da likte ve harpteki şiddeti Te, JA aman diliyenlere karşi Meyygi ve zaafı olan binbaşı Da © dum delâlet ve şefaati, Hen- May rini, köylülerini kurtar- siz, SMizden, Yoksa o hırs ile o- İ Yapa, da dümdüz edevektik. Keşki bay İk. Çünkü bir hafta sonra, "ği, Pankörler Anzavura katılmış- üzerimize atılmışlardı. Fim iza bir de Anzavur belâsı 1. Hain Vahdettinin şımart- iy fer ordusu adı ile peşine Say he, kattığı bu cahil ve boş “a e, İf, karşısındaki milli gale- Wfak bir yangın sanmıştı. Tıp- mahalle tulumbaci reisi gö Yaşı» Kafasile meydana atılmıstı. 21, , © Üzerleri sırmalı dualar ya- ey klar açarak, geçtiği yer- Stinler ve padişah selâmları Yağ Adapazarına doğru yürü da * Düşman tayyareleri de hava alinin Vahdettinin haincesine eği, fetvalarını yağdırıyor- çen EEE İl Bu havali yine karışmış, dö- Bayanlardan yine Sakarya bu- taliyen millet bu alçağı da ön- o Sirada, İbrahim Bey aldığı bir a elm Kavak Bitmiş ve beni bölüğümle Ta çeş & bir zaman için, Atıf Be- Aç kası emrinde bırakmıştı. da Say r kuvvetleri de, bu sıra- kya, Pancaya doğru ilerlemek - nak aldığı bir emirle, An- Mide faik kuvvetlerile muha - h, İçtinap edecek ve Arifi- Doğançay yolu ile Geyveye Mi Anzavurün kuvyetle- Miktar üzerine çekecekti. Ha- izi bitirdikten (Sonra, are geçti. Ray, Bandan Atıf Bey beni fırka- Soy dna bırakmıştı. Çok mun- İk , ve ağır bir yürüyüşle çekil- Vat günde Geyveyi tuttuk. baky » Anzavur kuvvetleri bu ei harbe girişmemiş, yalnız Üz Doğançay yakınlarına ka- t Bi sok uzaktan takip etmiş- da geri dönmüştü. Miş iveye gelişimizin üçüncü gü- © Firka kumandanı Atıf Bey ME yine çağırttı. Gönül ala- böl Sok sözler söyledikten $on- Üğmgi Eimle fırkası emrinde kal- Bonn bahisle hemen Karaçam de; & bulunan bir müfrezeyi trmekliğimi emretti. Neden Atıf Beyin fırkasında kal- 1 O ân için, benim hoşuma git- . O zamana kadar bera- “alıştığım kumandanlarımdan, iğim arkadaşlarımdan üy- bana bayağı güç geldi. Ü- Hi £ Wi, ,* bir öksüzlük, gariplik çök- Yi şöyle dokunuverse, ağlı- by * kadar hüzünlenmiştim. Ta- aldiğim, emri de geri çevire - ak Yalnız bölüğümün bir çok ları ve hayvan takımları - ire muhtaç olduğunu söy- » ri gün sonra dönmek üze- ki, , “üğümle Geyveye (gitmek İzin istedim. an söylemiştim. e Maksadım Mü Bitmek değil, Eskişehire tak glâktı, Gerçi bu hareketim Yy? ve bilhassa askerliğe çok İN ki gbi iş olacaktı amma, ne ça- £ saplanmıştı bu yola. makamdan istediğim izini ver. Beag ereddüt bile göstermedi. li pr, Geyveye indim. Bölüğü - “in, , Nasip bir yere yerleştir - ei de o sırada Geyve mu - Böy olan ve vaktiyle İstanbul İğinge Adürlüğü birinci şube Teis- Sok ,* bulunan, tanıdıklarımdan Bey, İP saydıklarımdan Reşat Oaye safir oldum. Yk aç *de kaldığım üç günümü Atış p peeli, dalgın geçirdim. Yin yanına dönmek ile Es- » €ski arkadaşlarımın yöe- ta mek hususunda bir türlü Sücagy emiyor, nefsimle bayağı &diyordum. i Bi. Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 116 nzavur KuvvetinilçeriÇekecektik rkamız Yavaş Yavaş Geyveye Doğru Gerilemiye Başlamış, Anzavur da Bu Hileye Kanmıştı Sadık Babanın, ikinci kuvayl seyyare Üçüncü bölük kumandan iken silâh arkadapı Doktor Fahri Cana verdiği resim. Solu: el ve sağında eski Ankara Polis Müdürü Dilâver B" dalgın halim, mutasarrıf Reşat Beyin bile dikkatine çarpmış, sebebini sormuştu. Sak- ladım, fakat ısrarları karşısında dayanamadım, yüreğimi yakan ar- kadaş ayrılığını, benliğimi kıv- randıran yalanımı anlattım. Fakat tereddüt ateşimi o da söndüreme- di. Bir defa kapıldığım Fskişehi- re gitmek fikrinden bir türlü ay- rilamadim. Bu esnada, İstanbul - dan kaçıp Bolu yolu ile Geyveye gelen, Üsküdarlı Mehmet Nuri adında bir tanıdığımın, ailemin vaziyeti hakkında getirdiği haber- ler beni büsbütün şaşırttı. Hain Ferit hükümeti, Istanbulda kim- sesiz kalan ailemi türlü türlü se- bep ve bahanelerle tazyik ediyor- muş. Ailem, henüz mektepte ve tahsilde bulunan çocuklarım, €s- ki dostlarımdan Şeref Bey tara - fından himaye edilmiş. Son za - manlarda rahatları iyi imiş, Biz insanlar ne kadar tuhatızdır, Al dığımız kötü haberlere daima ins- nır, iyi haberlere bir türlü itimat edemeyiz. Çok eski ve candan bir dostum olan Şeref Beyin aile ve yavrularımı koruyacak, onlara elinden gelen her türlü yardımı yapacak kadar iyi kalpli, vefalı, fazilet sahibi bir arkadaş olduğu- nu bildiğim ve işte koruyucu eli- ni de uzattığını işittiğim halde, bir türlü yavrucuklarımı emniyot altında göremiyor, inanamıyor « dum. Düşünüyor, kendimi yiyor- dum. #kişehire gi rarimı vermek bus , al bu haberde bü; rol oy- namıştı. Birden içimde, kumanda- nım İbrahim Beyden izin alıp İs- tenbula gitmek, silemi de Anado- luya geçirmek arzusu uyanıver - mişti ve bu arzu âdeta irademi kamıçıladı. Atıf Beye yazdığım bir mektupla vaziyetimi, hareketimi bildirdim, hemen de (o bölüğümü ata bindirdim. Dört gün sonra Eskişehire, ku- mandanım İbrahim Beyin odasına girdim. Utancımdan yüzümü yere eğdim. Çünkü yanından kaçtığım kumandan Atıf Bey de oradaydı. Geyveden © gönderdiğim mektup eline varmadan, vaziyet hakkında emir almak üzere 6 da Eskişehire gelmiş. Yeni ve eski kumandan- larım beni, karşılarında ve çehre- mi de hindi başı gibi kızarmış bir halde görünce şaşırmışlardı, İkisi birden de kızarmış ve haykırmış- Jardı: — Ne haber Sadık?.. Bu vaziyette çok sıkılmıştım. Bir hayli terle, kendimi özürlü saydırmak için ssatlerce dil dök- müştüm. Nihayet İbrahim Beyin delâlet ve şefaati ile Atıf Bey de bu büyük suçumu bağışlamış, be- ni arkadaşlarıma kavuşturmuştu. ir akşam kumandanım İbra- him Beyin yanına gitmiş - tim. Niyetim İstanbula gidip gel mek için on beş gün izin istemek- ti. Odasındaki masasında serili bir harita üzerinde tetkikler yapan kumandanım beni görünce gülüm- semiş ve: — Gel bakalım Sadık baba. Müjde, Altıntaş cephesine gidi - yoruz. Sözü ile niyetimi yüreğime gömmüştü. Tabii, İstanbula git - mek düşüncesi suya düşmüştü. O sıralarda, o zamanki düşmanı - miz Yunanlılar, Bursa ile İnegöl arasında Kazancı sirtlarile Kütah- ya civarında (o Altınbaşta kuvvet- li müdafaa hatları tesis etmişlerdi. Hattâ arada bir, taarruz edecekle- ri haberleri de ağızlarda dolaşıyor, sabırlarımızı taşırıyordu. Bütün hazırlıklarımız bitmişti, hareket için emir bekliyorduk. Çok özlediğimiz cepheye bir an evvel kavuşmak için üzüntülü 5a- atler, günler geçiriyorduk. Nihayet bir gece, sabırsızlıkla beklediğimiz emir, kumandan - muza şifreli bir telgrafla gelmişti. Gidiyorduk. Fakat nereye? Yunan cephesine değil, yine Yobaz cep - besine. Yozgatta yine hareket baş- lamış. Küçükağa, Aynacı oğulla- rı, Deli Hacı. Çopur Yusuf, Kara Nözm adlı azılilar muhtelif yer- lerde yine isyan bayrağını açmış- lar, silâhlara sarılmışlar, isteme- zük?.. Feryatlarını (o göklere sal İ mışlardı. (Devamı ver LOKMAN HEKİMİN © GUY TLERİ , 2223323 BDO <$ 9 P< V z HİKAYE ş ş ş Iİ KARA KIZ : v v v $ Yazan: Halikarnas Balıkçısı Ü <<40<C0000 i 0299977332373222328 ingene kızıydı, Kabahat on. oçer “evet deniz! Sen Flur- da değil, öyle doğmuştu. yayı hiç görmedin.,, “Or Hem karabiber mi, karabiberdi. da neler de neler var. Mayoların Gözleri, saçları, kirpikleri yaradı- lişta siyah ne varsa, —gece, karga, zift, keder, matem— hepsinden de daha siyahtı. Fakat bu karalar ge- cenin zindan bulutları gibi, kon. takt yapıp madeni madeni şimşek- ler çakıyorlardı. Göz kamaştırıyor. lardı. Keder sınırına varan sevinç- ler olur. Kara kızın da karası büy- leydi. Ateşe, parlayışa varmıştı, Doğdu doğalı, yattığı en yumu- şak yatak, kırk yalda bir eline ge- çip te yere serdiği sümandi, Kon- for ona vız gelirdi. Paradan iğre- nirdi, Modanın hiç bir işe yaramı. yan, kimseye yardımı dokunma- yan, güzelleştirmiyen, istibdadını; esaretin demir prangası kadar ağır bulurdu. Hem namuslu, hem bür. olamıyacağını. biliyordu. Namus hürriyeti idi, Mahsul verici öa'yı başkasının sırtına yükliyerek, elde edilen hür riyetten de tiksiniyordu. Her işini kendi yupıyordu. Bulursa kuru ekmek ve avara soğan bulamazsa hiçbir şey yemezdi. Çelik tel gibi dinçti. Hastalık nedir bilmezdi. enuplu idi, deniz kıyısında doğmuştu, yokluk içinde de insanın mesut olabileceği güneşi iklimde gün görmüştü. O sıcak il lerin buruk ve acı şarabine bayi ardı, Oralardaki eşekçilerin. sürü. cülerin, ve devecilerin kendisine sataşıp ta alay etmelerine, kendi- sini alkışlamalarma candan çın- lhıyan kahkahasiyle cevap verirdi. Ne katırcıların ve devecilerin, ne Mk di ALU OKUL AM ÖNLEM ELE Tü Sülükten Gelecek Zararlar Karakış içerisinde geçirdiğimiz o güzel güneşli günlerden sonra çi- kan fırtınalar canımızı sıkmağa baş- ladıysa da, bunlar ilkbahar müjde- cileri demektir. Bilirsiniz ki cemre- ler eski Türk takviminde kışla yaz arasında mücadeleleri gösterirler. Cemrelerin her biri düştükçe, yaz mevsimi bir kere daha galebe çal- miştır sayılır. Onları üçü de düş- tilkten sonra bir mart dokuzu kalır, o da pek uzakta değil. Şu halde ba- har artık yakındır, diyebiliriz. Bahar gelince de, eski fikirlere u- yan bitçok kimseler sülük tutunma- ğı düşünürler. Sülük kanı temizler, hayatı tazeler, insana gençlik verir- miş, derler. Eski fikirlere uyan ka- falar gittikçe azalmakta ise de, â- rada sırada sokaklarda. kavanorlar içerkinde sülük satıcılarmın hâlâ görünmesi sülük tutunmak merak- arının henüz bulunduğunu anla- tıyor. Vakıa, tarihte ve yirmi asırdan #İynade hekimlikte mühim veri olan sülüğü —şimdiki hekimlikte artik yeri kalmamış olmakla beraber— halk arasında büsbütün unuttur - mak güçtür. Daha yüz yil bile gecmedi. bir zamanlar hekimlikte sülüğün şimdi inanılamıyacak kadar şöhreti yardı. Pariste Brusse adında büyük bir hekimin kurduğu tedavi msu - Jünde, sülük hemen her türlü has- talığa deva sayılırdı. O zamanlarda sülük çok para getirdiğinden hu ti- <aretten bizim memleketimizin de haylice kâr ettiğini rivayet ederler. Yine o rivayete göre, Fransanm ko- <a şairi Lamartin burada Sultan Meridin kendisine hediye etmiş ol duğu çiftlikte sülük yetiştirerek bundan yılda otuz beş bin frank ka. zanirmiş. Altın paranın yüz yıl ön- ceki değeri düşünülünce © zaman- larda bizim memleket sülüklerinin ne kadar kârli bir matah olduğu meydana çıkar, Onun İcin, hâlâ sülük satıcıları- nın ve siilük tutunanların bulun » masına şaşılamaz. Bununla beraher sülük tutunanların bundan gelebi- lecek zararları bilmeleri ve kendi fikirlerince sülükten fayda bekli - 'larsa zararını da göz önline ge- tirmeleri lâzımdır. Sülüğün yapıştığı yerde iki türlü tesiri olur, Birisi, tabii kan çıkar - maktır, Sülük tutunanlar da onu bunun için kullanımlar, Fakat sülü- ğün ne kadar kan çıkaracağı önce- den belli olmaz. İki sülüğün on gramdan, 1135 grama kadar kan çi. kardığı görülmüştür. Bu farkın se- bebi sülüklerin büyük yahut küçük olması değildir. Zaten iki sülüğün © kadar çok kan emmesine imkân yoktur. Sebep sülük tutunan kim- senin karaciğerlerindedir. Karaci- ğer bozuk olunca stilük emeceği ka- dar emdikten sonra kan durmaz, bo- yuna akar. İnsan biraz kan çıkar- tayım, derken tehlikeli bir kansız- ığa tutulur, Karaciğerinin ne hal- de bulunduğunu da kendi fikriyle sülük tutunan kimse önceden bile- mez, Bir tesiri de kanın pihtılaşmasına mâni olmaktır. Buna da sebep sülüx ün kafasını içindeki guddelerden çıkan hirüden odındaki maddedir. Sülük kan emdikçe hu maddesini insanm kanına karıştırır. Bir taraf- tan kan al bir taraftan da geride kalan kan kendi kendine pıhtılanıp da kan akması durmaz. Onun İçin, kan tutunan kimsenin karaciğeri bozuk ise fazla kan geldiğini görün- ce sülüğü zorla kaldırsa bile kan sn- atlerece akmakta devam eder. Sülük bu hale sebep olmodığı va- kltlerde de devamlı kaşıntı bırak. tığr coktur. Bunda karaciğer bo- zukluğunun tesiri billnmezse de, sülüğün kaşmtı verecek daha baş- ka maddeleri kanın içerisine bırak” tığı şüphesizdir. Sülük tutunduktan sonra, brrak- tığı yere temiz pansıman yapılınca orada mikroplardan yara hasıl ol- masından korkulmaz, çünkü sülük miktopları hemen erittiğinden on- ları insana getirmez. Fakât buna karşılık İnsanm vücudünde zaten mikroplar varsa onlarm yaptığı za- rarları arttır. Hastalk sülük ta- tunduktan sonra şiddetlenir.Ondan dolayı sülük tutunanların hazıla - rında sülükten sonra ateş yükselir, Karaciğerinizin tamam tamam sağlam olduğundan ve vüeudünüz. de hiç mikrop bulunmadığından e- min olabilirseniz... Kendilerine © kadar emniyeti olanların da zaten sülük tutunmağa ihtiyaçları kal - maz. - de kendisinin ceplerinde bir mete. lik bile yokken sazding! ding! ding! etti mi, Cura da —çünkü adı Curaydı— Hop! Hop! Hopi diye güneş ışığında, yolun ortasında, pervane kesilir, bir yel kıvırışta dört kere fırdolar, on kere parmak çatlatır, yirmi kere de fink atardı. Alkışlandıkça oynar, oynadıkça al- Kışlanırdı. Gece çıngıraklar gibi çıngırdı- yan yıldızlar altında yatarken pi. relerin kıpranış ve ısırışlarına, &y- yamı bahur gölgesinde kıvrılıp z1. baran uyuz köpek xadar lâkayt ka. lırdı. Pirelerin —pirelere göre tat- $iz, fakat tuzsuz değil— dörisinin bir yerinden ötekine gidip gelişle- ri, umurunda olmazdı. Umurunda olan şey ise, onun kıvrak güzcili. ğine, çevik pervaneleyişine insre- nip yutkunanlardı. Amma onların paraları yokmuş. Acanım ne çıkar- dı, ondan” Keşke bir milyar t olaydı, topunu birden, gövdesini fırıl fırıl döndürürken saldığı duy- gular gibi her istiyone savursaydı. Onun için ona kızanlar, ona “vere- siye. diye bağırırlar, bazıları da ona kaltak derlerdi. B“ Alp Aslan Koçer daktilo makineleri komisyoncusu 0- larak Anadoluda gezerken, Cura'. ya rastgelmişti. Bay Koçer boya- makta olduğu tabloyu yarı kapalı gözlerle, uzaktan suzen ressam gi- bi kirpiklerini kısarak, Curayi ri. melili, rujlu ve #antolü tahayyül eyledi. Bu süzüşten ve tahayyül den aldığı neticeleri pek beğendi —“'Parfait!,, dedi, Koçeri dünyada cn heyecanlar- dıran manzara, gardrobunu açtığı zaman, orada asılı gördüğü yirmi beş ceketi, ve elli pantalonu idi. Her pantalona göre alınacak tavrı, her tavra göre söylenecek sözü, her söze göre düşünülecek fikri iyi bilirdi. İşte şimdi ounların topuna göre de, bir kadın bulmuştu. Koçer allem etti kallem etti, Curayı arı- sı olmıya kandırdı. Onu şehre ge. tirip apartımana kapadı. Yeni kı- yafetiyle, Cura, mobilyaya ne gü- zel yakışıyordu. Böylelikle altı ay geçti. Ne var xi Curanın içinde bir | şeyler toplanıyordu. Bir gün Bay Koçer yaz geldiği için Floryada denize gireceklerin- den bahsetti. “Deniz,, sözünü du- yunca, Cura'nın bütün varlığı şt ha kalktı. Ne oldu bilmedi. birden hizli bazlı solumuya başladı. “De- niz! Deniz!,, dedi kaldı. Sanki Ko- çer bu sözü söylemekle, bilmiye- rek, onun tâ derunundaki bir tele dokunmuştu. Kadının içi karma karışık köpürdü. Kulağın fizik işi- tişine değmemekle beraber. yine için için, dinlenecek kadar yakın, gayrivazıih ve engin bir hışıltı İu- yuyordu. Gönüle sinen öyle hir fısıltı ki, biribirinın üzerine sürü- len ipeklerin sesine benziyor, ve göz yaylımınca çepçevre ufuklara yayılan ıssızlık ve sükütu Made e. diyordu. İşte buna kıyas süküt de- nilen, ve her gürültünün tam bir yokluğundan ibaret olan sessizlik, tamtakır bir boşluk olurdu. Cura yine usullacık “deniz!,, dedi, sus. tu. çeşidi. Kalabalıktan; deniz sudan ziyade hep bud, bacak, sağrı, ve göbek kesilir.,, “Ben fotoğraf ma- kinemi de beraber alacağım. Kıs. kanmazsın değil imi”, “Bazı estetik enstantaneler alırım., diyordu. Anlatmakta devam ediyordu. Fa- kat Cura'nın dinlediği yoktu. “De. niz.,, diyor dalıyor, ve içindeki mu sikiye kulak veriyordu. Konüşup dururken, Koçer bir aralık başını kaldırdı. Cura'yı gözleri kapalı ve başı eyik gördü. Sinemslarda, me- sut evlerde kocaların uyuyan ka- riciklarını, gül gerdan üzerine ko. nan kırmızı kelebekler gibi öpü- cüklerle uyundırdıklarını görmüş- tü. O da yavaş yavaş Cura'nın ar. kasına geçerek şakkadak bir öpü- cük yapıştırdı. Niyeti bir sürpriz yapmaktı. ypkı bir dişi parsın, hayvani bir hırlayışla ve çeviklikle sıçrayışı gibi, Cura ayağa fırladı. Budala, utanmadan onun derisine dokunmuştu. Cura kendisini Koç- ere öptürmekle, içinden duyduğu öteki kocaman çağrışa, ve gözle- rinde o çağrışa benziyen özleyiş- lerle, ona gelmiş olanlara ihanet etmiş olduğunu duydu. Namussuz- luk etmişti. O öpüş onu sert bir e. saret kamçısı gibi yaktı. Koçer ir- kilen kadının gözlerindeki ateşi görünce ne olduğuna şaşakaldı. Ürktü, geriledi. Kadın hiddetinden tikana tıkana söylüyor, üzerine davranıyordu. — “Sen! Sen! Sen! Ha? Sen ba- na dokunacaksın ha?,, diyordu. — Öteki “Ne oluyortun Cura', Ben sana vallahi bir daha dokun- mam!,, diyor. Geriiiyor. Kaçiyor. du. Bir sandalya devirdi. .Cura'nın savrulan öfkesi dnrul- muyordu. Yüzüne harlıyan renk, elektrik, abajurunun penbesi de- gildi. Etrafına bak:nirken, pence. reden yeni doğun ayın dağ sırtın- daki turuncu kenarını gördü. Ne ışıktı 0! Demincek duyduğu fısıltı, gitgide daha ziyade yaklaşıyordu. Onu çağırıyordu. Ust başındaki el- biselerin, ve içine tıkılı bulundu. ğu apartımanın mânasızlığı bir- denbire gözlerine, kulaktan kulağa bön bön sırıttı. Parayla satılır, parayla alınır elbiselerini cart curt üst başından yırttı. Yerelere şarp- tı. Bütln gövdesi iröhnemiş kılı fından fırlıyan kılıç gibi yapyalin çaktı. Memleketinde giymiş oldu- ğu kendi eski püskülerini karıp giydi. Bomboş mesafelere “Yahu benim adrm ns? diye bağırdı, Ca- ranın yaptıklarına şaşakalan Bay Alp Koçer, ne dediğinin farkında olmıyarak, “Bayan Koçer,, diyece- #ine, “Cura. diye cevap verdi. Ka- dın Cura! “Curaaan! hah! hah!,, di- ye gülerek bir sıçrayısta kapıdan fırlayıp kayboldu. Koçer şaşkın saskım bakındıktan sonra, açık ka- pının karşısında ağz) acık kalarak, gayriihtiyari kıçüstü düştü. YURDDAŞ: Mebus seçimine o yarın baş- | lanıyor. Cümhuriyet rejiminin | kökleşmesi, Türkiyenin yüksel | mesi uğrunda gece gündüz ça- lışan Cümhuriyet Halk Partisi, | memleketin oOen güzide ve en muktedir evlâtlarından mürek- © kep bir namzet Jistesi hazırla muştar, Bu seçime iştirak etmek, milli ve vatani vazifelerimizin en büyüğüdür. Bu seçim devresinin (o milli bayramlardan olduğunu hatırla ve vatana karşı büyük hizmet- | ler ifa edeceğine kani olarak fl reyini omıntakandaki sandığa | | atmayı unutma,