında geçirirdi. (1) Şimdi Bafaya da ilk sevgi ni- şanesi olmak üzere bir hamam sa- fası teklif edecekti. Kızın demin- ki sert durumunu unutmuştu, Se- fih bir düşünce ile onu, tanıştık- larının birinei saati içinde, durumuna düşürmek istiyordu sıl garip olan nokta bu çiri lifi, Venedikli güzelin fi vinçle kabul edeceğine inanmasıy» dı. Dediğimiz gibi şehzadelik bu anlıda çok garip kâ- ün etmesine sebep olmuştu. O cümleden olarak her ptıracağına inan mi, kafesli bir kapı ardı olduğu için yabaner gözlere kolay görünmiyen mükellef daire- ye girildiği vakit Bafa, elini şeh- zadenin elinden çekerek bir sedi- re oturuvermiş varlardaki çinileri, re giri, idi. Murat Sultan onun böyle teklifsiz davranmasından, ömründe görmediği birşey oldu. ğu için, hoşlanıyordu. Yan gözle kızın durumunu süzüp gülümsüyor ve uyni zamandâ Raziye hatunla hemen Ulu 'Tanrı sâfayı hatır ver sin, güle güle eğlenin — Iyi ama türkçe bilmi na yıkanıp temizlenmesini, bizim âdetimize göre taranmasmı, ko- kular sürünmesini, giyinip kuşan- masını nasil anlatacağız? Kühya kadın, çapkın bir tel sümle efendisine baktı ve cevap verdi: — Buraya gelen kızların hangi- gibi hiç telâş etmeyiz. Almanca ko- huşana da, rusça söyleyene de, baş- ka dil geveleyene de üç, beş ay İ- ginde türkçe öğretiriz. Bu kızca- ğızı da onlar gibi terbiye ederiz, Efendimizin hizmetine veririz. Za- ten zavallı, kaba büyütülmüş. Ba- kin huzurunuzda nasıl oturuyor? Şehzade kaşlarını hafifçe çattı — Yoo.k, dedi, bu kız halayık lar koğuşuna gitmiyecek, benim dairemde kalacak. Dil ben düşünürüm, hallederim. Ken- disinin oturmasına, kalkmasına da kimse karışmıyacak. Çünkü öyle sözleştik. Onun için sen dadılığa ha- zırlanma. Yalnız şu hamam işini başar K endi elinden geçmeden, ken- di hizmetinde geceler geçir- meden (o bir halayık parçasinm —ne kadar güzel #lursa olsun — şehzade dülresinde yer almasına Raziye hatun bin yıl yaşasa, akıl erdiremezdi. Çünkü ortada kanun vardı, teamül vardı, anane vardi ve bunlar her hangi bir cariyenin gözdelik nimetine erebilmesini bir çok kayda, şarta bağlı bulunduru- yordu. Sonra şehzadelerin, padi- şahların kendi dairelerinde hiç bir kadın, tek başına kalamazdı ve O daireye her gözde, her haseki nö- betle girip çıkabilirdi, halbuki şehi zade Murat, nidügü belirsiz bir kı- zı terbiye ettirmedeh gam, al - mak ve yaninda #liköydüak iStiğör.” du Şi iyatte Abin gürleYessn hasekilerin hakları ve koğuşların- da ikbal güneşinin doğmasını, şeh« 7” zadenin bir kere de kendilerini ok- en kızların istik « i ne olacaktı? iye hatun bir lâhzada bun - ları düşünmekle beraber mütalen yürütmeğe — tabiatiyle — cesa - ret edemedi, yalnız göz ucu ile Bafayı hain hain ısırdı, sonra efen- disine döndü: TAN Ve emir beklemeden Bafaya yaklaştı, sahteliği pek belli bir te- bessümile onu okşadı;" eliyle dı “Benimle beraber gel, mânasinı ifade eden bir takım işaretler yap- mıya koyuldu. Kız, bu basit işa - retleri hemen anlamış olduğu hal- de acele, yahut merak edip Gözlerinde vuzuhla et vardı. O bir çift yeşil züm- dile gelmiş gibiydi. Mura bir çok lerin yazılarından da- hu beliğ olan bu bakışlarin mef - humunu kavradı, gülerek bir tas- dik işareti yaptı, Büfa'da — kaş ları hafifçe ğa kalktı, Raziye hatunun ardına düştü, odadan çıktı. Eşiği © atlar- ken başıni döndürüp prense bak- mış ve onun. hayran , bakışlarla kendini teşyi ettiğini görünce liyle seltim işareti yaparak iltitat- ta bulunmuştu. ühya kadın, şu hamam faslı sratnda kendi kuvvetini, kendi ehemmiyetini genç Vene: liye hissettirmeyi tasarlı tavır almıştı. Hamama gelince yü- zünü Bafaya çevirdi, “Beni takip et,, işaretini tekrarladı ve mermer döşeli (o methalde duralıyarak — kendi aklınca — anlatmıya ko- yuldu: “Ben senden büyüğüm, be- »İ kızdırırsan, seni döverim,, de - mek istiyor ve kızın yavaşça ku- laklarını çekiyordu. Sonra soyünu- lacak yere geçerek kızı, sedire 6- turttu, işaretle tarif etmek suroti- le, soyunmasını teklif etti, Bafa, seşsizdi ve dikkatle etrafını tetkik ediyordu. İçeriden sızıp gelen si- cak hava onun tenine çarçabuk ja- leler siralamıştı. Altın tacının tek leri dibinde de katre kütre inciler peyda oluyordu. Sükütuna rağmen kafası işliyordu. Çünkü Raziye ha- tunun kendisini nasıl bir yere ge- tirdiğini ve soyunmasını teklif et- mekle nasil bir maksat güttüğünü anlamıştı. Yalnız — aldanmamak We Yöpdcaği işte Hataya düşmemek “eter iPireleri Hiine Mal olen (Debâki var) (1) Töpkepi sörayınıı mimari kıy. meti belki yüksek değildir, fakat tez Yİnİ sanat bakımından © sarayda keymedi vardır ve Üç Sultan Murat deinesi ista © nefis kö- şelerin en i idir. İs- tanbulda oturan veyahut İstanbula gelip gider sanat severlerin bu dafre- yi bir değil, bir —vine güzel sanat konüşan bir | alman | o kadar kuvvet görmeleri | yle berabor'/nı 21.4. Edirneye Giden Universiteliler 9 nede geçirmişlerdi. Yukarıda k bir kafile teşkil eden U-|k! resim, gençlerimizin bu seyaha- an Bayramı nden bir intiba: tesbit ediyor, İktısadiyatı Dayanabilecek mi (Başı 5 incide) dünya servetinin yeniden taksimi- ni istemesinin hikmeti budur. nyanın programı © kaynakları o ar , ve karşılaştığı mukavemet dir ki bu yüzden şu mesele çıkıyor: Almanya, altı. na girdiği yük altında ezilmeden ne kadar tahammül edebilir? Bir çok Almanlar, bilhassa yök sek zabitler; Alr ın silâhlan- mak için askeri, manevi ve iktısa- di bütün kaynaklarını âzami dere- cede gerdiğine ve onun için bu si- lâhları dahi kullanamayacak hale geldiğine inanıyorlar. Dış bu iddiayı tekzip ediyor. İktisadi vaziyet karanlık olmakla beraber bir çok adamlar, eskisinden fazla para buluyor, ve iş hayatı mükem mel bir surette işliyor, Net ka- zanç nisbetleri 1932 de yüzde 4,8 olduğu halde 1938 de yüzde 6,4 de yükselmiştir. Korporasyonun ka - zancı 1933 ile 1937 arasında 6 mil- yar marka varmıştır. Fakat totaliter rejimin oadım başında şahsi hürriyeti tazyik eden ingie ainiği hac korkusu to jimin temin ettiği istifadeleri #ıft- ra indirmektedir, Bu huzursuzluk henüz siyasi bir âmil (sayılacak mahiyette değildir. Fakat o milli irmeğe başlamıştır. Bu yüzden rejim, inhitat devrine gir- mektedir. Almanyanm bütür manyanın dahilinde olduğu gibi haricinde de bütün demokrasile - “Yün İpliği Çileleri Ticaret Odası umumi heyeti dün toplanmıştır. Heyet, Yusuf Ziya On- inbilâl eden reis vekilliğine erkez Bankası Istanbul şubesi mü- İdürü Mahmut Nedimi seçmiştir. Pe rakende ölarak satılan yün İplikle- rinin vezin noksanı hakkında yapı- lan şikâyetler özerine odaca hazırla- nan yeni bir karar müzakere ve ka- bul edilmiştir. Bu karara göre: Yün ipliklerinin ambalâjları o muayyen miktarı ihtiva edecektir. Bu miktar beherl yirmi gramlık dört çileyi ha- vi turalar halinde veya seksen gram- hk on turadan ibaret pake' hir linde satılacaktır. Bu miktarlar için nakıs veya zait yüzde üç bir tolerans kabul edilmiştir. Bu iplikleri sata rine kendi markaların ive maralarını bandajların en bir yerine vurmuş olacaklardır. Bu karar 1 Nisan 940 tarihinden itibaren tatbik edilecektir. Bu tari- he kadar göçecek zaman için halkın aldanmaması maksadile atıcılar her en £ paketler Üze- çileye kaç gram olduğunu gösteren etiketleri koymıya mecburdurlar. Bandaj sahibi ve saticı miktarlardan | müştereken mesul tutulacaklardır. | Oda kanununun beşinci maddesi mu ibilere beş liradan yüz liraya kadar ceza verilecektir. A Burdurda Eğirme Burdur (TAN) — Genen köyünün yatılı okulunda mmtaka eğitmenler kursu açılmıştır. 25 eğitmen ve iki İ muallim, masraflarım eltp kursa git- Kas su mek üzere buraya gelmiş! 4 Burdur (TAN; — Vilâyetimiz a- vukatları bir baro teşkil etmişlerdir ——— hitat tereddisine dayanıyor. Fakat bu inançlar, totaliter ekonomisi - Topkapı saraymda yaptırdığı rf ve muhteşem dairenin yanı da- si türkçe bilir ki, Lâkin biz Babil kulesinde kâhyalık edi; — Siz, dedi, istirahat buyurun, ormuşuz < İşi cariyenize bırakın. ereseeeareesesemesesesee Günan Bende mi ss» Yazan: Kerime Nadir Yine günler geçmeğe başlamıştı, Burada da “Da- uriya,, da olduğu gibi, serbest bulunmadığım için, garnizondan her istediğim zaman izin alıp çikamı- yordum. Hürriyetim, ber şeyim gibi “Kansk, da kalmıştı, Yalnız, buradaki başçavuş yumuşak ve kslender bir adamdı. Para şıkırtısına canını teslim ettiği için avucuna bir. kaç ruble sıkıştırıp arada sırada kasa baya yalnızca inebiliyordum.. Hesap ettim; esarete düşeli üç sene olmuştu. De- mek ki tam yirmi dokuz yaşında idim. Gözlerimi kapayıp bu uzun yirmi dokuz yılın veki şündüm. Hayatım ne kadar çok şekil değiştirmiş ve kalıptan kalıba boşalmıştı. Hem bu değişiklikler © derece süratli ve kısa fasılalarla olmuştu ki, kendi kendime hayret ediyordum. Istanbulu özlemiştim.. Yıllardanberi bir haber a- lamadığım ihtiyar halam acaba ne yapıyordu?.. Bü- im eş dost, gezip, yürüdüğüm yerler ne Kalbimin, şüphesiz ki, çok hassas bir tarafı vardı. Sevgim, acılarım, şefkat ve hasret duygularım hep orada ,o hassas tarafta yaşıyordu. Fakat ne yazık ki, diğer tarafların karanlığı o küçük noktayı gölgele- mekte idi. Bir gün, geç vakit, yine çavuşun gözünü boyiyarak kışladan çıktım. Kasabada “Aliof” isminde bir Tatar musilimle dostluk peyda etmiştim. Bu adam beni pek sevdiğini ve her hususta elinden geldiği kadar bana yardım edeceğini temin edip duruyordu. Kaç- mak fikrinde değildim. Fakat o bunun İçin beni teşvik ediyor: — Harbin daha kaç sene süreceği malüm değil, bu garnizonlarda boş yere ömrünüzü çürüteceğinize bir an evvel memleketinize dönmeğe çalışın! TEFRİKA No. 37 yordu, Bu fikri tahlil ederek ağır adımlarla ilerlerken, bir çocuğun bana doğru koşarak geldiğini gördüm. Nefes nefese idi. Elile gözlerini güneşten muhafaza» ya çalışarak: — Affedersiniz zabit efendi, dedi. Ben kışlada bir esir mülâzime mektup görütüyorum.. acaba buna müsaade ederler mi?.. Derhal kalbim çarpmağa başlamıştı. Telâşla — Bu mülüâzimin ismi nedir? dedim — Halük Giray!.. — O halde şansın yardım etti küçük.. Bu aradığın benim! Çocuk evveli inanmadı. Itimatsız bir bakışla beni süzerek: z Türk mi iü. — Evet yavrumlı. Üniformama bakıyordu. Birdenbire, Tatar şivesi» İe ve tükrçe olarak sordu? — Matmazel Lidayı tanır mısınız?, Gülümsedim: — Elbette tanırım. Saçları sarı, gözleri yeşil de- Bil mi Verdiğim bu türkçe cevap üzerine çocuk bana ta- mamile inanarak cebinden küçük bir zarf çıkardı. Aldım ve yırttım. Lida şu kısa mektubu yazıyor» du: “Vefasız sevgilim; Beni haftalarca beklettikten sonra, nihayet haber- sizce kaçmak İstediniz değil mi?.. Mektup yazmayı- şıniza muğber oldüm diyemiyeceğim.. Budalacasına meraka düştüm ve “Dauriya,, ya gidipsizi aradı Lâkin itiraf edeyim ki, arkadaşlarınızdan öğrendi- ğim hakikat beni pek ziyade meyus etti, Büyük bir ıztırapla geri dönüyordum. Bu sirada, bindiğiniz tre- nin tecavüze uğradığı ve bu sebople “Açinsk” garni- zonuna İndiğiniz haberini aldım, Kararımı derhal dedi. Müzimdir kanantindey değiştirmiştim. Ne olursa olsun size koşmak için ha- yatımı vermeğe hazırdım. “Açinsk" kasabasına geleli iki gün oluyor. Fakat size ancak şimdi bunu haber verebiliyorum. Zira yolda soğuk almış ve hastalanmıştım. Halime acıyan bir Tatar ailesi beni evlerine kabul ettiler ve teda” vimle uğraştılar.. Dünyada fenalar çok olduğu gibi iyiler de eksik değil. Halük Bey; bu mektubu getiren çocuk size buluh- duğum evin rehberliğini edecektir.. Gelmenizi dört gözle bekliyorum. Sevgi ve selâmlar... Lida” Hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden çocuğun pe- şine takıldım. Bir çeyrek sonra da Lidanın misafir olduğu küçük eve gelmiştim, Ihtiyar bir Tatarla ka- msi beni karşıladılar ve kısa bir merdivenden çika- Tarak küçük bir odaya aldılar, Lidayı bu odada, bir ot sedirin üstünde yatıyor bulmuştum. Beni görür görmez doğruldu ve hiç çe- kinmeden kollarım boynuma sararak ağlamağa baş- ladı. Ev sahipleri bizi yalnız hırakmışlardı.. Lida yüzü- mü, saçlarımı, gözlerimi durmadan öpüyor ve neles nefese: — Onlara, senin kocam olduğunu söyledim. Hiç korkmalı; Çekinmel, Diyordu, Zamanın, insanları resmileştird. biliyordum. Fakat bu kıza bu derece samimiyet ve lâübalilik ne- reden gelmişti?.. Vücudü ateş içinde idi. Yaşlı gözleri çakmak çal mak bakıyor ve daima halsiz kollarile beni kucakla- mağa uğraştığı halde sayıklar gibi: — Seni seviyorum. Pek çok se sıldıyordu. Aşkın, insan iradesini oyuncak ettiğine bir defa daha şahit olmuştum. Ve yaptığı bu çılgın hareketler için onü mazur görüyordum. Lida biraz sükünet bulduktan sonra beni yanına oturtarak ve ellerimi tutarak sordu: — Karar vermeniz için bıraktığım zamandan isti- fade ettiniz mi?.. Bu elddi sual beni şaşırtmıştı, Fakat derhal kön- dimi toplıyarak cevap verdim” rum... diye fi- re galebe çalmak inancına bağlı - dır, Bu inanç, demokrasilerin in » | hema nin kendi sikleti altında ezilmesi: değildir. Çünkü o zaman sizi bu kadir iyi yeme — Demek ki artık mesut olacağız, öyle mi?.. — Evet! Dalma!.. Lida tekrar kendini kollarım arasına attı ve ba- şini göğsüme koydu. Sarı saçlarından yükselen tatlı ve baygın bir koku beni sarhoş ediyordu. Onu, şüp- he yok ki aldatıyordumi. Fakat o anda içimde uyanan gârip bir zaaf, sözlerimi kendime bile samimi telâkki ettirmek için kifayet etmişti. Bu sırada, akşam olduğu için ev sahipleri bize bir tepsi içinde hazırlanmış çerez nevinden birkaç türlü yemek getirdiler. Yanında bir şişe de siyah şarap vardı. Fakir oldukları halde nâzik ve misafirperver olan şu İnsanların kibar geçinen pek çok zenginlere tercih olunacağını düşünüyordum. Kendilerine te- şekkür ettik ve karşılıklı yemeğe başladık. İkimiz de neşeliydik. Fakat ben, derhal kışlaya dönmek mecburiyetinde olduğumu Lidaya söyleyin- ce yüzü değişti. Elinden lokması bırakarak: Vasıl? Buna dünyada müsade edemem.. daha rü görmeğe doymadım, dedi. ği Uzun bir münakaşadan sonra arzusuna İtaate mecbur kaldım. Buna biraz da kendi hissiyatım yar- dım etmişti yal, .Zira, nankör kalbim bir an için de- işik bir cazibeye yakalahmış, yeni ve taze heye- canlara kapılmıştı. Fazla düşünemezdim. Ayağıma gelmiş. güzel bir fırsatı tekmelemek elimde değildi. Bu bir cinayet te olsa, bilerek, istiyerek yapacaktım. Şarabın verdiği neşe ve gevezelikle Lidaya aşk masalları okumağa başladım. Yalanı pek kolaylıkla söylemeğe alışmış olan İisanım o derece ustalıkla vazifesini görüyordu ki, sözlerime kendim bile ins- pacak gibi oluyordum. Ev sahipleri bizi yalnız bırakarak çoktan çekilmiş- lerdi. Odanin içi küçük bir petrol lâmbasının titrek ışığile aydınlanıyor, alçak bir masanın üstünde İşle- yen saatin tik takı kulaklarımızda tempo tutuyor- du. (Devamı var)