Eşrefle Arkadaşları Sarılmışlardı Biz de Derhal Köye Gitmiş, Köyü Saran Jandarmaları issettirmeden Sarmış, Arkadaşlarımızı Kurtarmıştık Bu meşakkat da bize eğlence olu- İ X, bağrışıyor ve gülüşüyorduk. yi vakti geçmişti. Biz hâlâ kar- Büreşiyorduk. Bu sirada Eş sün dayısı Mahmut bey, atını Bi #acak bir süratle yanımıza gel- Sİ. Rengi sârarmış, dudakları Mrarmıştı. soluya soluya:; 7 Sadık baba, dedi. Değirmen- EiYirinda otururken jandarmalar va, sizce bizi sardılar. Ben hay- ma güvenerek kaçtım. Eşrefle Fahri şu anda tehlikeler Aman, biraz gayret edin, kurtara- Şunları. iğim çıkmıştı. Tez canlı Eş- ka, düğü, ehemmiyetsiz gördüğü Dana tutulmuştu. Evet koşmak, #türmak lâzimdı ama ne koşula- Yol vardı önümüzde, ne de ko- ilecek kuvvet kalmıştı bizde, Ar- #daşlar biribirimizi gayretlendi- « daha doğrusu hepimiz cani- vo tepeliyerek ilerledik. Akşam Aranlığı basarken Değirmen çayı- Pan Yetiştik. Jandarmalar gerçek- <2 köyü sarmışlardı. Fakat kim bi- he gibi düyünceler olacak kö- Bideceklerine pusuya girmişler. kuş öYdekilerin dışarı çıkmalarını, aşklarına atılmalarını bekliyor- di galiba, Hemen tertibat aldım. saç 5 saran jandarmaları, ben de #am bir çemberle güzelce çev- dim. Jandarma hattını açmak, Pile kayını Fahriyi köyden çe nak, soğuğun şiddetine rağmen ağ de, arkadaşları da bir hayli ter ni Jandarmaların tekrar bir ta- . UtUNÜ uğramafak için, yorgun Sin yine yola düştük, Bir pece de yilisede kaldıktan ye üç gün “rlarla kucaklaştıktan sonra, #yet Adapazarına ulaştık. taht gün süren devamlı bir isti- haç Yola devam edebilecek bir © Retirmişti hepimizi. Yine yola haşa müşrik, İki gür izücü ve e 3 öldürücü bir yürüyüşten son- iy lendeği ve Düzceyi geçmiş. Bo- hk dağındaki abazaların, Acıelma- dedikleri mevkideki hanlara leşmiştik. Eşref dayısı ile ka- Mimi alarak, teşkilâta başlamak re Boluya gitmişti. give ve muhitimiz kâmilen sa- 7 tarafından zehirlenmişti. Mü- “sal Hukuk teşkilâtı kurtuluş ü- leri halka masal ve hayal gibi Tiyordu, © Anadoluda kaynamıya başlı- ii Türk hırsı ve hıncına karşı a- ii tavırlarla gülüveriyorlardı. gp fenası, yüzümüze karşı dest “ünüyor, arkamızdan bize de, klerimize de sövüyorlardı. def gü Ye Yu Ayni saray zehirlerinin saçıldığı Boluda, Eşrefin bazı zorluklarla Seşılaştığını, Eşrefin elinde bü- Uğunu söylediği MUH kuvvet- ua, anılmadığını o sırada haber #1. Düzme mektuplar, hayali iş rezeler, ihtiyaçtan fazla talep- hi Eşrefin mesaisini kolaylaş - kya çalıştım. Meselâ, elimdeki b, vetin hepsi otuz yedi kişiden i- it iken Eşrefe yazdığım mek - di iki yüz elli kişilik mevcu- an bahis ile bu miktarda iç Kayır ve ayakkabıya lüzum gös- *m. Gönderdiğim tezkeredeki mginin üzerine de yirmi birinci dı, *2e kumandanı sıfatını takm- Ge İki gün sonra, arkadaşlardan Ne Mustafaya da ayni mealde bir tup yazdırdım. Onun imzası Ü- #tİhe de yirmi ikinci müfreze ku- gear adresini ilâve ettirdim. Bay» teşkile muvaffak olduğu Ying Müdafani Hukuk cemiyetinde, Ban Esref tarafından açılan, oku- tayı, PU mektuplar arzu. ettiğimiz ğ *rleri yapmış cemiyeti kuvvet- iş, iŞ ve azalarını cesaretlen- da işti. Ve bilbassa saray tarafın- milli cereyan ve kuvvetlere Bae hazırlanan manfi hareketlerin akkat bir zaman için olsun ge- | meş İni temin etmişti. Müteşeb- rp Yi propagandacılarını birer izi Vazilesini muvaffakıyetle başa - ran Eşref, aldığı bir emir üzerine Boludan Beypaxarına geçti. Oradan bana yazdığı bir mektup ile, Ada- pazarında belirmek istidadında bu- lunan isyan hareketini tenkile me- mur eğildiğimizi, erarine verilen bir bölük piyade ve gönüllüleri silâh- landırmak üzere aldığı yüz adet Berdanka denilen Rus tüfeği ile beraber, Nallıhan üzerinden Mu- durnuya geçeceğini ve kendisi ile orada birleşmekliğimizi bildiriyor- du. Bu mektubu alır almaz, bulun- duğum Acıclmalık hanlarını terk i- le yola çıktım. Düzce yoluyla Ak- yazi boğazını geçtim, Kozuluk köyü üzerinden üç günlük bir yürüyüşle Mudurnuya ulaştım. Yollarda bir tehlike şöyle dursun, hattâ yan ba- kan birisi ile bile karşılaşmadım. Mudurnuya vardığımın beşinci gü- nü, Eşref de, yanında bir piyade bölüğü, iki makineli tüfek ve bir cebel topu olduğu halde oraya gel- di. Hemen Akyazi yoluyla yürüyü- şe geçtik. Üç gün sonra, bir sabah vakti Adapazarının bahçelerine 80- kulmuş, baskın için icap eden ter- tibatı almıştık. M illi cereyan ve fikirlere karşı ötedenberi aykırı bir vaziyet aldığı söylenilen Adapazar kayma- kamı Mustafa bey, Adapazarmdanl ilk geçişimizde bize karşı da pek soğuk davranmış, hattâ koca Ada- pazarında müfrezemizi berındıra- cak bir yer bulamadığını ve bula- mıyacağını söylemek suretile biz- den hoşnutsuzluğunu açıkça gös- termekten de hiç (o çekinmemişti. Biz, Bolu havalisine gitmek üzere Adapazarndan ayrıldıktan sonra, kaymakam bey Vahdettine ve Fe- rit hükümetine karşı beslediği kul. luk hislerini bildirmeğe güzel bir vesile bulmuştu. Bizim fasit fikir sahipleri olduğumuzdan, halkı Sa- ray ve hükümete karşı ayaklandır- mağa uğraştığımızdan bahs ila Sa- raya ve sadarete tamtıraklı jur- nallar yağdırmış, telgrafla müba- lağalı haberler uçurmuştu. Vaziyetten, birbiri ardınca vw- kua gelen hâdiselerden zaten kuş- kuda bulunan Vahdettin de, he - men Has Hazine Müdürü Çerkes Zekiyi birkaç vatansızla birlikte Adapazına göndermişti. Tabii iş - galciler de boş durmamıştı. Damat Feridi körüklemişler, Hürriyet ve İtilâf Fırkasını şişirmişlerdi. Hü - kümet ve Fırkanm da bu havaliye bir sürü şeriatçı hacı ve hoca, bir sürü de saltanatçı efendi ve ağa göndermesini temin etmişlerdi. Bir ellerinde yaldızlı zehir kâseleri, diğer ellerinde sihirli altm torba - ları İle Adapazarma üşüşen bu 7a- mane yadikârları, birkaç gün için. de halkı kendilerine çevirmişlerdi. Adapszarlıların Müdafaa Hukuk teşkilâtıni — İstemediklerini, teş ktlât için gelecekleri silâhla karşı- layacaklarını etraf ve civara ilân ettirmişlerdi. İşte Eşrefle beraber geldiğimiz zaman Adapazarı bu va- ziyette idi. Tabii, bu vatansızların verdikleri kararlardan, milli cere- yan ve hareketlere karşı konula- cağından, halktan pek çoğunun ha- berleri bile yoktu. Eşref elindeki kuvvetle, beledi- ye dairesi ile hükümet konağı ara- sındaki sahayı çevirmiş, bütün yol larr kesmişti. Ben de şehrin, bilhas- 8a İzmitle olan muhaberesine mâni olmak üzere telgraf tellerini ko- parmış, şimendifer istasyonunda- ki makine odasını da çalışamıya- cak bir hale koymuştum. Bu işleri mümkün olan süratle başardıktan sonra, Tepeciköy sır- tma koydurduğum topun başına geçmiştim. Eşrefle verdiğimiz ka- s girmek, arzularımızı iyilikle kabul ettirerek Müdafani Hukuk Cemi- yeti teşkilâtmi yaptırmaktan iba- ret idi. Bu sebeple harekete geç- meden, ateşe başlamadan iyi ni- yetlerimizi halka bildirmeği mu - vafık bulduk. Şehrin İkinci komi- seri İbrahim efendiyi, bir vasita ile Yanıma çağırttım. Başında bulun- duğum top İle, uzaktan bakanlara gerilerinde toplar bulunduğu his- sini verecek şekilde yaptırdığım mevzileri gösterdim. Ve: .— Bak kapı yoldaşı. dedim. Kuv- vetlerimize karşı ufak bir mukavo- met gösterildiği takdirde derhal şehri yakacağım. Aldığımız emir kat'idir. Keyfiyet! kaymakama ve Jandarma kumandanma anlat, dapazar hükümetine şehri sa- ran kuvvetin miktarını, ne de savurduğum tehdidi yerine geti- recek topların adedini bilmediği için tereddüt ve korkuya düştü. Bu gibi vaziyetleri idarede cidden büyük bir maharet ve kabiliyete sahip olan Eşref, halkı ve hükü - meti saran tereddütten ve bilhassa çekingen hareketlerden tam zama- nmda istifade etti, Bir hamlede şehre girdi. İcap eden yerleri işgal eti. Jandarmalar elindeki kuvve- te karıştırdı ve nihayet vaziyete hâkim oldu. Ben şehre girmedim. Çetem ile bereber, bir batarya gibi göstererek şehre dehşet saldığım tek topumun başında kaldım. Mart leksandr, hapishane karyo- lasının üzerine ( oturmuş, dimi bildim bileli dayak yerim. Yaşım kırktır. Fakat kırk sene esnasında yediğim dayağın, hiç olmazsa on beş senelik kısmı 3e- bepsizdi. Hatırlıyabildiğim en er- ken çocukluğumdanberi hep da - yak yedim. Bazan hattâ, günde bir kaç sefer. Her istiyen, her dö- vesi gelen beni döverdi. Öyle ki; artık silleye, tokada ve hele s0- paya adamakıllı alıştım. Orman bekçiliği eden bekçinin birini öldürdüm, diye beni dört bin sopa yemeğe mahküm ettiler. Beni hınçla, iştahla döveceklerini biliyordum. oKöteğe ne kadar alışkın olsam da, dayanamıyaca- Bımı sanıyordum. — Şaka değil, dört bin darbe bu — Anliyorsu- nuz ya, öyle üstün körü geçiştiri- lecek ufak bir iş değil Dövecek- lerin her birisinin bana diş bile- mekte olduğunu da hesaba kat - mak lâzım. Onların merhametini celbederim diye, kendimi vaftiz ettirdim Belki beni affederler, her halde vaftiz edilmekle bir şey kay betmem, diye düşündüm. Beni vaftiz ettiler, adım Alek- sandr oldu. Fakat para etmedi. Vaftize rağmen ne artık, ne de eksik dört bin sopayı yiyecektim, Sopanın birini bile affetmiyor - lardı gitti, Bunun üzerine kızmadım değil! Durun da görürsünüz, dedim. Si- zin topunuzu da aldatmazsam ba- içeri pire dışarı sözü hükmünü, | Da Aleksandr demeyiniz, dedim, doğruluğunu burada da göstermişti (Devamı var) Evimize hısım, akrabadan ya- hut teklifsiz dostlarımızdan, hiç davet te edilmeden, gece yatısına çoluk çocuk kalabalık misafir gel- diği vakit, ne kadar güler yüz gös- termeğe çalışsak, doğrusu, gene az çok canımız sıkılır, Hele bircok dostlarm yaptıkları gibi, böyle da- vetsiz misafirlik ay sonlarına tesa- düf ederse... İçtimai bakımdan, buna saygı- sızlık deriz ama, davetsiz misafir- Hik tabiat İçinde pek çok yapılmış bir kaidedir. Tablat içinde, misa- firsiz ve yalnız başma yaşıyabilen- ler, galiba, ancak tek hücreli mev- eutlardır, Canlı bir eisim biraz bü- yük olunca ona derhal davetsiz mi- safirler üşüşür ve onun bulduğu gıdayı paylaşmağa çalışır. İnsan tabiat içinde en mükem- mel ve en zengin canlı cisim oldu- undan davetsiz misafirler en çok leşmiş olan mikropları hir tarafa bıraksak bile, yalnız barsakları- mızm İçindeki mikropların cinsi- ni iki yüz kırka, sayılarını 128 milyona çıkarırlar. O küçük davet- siz misafirlerin vücudümüzde ya- şadıklarmdan çok defa haberimiz bile olmaz, bizimle hoş geçinirler, ancak bazı zamanlarda bizi zayıf bulunca - meselâ bir soğuk algın- Mığı üzerine - kötülüklerini mey na çıkararak bizi rahatsiz etmeğe kalkışırlar. Fakat bu davetsiz misafirlerin büyücekleri de vardır: Solucan lar... Onlarm verdikleri zararları daha cocukluğunuzdanberi bilirsi- niz. Mikroplar daha keşfolunmaz- dan önce, eski zaman hekimleri pek çok hastalıkları solucanların marifetleri diye gösterirlerdi. İn- sanların yedikleri gıdalarla içtik- leri ilâçların da her şeyden evvel solucan düşürmeğe yarayıp yara» madıkları araştırılırdı... Mikroplar keşfedildikten sonra da solucanlar biraz fazla unutuldu. Solucanlar eski zamanlarda kendilerine karsı gösterilen ehemmiyete lâyık değil. lerse de onları büsbütün unutmak haksız olur. Zamana mikrop- ria olduğı geri k Eh bana, inanır mısın, Petrowiç, hepsini de kafese koydum. Ben. DAVETSİZ MİSAFİRLER... geçiniriz, fakat zaman olur ki kar- nımızda bulunan solucanlar mari- fetlerini meydana çıkararak bize türlü türlü rahatsızlık verirler, Bir kere, solucanlar büyük boy- da olup ta bir taraftan de pek co- galırlarsa barsakları ltr, büs- bütün tikadıkları bile olur, o va- kit İnsan harsakları düğümlenmiş sanır. Bazıları da safra yoluna, a- pandis içerisine sokulur, iltihep ol- | masa bile oralardaki “muhati gı- şa” soyulur, kan gelmesine se- bep olur, Bereket versin ki o davetsiz ml- safirlerin böyle büyük marifetleri pek nâdir olur, fakat bizimle hoş geçinmeğe çalışıp sessiz olarak bizim hesabımıza yaşadıkları vakit bile, bir takım toksinler çıkarır. lar, bunlar da az çok zehirli ol- dukları için bizi rahatsız ederler. Bu zehirli maddeler, akciğer ve yürek üzerine tesir edince, nefe- sin nizamı bozulur, damarlardaki tansiyon düşer, çarpmtı gelir, ya- hut yüreğin vurması zayıflar, bay- gınlık gelir... Sinirler ve adaleler üzerine tesir edince, İnsan heve- cana gelir, titreme olur, çocuklara havale gelir, göz bebekleri büyür, göz görmez olur. Solucanların zehrinden hazmın bozulması onların en çok görülen marifetleridir: Mide ağrıları, is- tahsızlık... birçoğunda oburluk, mi- de yanması, bulantı, İshal, karm ağrıları... Solucanlarm tesirile id- rar yolundan kan geldiği, albü- min çıktığı, idrarın azaldığı ve büs- bütün kesildiği bile olur. Kan üzerinde yaptıkları mati- fetleri söylemiyeceğim, onları an- cak hekimler mikroskopta görehi- Jirler, fakat solucandan gelen ka- şınmayı, hele burun kaştnmasını herkes bilir. Hepsinden ehemmiyetlisi onla- rm zehirleri (o hormon çıkaran guddeler üzerine tesir ettiği vakit- tir. Hormonun bozulmasından bin bir netice meydana çıkar, Bir ta- nesini, solucanlı çocuğun sıska ka- larak büyüyemediğini o söylersem DDDII IDE LELE HIKÂYE DAYAK Yazan: Dostoyevski ölüvermişim gibi iyi bilirim. yapmayı çek B“i o halimle gören artık nerdeyse, son nefesini tes- Him edecek der. Beni dayak yeni- lecek meydana götürdüler, Bütün bekçiler orada tabur ol- muşlardı. Sopanın ilk binini, ka- zasız belâsız geçiştirdik. Etim ca- yır cayır yandı. Avaz âvaz hay - kırdım. Ondan sonra ikinci bine giriştiler. İşte o zaman sonum san- ki yakınmış gibi yaptım. Bacak - Jarım sanki kırılmıştı... Kendimi bir salıverdim. Yerde serili kal - dım. Gözlerim ölü gözleri gibiy - di. Yüzüm ağarmak şöyle dursun, birden morarmıştı. Ağzımın ke- narından köpükler akıyordu. Ar - tak solumuyordum. Doktor “Öle - cek!,, dedi. Hemen beni hastaneye taşıdı - lar. Orada kendime geldim, Sopa- ları iki fasıl daha vurdular. Aman ne öfkeliydiler. o Amma da aşkla bütün güçlerile ve kuvvetlerile yerleştirip duruyorlardı. Bir gör - seydiniz! Fakat onları iki kere daha al - dattım. Üçüncü bini de böylelikle yedim. Yine köpükler saldım, yi- ne bayıldım; ve yine ayıldım. Son bini yapıştırmağa koyul - dular, Her darbe üç, darbeye be- deldi. Sopa değil, yüreğe sapla- nan bir kamaydı. Of! Ne dayaktı, ne yaman dayaktı o! Öfkelerinden dişlerini gıcırdatıyorlardı. Ah o cenabet sonuncu bir yok mu. On- dan evvelki üç bine taş çıkardı. Ve eğer dördüncü bini tamam- lamak için iki yüz sopa kala, san- ki canım çıkıyormuş gibi etmemiş olaydım, sahiden canımı çıkarta - caklardı galibal.. şte tam sonuna iki yüz değ- nek kala; yine ölüyormu - şum gibi yaptım. Yine betim ben- zim kireç gibi atık olarak kazık ke sildim. Yine beni gidici sandılar. Bu sefer artık gerisin göriye dönül mez bir yolculuğa çıktığıma kan- , Doktor bile ölmekte olduğu 0233333323323: ; KK CCE CC l ma emin oldu. İşte ölmedim? Ne. den? Çünkü dedika çocukluktan sopa yiye yiye büyüdüm. İdmanlı idim. İşte bundan dolayı canlı ola- rak önünde oturuyor ve sana ko- nuşuyorum. Doğdu doğalı az mı dayak yedim. Ne dayaktı onlar ne dayak! Aleksandr düşünceye daldı. San ki çocukluğundanberi yediği da - yakları sayıyordu. Bir müddet sus tuktan sonra irkildi. “Hayır! ye - diğim dayak sayılır gibi değil. On- ları saymağa rakamlar yetişmez. dedi. Bana baktı. Can ve gönül. den bir kahkahadır sahverdi. Gü - lüşü o kadar şendi ki ona bir gü - lümsemeyle cevap vermeden ken- dimi alakoyamadım. Yine anlat - mağa koyuldu. “Biliyor musun Pet Töviç gece rüyamda hep dayak ye- diğimi görürüm, başka türlü rü - ya gördüğüm yok,, Filveki, ko - ğuşta herkes uykuya dalınca, o girt lağımı patlatırcasına bağırır, ça - gırır ve inlerdi. Hepimizi uyandı - rırdı, Hapishanede şaştığım şey asıl, bazan hapislerin yapmış oldukları kabahati çocukça denecek bir ma- sumiyetle anlatışlarıydı. Cezala - rında da, kinsiz bir tarzda bahse - diyorlardı. Samimi yürekle güler- lerdi. Fakat M yok mu? İşte o hiç ötekileri gibi değildi. Bana ceza o- larak yediği dayağı anlatırken a - marin nasıl foyası meydana çıkı- yordu. Bir sefer beş yüz sopa ile cezalandırılmış olduğunu bana an latmışlardı. O bana hiç söyleme - mişti. Kendisine bu o söylenenler doğru mudur diye sorduğum za- man, kıpkısacık bir sözle doğru ol- duğunu söylemiş ve sözü kesmiş. ti. Yüzünü bana © kaldırmamıştı Kıpkırmızı morarıp kararmıştı, Yü zünü kaldırınca, gözlerinde bir a- teşin yandığını gördüm. İçi bütün kin kesilmişti. Dudakları öfkeyle nı hiç bir zaman unutmayacağı nı diki