21-4-939 iile, <€ > atti Tefrika No. 21 Artık Yalan Torbası Açılmıştı Damat Ferit İngilizle Ermeniyi Savdıktan Sonra i Şimdide Ahmet Rıza Beye Masal Okumıya Başlamıştı arpte mağlübiyet hiçbir zaman mağlüp dev- let ve milletin, devletler ve mik letler arasındaki şerefini kaybet- mesi demek dğildir ve olamaz da. Galibiyet te, galiplere mağlüp- lerim o mukaddesatını hiçe sayıp çiğnemek, şeref ve onuruna hür- metsizlik etmek hakkını, hiç bir zaman vermez. Fakat, ne yazık ki, bunları düşünemiyecek kadar gu- rura kapılan o zabit, padişahımı- zın yüksek mevki ve şerefine kar- şi gözlerini yumarak, bütün dip- lomatik ve insanlık nezaket kai- delerini unutarak, bize bu yakı- şıksız telep ve tekliflerde bulun- muştur. Fakat bu teşebbüsün küs- tahça bir hareket olduğunu nazik bir lisanla kendisine anlatim. Hükümetiyle (omünasebet tesisi hakkındaki teklifini de, bu gibi meselelerin ancak salâhiyet sahi- bi mümessiller arasında görüşüle- bileceğini o söyliyerek nezaketle reddettim, B nı zabitin işittiğiniz teşebhüs- lerine ismimin de karıştı rılmasından oçok (o kederlendim doğrusu. Şu cihetin bilinmesini bilhassa isterdim ki, hükümetim bana, bu zabitin mensup olduğu hükümetle münasebet tesisi için hususi bir vazife vermiş olsaydı bile, kabul etmez ve derhal red- dederdim. Daha açık söyliyeyim, ben ötedenberi memleketim için şahsen İngiliz siyasetini tercih & denlerdenim. Bilmem artık, İngi- liz dostlarımda hasıl olan kanamte lerin yanlış olduğunu gösterecek kadar açık, kat'i beyanatta bulu - nabildim mi?. amat Feridin bu sözlerini, Mister Hatsonla mösyü Pan- likyan, hiç şüphesiz ki, yalan ok duğunu bile bile dinlemişlerdi. Hattâ inanmış gibi de görünmüş lerdi. Çünkü, bunların müracaat” lari da her hangi bir resmi mahi- yeti haiz değildi. Maksatları bu- lanık suda balık ayvlamaktan baş- ka bir şey değildi. Açıkçası haber aldıkları Halit meselesini bahane tutarak damut paşa İle tanışıp gö- rüşmek, damat paşanın kendi en- trikalarına âlet (o olmasmı temin etmek istemişler, onlar da bu te- şebbüse girişmişlerdi. Bu sebeple Mister Hatson da, işin daha ileri- sine varmamış, verilen izahatın a- radaki anlaşamamazlığı kaldırdı- ğını söyliyerek işi tatlıya bağla - mıştı. Bilhassa damat paşanın İn- giltere hükümeti hakkında izhar ettiği dostluk (o hislerinden pek memnun kaldığını, bu dostluğu İ- lerletmek için sık sık geleceğini de ilâve ederek, çekilip gitmişti. Tabii iki yüzlü ve entrikacı Fe- rit, entrikacı misafirlerini bahçe kapısına kadar uğurlamayı ve bu sırada ümit verici sözlerle gönül- lerini avlamayı da unutmamıştı. Ferit, salona âdeta muzaffer bir kumandan gurur ve azametiyle kurularak girmişti. Ahmet Rıza beye gülmüş ve: — Nasıl monşer, demişti, İyi atlatabildim mi?,. Ahmet Rıza beyde bu yalan ve düzen kahramanına karşı kol larını açmıştı. Artisleri bile hay- ran edecek bir jestle: — Yüz binlerce takdir, tahsin ekselins zetıâlinize. Siyaset ve kiyasetinize hayran bıraktınız ö- gizinizi. Küstah heriflere iyi bir siyaset, muaşeret ve ahlâk dersi verdiniz. o Utançlarından önlerine bakıp kaldılar, Fakat, kapiten Ha- lit hakikaten size bu yolda bir müracaatta bulundu mu?. özleriyle Feridi pohpohla - miş, hem de biraz evvel İ- çinde uyanan şüphe ve tereddü - dü gidermek fırsatını bulmuştu. Ferit artık valan torbasını ac * mış, kıyasıya harcamağa başla - mıştı. Kahkahayla gülerek: — Yok canım, demişti. Ne ge- len var ne giden. Mahsus söyle- dim öyle. Maksadim aralarında a- teşlenen nifaki, rekabeti körükle yip alevlerdirmekti, zannederim, muvaffak ta oldum buna değil mi beyetendi?.. — Hem de fazlssiyle ekselâns. Yalnız neye yalan söyliyeyim, kapiten o Halidi kulunuzdan gizli sarayımza kabul ile görüştüğünü- zü ve keyfiyeti benden sakladığı- nızı sandım da, bir hayli üzül - düm doğrusu. — Günahımı almışsınız mon- şer. Gerçi gelseydi de tabii kabul etmemek nezaketsizliğini yöster- mezdim. Fekat sizi çiğnediği için yuvasını yapmaklar, ona da sel bir ders vermekten çekinmezdim. — Çok teşekkür ederim ekse- lâns. Nasil, Halidin ziyaret arzu- su hakkında şevketmeaba bir şey açabildiniz mi?.. Rica ederim, şu sırnaşık herifin tazyikinden beni kurtarınız paşam. İkide bir geli- yor ve başımın etini yiyor. — Evet, iyi ki hatırlattınız. E- sefle söyliyeyim ki, şevketmeap efendimiz, Halidi pek kabul et - mek niyetinde değiller. Söz ara - sında münasebet düşürüp iki defa arzettim. İkisinde de süküt bu - yurdular. Öyle umuyorum ki, baş mabeyinci Lütfi Simavi bey, Ha- lit için şevketmeabımıza bir şey- ler fısıldamış olacak. u kara haber, oOAhmet Riza beyin çok canım sıkmıştı. Bütün ümitlerini kırmıştı. Çün » kü, bildiğimiz gibi, o da sadrazaım- lağs can atan, vuslat çareleri ari- yan yanık âşıklardandı. Halidin padişahla görüşmesi Ahmet Rıza bey için parlak bir istikbal mese İesiydi. Entrikacı Halit, damat Feride yaptığı gibi âyan reisinin de dudaklarına bir parmak Sada- ret balı sürmüş, o zamandanberi zavallı Ahmet Rıza beyi gece gün- yutkundurmuştu. şlüğü sirada, baş- vekâlete tayininin Fransa hükü - metince iyi (O karşılanacağından bahsetmeyi, İstanbula geldiği va- kit ayrıca General “Franşe Des- pire, ye de söylettirmeyi ona da vaadetmişti. İşte bütün bu vast- ler, günlerce hayalinde yaşattığı ümitli günler suya düşmüş, git - mişti. Gördünüz mü, taliin göster- diği şu nekesliği... Fakat bu kadar ümitsizliğe ka- pılmıya lüzum yoktu hani. İşte, eksik olmasın, damat paşa da bi- raz evvel başvekâlete liyakatinden, kendisini bünkâra hatırlatacağın- dan bahsetmişti ya. Damat paşa- nın bu sözü söylemesinde elbette ki, bir sır ve hikmet vardı. Hiç şüphesiz durup dururken söyle - memişti bu sözü. Kimbilir, belki de hünkârla aralarında kendisi - nin başvekâlete (geçirilmesi için bir bahis te geçmiş olabilirdi. Ahmet Rıza bey zihninden bun- ları geçirirken Ferit te, sanki ke- ramet gösterir gbi — Bununla beraber (ileride, hünkârın keyifli bir zamanını bu- lur yine söylerim. Şimdi pek sı- rası değil bunun. Kabine meselesi daha ehemmiyetli, Hem inşallah bugün yarın bir değişiklik olur du, sadaret makamını şereflendi- rir ve Halidin işini de kendiniz halledersiniz monşer. Malümu â- liniz geceler gebedir. Demiş, âyan resinin yanık yü- reciğini serinleştirmişti. Başvekâlet makamının bu iki rakip âşığı biraz daha güle görü- şe dertleşmiş, öğleden evvel öpü- şe koklaşa ayrılmışlardı. semi özlediği Yıldız sa- rayına kavuşmuş, yerleş - mişti. Ne gariptir ki, o da büyük kardeşi Abdülhamidin çıldırssıya sevdiği, içinde acı ve tatlı bir çok yıllar geçirdiği sıkıntılı, karanlık daireyi beğenmişti. Bir çok geniş, ferah binalara bii dar ve kasvetli yeri tercih etmekle, yaradılışın- daki kabalığını, kara ruhluluğunu açıkça göstermişti. O da Abdül - hamit gibi sadik kul ve köleleriy- Ie, işte Yıldız sarayına kapanıp sinmiş, millet ve memleket sev- gi ve duygularını yüreğinden ta - mamiyle kazıyıp silmişti. Mabe - yin dairesinden ayağını, alâkasını kesmiş, devlet işlerini de yakadın silkmişti. . Bütün fikrini, vaktini ancak hilâfet ve saltanatını kok lamağa, zevk ve şehvetini sağla - mağa, huzur ve rahatını aramağa hasretmişti. Yaver paşa, Âyan reisi Ahmet Riza, has hazinesi müdürü Refik beylerle gizli bir istişare heyeti kurmuş, başına da sevgili eniştesi damat Feridi koymuştu. Lüzum gördükçe bunları harem dairesin- de topluyor, günün işleri üzerine görüşüyor, fikir ve reylerinden is- tifade ediyordu. Esvapçı başı İb- rahim, berberbaşı Mahmut bey - lerle ikinci musahip Mazhar, ü- çüncü musahip Hayrettin ağalar- dan da bir gizli işler servisi mey- dâna getirmiş, bunu da mızıka ve hademei hümayun müdürü kây- makam - Zekinin becerikli eline vermişti. Bunlar da hariçteki 8- damları vasıtasiyle haber ve havadisleri şevketlâ e- fendilerine bildiriyorlardı. Açık - çası kara kulaklık. espiyonluk e- diyorlardı. toplattıkları | (Devamı var) Ben bütün harp senelerinde bt “helâlinden” para kazanmak tek» Hifleriyle çok karşılaşmıştım. He - rif, gözlermiln değiştiğini, bıyık « larımın örperdiğini görünce ürk - tü, Arkasını kesmeden izahat ver- di: — Vallahi demem, o de mek değil beyim, dedi, namusu dairesinde ticaret işi. Sen-yüz elli kayma koy. Ben de o kadar koys- yım. Şuradan incir alslım. o Yol masrafı, navlun falan bana ait, ya nız mal: götürüp satmak senden. Kârı yarı yarıya ortak, İncirin ha- lisini on kuruştan alacağız. Yüka- rı doğru elini pöpene okkasını kır) beşten devredersin. Okka başına şu kadar kâr, masarifi düş, beş yü: lira kazancı al, safayı hatırla ye. — Madem böyle kolay kâr var, dedim, bana niçin pay veriyor « sun? Sen gitsene. — Siz hâlâ zabit sayılırsınız beyim, dedi, vagon bulmakta sı - kıntı çekmezsin, yollarda (senin malını sersefil bırakmazlar. Fer - manını yürütürsün. Zaten Ouzun bir mesele değil. Hat boyunda ma- lı kapışacakler. Parayı cebine ko- yar, çuvalları bagaja verir, hafta- sına dönersin. Harp içinde çayını kahvenin ü- zümü ineirle içildiğini bu sebepten iç Anadoluda bu mataların pahalılı- ğını gözümle görmüştüm. Önümde- ki hesaba akıl erdirip bu ciheti de hatırlayınca tereddüdüm kalmadı. Kazanmak hırsına kapıldım. Zaten terhis tezkerem karargâhta masa- lardan birinin gözünde hap hazır YÜREK ÇARPINTISI Yüreğimiz yıllarca — insanın bütün ömrünce — hiç durmadan işliyen mükemmel bir motör ol- duğu halde, normal olarak işledik- çe, unun işlediği hiç duyulme. Yürek çarpıntısı yüreğin işlediği- nin — tabii yüreğin sahibi tar fından — hissedilmesi demektir. Vâksâ, çarpıntı hissedildiği zaman, yürek hızlı hızlı vurur ama, his- sedilmesi hızlı vurmmasından de- ğildir. Nitekim bazılarının yüreği pek hızlı vurür da yürek sahibi- nin bundan haberi olmaz. Yürek çarpıntısı çok defa tahil bir hâdise sayılabilir, o Her insan bir heyecan karşısında yüreğinin çarptığını duyar, İmtihana girer- ken yüreğinin çarptığını duymu - yan gençler pek azdır... Daha son- ra, biri kız, biri erkek iki genç birbiriyle konuşurken yürekleri - nin çarptığını duymazlarsa, alay ediyorlar, ciddi konuşmuyorlar de- mektir... İnsanın yaşı ilerledikten sonra da — feleğin çemberinden ne kadar çok geçmiş olsa da — yürek çarpınüsı verecek norınal sebepler eksik olmaz.. Normal bir hâdise olan böyle yürek çarpintılarını herkes bilir ve hiç kimse bundan dolayı merak etmez. Fakat yürek çarpıntısı nor- mal bir sebep olmadan da gelir. O zaman İnsan merak eder. Bazi- larının yüreği kendini o kadar çok ve kuvvetle hissettirir ki, korkn- dan bir sıkıntı basar, beniz sara- rır, soğuk soğuk ter gelir, korku- dan bayılanlar bile vardır, Doğrusunu isterseniz, yürek çar- pıntısından o kadar korkmak hak- sızdır. Eskiden, yüreğini hissedem- ler, yürekten hasta değildir, der- lerdi. Bu söz daima ve mutlaka çekenlerin sayısına nisbetle yürekleri gerçekten hasta olanların sayısı pek küçük kalır. Hem de yürek gerçekten hasta o- lunca, çarpıntı o durup dururken gelmez, sonra gelir, bir de yürek çarpıntı- sı ile birlikte az çok nefes darlığı olur, Demek ki, durup dürürken gelen yürek çarpıntısının yanın - da nefes darlığı da olmazsa, onu merak etmeğe bir sebep yoktur. Yürek çarpıntısı sinirliliğin en hur alâmetlerinden biridir. Sinirli olan, yukarıda söylediğim, normal hallerde bile yani heye- can karşısında sinirli olmıyanlar- dan daha çabuk çarpıntı duyar. Kadınlar erkeklerden daha sinirli oldukları için © çarpıntı çekenler arasında kadınlar erkeklerden da- ha ziyadedir. İnsan sinirli olunca, çarpıntıyı meydana çıkaran sebepler de çok olur. Bayanlarda en mühim se- beplerden biri, onların kahvalü- larında çay içmeyi çokça sevme - leridir. Çay insana pek çabuk car- pıntı getirir. Kahvaltıda öyir. Akşam üzeri çaylarında kokteyl içmeyi âdet edinenler de çarpıntı- ya tutulurlar, Fakat kadınlığın tabii halleri de çarpıntıya birer sebep olurlar. O günlerde sinirler duhu zayıf dü - şünce, çarpıntı gelir, o günlerde sancı olursa, çarpıntı artar. Be - yaz akıntı da çarpıntı getiren se- beplerden biridir. Kansız kızlarda çarpıntı çok olur. Kadınlarda çarpıntımn daha çok olmasını tiroit guddesinin onlarda erkeklerdekinden daha kuvevtli işlediğine utfetmelidir. Hatırınızda olsa gerektir, bu gudde kadın ka- rakterlerini veren guddelerden bi- ridir. Pek fazla işlediği vakit mey- dana çıkan hastalığın ilk alâmeti çarpıntı ve yüreğin pek hızlı vur- ması olur, O kadar fazla olmayıp ta çıkardığı hormenlar lüzümun- dan biraz fazla oluncada, belli başlı bir hastalık olmadan sık sık yürek çarpıntısı gelir, Kadınlığın sonbaharında sık sik gelen yürek çarpıntısı da damar. lardaki tansiyonun arttığına ham- etmek zaruridir. az çok bir yorgunluktan | 222732232323233737333232222222>Xe HİKÂYE VAGON TÜCCARI Yazan: Namı Müstear 3332. BELLE LEELELE durduğu için artık zabit te sayıl- mazdım. Binaenaleyh “ticaret ha- yatma atılmakta hiç bir mahzur görmedim. Kendi elimle büyüttüğüm ha'is kan Arap kısrağı gümüşlü eğerile beraber yola çıkmadan satmıştım. İki yüz elli lira kadar param var- dı. Yüz elli kirasını bölük eminine verdim. Üç gün sonra çuvalları va- gona yükledik. Gerisin geriye ha- reket ettim. Navlun son İstasyon olan Eğirdire kadar verilmişti, iz- mir ve Aydın havalisinden ne ka- dar uzaklaşırsam malımı o kader pahalı satacağını kestiriyordum. Dinara kadar müşteri falan ara- madim. Cigaramı içerek köşeme yan geldim. Dinarda “piyasayı bir yoklamak fena olmıyacak diye du- şündüm. Bir kahveye daldım. Aklı başında görünen bir iki efendiye ineirden lâf açacak oldum. — Mal iyi ise, okkast on kuruş- tan, orta ise dokuz kuruştan gi der, demezler mi? Evvelâ ulay €- diyorlar zannettim. Baktım he- rifler ciddi.. Pazara koştum. F&- lâket doğruydu. Bakkallar incirin okkasını perakende on beş kuruşa satıyorlardı. 'Tekrar kahveye dön- düm. Meğer daha ilerde de vaziyet ayni imiş, Eğridirli bir tüccar. — Gayri yollar açıldı, dedi, pi- yasa incire boğuldu. Nafile zah- met etme yüzbaşim, geç kalmışsın. Ne yapacağımı düşünürken ka- ra sakallı bir baba imdadıma ye- tişti, kulağıma eğilerek: — Bir başka çaresi var, dedi, va- gonu trenden çöz. Şuradan sana arabalar bulalım. Tren boyundan içeri gir. Içerde vaziyet değişme- miştir. enize düşen yılana sarılır. Arabacılarla üç aşağı, beş yukarı pazarhk ettim. Çuvalları yüklettim. Bir tanesinin Üstüne de ben kuruldum. Bilmediğim, gör- mediğim bir semte doğru yola çık- tık, Küçük bir kasabada okkası 24 kuruşa müşteri zuhur etti ama üç yüz küsur çuvaldan yalnız bir ta ne aldı. 18 saatlik mesafede büyük bir panayır kurulduğunu oraya gi- dersem malın kapışılacağını söyle- diler, Panayra yetiştik, Çuvalm birini yere devirip bir incir ser- ——. 223222233333 gisi açtım. Karşı kahveye oturdum. Arabacılar terazi olmadığı için müşterilere el yordamile beşer 0- nar kuruşluk incir satmağaı ufak- lık toplamağa giriştiler. Iki çuval da orada tükettik. Yüz elli lira sermayenin üstüne bir de araba parası vermeseydim ipcirle- ri yol boyuna devirip ticaretten vazgeçtcektim. Fakat ne de olsa mal, can yongası, buna elim var» miyor, gönlüm razı olmuyordu. hayet arabacılar da ben de dolaşmaktan bıkıp usandık, Dina- ra döndük. incirleri okkası dokuz , kuruştan devrettim. Arabacılurın hesabım görürken bir de ne baks- yım, arabaların sahibi bana “tren yolundan içeri gir” diye nasihat veren kara sakallı domuz değilmi imiş. Artık hiddetlenmeğe de ta- katim kalmadığı için hiç sesimi çıkarmadan çuval denklerile be- raber trene atladım. Bütün yal bo. yunca hesaba daldım. Tamam sek- sen İlra zararım vardı. Ortağımın nasıl kül olduğunu ise ayrıca dü- şünmeğe mecbur değildim. Hikâyenin bu acıklı noktasında babamı teselli etmek istedim. — Ne yapalım, babacığım, de dim, ticarette kâr etmek te var, zarar etmek tı — Patlama, diye cevap verdi. Sonra öğrendim Ki, bizim bölük e- mini incirlerin okkasını on kuruş- tan değili beş kuruştan almış. Ya- ni hiç sermaye koymadığı hslde sırtımdan tamam otuz beş Hira kâr etmiş. Hem de oturduğu yerde... — Pek âlâ etmiş bölük emini ama, dedim, bir cihet anlaşılmıyor. İncirin fiyatı birdenbire neden düş- müş? Babam bir fincan “ilâç” daha İ- çerek: — Anlaşıldı, tıpatıp bana benzi- yorsun, diye gülümsedi, aklın ti- carete ermiyor. Neden düşecek, Mütareke olunca gümrükler açıl. mış, Avrupalı bir anda memleketi şekere boğmuş, Incirle çay içen kalmayınca, babanın matahına kim metelik verir. İşte benim harp sc nundaki vagon ticaretim böyle ge ti de ahbaplar bu sebepten biz “vagon tüccarı” adını taktı. Göri yorsun ya, pek te haksız değiller HOLANTSE BANK-ÜNİ n.v. ROTTERDAM'da Z4 Nisanda bir şube açılacağını sayın Müşterilerile bütün alâkadarlara bildirmekle bahliyardır Posta Kutusu 249 *— Telgraf Adresi : BANCOLANDA Merkez, Amsterdam ; Şubeler: AMSTERDAM, BUENOS AİRES, CARACAS, HAIFA, STANBUL, MARACAIBO, ORANJESTAD, RO DE JANEİRO, SANTOS, SAO PAULO. 4WILLEMSTAD.,