6 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

6 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 — — -— d YAZAN : TURHAN - TAN <£ Türk Safosunun Hayati TEFRİKA No. 4 Bafa Sevinçle Bağırdı "Buradayım Ekselâns, Huzurunuzda Eğilmek Üzere Hemen Geliyorum,, Dedi ve Misufirleıfi Selâmladı Kendisi Ssofrada iki hemşerisini görürse, elbet memnün olacaktır. Deli Cafer, Karakadinin yüzü- ne baktı ve onün gözle verdiği işaret üzerine şü cevabı verdi: — Çavuş Kabadı tanırız, yaban- eimız değildir. Sizin gibi mayası gülden alınmış, kanına anberler, miskler karıştırılmış bir güzelin TAN bir iş yüklemek reva değildi. Lâ- kin vâadolunan mükâfat Her muh- teris yüreği hoplatacak kadar mü- him olduğundan kadınların hepsi Türk elçisini kafese koymak ve Don Mikez hakkındaki bilgilerini söyletmek için zekâlarını sefer - ber etmekte tereddüt etmemişlr- di. İşart etiğimiz veçhile bu işte muvaffak olan kadının adı altın kitaba yazılacaktı. Bu kitap, va - tanperverlikte en yüksek dereceyi kazananların isimlerini ihtiva et- mekte olup belki yüz yılda tek bir Venedikli adının oraya geçtiği gö- rülebiliyordi (1). Bununla beraber kadınları ilik- lerine kadar heyecan içinde tutan yalnız bu mesele değildi. Ziyafet- te elçiden başka iki Türkün dahia bulunacağı kulaktan kulağa ya - yildığind bu aristokrat Havva yavruları ayakta rüya görmeğe başlamışlardı, annelerini ve büyük annelerini yıllarca — kıvrandıran Türk kokusu hasretinden ©o gece biraz sıyrilabileceklerini umar ol- müşlardi. Çünkü her güzel Ce - nedikli, gece yarılarına, belki de Doktorlarımızin aünelere evlâdlarının 6-4.939 neşvüneması için tavsiye ettiği yegâne Kuvvet, sıhhat, neş'e, enerji, kalori kaynağı hoşlatıcı bir hülya içinde üçüp git- Bafa, yetmiş yaşını aşmış ol » mekteydi. duklarını söylemelerine ve yatak- h kır bıyıklarına rağmen — henüz otuz yaşında imişler gibi çevik ve kıvrak görünen Türklerin elleti- ni sıkarken gözlerini onların göz- leri içinde uzun uzun dolaştırmak- tan yve çelik mahfaza içine kon- muş zanbağı andıran bu sağlara yapılı, bükülmez bilekli, yılmaz yürekli, fakat ince ruhlu adamla- rın özlerine yükselmeğe çalışmak- sabaha kadar sürecek kâbül res « hi yaptığı daveti de kıramayız. Du- mi; dans ve eğlence arasında üç ?'w çenize hem teşekkürlerimizi, hem Türkten birini ağa düşüreceğini 'ı“ ziyafette — hazır bulunacağımızı zannetmekte, bu zehap ile de sar- J) söyliyebilirsiniz! - l (Devamu var) (1) Romanımizda Don Miközin tolü yoktur. Fakat bu adamın Osmanlı tari- hindeki yeri çok büyüktür, Bu sebeple bir Frenk tarihinden ikübas ederek kendisini okuyuücularımıza — tanitmayı gerökli gördük. O tarih şöyle diyor: «Osmanlı silâhlarının ikinci defa olarak Arabistanı fethetmelerinden sonra Sul- tan Selim (Yavuz Selim değil, Sarı Se- lim) veliahtliği zamanındanberi arzu Ni TE, BES -i Ressamı: Münif Fehim Resimlerih her haâkkı mahfuzdur S — di, Osmanlı tahtında vukua gelen değişikliği haber vermek ıçin Ve- nediğe gelmiş görünek bu — Glçi, bir çok ta ihtarlar getirmişti. Hü- ganıgın sık sık tâzeleniyordu. Bunünla beraber şu ziyafet ge- cesinde bir başkâlik ve ö0 müşte « rek hümmada da taptaze bir feve- ——— > tan kendini alamadı. Fakat onun, bakışları her iki Türkün gözleri içinde, engir göklerde âvareleş - miş bir çift güvercine benziyor - sında sersemleşiveriyordu. D uçeler sarayında verilen zi- yafet gerçekten mükemmel- di. Venzdiğir. raslik olduğu canlı ve cansız bütün elmaslar, inci'e:, yakutlar oraldaydı. Yeşil gözier irı, iri züüncütlerle, kızıl dudak- lar en zarif yakullarla o ziyafet gecesi yarışa çıkmış gibiydi. Öy- le boyunlar vardı ki, takındık'arı inci gerdanlıkları birer dizi ter tanesi zannettirmekteydi. Ve gö- renlere o tane lane terleri bayı- la bayıla içmek için yanık bir iş- tiha getirmekteydi. Öyle alınlar vardı ki, taşıdıkları tor katreleri uzaktan eşsiz birer inci gibi görül- mekteydi. y Düça başta olmak üzere bütün siyasi şahsiyetler helecan ve bü- tün kadınlar heyecan içindeydi. Çünkü Türk elçisinin bu ziyafet. ten hoşnut veya nahoşnut çıkma- sı Venediğin müukadderat: üz-tin- de pek büyük tesirter yapabilir- kümet, elinden geidiği kadar kü- çülerek, mümkün o'duğu derece- de dalkavukluk ederek o ihtarları geçiştirmek istiyordu, — Venedik güzellerini de bu maksatla sefer- ber etmiş bulunuyordu. Her dev- let adamı, Türk elçisimin arzusu- na göre oturup kalkmakla, dü - sünüp konuşmakla mükellef ol - duğu gibi saraya getirumış bulu- nan seçme güzeiler de iradelerini elçinin idaresine rarz etmek emri- ni almışlardı. Kadinlar için böyle bir emre lü- zum da yoktu. Çünkü on beş ya- şına henüz girenlerden kırkını çoktan — dolduranlara kadar her "Venedikli dişi Türk elçisinden bir göz busesi, bir dil çimdiği kopara- bilmek şerefi uğrunda bir hayli şey feda etmeğe razıydı. Bu işti « yak, onlarda irsi gibi bir şeydi. Fatih Sultan — Mehmet devrinde Venediğe gelen bir elçi, bütün ka- dın gönüllerinde sönmez yangın- lar yaratmış ve bu yangınlar ne- silden nesile ğgeçerek Venedik ka- dınları için müşterek bir hümma halini almıştı. Her yeni elçi bu gö- nül âteşlerini üç beş gün yelpaze lediği cihetle hümma dediğimiz razem a ran vardi. Çünkü Duçe namina hareket eden memurlar her kas dinin kulağına — perde diplerin- de; kapi âralarında ve koridor * larda — bir vazife fısıldamış!ar ve bü vazifeyi başaran kadin is- minin altın kitabâ — mMmüstesna o- larak — geçirileceğini anlatmış - lardi. Venedik — Cümhürreisiyle has müşavirlerinin vatandaş ka « dinlardah istedikleri şey, Don Mi- kez adlı yahudinin Osmanlı tâhtı- na henüz çıkmış olan İkinci Sul- tan Selim nezdindeki hakiki mev- kiini elçi Kabad Çavuşa söylet - mekten ibaretti. Don Mikezin Ve- nedik aleyhine intrikalar çevirdi- ği İstanbul balyozu — tarafından hemen her gün Duçeye bildirili - yordu. Fakat bu musevi siyaset dalaverecisinin meselâ bir suikas- ta uğratılması halinde padişahın müteessir olup olmıyacağı, mak - tul yahudinin öcünü almak kay - gusuna kapılıp kapılmıyacağı ma- lüm değildi. Venedik güzelleri iş- te bu meçhulü elçinin ağzında ma- lüm yapmak vazifesiyle mükellef tutulmuşlardı. Elçiden gözel bir buse, hafif bir el okşaması, hülyalı bir temas çalmak istiyen kadıncıklara böyle Günah Bendemi? . Yazan: Kerime Nadir TEFRİKA No. 16 nim sefil rut Nasil bir haleti ruhiyenin tesiriyle yerimden fır - fadım bilmiyorum.. Bâşimi kovüktan çıkararak iki kere: — Nöbetçi! Nöbetçi!. Diye bağırdım. Lâkin fırtına o derece müthiş idi ki sesime cevap veren olmadı. Geri dönerek yüzbaşıya: — Haydi çâbuk, dedim. Karanlıktan ve tipiden İsti- fade edin:.. Ve parmağımla işaret &derek ilâve ettim: — Şu istikamete süratle gidin.. Zaten hudüttayız.. Bir saat sürmez karargâhınıza vasıl olursunuz... Yüzbaşı süratle kaputunu giyindi. Ellerimi öperek teşekkür etti ve kovuktan çıkıp gösterdiğim cihete doğru koşarak gecenin karanlığına karıştı, kayböoldu.. Şuurum uüyuüşük bir halde idi. Yaptığim şeyin vas h ini idrak edemed lduğum yerde mıhlanmış kalmıştım. Nederece sefil ve düşkün bir ruh taşıyordum ya Tabbi!.. Bir köşeye büzüldüm ve uykuyü taklit ederek kâ- buslu düşüncelere daldım... * . * * * * L Ertesi sabah esirin firarı anlaşıldığı zaman bölük birbirine girmişti Nöbetçileri şiddetle tekdir ettim. Dikkatsiz bulundukları ve vazifelerini ihmal ettik- leri için bağırdım çağırdım. Lâkin bütün bu ses- lerin akisleri ruhumun çiplaklığı — içinde çın çın ötüyordu. Bütün bu hücumları — nefsimden baska hiç kimseye yapmıyordum.. Birkaç gün süren mevzii muhârebelerden sSonra düşman imdat kuvvetleri alarak tekrar taarruza geç. ti. Kıtaatımız icin geri cekilmekten başska çare kalmamıştı. Lâkin bizim tabur dündar (1) vazifesini görmek emrini almıştı. Bülunduğumuz “Zivin” mevkiini son neferimize kadar müdafaa etmek mecburiyetinde i- dik. Üzerimize ateş yağıyordu. Verdiğimiz zayiat tüyler ürpertecek derecede ziyade idi. Lâkin ricat etmek; yani emir neferlerinin getirdikleri tahriri emirlere itaatsizlik imkân haricinde bulunuyordu, Düşman istihkâmlarını “Kötek” civarındaki sirt- lara kurmuş, durmadan siperlerimize gülle yağdırı- yor ve bu suretle bizi tamamiyle imha etmeğe karar vermiş görünüyordu. — , Gerek maddi gerek manevi çektiğim bunca işken- ce ve meşakkat, kalbimi delip geçecek bir serseri kur- sunlâ nihayete erebilirdi. Bir tek kurşun! Yahut bü: tün varlığımı uçuracak bir obüs; bir şrapnell.. Ben buna mühtaçtım. Fakat garip şey!. Ölüm bahâ yaklaşmadığı gibi ben de onu istemiyordum.. Yaşa: mak, daha çok yaşamak için çırpınıyordum. Evet, yaşamam lâzımdı. Babamın intikamını âl « mak için yaşayacaktım. Bunları düşünürken gözleri- min önüne yarı karanlık bir oda geliyordu. Beyaz ör- tüler arasında can çekişen bir hasta ve dimağimda hâlâ akislerini duyduğum yalvarışlar... İki vasiyeti yerine getirmek için ettiğim büyük ye- min vicdanıma ağır bir yük gibi abanmakta idi. “Al: lahim bunlardan birini yerine getiremediğim için; ya- hut getirdikten sonra tekrar mahvettiğim için beni affet!” Diye inliyordum. Lâkin diğeri.. Onu yapaca- ğıma dair içimde bir kanaat vardı. Çünkü birincisi insanlığa yakışan dürüst, temiz bir vazife idi. Bu be- etmekte olduğu Kıbrit meselesile uğ- raşmıya fırsat buüldü. Ona bu işi telkin eden bir Yahudidir ki birkaç vezirden ziyade nüfuza, kudrete malik olmuştur,. Jozeft Nasi denilen bu adam Portekiz- de doğdu ve orada Don Mikez âdile ya- şadi. Görünüşte Hıristaiyan olan ta- kımdandı. Kanunt Süleyman devrinde İstanbula geldi, hem zengin, hem gü- zel bir Yahudi kızına âşık oldu, bu mü- nasebetle yalandan taşıdığı Hiristiyan dinini Bırakti, yeniden Müseviliğe gir- di, Sonra kıymetli taşlar takdim etmek, Öödünç para vermek, nefis şaraplar sun- mak sür&tile Veliaht Selimin teveccü- hünü kazandı vâ bu teveccühten istifa- de ederek veliahdi Kıbrısın fethi ta- savvuruna alıştırmıya başladı. Bü yol- da © kadar muvaffak oldu ki bir gün fazlaca Kıbrıs şarabı içmiş olan Selim, - eski dinine dönelidenberi Jozef Nasi adini almış olan - nedimini kucaklıya- rak «Ben padişah olursam seh de Kib- rıs kralı olacaksın» dedi. Sarhoşça ve- rilen bu söze Jozef Nasi pek kıymet verdi ve hemen evine «Kıbris Kralı Jo- temizlik ve luk prensi 'HASAN müstahzaratı gibi HASAN ÖZLÜ UNLARI da tabiatım yarattığı gibi saf unların özlerinden fenni bir Türkiyenin her yerinde tutulmuş bir çocuk gıdasıdır. Saflık, | ine day bütün surette yapılmıştır. zef» kitâbesini ve Kibrıs armasını astı. Selim, Kâanuni Süleymandan sönra padişah olünca Jozef Nasiyi servete boğdu, birçok malikâneler verdi ve ni- hâyet onun zorile Kıbrıs üzerine sefer açarak Âdayi Venediklilerden zaptet- ti Lâkin Sadrfzam Sokullunun engel- Hiği yüzünden Jozefi adayâ kral yapa- madı.» Şu hale göre Venedik devlet ricali- nin Don Mikezd kuşkul l yerinde bir hareket olarak kabul et- mek lâzım gelir. M.T.T. İkincisi ise tam hareı ol d karakterimin vasıflarına üygündü. Şerefli bir koca olamıyan Halük, pekâlâ şerefsiz bir katil olabilirdi...Lâkin garip bir itiyat edinmiştim. İkide bir Nüvidin mektübunü çıkarıp okuüyör ve bu silik satırları öpüp kokladiktan sonra tekrâr cebime yerleştiriyordum, Bu yaptiğım şeyin manasını idrak- ten bile âcizdim. Bir zevki tabiiye tâbi oluyordum, ö kadar... Bir kere yinö ayni şeyi tekrarlarken kâğıda kir « mızi birşey bulaştı. Ter içinde kâlan yüzümü elimin tersile sıvayınca parmaklarımın kana boyandığıni gördüm. Galiba yüzümde bir yara vardı.:. Bir yara!.. Gülmek istiyordum. Fakat yüzüm bü hassayı kaybetmiş gibi ktmildamiyor, yahut kımılda- dığını, hassasiyeti kalmamiış olân sinirlerim sınırırma nakletmiyordu. Ç b * D D ğ * D D * K * * * # * Taburun mevcüdunü saydim. Tam dört zabit ve on dokuz nefer.... Bu yekün, bin kişiden kalmıştı... Bundan fazla mukavemet, imkân haricinde idi. Za- ten düşman o derece yaklaşmiştı ki, seslerini duyu- yorduk. Çaresiz esir düşecektik. Biraz sonra; diz boyu kar içinde; “Horra! Horra!,, Diye bağırarak üzerimize koşan bir sürü asker gö - ründü. Bunlar uzün kaputlu, beyaz kalpaklı ve dev gibi iri adamlardı. Derhal silâhlarimizı kırarak birer tarafa fırlattık. Üç zabit arkadaşımdan Sivaslı Nüman küfürler savu- ruyor ve: — Beyaz ayılar!.. Kahrolsünlar!. Diy&e bağıriyördü. Hücum eden kıtanın bölük zabitanı yanlarinda bir Türk Ermenisi tercümanla birlikte yanimiza geldi - ler. Üzerimizde bul dürbün kurşun ve- saire ne varsa aldilar. Ben Rusça bildiğimi belli etmiyordum. Tercüma « nın delâletile konüşuyorduk. Önühe katildığımız bir müfreze bizi “Issısu” köyü istikâmetine götürmeğe başladı. Akşam &ezanında “Kötek” civarinda bülunan Rus Kazak alayı kumandanının yanına vasıl olmuş FW EVROZİN Baş, Diş, Nezle, Grip;, Romatizma Nevralji, kirıklık, ve bütün ağrilarınızi derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. bulunuyorduk. Kumandan büyük bir kayanın dibine otürmüştü. Yanında telefon makinesi, önünde bir ateş yığını ve bu ateşin üstünde bir çay güğümü vardı. Selâm verdik ve neferler köyde olmak üzere dört Zzabit ateşin etrafına sıralandık. Kumahndan güler yüzlü bir adamdı. Bize derhal çay iktam etti. Ve tercümanın delâletile kıtamızı sordu. Bu sualin cevabi biraz yüz kızartıcı idi. Yirmi üç ki: şiden mürekköp bir tabur olduğumuzu söylersek he- rif bize kahkahalarla gülecekti. Ben derhal doğrulas rak: — Biz bir keşif koluyuz, dedim. — Umarım ki 99 uncü alaydansınız... Birbirimize bakıştık. Kumandah gülerek dedi ki: — Hayret ettiniz değil mi?.. Fakat biz her cephe- de 99 uncü alayın harp ettiğini gördük.. Alayınız cidden şayanı hayret bir müvaffakiyet gösteriyor.. tebrik ederim... Bu mânasız takdirler bana gülünç görünüyor. Ar- kadaşlarım zaten hiç bir şey anlamadilar.. Geceyi hudut üzerindeki köyde geçireceğimizi öğ- Tenmiştik. Lâkin o göce yilbâşı gecesiydi. Arkadaş- larıma: — Bu herifler her halde bir eğlenti tertip eder- ler.. dedim. Tah ştim. Çünkü köye girer girmez esir zabitanı âyırdılar ve köy içinde iki katlı ahşap bir eve götürdüler, Burada zabitan kendi aralarında eğleneceklerdi. Türlü içkiler ve mezelerle süslenmiş büyük bir sof« ranın etrafına toplandık. K dandan başka sekiz tana Rüs zabiti vardi. Yiyip içmeğe başladık. (Devamı var) de yanıl (1) Askeri kıtaların en sonunda kaları " kısmı. TASHİH! Evvelki gün Çıkân tefrikanın on döküzun- cu satırındaki amahrem» kelimesi yanlışlıkla başka bir şekilde çıkmış ve  b Bu yan- lışlığı tashih eder, itizar ederiz,

Bu sayıdan diğer sayfalar: