s a gi sakli b) TURHAN TAN “ Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 19 Bafa Yüzünü Mine Onun Açık Yüzle Yürümiye Başlaması Seyrine Gelen Kalabalığı Güneş Görmüş Çığlara Döndürmüştü Bafa, bir el darbesiyle peçsyi sol omuzuna attı, hafifçe terlemiş olan “Gümüşten beyaz ve gülden yumuşak,, yüzünü o muattar jale- lerile birlikte halka gösterdi. üs- telik bir tebessüm yağmuru için- de o kalabalığı sersemletti, sonra sağına soluna selâm vererek yü - rüdü. Korsanların demir omuzlar rına dayanarak yerlerini uzun da- kikalardanberi muhafaza eden ka- Yabalık, onun açık yüzle yürüme ğe başlaması üzerine güneş gör - müş çığlara döndü, âdeta eridi ve Bafa, kısa bir lâhza içinde tahir- Yana ulaştı, D Caferle, Karakadı onun yüzünü açmasından, halka tebessümler dağıtmasından sinir- lenmişlerdi. Lâkin kalabalığın taz- yikinden ancak bu sayede kurtul. duklarını da gözönünde tuttukla- rından kiza bir şey söylemiyor - lardı. Yalnız somurtuyorlardı. Ba- İa, güzel şallarla süslenmiş olan tahtırevana © binerken, o somurt- kanlığı da gidermek istedi: — Dostlarım, dedi, Venedikte herkesin gördüğü bir çehrenin bu- rada herkese kapalı kalmasi saç- madır. Sizin de benim gibi düşün- düğünüzü sanıyordum. Ve telâşlı bir tavır alarak kor- sanlara sordu: — Cücelerim nerede, onlar mut- laka benim yanımda, dizlerimin dibinde bulunmalıdır. Deli Cafer, isteksizliğine reğmen gülümsedi, tahtırevanın perdesini #ğirak küçük Çapta bir hasır san- dık gösterdi: — Onlar, bu sandığın içinde, Kendilerini açıkta (o getirseydik, 'bir hücuma daha uğrardık. Belki herifcikleri ezdirirdik. Onun için sepeto koyup taşıttık. Biraz sonra kafile hareket etti, Ön korsan atlı olarak tahtireva- nın önünde ve ardında yürüyor. lardı. Manisaya doğru yol aliyor- lardı, Venediği ve Venediklileri bütün Avrupada eşi olmıyan bir güzele sahip olmak zevkinden, sa- adetinden mahrum ve O güzeli Türk yurduna maletmek kaygusu işte, deli Caferle, Karakadıyı — yetmişinden sonra — böyle sıkıntılara düşürüyordu. Onların yeryüzünde kimseden © pervaları ve kimseye sunulacak dilekleri yoktu. Hür bir hayat içinde mert- çe ve pek mesut olarak yaşıyor - Jardı. Fakat her şeyin en güzeli- ni vatanlarına lâyık gördükleri i- çin Bafayı da — Kubat Çavuşun ihtarı üzerine — Türkiyeye yö - türmeğe karar vermişlerdi. Şimdi o kararı yerine getirmek için de at üzerinde seyahat külfetine kat- lanıyorlardı. © Gemiletirii burâkıp karada dolaşıyorlardı. B afa, dizlerine oturtarak ma- sallar söylettiği, taklitler yaptırdığı cücelerin sayesinde za- man ve mekân mefhumlarını unut- muş gibiydi. Lâkin ardı arası ke- silmiyen (o kahkahalarına, sonsuz neşesine ve yolculuk zahmetlerini duymaz görünmesine rağmen göz“ bebeklerinde sık sık bulutlar do- laşıyor ve gün geçtikçe neşesine bir sahtelik rengi bulayıyordu. O, kanatlanıp uçmak ve uça uça baht yolundan taht yoluna geç - mek istiyordu. Bunun imkânsiz- lığını ve mukadder olan hedefe tabtırevan (o katırlarının adımiyle ulaşmaktan başka çare olmadığını düşününce işi kayıtsızlığa vuru - yor, cücelerile oyalanmıya koyu - luyordu. İşte bu suretle (— Kargasekmez Boğazı aşıldı, gök ova geçildi, Ka- rabağa ulaşıldı, nihayet Yamanlar dağı göründü. Manisa o dağın ete- ğinde ve dağdan dökülüp gelen üç ırmağın ortasında sakin ve bahti- yar uzanıyordu. Deli Caferle, Ka- rakadı, atlarının başını şehzade sa- rayına doğru çevirmişlerdi. Doğ- rudan doğruya o devletlâye ko- nuk olmak ve Bafayı hanlarda hal- kın merakına açık tutmamak is- tiyörlardı. Onlar, Türk yurdunda her ka- pıyı kendilerine açtıran bir anah- tar taşıyirlardı: Şöhret!.. Ege, Ak- deniz, Marmara, Karadeniz, Kızıl deniz kıyılarında olduğu gibi Bağ- dada, Viyana yakınlarına kadar uzayan iç ülkede de deli Cafer ve Karakadı adını duymıyan hemen hemen yoktu. Barbarosun adın ölmezleştiren ve onun açtığı yolu genişlelen deniz hamlelerinin ço- Zuna bu iki yiğit Türk te İştirak ettiklerinden kendileri de pek de- rin bir ün almışlardı. Ondan ötü- rü şehzade sarayına pervasız gi- diyorlardı ve şehzadeyi teklifsizce göreceklerinde şüphe etmiyorlar- dı. arayda rastladıkları ilk mu- amele onların ümidine uy- gundu. Kapıcılar güler yüz göster- mişler, kafileyi içeri almışlar, hay- vanlarını ahırlara çekmişler ve korsanlarla cüceleri — yüzü pe- çeli olarak tahtırevandan inen Ba- İayla beraber — bir daireye yer- leştirmişlerdi. Ee Fakat şehzadeyle görüşmek meselesi ortaya konu- luna, bir takim teşrifat başladı ve korsanların sinirleri bozuldu. Misafirlerle meşgul olan memur, nazik olduğu kadar kat'i bir lisan- Ja, ilkin Kadı Üveys veya seyh Şüca? hazretlerinden biriyle gö - rüşmek, şehzadeye © arzolunacak haceti evvelâ onlara anlatmak Jâs zım geldiğini ihtar etmişti. Deli Caferle, karakadı — kısa, bir müzekereden sonra — “şeyi, Şüca' ile görüşmeyi tercih ettikle- rinden konuklar memuru olan zat kendilerini sarayın başka bir dal- resine götürdü, uzun bir gidip ge liş sonunda — terli terli — kor- sanların © yanına gelerek müjde verdi: — Şeyh hazretleri sizi bekliyor! Korsanlar, Afrika Şimalinde yıl larca dolaşmış ve Türk yurduna da oralardan, Arap diyarından si- rayet eden şeyhin #anatinin ne derece revaçta bulunduğunu gö- TAN rüp anlamiş takımdan oldukları için Osmanlı padişahının büyük oğlu yanında baş müşavir gibi bir durum kazanmış olan şeyh Şücar De hissen, ne fikren yadırgamadı- | ler. Herifin elini öperek birer min- | dere iliştiler. o Büyük bir odanın baş köşesine kurularak harıl harıl tesbih çeken şeyhin elleri — san- ki kırk yıl çapa kullanmış gibi — nasırlıydı. Bakışında öbür şeyhler gibi efsünlu bir kudret sezilmi - yordu. Giyimce de garip bir bi- çim taşıyordu. orsanlar, Yanına o gölenlere saygı telkin etmekten ziya- de kahkahalarla gülmek ihtiyacı aşıhyan şeyhin, tuhaf bir adam olduğunu anlamakla beraber ağır davraniyorlardı. Süklüm püklüm oturuyorlardı. o Şeyh Şüca, uzun bir zaman tesbihle meşgul olduk- tan sonra, yüzünü onlara çevirdi: — Hoş geldiniz şehbazlar, dedi, yolculuk nereden?., arakadı, iki elini dizleri üs- tüne koyarak »bir mürit saygasile- cevap verdi: — Venedikten! . Seyh Şucaın gözleri parladı, di- daklarmda geniş bir tebessüm ve şu sözler belirdi: — Demek Devletlü şehzadeye güzel kadifeler, cins cins çuhaler, çeşit çeşit aynalar getirdiniz. Acep beni de hatırlayıp bir şeyler aldı- niz mı?, İçin için lâhavle okumaya baş- kyan Deli Cafer, ağır bir küfür savurmaktan ve £ensizlik et- mekten kendini korumak için tır haklarını avuçlarına batıra durur ken Karakadı dile geldi, vaziyeti anlattı; — Şeyh efendi biz tacir değiliz, korsanız. Venediğe vurgun malları satmak, sağı solu dinleyip işe ya- Tar haberler uğrulamak için uğ- ramıştık. Elçilikte kullanılan K- bat çavuş ta orada idi. Gözümüze hasna, müstesna bir parça ilişti Sanki ayla güneş evlenmiş, bu yav» ru dünyaya gelmiş. Ne yalan söy» liyelim, bu yaşta ağzrmız bir ka- rış açık kaldı. Yalnız biz mi ya Kubatınki de öyle. Eh, serde Türk- lük var. Önümüze böyle bir cen- net kaçağı çıkmış tasalık alık du- çalım hasıl; doğru değildi. Nİ “ekim biz de kendimizi tutamadık, Kubat çavuşla başbaşa verip kzt aşırmayı karalaştırdık. Zaten kız, Korfu adasına gidecekti, Biz de fırsatı kaçırmadık. O yola çikma dan Venediği bıraktık, denizde bir müddet dolaştık, Nihayet onu taşr- yan Venedik kadırgasını yaka- ladık. Şeyh Şuea, büyük bir sırra akıl edirmiş gibi sabırsızlık göstere rek Karakadının sözünü kesti: (Devamı var) KANSER (Başı 7 incide) rübe kanseri husule geliyor. God- ron ziyanın vücude £ girmesinde bazı şuaları beli ediyor ve uzviye- tin 6 noktasında tahribat husulünü mucip olmaktadır. Godron tatbik ettiğim iki ne - batta beş ay zarfında kersef nü - muhesi elde ettiğim halde . ayni müddet zarfında karanlıkta kalan ve Godron tatbik edilmiş nebatta hiç bip şey husule gelmediği müşa- hede edilmiştir. Kanserin tekevvününde en bü yük sebep Radyosyon'nun uzviyet- te husule getirdiği Foto - Manye- tik ve Şimik bir müvazenesizlik neticesi olsa gerektir. B üyük Türk hekimi İbnisina kanseri renkli nebatı men- kularla ve ishal veren ilâçlarla iyi ! | etmeğe uğraşırdı. Renkli menku - ların kana karışıp cilde kadar ve ya künserin bulunduğu * nahiyeye kadar kan tarikiyle gelip Radyas- yon'nun muayyen şualarını belki beli etmesiyle bu görünmeyen tah rişten uzviyeti kurtarmak fikriy « le bu büyük hekimin tavsiyelerini haklı bulanliiriz. Bugün kanseri İyi etmek için bir çok Palliatif (muvakkat) teda- vi usulleri vardır, , Cerrahi radyoterapi, elektro Köovagülasyon, radyoterapi, elek trikle bakma — Byrne usulü gibi bir çok tedavi yolları vardır. Fa - kat en İyi netlee cerrahın biçağın- da olmasına rağmen bu (müthiş dertten cerrahın bıçağı bile muay» yen bir hudut altında esir ve kol- ları bağlı kalmaktadır. Kanser ne sari ve ne de İrsi bir hastalık olmamasma göre beşeri - yetten verdiği kurban gün geçtik- çe fazlalaşmaktadır. Biraz da bu İşi tabil kuvvetle- rin uzviyetteki ince (o bağlılığının ne gibi sebeplerle (o bozulacağı ve bunun neticesi husul bulacak dert- lerin sebeplerini büyüklerim araş- tırsalar bir neticeye varabilecek » lerdir kanaatindeyim... Polis romanları serisi: 2 — — En meşhur polis romanlarınm ikincisi olan KORSAN ÇETESİ Çıktı. Her kitapçıda bulunur. Her on günde bir kitap —— 128 İier kitap tam sayfa| bir romandır. 21-4-939 Amerikadan On Ton Pamuk Tohumu Getirtildi Ankara, 20 (Tan Muhabirinden)— Pamuk ziraatinin (enni bir şekilde makine ile yapılmasını teşvik için Ziraat Vekâleti evvelce mevcut olan- lara munzam olarak bu defa yeniden pamuk omibzerlerinin mübayaasile pamuk müstahsilleri emrine veril mesini kararlaştırmış ve alâkadarla- ra lüzumlu tebligatta bulunmuştur. Bu yıl ziraat vekâletine ait ekme ma- kineleri Seyhan ve Ege bölgelerinde pamuk z#iraatinde kullanılmaktadır. Vekâletin Amerikadan © getirttiği yüksek vasıflı on ton orijinal pamuk tohumu Mersine gelmiştir. Buta dezenfekte edilen tohtmlar, Malat- ya, Sakarya, Nazilli pamuk üretme müesseselerinde teksir edilecektir. | Bu suretle Amerika hükümeti Tür- kiye cümhuriyetine bir cemile ola- rak en yüksek vasıflı tohumların gön derilmesine müsaade etmiş bulun- maktadır. Diğer taraftan Ziraat Ve- kâleti yağmur ve doludan zarar gö- ren Seyhan ve Içel çiftçilerine saf Klevland tevziatından hariç olarak ayrıca taviz suretile 600 ton yerli tohum tevzi etmiş bulunmaktadır. Henüz ihiyacı olanlara tevzinta de- vam olunmaktadır, Bu bölgede ve- 'kâletin tohum tevzlatı bu yıl hemen hemen iki milyon kiloya yaklaşmıştır Yeni Posta ve Telgraf Tayinleri Ankara, 20 (Tan Muhabirinden) — Aksaray merkezi eski şefi Sırrı Istan- bul paket servisi şefliğine, Balıkesir merkezi şefi Tevfik Afyon merkez şefliğine, Çınar merkez şefi Kemal Behisni şefliğine, Arga merkez şefi Zühtü Pötürge şetliğine, Tavşanlı merkez şefi Hüseyin Nazmi muame- lat müdürlüğü memurluğuna, Bursa memurlarından Reşat istanbul me- sul muhasipliği memurluğuna, Tekir- dağ memuru Atıf Kocaeli memurlu- una, Unkapanı eski memuru Cim- coz Erzurum memurluğuna, Sivas orman memuru Sabit posta işleri re- isliği memurluğuna, Pazarcıkta Tev- fik Dincer İslâhiye muhabere “me- | murluğuna, Tekirdağda Mehmet Ali Çorlu muhabere memurluğuna, Be- yoğlu eski memuru Arif Hikmet İs- tanbul posta memurluğuna tayin e- dilmişlerdir. Yeni Meclis Münakası Ankara, 20 (Tan Muhabirinden)— Devlet mahallesinde kurulacak yeni Büyük Millet Meclisi binssı müna- kasaya çıkarılmıştır. Muhsmrnen kıy meti 5779659 lira olarak tesbit edil miştir. Günah >s»* Yazan: Kerime Nadir — Tuhafsın! Ya kimi dinliyorum?. — Kenâi kendini... Bu sırada ormana girerek © ağaçların arasından flerlemeğe başlamıştık. o Arkamızdan vuran güneş, kalın kütükleri pembe bir tozla yaldızlıyordu. Ses- ler dinmiş, akşamın garipliği her tarafa çökmüştü. Uzun bir sessizlikten sonra birdenbire (durarak ve ellerini sikı sıkı tutarak dedim ki: — Sen benim © ruhumdaki ve dimağımdaki ihti- Mâli hiç bir zaman öğrenemiyeceksin.. Zannetme ki, bu ihtilâl yeni, bir kaç gün evvel başlamıştır. Hayır, Nüvid!.. Yillardanberi, seninle nişanlı bu- Tunduğumuz zamanlardanberi varlığım bir ihtilâl devresi geçiriyor... Üzerime ağır vazifeler alınış- tım. Evet!.. Ağır vazifeler. Bunları tamamlıyama- dım... Coşkun hırslarım, nefretlerim, kinlerim, ip- tlâlarım, aşkım... Bütün bunlar, göğsümün altında çarpan küçük et parçasına sığamıyordu... Şiddetle severken şiddetle nefret ediyordum.. oGöz yaşları yerine kahkahalar koparıyordum... Hakikatle yala- nı birbirinden ayıramıyordum.. Neticede, yorgun, bitap, hakir ve düşkün sürünüyor, inliyordum... Be- ni anlamıyordun Nüvid!.. Anlıyamazdın... Çünkü aşkım her şeyden kuvvetliydi. Senin yanında yal- nız seni, yalnız iyiliği düşünüyordum... Fakat son- İn Yine çenelerim kısılmağa başlamıştı. Nüvid beni, hayret ve alâkayla dinliyordu. Bir saniye sustuktan sonra devam ettim: — Senden uzaklaştıktan sonra kendimi bıraktım. Bu suretle süfliyetin, bayağılığın, alçıklığın, ihane- #in derinliklerine gömülerek doğru yollardan ayrıl. dım.. Düşüncelerim beni zehirliyordu.. Yokluğuna dayanamadığım halde sana küfür ediyordum.. Biti- dim yeminler ve yarım kalan vazifem beni kahret- eifeyei. ... Bu ağır yükleri sırtıma verdiği için za- allı eee gürümüş anime durmadan ende mi? TEFRİKA No. 31 *-*-- lânet yağdırıyordum... Bütün bunları sen bilmiyor- dun Nüvid!.. Bilemezdin.. Benim nasıl bir sefil ol- duğumu, kendi kendimden ne derece nefret ettiği- mi, hayatı ve insanları ne kadar tel'in ederek hakir gördüğümü anlıyamazdın.. Nihayet idrâk ettim ki, bana insanlığımı iade edecek, adımlarımı doğru yo- la götürecek, benliğimi fenalıktan çekecek bir ilâç var... Bu ilâç sendin Nüvld!.. o Duyuyor musun?.. Sendin!.. o Evet, sen. Belki üzerimde bu dereceye kadar nüfuzun olabildiğine inanamıyacaksın.. Fakat yalnız inanmak değil, iman et ki, ben sensiz insan- ların en sefili, seninle beraber insanların en yükse- gi oluyorum.. Şüphe yok ki, Allah seni, beni ıslah etmek için yaratmıştır. Eski karımın rengi sapsarıydı. Nişanlı olduğu- muz zamanlardaki sade, bulutsuz (o ruhu, yılların mihnet ve tecrübelerile olgunlaşarak rlaşmış ölacak ki, gözlerime anlıyan, duyan bir bakışla ba- karak cevap verdi: — O kadar çok ve karışık sözler söyledin ki, bun- lardan bir mâna çıkaramadım. Yalnız şu kadarını itiraf edeyim ki, sen benim bilmediğim bir sırrın veyahut gizli bir vaadin ıztırabiyle yaşamaktasın... 'Tahminimde yanılmıyorsam, bu vaat evlenmemize temas ediyor.. Lâkin esasını ve şeklini anlıyamıyo- rum., Bana ettiğin yeminleri tutmadığından mı bah- setmek istiyorsun?.. — Hayır! Sana aşkımın temadisi için ettiğim binlerce yemin tutulmamış değildir. Seni eskisin- den ziyade sevdiğimi pekâlâ biliyorsun... — O halde?... — Yeter Nüvit! Beni kurcalama!.. Iztırabımı deşmel.. Zaten fazla bile söyledim. Itirafımı ileri götüremem... — Peki, maksadın nedir?, * — Her ne olursa olsun bana dönmen!.. Kocan öl- me bile, çel bırakmasa Mi bana döneceğine : iie kat'i söz vermelisin! 'Nüvid cevap vermedi, Gözleri dalarak bir mild- det sustu. Sonra yerde yatan iri bir ağaç gövdesini göstererek: — Biraz oturalım, dedi. Oturduk. — O, eldiveninin düğmeleriyle oynuyor, ben elime geçirdiğim bir ağaç kabuğunu kırıp ufa- lamakla meşgul görünüyordum. Düşünüyorduk. Nihayet, sükütu bozmak lüzumunu bissettim, Gözlerine uzun ve derin bir bakışla baktıktan sonra: — İster misin sana her şeyi anlatayım? Dedim. Artık itiraftan çekinmiyeceğim.. Aramızda gizli hiç bir şey kalmamalıdır... Urkmüş gibi geri çekildi. Memnun görünmiyen, hattâ endişeli bir yüzle: — Buna lüzum yok Halük, dedi. Aramızda gizli şeyler varsın bulunsun!.. Birbirimizin içini görmis yelim daha ii Bu söz beni yaralamıştı. Acı ve müstehzi bir gü- Jümseyişle: — Öyle mi? Dedim. Içimde pek bayağı, pek adi, pek düşkün şeyler bulunduğunu sandığın için ku- laklarını kapamak, beni bundan daha ziyade sefil ve alçak görmek istemiyorsun. Sözümü kesmek için elini uzatarak? — Hayır, hayır, dedi. Ben bambaşka maksatlarla bu sözü söyledim.. Yanlış, hem pek yanlış anlsdın!. — O helde beni dinliyeceksin.. Gayet kısa söy- liyeceğim.. Lâkin ber şeyden evvel bana tamamile inanmanı isterim. Zira bu konuşan ne senin eski kocan Halik, ne de Türk ordusu zabitlerinden mü- lâzım Halük Giraydır.. Bu konuşan benim.. Yani, asil ve necip bir babanin olduğu kadar, diişkün ve sefil bir annenin oğlu!.. Evet.. Bu babanın kemik- leri toprak olduğu halde, bu annenin vücüdü va- tandaşlarının kollarında hırpalanıyor.. HAlâ, hâlâ Nüvlâ elini omuzuma koyarak sarstı: — Neler söylüyorsun Halük?.. Çıldırıyor musun? — Hayır sevgilim. Şuurum tamamiyle yerinde- dir.. Ve bir hakikatten bahsediyorum. o Annemin Rus olduğunu pekâlâ biliyorsun. Ve bana vardığın zaman da bir Rus çocuğu olduğumu biliyordun. Annem memleketine dönerek (o evlenmemiş ve ba- bamla beni mücbbeden terketmemiş olsaydı, onu tel'in edemezdim.. Zira müslüman olmuş ve ailemi- zin bütün âdatına uymuştu. Fakat, mademki, kaçti, hem de bir Rusa kaçtı. O artık düşmüştür. Böyle bir kadının oğlu olmak felâketine uğradığım için bedbaht oldum.. Damarlarımda taşıdığım kandan iğrendim, kendimden nefret ettim... Anlıyor mu- sun Nüvid!.. Işte ilk ve müthiş darbel.. Zaman geç- tikçe kendimi, kendi gözümden o derece düşürdüm Ki, cemiyet içinde mülevves varlığıma hiç bir yeri, hiç bir mesleği, hiç bir mertebeyi lâyık göremez oldum. İşte bu sıralardaydı ki, yavaş yavaş sen beni tedavi ediyordun. Sana aşkım şiddetlendikçe benliğimi unutuyor, farkında (o Olmiyarak iyilikler yapıyor, fehalıktan kaçınıyordum.. Fakat, asıl an- lstmak istediğim mühim nokta, seninle evlenişim- dir.. Ben, seni kendim arzu edip almadım Nüvid!, Gücensen de, darılsan da, doğruyu söyliyeceğim.. Evet.. Ben, seni istemeyi kendim düşünmedim. za- ten düşünemezdim.. Seni sefil varlığıma lâyık gö- rTemezdim... Bana, ölen bir ses yalvardı: “Nüvidi al, onu bahtiyar et!,, Dedi. Söz verdim ve yemin et- tim... Lâkin bu yemini tutamadım!. Seni bahtiyar edemedim... o Senelerce müthiş vicdan azaplarile kivrandım.. Hâlâ da kıvranıyorum.. Fakat ahlettim. Yeminimi bozan hatayı tamir edeceğim... Bir an durdum. Derin bir nefesle göğsümü şişi- terek, biraz ferahlamak İstedim. Sonra devam ettim: — Ben hayatta büyük İlki yemin ettim. Birinci- sini anlattım. Ikincisi, bir intikam meselesidir. Ba- bamin, zavallı babamin İntikamı! Annemi ondan çalanı bulduğum, gördüğüm, tanıdığım yerde, hiç düşünmeden, tereddüt etmeden öldüreceğim. — Ne diyorsun Halük?.. — Evet!.. Birinci yemin yerini bulmadıysa, ikin. elsi muhakkak tutulmalıdır... Nüvid sözlerimin tesiriyle âdeta sersemlemişti. Hiç cevap vermiyor, itiraz veya tasdik O etmiyor, önüne .bakarak düşünüyordu. Ben yine eski bahse dönerek: — Söyle sevgilim. dedim. Bana dönecek misin*.. Uykudan ayılır gibi silkindi. Yüzüme meyus, fa- kat ciddi bir bakışla bakarak: