15 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ULGAR SADIK Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 116 AnzavurKuvvetinilçeriÇekecektik lkıâke’m(te ve harpteki — şiddeti aman diliyenlere karşı YNM et ve zaafı olan binbaşı Da dek Ş duh_ delâlet ve şefaati, Hen- ıeığ'leşıni, köylülerini kurtar- Talapı “Mizden, Yoksa o hırs ile o- hpâyd dümdüz edecektik. Keşkı Pbazı Ak. Çünkü bir hafta sonra, İ vîan_körler Anzavura katılmış- B%ylne üzerimize atılmışlardı. iza bir de Anzavur belâsı t lştı Hain Vahdettinin şımart- Sörü İlâfet ordusu adı ile peşine faly he' _kattığı bu cahil ve boş "a- Yanı €rif, karşısındaki milli gale- Kt biş ak bir yangın sanmıştı. Tıp- Tüş h Mahalle tulumbacı reisi gö- Yaşıı © kafasile meydana atılmıstı. Zilı sve Üzerleri sırmalı dualar ya- ancaklar açarak, geçtiği yer- %r::mlar ve padişah selâmları Yöndy !_îdapazarma doğru yürü- | - Düşman tayyareleri de hava Sadık Babanın, ikinci kuvayl seyyare Üzüye Sak Vahdettinin hat la,d'_muş fetvalarını yağdırıyor- h kq]ıh Bu havali yine karışmış, dö- | k,ınqî:nlardan yine Sakarya bu- Kükri hm:î'”yen millet bu alçağı da ön- ı,,îri':mda. İbrahim Bey aldığı bir | kj*hh_'ekUVvetlerile beraber Es- w Tüya © Bitmiş ve beni bölüğümle Yin ;ı:km bir zaman için, Atıf Be- Ahzıl:am emrinde bırakmıştı. KEŞ N Vur kuvvetleri de, bu sira- g’d;lî&ncaya doğru ilerlemek - Fırka aldığı bir emirle, An- faik kuvvetlerile muha - Ye n içtinap edecek ve Arifi- &.î:îîşçay yolu ile Geyveye 8 i. Anzavurün kuvvetle- Geyve üzerine çekecekti. Ha- h,hu“unızı bitirdikten — sonra, Tekete geçti. ha dan Atıf Bey beni fırka- kâm"dına bırakmıştı. Çok mun- Ük Ve ağır bir yürüyüşle çekil- Negç € İki günde Geyveyi tuttuk. h*k. , Anzavur kuvvetleri bu öncülîî harbe girişmemiş, yalnız dar b Doğançay yakınlarına ka- ti N izi çok uzaktan takip etmiş- Otra da geri dönmüştü. hüygv%'e gelişimizin üçüncü gü- Ü. Firka kumandanı Atıf Bey Cıkb_"nlna çağırttı. Gönül ala- höuîı çok sözler söyledikten son- lüğümle fırkası emrinde kal- Boğ bahisle hemen Karaçam Üş üzıındn bulunan bir müfrezeyi biüz, Tmekliğimi emretti. Neden Sm, Atıf Beyin fırkasında kal- !9 an için, benim hoşuma git- Beş “Erdi. O zamana kadar bera- ©k ıiğım kumandanlarımdan, hım:îvîiğim arkadaşlarımdan î?y_ | ana bayağı güç geldi. Ü- | tî'm*'bir öksüzlük, gariplik çök- Yi şŞöyle dokunuverse, ağlı- bi ibadar hüzünlenmiştim. Ta- Rşdhn'ğlm emri de geri çevire - dok, * Yalnız bölüğümün bir çok ve hayvan takımları - İlyq_ ire muhtaç olduğunu söy- K3 ğ(_üç gün sonra dönmek üze- Ü.*ın _ı“ğümle Geyveye — gitmek istedim. söylemiştim. Maksadım 'lvu;nyîksitmek değil, Eskişehire ok h tı. Gerçi bu hareketim mîlnhp- Ve bilhassa askerliğe çok Te ki bir iş olacaktı amma, ne ça- im saplanmıştı bu yola. MekıılANdan istediğim izini ver- I—ıeın tereddüt bile göstermedi. Mi , N Geyveye indim. Bölüğü - Üm mBunaSİp bir yere yerleştir - '-âıü;,r €n de o sırada Geyve mu - Bölig u'( olan ve vaktiyle İstanbul !iğihdmüdürlüğü birinci şube reis- Hoku _L"“lunan, tanıdıklarımdan R :“"_D saydıklarımdan Reşat Ge Misafir oldum. tok Yede kaldığım Üç günümü Atış p Sünceli, dalgın geçirdim. h*hi Yin yanına dönmek ile Es- Tp Te, eski arkadaşlarımın ya- tmek hususunda bir türlü 'tüqd:“emiyor. nefsimle bayağı le ediyordum. ÇÜ bölük & d İken silâh arkadaşı Doktor Fahri Cana verdiği resim., Solunda Naci ve sağında da eski Ankara Polis Müdürü Dilâver y u dalgin halim, mutasarrıf Reşat Beyin bile dikkatine çarpmış, sebebini sormuştu. Sak- ladım, fakat ısrarları karşısında dayanamadım, yüreğimi yakan ar- kadaş ayrılığını, benliğimi kıv- randıran yalanımı anlattım. Fakat tereddüt ateşimi o da söndüreme- di. Bir defa kapıldığım Eskişehi- re gitmek fikrinden bir türlü ay- rılamadim. Bu esnada, İstanbul - dan kaçıp Bolu yolu ile Geyveye gelen, Üsküdarlı Mehmet Nuri adında bir tanıdığımın, ailemin vaziyeti Hakkında getirdiği haber- ler beni büsbütün şaşırtt. Hain Ferit hükümeti, İstanbulda kim- Besiz kalan ailemi türlü türlü se- bep ve bahanelerle tazyik ediyor- muş. Ailem, henüz mektepte ve tahsilde bulunan çocuklarım, es- ki dostlarımdan Şeref Bey tara - fından himaye edilmiş. Son za - manlarda rahatları iyi imiş. Biz insanlar ne kadar tuhafızdır. Al- dığımız kötü haberlere daima ina- nır, iyi haberlere bir türlü itimat edemeyiz. Çok eski ve candan bir dostum olan Şeref Beyin aile ve yavrularımı koruyacak, — onlara elinden gelen her türlü yardımı yapacak kadar iyi kalpli, — vefalı, fazilet sahibi bir arkadaş olduğu- nu bildiğim ve işte koruyucu eli- ni de uzattığını işittiğim halde, bir türlü yavrucuklarımı emniyet altında göremiyor, inanamıyor - dum. Düşünüyor, kendimi yiyor- dum. E skişehire gi kararını vermek hus da, a bu haberde büyük *bir rol oy- namıştı. Birden içimde, kumanda- nım İbrahim Beyden izin alıp İs- tanbula gitmek, ailemi de Anado- lüya geçirmek arzusu uyanıver - mişti ve bu arzu âdeta irademi kamçıladı. Atıf Beye yazdığım bir mektupla vaziyetimi, hareketimi bildirdim, hemen de — bölüğümü ata bindirdim. Dört gün sonra Eskişehire, ku- mandanım İbrahim Beyin odasına girdim. Utancımdan yüzümü yere eğdim. Çünkü yanından kaçtığım kumandan Atıf Bey de oradaydı. Geyveden — gönderdiğim mektup eline varmadan, vaziyet hakkında emir almak üzere o da Eskişehire gelmiş. Yeni ve eski kumandan- larım beni, karşılarında ve çehre- mi de hindi başı gibi kızarmış bir halde görünce şaşırmışlardı. İkisi birden de kızarmış ve haykırmış- lardı: ! — Ne haber Sadık?.. Bu vaziyette çok sıkılmıştım. Bir hayli terle, kendimi özürlü saydırmak için saatlerce dil dök- müştüm. Nihayet İbrahim Beyin delâlet ve şefaati ile Atıf Bey de bu büyük suçumu bağışlamış, be- ni arkadaşlarıma kavuşturmuştu. Irkamız Yavaş Yavaş Geyveye Doğru Gerilemiye Başlamış, Anzavur da Bu Hileye Kanmıştı ir akşam kumandanım İbra- him Beyin yanına gitmiş - tim. Niyetim İstanbula gidip gel- mek için on beş gün izin istemek- ti. Odasındaki masasında serili bir harita üzerinde tetkikler yapan kumandanım beni görünce gülüm- semiş ve: — Gel bakalım Sadık baba. Müjde, Altıntaş cephesine gidi - yoruz. Sözü ile niyetimi yüreğime gömmüştü. Tabii, İstanbula git - mek düşüncesi suya düşmüştü. O sıralarda, o zamanki düşmanı - mız Yunanlılar, Bursa ile İnegöl arasında Kazancı sirtlarile Kütah- ya civarında — Altınbaşta kuvvet- li müdafaa hatları tesis etmişlerdi. Hattâ arada bir, taarruz edecekle- ri haberleri de ağızlarda dolaşıyor, sabırlarımızı taşırıyordu. Bütün hazırlıklarımız bitmişti, — hareket için emir bekliyorduk. Çok özlediğimiz cepheye bir an evvel kavuşmak için üzüntülü sa- atler, günler geçiriyorduk. Nihayet bir gece, sabırsızlıkla beklediğimiz emir, kumandanı - mıza şifreli bir telgrafla gelmişti. Gidiyorduk. Fakat nereye? Yunan cephesine değil, yine Yobaz cep - hesine, Yozgatta yine hareket baş- lamış. Küçükağa, Aynacı oğulla- rı, Deli Hacı. Çopur Yusuf, Kara Nâzım adlı azılilar muhtelif yer- lerde yine isyan bayrağını açmış- lar, silâhlara sarılmışlar, isteme- zük!.. Feryatlarını — göklere sal- mışlardı. (Devamı var 62>32> 9 HİKÂYE ğ KARA KIZ 8 Yazan: Halikarnas Balıkçısı : 600 hei 63333333333320 ingene kızıydı. Kabahat on. öçer “evet deniz! Sen Flor- da değil, öyle doğmuştu. yayı hiç görmedin.,, “Ora- Hem / karabiber mi, karabiberdi. da neler de neler var. Mayoların Gözleri, saçları, kirpikleri yaradı- çeşidi. Kalabalıktan; deniz sudan lışta siyah ne varsa, —gece, karga, ziyade hep bud, bacak, sağrı, ve zift, keder, matem— hepsinden de daha siyahtı. Fakat bu karalar ge- cenin zindan bulutları gibi, kon- takt yapıp madeni madeni şimşek- ler çakıyorlardı. Göz kamaştırıyor- lardı. Keder sınırına varan sevinç- ler olur. Kara kızın da karas! böy- leydi. Ateşe, parlayışa varmıştı. Doğdu doğalı, yattığı en yumu- şak yatak, kırk yılda bir eline ge- çip te yere serdiği samandı. Kon- for ona vız gelirdi. Paradan iğre- nirdi. Modanın hiç bir işe yaramı- yan, kimseye yardımı dokunma- yan, güzelleştirmiyen, istibdadını; esaretin demir prangası kadar ağır bulurdu. Hem namuslu, hem bür. olamıyacağını biliyordu. Namus bürriyeti idi. Mahsul verici sa'yı başkasının sırtına yükliyerekx, elde edilen hür riyetten de tiksiniyordu. Her işini kendi yapıyordu. Bulursa kuru ekmek ve avara soğan bulamazsa hiçbir şey yemezdi. Çelik tel gibi dinçti. Hastalık nedir bilmezdi. enuplu idi, deniz kıyısında doğmuştu, yokluk içinde de insanın mesut olabileceği güneş.i iklimde gün görmüştü. O sıcak il- lerin buruk ve acı şarabına bayı- hrdı. Oralardaki eşekçilerin. sürü- cülerin, ve devecilerin kendisine sataşıp ta alay etmelerine, kendi- gini alkışlamalarına candan çın- lıyan kahkahasiyle cevap verirdi. Ne katırcıların ve devecilerin, ne MİN Sülükten Gelecek Zararlar Karakış içerisinde geçirdigimiz © güzel (güneşli günlerden sonra çı- tesiri olur. Birisi, tabiit kan çıkar - maktır. Sülük tutunanlar da onu b için kullanırlar. Fakat sülü- kan fırtınalar ga baş- ladıysa da, bunlar ilkbahar müjde- cileri demektir. Bilirsiniz ki cemre- ler eski Türk takviminde kışla yaz arasında mücadeleleri gösterirler. Cemrelerin her biri düştükçe, yaz mevsimi bir kere daha galebe çal- mıştır sayılır. Onların üçü de düş- tükten sonra bir mart dokuzu kalır, ©o da pek uzakta değil. Şu halde ba- har artık yakındır, diyebiliriz. Bahar gelince de, eski fikirlere u- yan birçok ki ler sülük tut - ğı düşünürler. Sülük kanı temizler, hayatı tazeler, insana gençlık verir- miş, derler. Eski fikirlere uyan ka- falar gittikçe azalmakta İse de, a- rada sırada sokaklarda, kavanozlar içerisinde sülük satıcılarının hâlâ görü İ sülük tut k k- hılarının henüz bulunduğunu anla- tıyor. Vakıa, tarihte ve yirmi asırdan ziyade hekimlikte mühim yeri olan sülüğü —şimdiki hekimlikte artık yeri kalmamış olmakla beraber— halk arasında büsbütün unuttur - mak güçtür. Daha yüz yıl bile geçmedi, bir zamanlar hekimlikte sülsiğün şimdi inanrlamıyacak kadar şühreti vardı. Pariste Brusse adında büyük bir hekimin kurduğu tedavi usu - lünde, sülük hemen her türlü has- talığa deva sayılırdı. O zamanlarda sülük çok para getirdiğinden bu ti- caretten bizim memleketimizin de haylice kâr ettiğini rivayet ederler. Yine o rivayete göre, Fransanın ko- ca şairi Lamartin burada Sultan Mecidin kendisine hediye etmiş ol- duğu çiftlikte sülük yetistirerek bundan yılda otuz beş bin frank ka. zanırmış. Altın paranın yüz yıl ön- ceki değeri düşünülünce o zaman- larda bizim memleket sülüklerinin ne kadar kârlı bir matah olduğu meydana çıkar, Onun için, hâlâ sülük satıcıları- nın ve sülük tutunanların bulun - masına şaşılamaz, Bununla beraher sülük tutunanların bundan gelebi- lecek zararları bilmeleri ve kendi fikirlerince sülükten fayda bekli - yorlarsa zararını da göz önüne ge- tirmeleri lâzımdır. Sülüğün yapıştığı yerde iki türlü ğün ne kadar kan çıkaracağı önce- den belli olmaz. İki sülüğün on gramdan, 1135 grama kadar kan çı. kardığı görülmüştür, Bu farkın se- bebi sülüklerin büyük yahut küçük olması değildir. Zaten iki sülüğün o kadar çok kan emmesine iİmkân yoktur. Sebep sülük tutunan kim- senin karaciğerlerindedir. Karaci- ğer bozuk olunca sülük emeceği ka- dar emdikten sonra kan durmaz, bo- yuna akar. İnsan biraz kan çıkar- tayım, derken tehlikeli bir kansız- lığa tutulur. Karaciğerinin ne hal- e bulunduğunu da kendi fikriyle sülük tutunan kimse önceden bile- mez, Bir tesiri de kanın pıhtılaşmasına mâni olmaktır. Buna da sebep sülü- ğün kafasının içindeki guddelerden çıkan hirüden adındaki maddedir. Sülük kan emdikce bu maddesini insanın kanıma karıştırır. Bir taraf- tan kan akar, bir taraftan da geride kalan kan kendi kendine pıhtılanıp da kan akması durmaz. Onun İçin, kan tutunan kimsenin karaciğeri bozuk ise fazla kan geldiğini görün- ce sülüğü zorla kaldırsa bile kan sa- atlerce akmakta devam eder. Sülük bu hale sebep olmodığı va- kitlerde de devamlı kaşıntı bırak- tığı çoktur. Bunda karaciğer bo- zukluğunun tesiri bilinmezse de, sülüğün kaşıntı verecek daha baş- ka maddeleri kanın İiçerisine bırak- tığı süphesizdir. Sülük tutunduktan sonra, hırak- tığı yere temiz pansıman yapılınca orada mikroplardan yara hasıl ol- masından korkulmaz, cünkü sülük mikropları hemen erittiğinden on- ları insana getirmez. Fakât buna karşılık insanm vücudünde zaten mikroplar varsa onların yaptığı za- rarları arttırır. Hastalık sülük tu- tunduktan sonra şiddetlenir.Ondan dolayı sülük tutunanların bazıla - rında sülükten sonra ateş yükselir. Karaciğerinizin tamam tamam sağlam olduğundan ve vücudünüz- de hiç mikrop bulunmadığından e- min olabilirseniz... Kendilerine o kadar emniyeti olanların da zaten sülük tutunmağa ihtiyaçları kal - maz. de kendisinin ceplerinde bir mete. lik bile yokken saz ding! ding! ding! etti mi, Cura da —çünkü adı Curaydı— Hop! Hop! Hopi diye güneş ışığında, yolun ortasında, pervane kesilir, vir yel kıvırışta dört kere fırdolar, on kere parmak çatlatır, yirmi kere de fink atardı. Alkışlandıkça oynar, oynadıkça al- kışlanırdı. Gece çıngıraklar gibi çıngırdı- yan yıldızlar altında yatarken pi. relerin kıpranış ve ısırışlarına, ey- yamı bahur gölgesinde kıvrılıp zı. baran uyuz köpek zadar lâkayt ka-. lırdı. Pirelerin —pirelere göre tat- sız, fakat tuzsuz değil— d&erisinin bir yerinden ötekine gidip gelişle- ri, umurunda olmazdı. Umurunda olan şey ise, onun kıvrak güzelli. ğine, çevik pervaneleyişine imre- nip yutkunanlardı. Amma onların paraları yokmuş. Acanım,ne çıkar- dı, ondan? Keşke bir milyar bikri olaydı, topunu birden, gövdesini fırıl fırıl döndürürken saldığı duy- gular gibi her istiyene savursaydı. Onun için ona kızanlar, ona “vere- siye,, diye bağırırlar, bazıları da ona kaltak derlerdi. Bay Alp Aslan Koçer daktilo makineleri komisyoncusu o- larak Anadoluda gezerken, Cura'. ya rastgelmişti. Bay Koçer boya- makta olduğu tabloyu yarı kapalı gözlerle, uzaktan suzen ressam gi- bi kirpiklerini kısarak, Curayı ri- melli, rujlu ve mantolu tahayyül eyledi. Bu süzüşten ve tahayyül- den aldığı neticeleri pek beğendi —“Parfait!,, dedi. Koçeri dünyada en heyecanlar- dıran manzara, gardrobunu açtığı zaman, orada asılı gördüğü yirmi beş ceketi, ve elli pantalonu idi. Her pantalona göre alınacak tavrı, her tavra göre söyleneccek sözü, her söze göre düşünülecek fikri iyi bilirdi. Işte şimdi bunların topuna göre de, bir kadın bulmuştu. Kaçer allem etti kallem etti, Curayı karı- sı olmıya kandırdı. Onu şehre pe- tirip apartımana kapadı. Yeni kı- yafetiyle, Cura, mobilyaya ne gü- zel yakışıyordu. Böylelikle altı ay geçti. Ne var ki Curanın içinde bir , şeyler toplanıyordu. Bir gün Bay Koçer yaz geldiği için Floryada denize gireceklerin- den bahsetti. “Deniz,, sözünü du- yunca, Cura'nın bütün varlığı şa- ha kalktı. Ne oldu bilmedi, birden hızlı hizli solumiya başladı. “De- niz! Deniz!,, dedi kaldı. Sanki Ko- çer bu sözü söylemekle, bilmiye- rek, onun tâ derunundaki bir tele dokunmuştu. Kadının içi karma karışık köpürdü. Kulağın fizik işi- tişine değmemekle beraber, yine için için, dinlenecek kadar yakın, gayrivazıih ve engin bir hışıltı du- yuyordu. Gönüle sinen öyle bir fısıltı ki, biribirinin üzerine sürü- len ipeklerin sesine benziyor, ve göz yaylımınca çepçevre ufuklara yayılan ıssızlık ve sükütu ifade e. diyordu. İşte buna kiyas süküt de- nilen, ve her gürültünün tam bir yokluğundan ibaret olan sessizlik, tamtakır bir boşluk olurdu. Cura yine usullacık “deniz!,, dedi, sus. tu. göbek kesilir.,, “Ben fotoğraf ma- kinemi de beraber alacağım. Kıs. kanmazsın değil mi?,, “Bazı estetik enstantaneler alırım.,, diyordu. Anlatmakta devam ediyordu. Fa- kat Cura'nın dinlediği yoktu. “De.- niz.,, diyor dalıyor, ve içindeki mu sikiye kulak veriyordu. Konuşup dururken, Koçer bir aralık başını kaldırdı. Cura'yı gözleri kapalı ve başı eyik gördü. Sinemalarda, me- sut evlerde kocaların uyuyan ka- rıcıklarını, gül gerdan üzerine ko- nan kırmızı kelebekler gibi öpü- cüklerle uyandırdıklarını görmüş- tü. O da yavaş yavaş Cura'nın ar. kasına geçerek şakkadak bir öpü- cük yapıştırdı. Niyeti bir sürpriz yapmaktı.: Tıpkı bir dişi parsın, hayvani bir hırlayışla ve çeviklikle sıçrayışı gibi, Cura ayağa fırladı. Budala, utanmadan onun derisine dokunmuştu. Cura kendisini Koç- ere öptürmekle, içinden duyduğu öteki kocaman çağrışa, ve gözle- rinde o çağrışa benziyen özleyiş- lerle, ona gelmiş olanlara ihanet etmiş olduğunu duydu. Namussuz- luk etmişti. O öpüş onu sert bir e- saret kamçısı gibi yaktı. Koçer ir- k_j.len kadının gözlerindeki ateşi görünceı ne olduğuna şaşakaldı. Ürktü, geriledi. Kadın hiddetinden tıkana tıkana söylüyor, üzerine davranıyordu. — “Sen! Sen! Sen! Ha? Sen ba- na dokunacaksın ha?,, diyordu. — Öteki “Ne oluyorsun Cura!, Ben sana vallahi bir daha dokun- mam!,, diyor. Geriliyor. Kaçiyor. du. Bir sandalya devirdi. Cura'nın savrulan öfkesi durul- muyordu. Yüzüne harlıyan renk, elektrik, abajurunun penbesi de- ğgildi. Etrafına bak:nırken, pence. reden yeni doğan ayın dağ sırtın- daki turuncu kenarını gördü. Ne ışıktı o! Demincek duyduğu fısıltı, gitgide daha ziyade yaklaşıyordu. Onu çağırıyordu. Üst başındaki el- biselerin, ve içine tıkılı bulundu. ğu Aapartımanın müânasızlığı hir- denbire gözlerine, kulaktan kulağa bön bön sırıttı. Parayla satılır, parayla alınır elbiselerini cart curt üst başından yırttı. Yerelere çarp- tı. Bütün gövdesi köhnemiş kılı- fından fırlıyan kılıç gibi yapyalin çaktı. Memleketinde giymiş oldu- ğu kendi eski püskülerini karıp giydi. Bomboş mesafelere “Yahu benim adrm ne?,, diye bağırdı. Cü- ranın yaptıklarına şaşakalan Bay Alp Koçer, ne dediğinin farkında olmıyarak, “Bayan Koçer,, diyece- ğine, “Cura., diye tevap verdi. Ka- dın Cura! “Curaaaa! hah! hah!., di- ye gülerek bir sıçrayısta kapıdan fırlayıp kayboldu. Koçer şaşkın şaşkın bakındıktan sonra, açık ka- pının karşısında ağzı açık kalarak, gayriihtiyari kıçüstü düştü. YURDDAŞ: —— Mebus seçimine yarın baş- lanıyor. Cümhuriyet rejiminin kökleşmesi, Türkiyenin yüksel- mesi uğrunda gece gündüz ça- hşan Cümhuriyet Halk Partisi, memleketin — en güzide ve en muktedir evlâtlarından mürek- | kep bir namzet listesi hazırla- | | mıştır, Bu seçime iştirak etmek, milli ve vatani vazifelerimizin en büyüğüdür. Bu seçim devresinin — milli bayramlardan olduğunu hatırla ve vatana karşı büyük hizmet- ler ifa edeceğine kani olarak reyini mıntakandaki sandığa atmayı unutma.

Bu sayıdan diğer sayfalar: