d Guraba Hastahanesine Yatacaktım! BULGAR SADIK Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi : 101 Fakat Eminönünde İngiliz Bendesi Olan Polis Kısmı Siyasi Başmemuru Hafız Sait Beni Tanımıştı Gesi ev sahiplerini o rahat sz ediyorsam da ben rahattım. Fakat, kader bu ra- hatı da bana çok görmüştü, Bu eve sığındığımın dördüncü günü akşam vakti idi, Beylerbeyinden Burhani- yol üzerinde, tam kar- za düşen taşlık yamaçların ö- tesinde berisinde, başları kalpak'ı, sırtları gömlekli, belleri kamalı Çerkeslerin birer kara nokta gibi belirdikleri gözüme ilişmiş, dertle- rimi depreştirmişti. Biraz sonra e- ve gelen Rüştünün. işgalcilerin bir kaç polis ile azılı adamlarından Çerkes Bekir ve Kasımpaşalı kol- başı İsmailin mahalle kahvesinde oturduklarım söylemesi ve bu şe- rirlerin o gece bazı evler! basacak- larını işittiğini de sözlerine ekle- mesi yüzümu morartmışi:. Keni çe- kilen dudaklarımı ısırıyor, uzun sa- kalımın tellerini koparıyor ve dü- şünüyor, düşünüyordum. sirada evin kadınlarından birinin getirdiği kara haber, yalnız gözlerimi değil, gönlümü de karartmıştı. Bu kadımeağız, bir düş- man polisi ile iki Çerkesin, bulun- duğumuz evin on beş metre kadar açığında bulunan ahirın duvarı di- binde gizlendiklerin; ve evi gözle- diklerini söylemişti. Yaklaşan kara tehlike hemen bizi harekete geçir- mişti. Rüştü ile tabanealarımızı kapmış, arka odalardan birinin pen ceresinden kendimizi bahçeve at- mıştık. Bir kaç duvar aştıktan. bir hayli bahçe ve bağ dolaştıktan son- ra Tomru bayırlarına sar- müştak. Bir tazı “hız 118” koşuyor, kaçıyorduk. Çakal dağına geldiği- miz zaman uzun bir nefes almış ve fundalıkların arasma uzanmıştık. Kara kalpaklılar, biz evden çık- tıktan iki dakika sonra kapıya o- muzlamışlar, kamalarma, tabanca- larına astlmışlar, evi aramışlar. Tabii aradıklarını bulamayınca da, zavallı kadınları hırpalamaktan u- tanmamışlar. E Ttesi gün Çakal dağında al- dığımız bu haber beni çok dü- şündürmüştü, Bu vaziyette benim İçin sığınacak bir yer kalmamış de- mekti. Anlaşılıyordu ki, kara kuv- vetlerin kara kulakları bütün gay- ret ve hassasiyetlerile çalısıyor, a- dim adim beni takip ediyorlardı. Böyle devam ederse belki de beni değil, fakat ölümü ele geçirebilir. lerdi. Ürltsizlik. hele can kaygısı in- sanın hatırına neler getirmez. O an da kararlarımı süratle vermiş, işe de başlamıştım. Civar köşklerin bi- rinden edindiğim bir makasla sa- kalımı biraz kısaltmış, bıyıklarımı bir hocanınki gibi kırpmıştım. Bu suretle şekli değişen çehremi büs- bütün tanınmıyacak bir hale koy- mak İçin, yanımdan hiç eksik et- mediğim yara sargı bezlerile, başı- mn bİF kısmını sarmış ve yüzü- mün bir tarafını olduğu gibi kapa- mıştım. Bu halimle ve bir hasta tavrile Havuzbaşı yolundan Çen- gelköyüne, oradan da bir sandal i- le Tophaneye varmıştım. Galata gümrüğünün hamal başı- sı rahmetli; Salih reis bile beni güç tanımıştı. O geceyi rahat ve #mni- yetle geçirdiğim hamal kovuşun- dan. ertesi sabah yırtık pırtık bir hamal kıyafeti We çıkmıştım. Salih reisin Galata polis merkezin- den aldığı bir fakir ilmühaberile Groba hastanesine gidiyordum. O- rada İsmim unutuluncıya kadar İz'enecek. hem de millet sayesin- de rahatça dinlenecektim. Köprüyü geçmiş, Eminönü mey- danına" gelmiştim Maksadı Bah- çekapısmdan Topkapı tramvayma binmekti. İzmir sokağının tramvay caddesine çıkan köşesinde, o 7a- manm polis erkânından, kısmı si- i di iğ kağası yüze gelmiştik. Beni çok iyi tanı- yan bu İngiliz bandesi ve Hürriyet İtil? beslemesi birden gülmüş, seri bir hareketle da şol tarafıma geçe- rek koluma girmişti. Polis çağı mak için, yeleğinin cebindeki dü- düğünü çıkarmış, üflemek iin de avurdunu şişirmişti. Gözverimi aç-l tım, sevincinden kızaran yüzüne ters ters baktım ve sağ elimi cebi- me sokarken: — Hafız, çek düdüğü ağzındam dedim. Yoksa şimdi cenmı alırım, Düdük elinde kalmış, yanakları sararmış, kırçıl sakalınm sakladığı tombul çenesi oynamıya başlamış- tı, Kolumdan çıkmak, benden ay- rılmak ve belki de kaçmak istiyor- du. Fakat, bu vaziyette bu şeriri bırakmak, kaçındığım — tehlikeye kol açmak gibi bir hareket olacaktı, Kurtulamıyacağını anlıyan başme- mur titriyerek yalvarmıya başla- mıştı. Acılığını hissettirdiğim bir gülümseme ile baktım yüzüne ve: — Evde bekliyen ailene, yavru- larma kavuşmak istersen, çeneni tut ve bir arkadaş gibi istediğim yere kadar benimle beraber yürü. Tekrar ediyorum, ters bir hareke- tin, uygunsuz bir teşebbüsün ceza- sı ölüm olacaktır, Tehdidim tesirini göstermişti. Kolkola, gümrük binaları ile an- trepolar arasındaki yoldan ilerle- dik. Araba vapur İskelesi meyda nında gözüme ili bir otoroobilin kapısını açtım, içeri girerken şofö- re: — Oğlum. Çok hızlı gitme E- fendi hastadır. Çakmakcılar yolu ile Süleymaniyeye. Emrini verdim. Belimdençıkar- dığım tabancayı da başmemur be- yin şişkin göbeğine çevirdim ve sol | elimin şehadet parmağını dudakla- | rıma götürerek, ses çıkırmamasını işaretledim. Otomobil Süleymani- yeye gelmiş, verdiğim göz isareti ile Tiryaki çarşısındaki kahvelerin önünden geçerek askeri mafbaanm bulunduğu sokağı girmişti. Çok 15sız ve o derece sessiz olan bu yo- Tun tam ortasında şoföre durma- sını seslendim. Yine tabancum ©- İlimde olduğu halde, geri geri eği- lerek otomobilden çıktın. Bu ha- reketimle, hele elimde düran taban canın soğuk manzarasile sararan 90 före, güler yüzle bir sarı lira u- zattım ve; — Oğlum, dedim. Kapıyt-kapa. Bu efendi İstanbul polis müdüri- yetinde başmemurdur. Kendisini dilediği ve verdiğim paranın idare edeceği yere kadar götör. Ilaydi marş. tomobil, bozuk kaldırımlı sokakta sarsıla sarsıla iler- lerken ben Darülkadis sokağına sapmış, bacaklarımdaki bütün kuv- veti harcıyarak bir kurşun hızı ile kütüphane kapısı sokağından cami meydanını, Mehmetpaşa yokuşun - dan Küçükpazar caddesini boyla - mıştım. Unkapanından bir otomo- bil ile Zeyrek yoluyla Fatihe, ora- dan bindiğim bir fayton ile Fdirne kapısına inmiş, hiç şüphesiz izimi Topçular mezarlığından, Rami üzerinden rahat bir yürüyüşle Si- lâhtarağaya indiğim zaman ferah - lamış, eski tanıdıklarımdan Bay- burtlu Ethemin tuğla harmaninda- ki basık tavanlıt odasına girince de rahatlamıştım. Beni hakiki hüviyetim ile tanı- yan bu eski döstun yanında tam 20 gün gerçekten ve bütün manesile münzevi bir hayat yaşadım. Fakat merakımdan da çatlıyacak, sinir- den kibrit gibi parlıyacok bir hale gelmiştim. Üsküdar tarafındaki va- ziyetten haber alamamak ben! çok sıkıyordu. Yine evime, aileme sal- dırılması ihtimalleri yüreğimi sız. Jatıyordu. Adam göndermek, ma- lümat edinmek imkânleri yok de şılması ve bilhassa beni bile bile yanında alıkoymak gibi, o zaman- larda her babayiğitin göze alamı- yacağı bir tehlikeye omuz sallıyan Ethem ağanın başına da bır felâket gelmesi ihtimalleri beni ürkütü- yordu. rtik sabrım, takatım kalma- mıştı. Yirmi bir gün inzivaya çekilmiş bir derviş gibi her çilesi. ne katlandığım bu sığınağı da, sahibinin biraz dünyalık ile gönlünü ederek, bıraktım ve kaçtım. Üsküdara geçmek, vaziyetin icap ettirdiği şekilde hareket etmek iste- miştim. Niyetim Silâhtarağa, Küğıt hane yoluyla Şişliye çıkmak, Orta- köyden bir sandal ile Kuzguncuğa veya Paşalimanına atlamaktı. Fa- kat, Silâhtarağa köprüsü başında, tesadül programımı bozdu. İcinde bir bahriye neferi ile bir amele ve bir de küçük sandık bulunan bir sandalın, doğruca Salacak iskelesi- ne gideceği haberini duyunca ben de atladım bu sandala. (Devamı var) LOKMAN: HEKİMİN GU TLER B*z geldi. Bütün ağaçların tomurcuklarından yeşil a - İevler fışkırdı. İkizlerin ikisi de çocukluk çağından çıkmak üze - reydiler. Yürekleri duygu ile aşıp taşıyordu, gitmek istiyorlardş, A- çıkta yol alan bir gemi gibi üzer- lerindeki gökten başka © göklere zağlanıp fırlamasını özlüyorlar « dı. Mehmet tedbiri ile, Ahmetse hesaba sığmamazlığile, köyde ma- ruftular. ki çocuğun bakışları ırma - ğın sularına daldı kuşlar gi Bi cıvıldaya cıvıldaya denize akan ırmak, o bakışlardaki özleyişi de- nize götürüyordu. Suya böyle ba- karken bir yayın balığı gördüler, Yayın, maşallah yaşayacağı haya- ta göre yaradılmıştı. Sığınacak bir koğuk, yutacak bir kaç ufak balık, içinde yüzecek biraz çamur bulun ca, pes diyor, başkaya bakmiyor - du. Çocuklarsa insandılar. Gönül- leri arzulardan, bu sürü özleyişler den, ileri atılışlardan yuğurulmuş tu, Parmakları yapıcılık isteği ile yanıyordu. Bakışlarını milyarlar - ca manzara doyurmuyordu. Ço - cuklar yayına “budala ne duru - yorsun? Denizin o büyülü âlemi- PÜSKÜRME BENLİ.. Kastamonu'nun içinden bir erkek okuyucumuzun yüzünde, ellerdeki siyillere benziyen kabarcıklar pey- da olmuş, İlkin iki tane iken sayi- ları yediye çıkmış. Oralarda müte- hassıs cilt hekimi olmadığı icin 6- kuyucumuz, bunlar nedir, nicin ol muştur, nasıl kaybolur, diye bizden soruyor... Bu zat kendi yaşını da yazmış olsaydı İyi etmiş olurdu, çünkü yaşlıca kimselerde, yahut gençler. de olduğuna göre bunların mânası değişir. Yaslıca olanların neresinde böyle siviller peyda olunca pek te çok vakit gecirmeden cilt müte- hassısı olan yere kadar gitmek münasip olur, cünkü bunların sonradan kanser hastalığına dön- düğü vardır. Vikrâ böyle hir mari- fet yanabilecek olan sivilin avrr bir şekli varsa da onu insan ken- disi ayırt edemez, mütehassısın görmesi lüzrmdır. İnsan genç olunca pek te acele etmiyehilir. Zaten siyillerin veri ne ve sayısına göre ehemmiyeti başka baskadır. Ellerdeki siviller düz de olsa, kabarık ta olsa cok olunca makbul savılmaz, Fakat yüzde olunea bir iki tane kabarık siyil çirkinlik vermez. Düz sivik lerin çoğu bile zevk sahiplerinden bazılarmın hoşuna gider: Püskür- me benli şarkısında olduğu gibi. Ama bü okuvneumuz genç hir delikanlı olup ta nisanlısı o sivil leri orsa kızın emrini din- lemeğe tahli, mecburdur. Ancak bunları kaybettirmek te uzun bir İştir. Bazılarında bir tanesi elek- trikle yahut kızgın demirle « hissi uyusturduktan sonra - vakınca ö- tekiler de gecer, fnkat bu kolaylık her vakit beklenilemez. Birer bi- rer yaktırmak lâzim olur. Yalı- lan yerlerin sonradan nasıl gö- Tüneceği de önceden kestirilemez. len nefesin tesirine inananlar #iyillerini okuturlarmıs, börlere gectiğini de rivayet ederler, Simdi © türlü tesire inanan kimse galiba hic kalmadığı icin okutma ile «i- ra geçtiği artık hiç işitilmemek- İF. Elektrikle yahut krxrm demirle yaktırmak yerine, sivillerin tze- rine nasır ilâcı slirerek birer birer eritmek te mümkündür. Fakat © ilâcı yüze sürmek - ilâç kirli bir şev değilse de - insana çirkin gel dikten haşka gene birer birer uğ- rTaşmak epeyce uzun bir iştir. Son- ra da onlarm tekrar çıkmalarma mâni olmak üzere ağızdan uzunca müddet ilâç içmek lâzım. Bunları da hep cilt mütehassısı tertip ede- cektir. Onun için okuyucumuz bu si- yilleri mutlaka © kaybettirmeğe tur. Daha kolayı nişanlısını kandı- rarak güzel huyu ile siyilleri unut- turmaktır. Bunların kaplıca teda- visi ile yahut sadece yüksek bir yerde hava tebdili fle kaybolduk- ları da vardır. Meselâ Bursa kap- calarına yahut Kastamonu vilâ- yetinin meşhur çam ormanların- dan birine balayı seyahati yapar- lar... O seyahate kadar, Arap sa- b ile kükürt tozunu ve glseri- ni müsavi miktarlarda karıstırta- rak geceleri yüzüne sürer. Relki böylece onları kaybettirir de ba- layı yolculuğu daha tatlı olur. Okuyucumuz bunların nereden peyda olduğunu da merak etmis. Onun gibi meraklı başkaları varsa haber vereyim: Bazıları İrsidir, derler. Fakat kabarık siyillerin bulasık ve mikroplardan daha küçük canlı sebepleri olduğunu A- merikalı hekimler bulmuşlardır. Bir kabarık siyil tuzlu su içinde ezilip mahsus süzgeçten geçirildik- ten sonra birinin derisinin arasma #ırınga edilince - ilç haftadan Üç aya kadar süren uzunes hir müd. det sonra - orada siyil peyda olur. Bir elden ötekine, ellerden yü- ze geçmesi yahut yüzde bir tane peyda olunca çoğalması böyle hu- dandır. Baztlarının Taşık olmasın . yüzünde yüz taneye kadar coğal- dığı bile görülmüstür. Sadece yedi tane siyil sahibi bu kadarına sük- retmelidir. Bununla beraber yü- zünü havlu ile cok uğuşturmamak, ellerile ez ak iyi olur, böyle yapınca a yerlere bulaşma- ması kolaylaşır. « Kabarık ben bazılarında büyür, sarkar. O vakit et beni derler, Ru da yerine göre kapalı bir yerde, meselâ karım üzerinde olunca kim-. se görmez, Gerdan üzerinde et be- ni, sahibi olan bayan biraz da eda- h olursa, güzelliği arttırır. Fakst göz kapağı üzerinde olunca çir- kinlik vermemesine imkân vok- tur. O zaman onu elekirikle yak. trrmak zaruri olur, *. Ankarada Bayan (H. M): — Onların hastalıklarından do- layı kusurlarma bakmamakta pek isabet ediyorsunuz. oGeçirdikleri buhranm adma eskiden hekimler isteri der ve geçerlerdi. Şimdi kendilerini muayene edip tahlil etmeden bir şey diyemiyorlar. Kendiniz metanetli kaldıkça bu- nun sirayet etmiyeceğinden emin olebilirsiniz. . İstanbulda (V, P): — Sizin benimle alay etmek is- tediğiniz ihtimali daha ziyade ol- masaydı, “emsalleriniz” sizinle eğlenmişler, diyecektim, Fakat sö- zünüzü ciddi tutarak vazifemi ila edeceğim: Hiç durmadan 'evlene- bilirsiniz. DENİZ ADAMI VE PARA ADAMI Yazan: Halikarnas Balık » ne yüzsene,, diyorlardı. Yayın “peki,,, diyerek çocuklarla beraber kıyıya doğru yüzdü. Kıyıya varınca, tuzlu sü yayı - nın hiç hoşuna gitmedi, Hemen ır- mağın kenarındaki bir göleüğe saptı. Ve çocuklara şöyle konuştu. “Sizin yaşamak istediğiniz ha- yat boş bir riiyadır. Sizin hayalha- mınızdır. Siz o hayali yaşayamıya- caksınız. Sizin yaşıyacağınız ha - yat asırlardanberi kâğıdın üzerine mürekkeple çizilmiştir. Ve yemek yiyeceğin, uyuyacağın. defihacet edeceğiniz sâatler, dakikası daki - kasına tayin edilmişlerdir. Kâğıt taki çizgiden çıkarsanız belâyı ba- $ınızda biliniz. Belâdan kaçımırsa - nız, ki kaçınıyorsunuzdur, kâ- Ğittan ve mürekkepten bir hayat yaşarsınız, onu © kadar can sıkıcı sanmayınız, bakınız şu kıyı şeh - rinde ne eğlenceler, sinemalar. ©- yunlar, ard sokaklarda neler de ne- ler var, Hiç görmiyeceğiniz şeye ne can atıyorsunuz? İlk fırtınada Pişman olacaksınz. İşte şu içine ti- kıldığım göl gibi emin bir ev yapı- niz, YİYİP İçmek, paranızı, tırıng tı- rıng cepceğinize atmak (varken, bomboş göklerin mavisini aklınız - la pergellemekten ne çıkar? Göz - lerinizi uzaklara yıldızlara takma- yımız. Onlar yalnız pırıldamasını bilirler, sizinle hiç alâkadar olmaz- lar. Onlar isterseniz bağırın, eğer tınarlarsa bana yayın balığı deme. yin, Halbuki ağzınıza bir lokma a- fn! Onu gevelerken göreceksiniz ğünüz de lokmay'la birden alâkadar olacaklardır. Ben meselâ kendi evlâdım da olsa daha küçük yayınları yutarım. Geçimim buracıkta'kekâ; hiç bu- radan ayrılır mıyım? Öldüğüm za. mansa - çünkü ölümümün mukad- der olduğunu bilirim - hayatımın ölümümle bitmiyeceğine imanla i- nanırım. Her halde şu gölü yara - danın pek sulu bir maksadı olsa gerek. Ölümün ötesinin kupkuru olmayacağını duyuyorum. Mutla - ka orada, daha sulu bir suyu olan ebedi bir göl vardır. O ebedi gölde bu dünya balçığından daha yağlı bir pislik olacak. Orada tombul tombul lâhuti tırtıllar, bir arşın u- zunluğunda şişman solucanlar her isteği olan yayının Tüp diye ağzına düşecekler, ve hem de yutulmaya hazır lâyemut küçük yayınlar ola- cak. Ben meselâ bu fani gölde ö - Jünce o sudan İbaret cennete gide- ceğim ve artık o lâyetenahi sulak- ta ilelebet kuruluk, kuraklık nedir bilmiyeceğim.,, ahmut “Yayın doğru söylü- yor,, dedi, Ve kıyıya çadır kurup otura kaldı. Ahmet “benim gönlümü kimse avunduramaz, eğ - lendiremez, çünkü gönlümün eğ - lencesi gönlümü vermektir,. dedi. Kıyıda kalıp her fırsattan isti- İade ederek cebini doldurmağa ba kan Mahmut bir gün su bakracını omuzuna korken mevzun bilekle - rinde bilezikleri şakırdayan Fat maya rastladı, Onu çok sevdi, Fa - kat Fatmanın parası yoktu. Mah - mut bir zengin kızla evlendi. Ahmet hemen bulduğu bir kayığa hopladı. Uzakta, nasıl ki pembe bu lutlar küme küme birbirlerine sa - rlip mavi göklere yaslanırlarsa, hayal Omeyal, denizlere uzan - mış mesut adalar farkediliyordu. Rüzgâr aldı. Deniz solumağa koyuldu. Yüreği çarpmağa başladı. Rüzgürda saçları savrulan kızlar gi bi, firlayan kayık da, dolaşıp sü- zülen püskürmeleriyle ve deniz dumanlarile göklere harelenen bir alev salıyordu, Ahmedin kendini kapıp koyverdiği O cazibede bir şahlanma, bir kanad çarpma, ça - kan-bir sevinç kahkahası vardı, Gök boşluğuna boşanan can atı- şında bir ilerleyiş vardı. Sevinç mi ilerleyişi, ilerleyiş mi sevinci do - Zuruyordu? Bilmiyordu? İlerleyi- şin mükâfatı kurtuluş, kurtuluşun mükâfatı ilerleyiş oluyordu. çısı Gök o gün o kadar maviydi ki Ahmet, kendisinin ona karışması - nı ve kendisinin bir şarkı, bir sa - da olmasın, ve mavilerde gövde- siz bütün bir sevinç olmasını mu- sikiyle biten ve mavilerde bir türkü olmasını Kayığı yıldırım gibi gidiyordu. Adalara yetişiyordu. Bir aralık ar- kasına baktı, Koca dalga ai da, dimdik bir yeşil billâr süt gibi yükseliyordu, güneş onun için den mavi çakıyordu. Adaları ar - tık kıyılıyordu. Kıy; çarpıp açı- ğa dönen dalgalar birbirlerinin koy nuna dalan şelâleler gibi köpük - lerde sarmaş dolaş dönüyorlardı. aş er arasına dalınca Ah- met kendini rüya parçala - rının arasında uyandı sandı, Ada- lar gök mavilerine asılı idiler. Ber- rak bir süküt üzerinde beşik gibi salınan adalar. Yaradılış sanki bu mesut yavrularına ninni söylüyor. du. İçine daldığı bu yer bir koy muydu, yoksa bir saadet kuyusu mu? Yeryüzüne düşmüş göklerin bir tebessümü müydü? Bunlar her halde çirkinlikten evvel yaradıl - mışlardı. Ahmet dışarıya çıktı. Sarma - şıkların beklenmez, tahayyül edil mez renklerde açılan çiçekleri bi- rer sevinç çığlıkları gibiydiler. Tit reşen yapraklar arasında gök ma- visi bakıyordu. Sanki gök ufak u fak kırpılmış, yapraklar arasından Ahmedin üzerine dökülüyordu. Ak şam oluyordu, ada rüyasının koy- nunda, rüyası adanın koynunda u- yuya kaldılar. Süzülüp çıkan ay adayı, geli - nin tepesinden tırnağına alam de vağı gibi, bembeyaz nuruna bü © rüdü. Usul usul kayıp giden gece- ile ye, Ahmet ferahlayan soluğu tempo & “İşte insan bunun i İskat kaçımız bunu görüyor?,, di- ye bağırdı. Ve kendi sesine şaştı, Yine gümüş tozu gibi rıhlara yas- landı. Ağaçlar sakin gölgeler uza- tıyorlardı. Adada karanlık yoktu. Fakat sıcak ve esrarengiz gölgeler vardı. Gök daha vasi ve daha yakın gibiydi. Ahmet o vüsati çekip bağ- rına basmak niyetiyle kollarını u- zattı. Fakat tsm o zaman bir çıtırdı oldu. Ahmet hiç oynamadı, gözet- ledi. Çıplak bir kadın vücudu ay i- şığına, kayıp ağardı. Yürürken yalnız kumların fısıl- tısı duyuluyordu. Gövdesine mu » hit ve ay ışığı bir âliha halesi yara- tıyordu. Kız denize girdi. Çırpındı oynadı. Denize girmeden evvel, ay ışığında şeffaf denecek ksdar ağa- ran vücütten, sudan çıkarken san- ki gümüşler akıyordu. Ahmet geyri ihtiyari yerinden oynadı. Kız gürültüyü duyunca et rafı çın çın çınlatan bir çığlık sal- dı. Mahmudun fhkara diye almadı - ğı Fatmaydı. O da adayı kimsesiz bilerek kendi kayığı ile gelmişti. İki insan birbirine vardılar. Am bir çok yıllar geçti, Ö- lüm Ahmedi de Mahmudu da ayni saatte ziyaret etti. Ahmet ölüme, yaşadım, fena veya İyi ol - sun bir iş gördüm. Ölüm her yaşa- yan insan için olduğu gibi benim için gündüzün gecesi, uyanışın uy- kusudur. Dedi. Ve gözlerini yum - du. Mahmut yine kıyıda kendi bağ ladığı sağlam kazığa bağlı duru - yordu. Uğrunda bütün ömrünü heba ettiği paranın hepsini ölüme ve - rerek, biricik bir gün satın alma - ğa kalkıştı. Fakat hayat parayla satılmıyordu. Ölüm ona omuzunu çevirdi. Ne korkuyorsun, sen yaşa- madın ki ölesin. Zaten yoktun! Pa- ra tutup havyar yedin fakat ye - şamadın! Kendini zengin ve kur - naz sanırsın. Fakirsin, zavallisin, müflissin dedi. 4