22 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

22 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

, iletim ve yurdum kurtul « Yeriniyordum. Çünkü, bah- kay yan kader beni yurda İh , UĞumu yapmaktan mah - Mmıştı. Bana o şerefi çok İşt. N ayet, Refet paşanın İstan- MİR yaş e Bİdiş ve girişi, milli za- Bah, © dünyaya karşı yapılan | enliği, milli bâkimi- Büy delili olmuştu. İşte ben diğ » hayatımın mütemadi tag İle göçen sahifelerini An- ârtık ebediyen kapatmış, bir hâtıra olmak üzere z bi arzusunu gösteren Dilâ- tay, 4 balli salonunun duvarı- İn pm. Ankaradan ayrilıyor- İh, |. Yüklerim beri yine İstan- in. Küdar taharri dairesinin Yay Urluğuna tayin etmişti. N makamında, İstanbul Se tarihinin gerçekten şanlı tk İl bir siması, milli idare- mop Pülde ilk vekil valisi olan Esat paşanın içleri bile z i, çok tatlı sözleri ga - Sy, > Gönlümü şenlendirmişti. — en; Ni Slâhmz gibi keskin ve $ Köy Suğunu umduğum zekâ - İstifade etmek isterim, el- Maş, İki gün istirahat ettikten İn, #eliniz bana, bazı mah- | Bap ileler vereceğim. iye Ve iltifatiyle de şereflen- İş beni, | n sonra Esat Paşanın | MN dak ydum. Bir idare âmirin- AR ziyade “bir kümundan | Yi Ve kat'iyeti ile emirlerini “hi, ©tekrir ettirdi: Aldığım 4 m şuydu; Sea düşman zabitlerinin sivil N zi, #ehzade saray ve köşkleri» tiz, İP çıktıkları haber verilmek- a, #Ydarpaşada ( İbrahimağa kle bulunan Ziyaattin, Ki nda Ömer Hilmi, Üs - limanında Selim ec yahları, şehzadelerin Pa airlerin küşkulandırılmı - Hizag bir şekilde gözlenecek ve çeş lerin vaziyet ve meşguli - n kında malümat alınmı- alacak, ipa liğe, başlamıştım artık. İcap malı vererek memurları dan Bir arabaya atlıyarak Kiiy, SPaşada, İbrahimağa mahal- Mdim. Maksadım, şehzade Sin köşkünü uzaktan tet- târassut etmekti. Muhit ve Main tayin ettiğin Tİ iy, ve da bulunan © memurları iç tan sonra | İbrahimağa la olu karşısındaki balı- Öd, eye girdim, kendime, şeh- ig plarını pek eskidenbe- İlgi, Sim bir kaç horoz döğüştü- kay yn toplandıkları masaya | İF yer intihap © ettim ve » Gerçi, insanların birbir- ace dinlerneleri, gözlemeleri, İki, £7İ çök ayıp ve ahlâka pek ğin, Bİr harekettir amma mes - * Yazifenin icaplarına uy - y, yle polislere mübah ol- Teen bildiğim için, oturduğum. kulaklarımı verdim onlara. pi EE Yin Saat içinde hafızama, Shay iğmiyacak kadar © haber Mer Bir zamanlar, devletlü hazeratı diye (milletin ni > ie ortak edilen bu ahlâklardan bir tanesi, ld devletlü Ziyaattin efendi in Bee şe. rel? - * Döğüş horozu mübade- aievet, bu efendi hazretleri, in şarz döğüşçülüğü âle - hatırlı, emekli ve me- ley, âmilerindendir. Fakir bir İs yal *V edinebileceği büyüklük” Mika lirdığı müteaddit kümesle- ley nün döğüş yıldızları ir nice nice horozları vat- Ky, “ndi hazretleri yalnız bu ka- © “hlivantarı değil, antren - inek LE LİNE manlarına bakan mütehassısları da besler ve bakar. Ayni zaman- da göz hekimi olan şehzade hoto- za ve horozluğa Git işlerde pek halkçıdır. Biraz da alçak gönül - lüdür. Horazcular grupundan edin- diğim haberlerden bir kısmı, Mey rutiyetin ilk günlerinde, pederi » nin Osmanlı tahtına oturtulduğu zamandanberi tanıdığım şehzade- yi, ziyaret etmeğe bayağı beni teş- vik etmişti. ir çeyrek saat sonra, köşkün küçük bir çiftlik denilecek kadar geniş olan bahçesinde, üze- ri ile etrafı yıllanmış ihlamur ağaçlarile çevrilmiş ve kübbelen- miş tabii bir kameriyenin içinde ve efendi hezretlerinin meclisin - deydim. Meraklıların çerçeveledi- öl bir dairenin ortasında, başları kana boyunmuış, kanatları ile gü - ğüs tüyleri kanla beneklenmiş iki Hint horozu vardı. İkisi dö, upkı güreşmekten yorulup usandıkları halde meydanı birakmıyan bir çit pehlivana benziyorlardı. Birbir - lerine yamanmışlar soluyup duru- yorleçdı. Başta şehzade olmak üze- ze bütün hazır bulunanların elle ri şakaklarında, © çenelerindeydi. Bir kısmının keyiften yüzleri yü- Tüyor, gözleri süzülüyordu. Diğer bir kisminin da kederden gözleri büyüyor, göğüsleri kalkıp iniyor- du. Bütün gözler horozlarda, kim- sede ses yok... Arasıra, horozların birbirlerine saldırışları, gaga ve mahmuz dar- belerile sarsılış ve — sallanışları meraklıları da harekete getiriyor- du. Onlar da titreşiyor, depreşi - yorlardı. Yarım saat daha süren bu heyecanlı ve meraklı güreş, her vakit olduğu gibi, şehzade ve taraftarlarının bahsi kaybetmesile neticelenmişti. Bu srada cüzdan - lar da açılmış, bir hayli paralar elden ele geçerek yer ve sahip de- giştirmişti. Bahiste bir hayli para kaybot- | mek ve günün şampiyonu olan horozu da ele geçirmek için yük- lü bir para ödemekle gözü açılan | şehzade, nihayet beni görebilmiş- &i. Eski ve saadetli günlerini ha - tırlatan şahsiyetime karşı büyük bir İltifat ta göstermişti. Mutadı olan Mübaliliğiyle ba - fırarak ayağa kalkmış, sıktığı eli- mi uzun uzun sarsmışlı ve: — Beni hatırladığına çok mem- nun oldum Sadık Baba. Diyerek, kameriyenin Çamlıca- ya bakan köşesine çekmiş ve üzer- leri ipek işlemeli beyaz örtülerle kaplı hasır takımının geniş, koltu- ğuna yerleştirmişti beni. Bir kaç dakika sonra, efendinin varlığın - dan bir kısmını koparan horos - cular dağılmış, sarayın bey, ağa denilen müstahdemleri de yanı mızdan uzaklaşmışlardı. Biraz ha- valardan, eski günlerden babest- tikten sonra, sözü Milli Mücade- leye intikal ettirmiş, ve gösterdi- gi ısrarlı arzular üzerine anlat - tığın kahramanlık merkibelerini, Türk kamaset ve şecaatinin yarat- bğı harikaları büyük bir alâka ve dikkatle dinlemişti. Ben biraz da onu söyletmek, son müuzalleriyetin kendisinde ve hanedan âzası üzerinde bıraktığı | tesirleri, uyandırdığı fikirleri öğ- renmek istiyordum. İstanbulun vaziyetinden bahsettim, sustu iş galeilerden söz açtım somurttu. Vahdettin lâkırdısı başını öne eğ- dirtti. Biraderi Ömer Hilmi efen- dinin hal ve vaziyetini sordum. Kısaca: “Çoktarberi (o gördüğüm yok,, cevabım verdi. Bir türlü söy- lemiyor, daha doğrusu bu mev - zulara temas etmekten kaçınıyor- du. Bu karşılıklı vaziyet ve gö - rüşmemiz, sizde, . hiç şüphe yok ki, iki canbazın bir ipte oynadığı gibi bir fikir ve kanaat hasıl ede- cek, Halbuki, muhatabımda ne bir Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 123 Tekrar Polisliğe Başlamıştım zade ZiyaeHtin Ef. Horoz Dövüştürmiye Meraklı 1 Evinde Birçok Cins Horoz ve Horozcu Besliyordu canbaz zihniyet ve kabiliyeti, ne de, bir hokkabaz zekü ve kudreti kalmıştı. O sarsıla sarsıla kökü, kuvves aldığı topraktan sökül - meğe yüz tutmuş bir ağaç gibi sallanan, devrilmemek için daya- hacak bir desteğe muhtaç kalan bir agaç vaziyetindeydi. Anlattık- Jarımdan acı duyduğu besbelliydi. Mevzuu hemen değiştirdim. Pek hoşlandığını, aşırı derecede düş- künlüğünü bildiğim çapkınlıktan, kadınlardan (o bahsettim. Nafile, Söyletmek kabil değildi onu. Eski Şataret ve şakraklığı kalmamıştı. Belli ki, bizi, milleti sevindiren hâdiseler onu küstürmüştü. Ümüz- ierini kırmış, gönlü gibi istikba - lini de körletmişti. Herkesi ve her yeri o güldüren, şenlendiren şeylerle onun gözleri arasında kalınca bir matem tülü gerilmişti ve bunun için her şeyi kendi hesap ve menfaatine kara ve karanlık görüyordu. Yalnız o mu?.. Hanedanın kadın, erkek diğer âzaları da böyleydi. Mili zaferimizin tabii icabatı ve hele Milli hâkimiyetin tecelli etmek üzere bulunan neticeleri karşısın- da titriyen o Vahdettinin, haneda- nın bir kısmına karşı, yüzünü bo- yayacağı ihanet boyasının ve sı - ğınacağı devlet bandırasının renk- lerini bile belli ettiği söyleniyor- du. Onun, sığındığı hükümetin hi- mayesi ve Osmanlı padişahlığı na- mı altında, merkezi İstanbulda olmak üzere bir hükümet, bükü - met te değil de, İtalyada olduğu gibi Papanın vaziyetine benzer bir mevcudiyete bile razı olacak ka - dar alçaldığından bahsolunuyor - du. (Devamı var) TAŞ HASTALIĞINDA PERHİZ Böbrekte sane yaptıktan sonra düşen taşm terkibi anlaşılmea, İş yalnız taşa sebep olan maddeden sakınmaktan İbaret kalsaydi, bu hastalığa karsı perhiz de kolay o- lurdu. Filân yemekte azot, bir di- ğerinde asit oksalit var, berikinde fosfat; buna göre ondan yememek kabil olurdu. Fakat İdrarın ekşilik ve kalevi- Hik derecesini bilmek de lâzım. Bu- nu her gün, yahut sik sık anlamak hastahanelerde kabil olsa bile — taş hastalığınm sancısı geçtikten sonra yatmağa bir sebep kalmadı- #mdan— insan işine gücüne devam ederken böyle sık sık İdrarı mua- yene ettirmek güç bir şey olur. Ondan haska da taşın hir cinsine göre ekşilik dereresini sorunca, bu sefer öteki türlüsü hasıl olabilir. İnsan birinden sakinayım derken, taşın öteki türlüsüne tutulur. O - nun İçin taşların her türlüsünden koruyabilecek toptan bir perhiz usulünü tutmak zaruri olur. Yal- Diz idrarlarmın ekşilik derecesini pek merak edenler için söyliyeyim ki etle ekmek. Yumurta akı ve pey- nirler vücudun ve idrarın eksisini arttırırlar, yemişler de vücudu ka- levi yapmağa yararlar, yani eksi- Miği azaltırlar... O kadar İnce me- raklı olmıyanlar için de: Etlerden, koyun, tavuk ve sığır etlerindes raz yemekte zarar ol- maz. Kuzu, dana etleriyle karaci- ğer, böbrek, beyin, et usaresi, bir de paça, İşkembe, tuzlanmış etler eksiliği çok arttırırlar, bunlardan sakınmak lâzımdır. Balıklardan yalnız tatlı su ba - lıkları, onları da hulahilirseniz, dokunmaz, Deniz balıkları, hele yağlı olanlar zararlı olur. Yumurta ile süt, fosfatlı olduğu iyice anlaşılan taşlardan başkasın» da zarar vermezler, zaten o türlü. sünde de en büyük sehep mikrop- lu hastalikter, Yoğurdun ancak çok ekşişinden sakinmak © lâzrmdir. peynirle rde pek katı olmayınca, vücudda ve idrarda hafif bir ek- şilik temin ederek sebzelerin getir- dikleri fazla kaleviliğe karşı ko - BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli 1234567159 SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAŞI: 1 — Asker yemek kab, 2 — Bir harf e Bir kuş © Bir kart, 3 — Güneş değil © Bâki değil g Şıri edatı, 4 — Üztüne ölederi konur g Sevgili. 5 — Fasla © Bir müzik Wbiri © Alış 6 — Bir vilâyet « İçilir © Pokerde adı geçer, 7 — Baş kaldıran © Ecdet 8 — Sız g Bayunda bulunur © Zaman. 9 — Bir sesli harf © Yemekle beraber yenir g Bir sesli harf. 10 — Birinci sıranın ayni İzmitte Belediye İntihabatı Izmit, ('TAN) — Devlet şürasınca ibtaline karar verilen belediye seçi- minin yenilenmesi hazırlıkları başla. mış, eski ve daha eski belediye he- yetleri kendilerine taraftar toplamak için faaliyete geçmişlerdir. Halktan mürekkep bir heyet, bita- raf zevalı intihap edilmiş görmek ar- zularını valiye arzetmişlerdir. yarlar. Ekmekten mümkün olduğu ka- dar az, pilâvdan da öyle, Fakat patatesle makarnanın do- kunmasına sebep yoktur, sebze lerin işi biraz karışıktır, Tazele- rinden İspanakta, taze fasulyede, kerevizde, patlıcanda, pancarda, terede asit oksalik vardır. hele kuzukulağındaki eskidenberi pek , meşhurdur. Kurularından merci. mekte ve bezelyede azot çoktur, | bu da asit ürik yapar, Onun için | bunların hepsi yasaktır. Bundan sonra da sebze olarak çok bir şey | bulabilirseniz... Yalnız domates eskiden çok asit ürik verir, diye mahküm edildiği halde, sonradan yeni tahliller üzerine, bernet ka- zanmıştır. Onun da vitaminlerin. den başka besliyecek bir tarafını bulursanız... Yemişlerden çoğu iyidir, vücu- dün ekşiliğini azaltır, kalevilik verirler, Onun için böbrek taşla- rina ve onunla birlikte asit ürik fazlalığından gelen dahn başka türlü hastalıklara karsı limonla, mevsiminde çilekle, üzümle ve el- ma İle fedavi tavsiye ederler, Fa- kat armutla erikte, incirle, frenk üzümilnde bir de salatalık hıyarda asit oksalik çokca bulunduğundan bunlar, taşın cinsine göre, yasak olur, Kahve ile çay pek az ve pek ha- fif olmak şartile, Kakao yasaktır. a yemekler de büsbütün ya- sak. Bol bol su. Elma şarabı bizim memlekette yapılmaz ama, taşları eritmekle meşhurdur. Üzüm şara- bi ve bira dokunur... Perhizden sonra beden müma- resesi taş eritmeğe çok iyi gelir. Fakat yorulmamak ve sarsılma» mak şartile, Bir atmız olup ta sa- bahları onun üzerinde bir saat ka- dar gezebilirseniz en İyi mümarese olur. Atı olmıyanlar da gene sa- bahları yarım saat kadar, çok ter- lemeden, yorulmadan yaya gezer- ler, Bu hastalıkta terlemek iyi bir bd değiklir, vücudün suyu aza- 00000000400000006 HIKAYE Gündüzü Yazan : Me bahsetmiyorum. Onları binlerce çığrış ve sırpınışlariyle | kıyılarda görürüz ve görmesini de severiz. Fakat o bildiğimiz martılardan daha bü. yük, ve kanatları daha uzun bir açık deniz martisi vardır. Onlara Akdenizde Miho derler, Işte on." lardan bahsetmek istiyorum. San- ki kuş değildir de, kanada binmiş bir köpük parçası, bir ıssızlık hu. lâsası; bir engin ve hava parçası. dır. Denizin o hurlıyan uçurumla- rını, koca dalgalar tepetakla dön- müş Niyagara şelâleleri gibi tır. manırken, onlara gün doğdu de- mektir. Çünkü o zaman fırtınayı ve karabulutları tâ aşağıda bira. kırlar, Insanın hayaline veleh ve- recek yüksekliklere çıkarlar, gö- ğün koynunda küçücük bir mavi nokta olurlar, O nokta çıkar çıkar da mavilerde erir. Ve acip kuş ma- viler sahrasında, süküt ve sükünet içinde yapayalnız kalır, Fırtınasız açık havada, başka bir âlemden geliyormuş gibi ara sira, uzak bir çağırış duyulur. İnsan acaba gök mavileri dile mi geldi diye etrafı- na bakınır. Halbuki öten denizin kartalıdır. Bu fırtmalar imparato- Tunun İvzi kasırgayı geçer. Rakibi ancak şimşektir. Denizlerin ve na- mütenabilerin bu lâkayıt seyircisi, karaların kartalı gibi yırtıcı gağa- hı ve pençeli değildir. Bu deniz ku- şu en yükseklerde uçan bir beyaz bulutun hayatmı yaşar. acı Süleyman, şafaktanberi elde çifte, önde köpek kı- yı kıyi taban tepiyordu. 'Tan yeri uyanırken keklikler derelerden yamaçlardan cakcacak cakcacak i edip yeni doğan günü şarkılariyle, ve bütün öteki kuşlarlar böcekler, çalılar, dağlar, taşlar ve denizler- le selâmlıyorlardı. Goethe'nin bile | ölürken ve ebedi karanlıklar göz- lerinin üzerine çökerken son fer- yadı “Işık! Işık! Işık! Işık! Daha ışıkl,, değil mi idi? Çiçek, ağaç, balık, kuş, insan, hepsinin aradığı ışık işte ağarmaktaydı. Keklikler, hamam böceği, akrep, tesbih böce- ği değillerdi ki karanlıkları ara- sımlar. Onlar güneşle ve güneşten yaşıyorlardı. Zavallılar o Işığı ses- ieriyle, şarkılariyle, içlerinin ışık- tan gelme işiklariyle selâmlıyor- lardı. Günün ışığı keklik için em- niyet demekti, Hem kendisi hem de palazları için, karanlıkların korkularının sonu idi, Artık en kuytu ve karanlık çalılıkların içi gitgide aydınlanıyordu. Yine sev)- şenler biribirlerini dünya gözüyle göreceklerdi. Palazlarını, sevgile- rinin o yemişlerini, kanat peyda- lamış sevinçlerini görecekler, Yine güneş ışığında uçacaklar maviler de şarkı olacaklardı. Bütün keklik- ler yuvalarının kıyılarına otur- muşlar, merhaba merhaba diyerek gevezeleniyorlar, biribirlerini teb. rik ediyorlardı acı Süleyman yürüye yürü ye dik bir kayanın dibine vardı. Her taraf keklik ötüşü kesil. mişti, Gelgelelim, binlerce kekli. Kaybeden Kuş Halikarnas Balıkçısı m... ğin bir tanesi bile meydana çıkmı- yordu. Hacı Süleyman köpeğine kizdı. “Senin burnun yok! It,, di- ye köpeğe bir tekine attı, Köpek kuyruğunu ardıma kısarak, beş ön Adım öteye kaçtı. Hacı yma- nm gözlerini kan bih umüştü. Kek- liğin bu kadar çokluğunda şöyle üç dört tane olsun vuramadığına kızıyordu. Elinden gelseydi; çifte- Yİ güneşe tutup, ö'dürücülük hır- sını doyurmak için, ateş edecek ve güneşi kör edecekti. Gözleriyle dört tarafı arıyordu. Keklik olma- sml hiç olmazsa canlı bir şeyi vurabilse içi rahat edecekti Tam o sırada önünde yürüyen u- yuz köpek yarı havlayış yarı ul Yuştan ibaret bir ses çıkardı, Ayni zamanda da Hacı Süleyman, başı- nın üzerinde, yükseklerde bir ka- nat hırıltısı duydu. Kayanın tepa sinde yavrulıyan bir Miho kanada binmişti. Hacı Süleyman birden bire 'çiftesini havaya dikti, ve çit. tenin iki gözünü birden #teşleği Miho kanatlarını toplad.. şikârına saldıran bir şahin gibi asağıya doğru düştü. Sendeledi. muvaze. nesini buldu. Ve bir fişek gibi, dosdoğru, havaya uçtu. Ardı sa birkaç tüy bıraktı, kz iki gözüne de saçma değmiş, Iki gözüde akıp kör olmuştu. Artık korkurç ve ga rip bir karanlıkta uçuyordu. Hiç durmadan dinlenmeden beş saat uçtu. Doğdu doğah tanıdığı göğü karanlıklarda aradı. Fakat göğü bulamıyordu. Göğü bulamayınca yuvasını da bulamıyordu. Çün. kü biliyordu, yuvası bir kayanın üzerinde tam göğün kensrinday- dı. Yavruları yiyecekti'ikten ne yapıyorlardı, acaba? Annelerinin mavilerden çınlıyan sesini arıya 4. nya, göklere baka mı kalmışladı? Küş birdenbire kanadına kuvvet verdi. Herhalde bu karanlıkları â- şacak, ve karanlıklardan öte yayı- lan mavilere dalacaktı. Böylelikle 4 — 5 saat daha uçtu. Artık gece olmuştu. Mibo hâlâ gündüz arıyordu. Fakut bulamı- yordu. Kanatları ağırlaşıyordu. Kanadiyle aydınlığa varamıyaca- ğini anladı, Işte o zaman *esum sesiyle mavi yükseklikleri yarat. mıyu kalkıştı. Şarkı söyledi. Şar- kısıyle ve içinin ateşiyle, zindan kes 0 kâinatı, apaydın edecok lan güneşi yaratmıya çabaliyordu. Fakat artık bitkindi. Sesi dindik- çe kanatları da sarkıyordu. Kendi de düşüyordu. Engin üzerlikleri- nin bu tenha uçucusu, karalara an. cak yüreğiyle bağlı idi. Yayrulam: nın yuvasını ; bağrından yolduğu tüylerle döşemişti. Bir son defa o- larak, iki ayaklı birer pamuk yu- mağından İbaret sarı gagalı yav- Tularını çağırdı. Sesi kısıldı. Alel- acayip © gürültülerle, tekerle ne. çırpma denize düştü. Ertesi günü 1$sız denizin üzerinde, bir be- yaz tüy yüzüyordu uncak..

Bu sayıdan diğer sayfalar: