24 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi : 97 Çeteyi Pusuya îğgîşürmüştük Bunlardan On Dokuzunu Yere Sermiş, Birçoğunu da Zedelemiştik, Ceplerimiz de Biraz Para Görmüştü iz de olduğumuz yerde kal- mış, alacağımız intikami Zamana bırakmıştık. Bu teşeb- büsümüz bize Sarı Kavak köyün- den yağma ettikleri eşyanın mü- himce bir kısmını ele geçirmek, içlerinden de beşinin kafalarını ezmek gibi küçük bir muvaftakı- ,Yet kazandırmıştı. Peşlerini bırakmamıştık bu soy- suzların. Koyun sürüsü ardında 8ezen, sinsi kurtlar gibi günlerce ardları sıra dolaşmıştık. Nihayet bir gün, yine saldırmak niyeti ile üzerine yürüdükleri Sarıkavak kö- Yünün altındaki boğazda karşıla- Mış, yüzden fazla olan bu nankör- leri biribirine karıştırmıştık. On dokuzunu yere sermiş, bir çoğunu da zedelemiştik. Habisler, ateş baskınına uğrıyan domuz sürüsü gibi dağılmışlar, homurdana ho- Murdana her biri bir tarafa kaç- mışlardı. Bu iki çarpışma bizi silâh ve saplıyorlardı. Daha fazla durama- dım evimde. Sabah ezanı okunur- ken yaşlı gözlerimi silerek, yuva- mı, yavrularımı müezzinin büyük- lüğünü ilân ettiği Allaha terkede- rek kapımı çektim, fakat, yuvası bozulmuş, yavruları boğulmuş bir dişi kaplan gibi yırtıcılaşmış, van- şileşmiştim. O günümü, Altunizadede Yavuz Fehminin köşkünde, bir erkek üç de dişi arslan doğuran ananın di- zinin dibinde geçirdim. Bu muba- rek vatan gibi kendime ana edindi- ğim mühterem kadını, uğruna çır- pıindığım vatanın bir sembolü gibi yüreğimden intikam duygularını taşırdı benim. Dizine yattım. O söyledi, ben ağladım. Akşam olmuş, her taraf yurdun bahtı gibi kararmıştı. Yavuzun köş- künden çıktım. İki saat sonra Modadaki İngiliz karargâhı etra- fında dolaşıyor, yuvama musallat olan Viteli araştırıyordum. Onu lemek, titriye titriye dişle - cephane cihetinden zenginleştir- Mişti. Eh.. siz okuyucularımdan saklıyacak değilim a şimdi, ceple- Timizi de bir kaçar İngiliz liracık- larile şenlendirmişti. Fakat, yine salgıncıların süvari bölükleri düş- Müşlerdi dağlara, ormanlara. Çe- temin mevcudu bunlarla karşılaşıp P)Oğuşmıya müsait değildi. Benim için yapılacak iş yine bir köşeye çekilip beklemek, etrafı dinleyip gözlemekti. Kızılcaköyüne inmiş, hepimiz bir yere sokulup sinmiştik. İngiliz ve Hind süvari bölükleri, düşmanla- rin meydana get ri Çerkes çeteleri her tarafı kaplamışlar, bo- Bazları kesmişler, geleni, geçeni sıkıştırıyor, Sadık kaptan çetesi- hi soruşturuyorlardı. Buradaki is- tihbarat zabiti Lister de çıkmıştı köylere.. Görmedim diyene dayak, bilmiyorum diyene tokat atıyor. hakkımda yalan yanlış malümat Verenlere de İngiliz lirası dağıtı - Yyordu bu eli açık delikanlı. İngiliz lirası dedim de hatırıma geldi A- Tanmakla bulunamıyacağımı, ko- Valamakla tutulamıyacağımı pek güzel anlryan açık göz düşmanlar, bu arada Üsküdarda evimi vakilli, Vakitsiz basmak, aramak, çoluk, Yocuğuma işkence yapmak, ka- Piya nöbetçi koyup suçsuz kadın Ve çocukları aç ve susuz bırakmak 8ibi hareketlerle, takındıkları me- mek etlerini kemirip didiklemek, kanını sora sora içmek istiyordum. Gözüm o kadar kararmıştı ki, ka- rargâhtan çıkan tercüman Bed - rosa sokulup sormaktan bile çe- kinmedim ercüman halimden hiç şüp- helenmemiş, çamurlu kıya- fetim, deri ceketim ile beni bir Şi- leli Rum çetecisi sanmıştı ve: — Bugün Adaya gitti. İki gün kalacak orada. Bir iş için ise, git kapiten Lister ile görüş kirye. Cevabile de beni fena halde sars- mıştı. O anda, karargâha girmek, bimdeki iki bomba ile alt üst etmek hatırıma gelmişti. Fa- kat bu hareketimin doğuracağı â- kıbet ve neticeleri şahsım ve ailem namına değil. Fakat milletim namı- na uygun bulmamıştım. Bu teşeb- büsümün — cezasını bana değil, Türklere çektireceklerdi o zalim- ler. Derhal vazgeçtim ve çekildim oradan. Bir kahvede oturdum. Vitele, bulgarca uzun bir mektup yaz - dım. Mektubumda, ne için geldi- ğimi açıkça bildirdizten sonra, e- vime yaptırdığı taarruzlara devam edildiği takdirde, intikamımı şah- sen kendinden alacağımı da ilâve ettim. Zarfının üstünü fransızca yızdıgnn bu 'mektubu, karargâh da nöbet bekliyen neferin deniyet maskelerini lar, ha- kiki çehrelerini ve va_hşıhklerhıi doğruca göstermişlerdi. Bu haller Yüreğimi sızlatıyor ve beni kıv - Tandırıyordu. Yamklamnı; yuvamı bu zalimlerin zulmundan kur- tarmak için karrmı boşadığıma dair Yazdığım bir kâğıdı evime gönder- Miş, gelenlere, bu kâğıdın göste- benimle bir alâka ve mü- hasebetleri kalmadığını söylemele- Tini bildirmiştim. Dostum Kosoy- dan aldığım haberler beni çıldırt- Mış, Kızılca köyünde d delileti ile lurşılaştığım bir. teı- - cümana uzattım ve: '— Bu mektubu Şilede Yorg:ı vehlivandan getirdim. Mister Vı - xle verilecektir. Diyerek, uzanan 'eline bıraktım ve hızlı adımlarla karırgahta_n ay- rıldım. İçim biraz rahatl ştr. mMiş, seciyemin dürüstlüğünü, dü- şüncelerinin çürüklüğünü kendile- rine göstermiştim. Modadan ayrılınca, Altıyol ağzı, Söğütlü çeşme, Gazhane yoluyla Uzunçayıra varmıştım. Maksadım, Lâtin mezarlığının yanındaki sırt- tan Küçük çamlıca yoluyla Bul - gurluya gitmek, geceyi ya binbaşı Mehmet Beyin ya da Mevlüt peh- livanın evinde geçirmekti. Mezar- lığı yoldan ayrılan tellerin kena- rından yavaş yavaş yürüyor, zih- nimi başka şeylerle meşgul etmek, Vitel meselesini unutmak ve sinir- lerimi yatıştirmak için bir şarkı mı rıldanıyordum. Bari her vakit yap- tığım ve becerebildiğim bir şey ol- sa, Bu şarkı söyliyerek yürüyü- şün cezasını az daha canımla ödi- yecektim. Mezarlığın sonunda, tel mânia- nın köşelendiği noktada bulunan büyükçe bir meşe ağacına yaklaş- mıştım. Ansızın patlıyan, mermisi, sağ kulağımın biraz açığından viz- İryarak geçen bir silâh söylediğim şarkıyı boğazıma tikıvermişti. A- lışkın ve seri bir hareketle he- men olduğum yere uzandım. Ta- bancamın namlısını da ağaca doğ- ru uzattım. İki dakika süren sıkın- tılı, çarpıntılı bir beklemeden son- ra, yavaş yavaş sürünerek sokul- dum. Gördüğüm manzara hem kız- (Devamı var) imyagerdi. Şöyle anlatıyor- du. Lâboratuvarım şehrin Gualahara tarafındadır. Orada toprakların arasında bir demir parçası buldum. Atomlarını ışığa çevirdim. Kulağımla değil, fakat demincek size anlattığım veçhile gördemin hücrelerinin, gerek ©o hücreler dinleyiş işinde spesiya - lize olmuş olsunlar, gerek olma - miş olsunlar demir parçasının söylediklerine tepemden tırna - ğıma kadar kulak kesilirim. Demir bana ta esir içinde bir nebüloz fiskesi iken hatıralarını anlatmağa başladı. Ben oralarını geç dedim. İspanyada bir demir madeninde, maden iken nasıl alı- nıp eritildiğini ve kendisinden bir top döküldüğünü tarif etti. Top olarak önünde ümitlerle dolu bir istikbal açılmış. Onu dört teker - lekli kırmızı bir arabanın üzerine oturtmuşlar. Ve bir gemiye taşı - mışlar. Geminin adı Pinta imiş. Kimyager: “Dinleyin şimdi ben sözü topa bırakıyorüm,, — “şöyle söylüyordu,, dedi. Pinta, bir de iki gemi daha, de- nize açıldık. Aylarca gök Okya - nusa, Okyanus göğe ufuk oldu. Âkıbet uzaktan karayı seçebildik. Görülen yer yeni dünya imiş. İş- te top olarak, ilk sefer orada bu- lutlara karşı gürledim. Halbuki Amerikanın keşfini ilân ediyor - muşum. Aradan seneler — geçti. Pinta eskidi. Beni başka bir ge - miye naklettiler. Gemiyi Fran - sızlar zaptettiler. Ben de Fransız- ların eline geçtim radan bir çok sene geçti. Bir gün gemim — Marsilya rıhtımına rampa etmiş duruyor - gu. Bandolar alabildiğine çalıyor- Sinirlilerden çoğu lerin bozukluğuna bağlamak için, rının rivayetine göre hepsini Be'; kendisinde, ne de ka- midesi bozuk olduğu eskidenb Ti ki l hiç birin- meşhurdu. Farkında olmıyarak de, midede bozukluğa sebep ola- hava yutup sonra da midelerin- bilecek hiç bir hastalık hılunnıı- mak şarttır. Halbuki den üstüste birçok gaz - çık hıyııılır blle dnlı'li oklııklırı için sanırlardı. i " Fakat, yirmi beş, otuz yıl kadar oluyor, İıviçrede ruh tedavisi ile kendisini'çok tanıtan bir sinir has- talıkları profesörü “midesi bozuk olanların yüzde doksanı sinirliler- »» dedikten sonra bu meşhur ke- lâm o vakitki hekimlerin ağzım- dan'midesi bozuk olanların kulak- larına kadar geçmiş ve. midesi bozuk olan herkesin kendisini si- ıdrll sayması âdet olmuştu. Şimdıkı hekîmler o fikirden vaz idesi bozuk ©- Ne de olsa, bu adamın biraz. kar.- kacağını, insafsız elini yuvımdan ve- yavrularımdan ' çekeceğini tah- min ediyordum. Tahminimde al'- Tanlar ırıııııdı buna inananlar hâlâ çokça bulunur... “Yemekten sonra midesi yanıyor yahut mide- ye şişkinlik geliyor, çıkı- yor, hlnz da sancı oluyor gece dnnmamıştım Mektubum, kapiten Sak kıpkızıl bir deli haline getıt- Tnişti. Kosoy bana, kayınvaldem farafından, evimi basan medenile- "_ gösterilen bu kâğıdın çok fena İr tesir yaptığını ve kayınvalde - Min dayakla bayıltıldığını bildir - O akşam Kızılca köyünden ay- Tılmıştım. Çılgın bir hırsla koşa, $a ve dinlenmeden Üsküdarın yo Unu bile kısaltmıştım. Çocukları- nfm mahzun halleri, ailemin bez- âln tavrı, hele kayın valdemin AYakla morartılan sırtı ve bağrı Berçekten beni perişan etmişti. Kar- silarında oturup - ağlıyı dım plarını insarilandırmış, mede- nileştirmişti. Ama ayağını yuvam- dan kesememişti. Vitel yine - gel- mişti evime. Fakat, her vakitki gi- uyki ik olup ta sabak "_ in baş xuvlınıı hepsi mide hoıııkluğuıı sebep olabilirler. Hele kadınlarda kıdlııı'k lık âlctlerhıh lılriııde has- tal st-pek nadirdir. Karaciğer hasta- lıkları, barsak hastalıkları, müz- min ıpındlıü hastalığı, dalakta toplanan sıtma hastalığı mideyi az çok bozarlar... Göğüs içindeki ıızııvlırd.ın da ıkclieıde veremli kalb h mide- l_etl .çoŞ defa bozuk olduğunu 'bi- Midede bozukluğa sebep olan hastalıkları midesi bozuk olan si- nirli kendisi ayırt edemez. Onları teşhis etmek hekim . işidir. Rönt- gen ışıklırlle muayene lüzumu da başka.- * 'Yalnız, bakınız, modaya uymak için kendi kendilerine aç kalarak ııyıflıyın bayanların midesi bo- onlar kendileri mide bo- ağrısı da geli - sinirlerin zafi- ikluğ açlıktan, zayıflıktan yetli mide — bozul ta-on- Halbuki insan kaıd'klni ıinirli diye bilse, yahut öyle bildirmiş ol- sa da midesi h -sinirliliğe bağlamak doğru bi acı;davr ş, caka sat mıştı. “Umulmadık derecede tatlı- laşmıştı. Aileye güler yüz göster- miş, hattâ çocuklarıma pastalar, lx)nbonlzr getirmişti. Zorlukla dön düremediği yolumdan beni yumu - şaklık ile çevirmek, ele geçirmek yoluna girmişti. Kayın valdeme: l soyleyimz bu adımı dl ınl- değildir. Sinirli denilen bir kim- sede—sinirli olmıyanlar - gihi— »bir mide ülseri bulunmasına hiç - 'bir mâni yoktur. O da ilk zaman- ları bir mide bozukluğu ile başlar ve uzunca bir zaman öyle devam eder. O kadar zaman mide bozuk- luğunu sinirliliğe bağlıyarak — al- dırmayınca, mideyi İyice muaye- M-ei tirmeyince, sonu ne- olur dı, eşkiyalığı bıral iki-yüz lira aylık verehm bizimle çalışsın. Bunu, işgal - kumandan- lığı teklif ve temin ediyo- bütün soğukkanlılığımı topladım.. ıAyn ayrı verdiğim teselliler, ön- e"'—11!% saçtığım altınlarla oyalamı- &, istıraplarını gidermiye uğraş- Mümkün mü hiç? Zavallılar 'e hlçkırıyorlar bezgin, bitkin, bir ok gibi W!'eâim' rum size. Dermı.şvehenintmılmıkiste— mişti. p B u teklifin yaraşıklı cevabı- nı o kapitene ve efendileri- Bir mlde boınklugunu sinirle-. rin zayıflığına bağlamak için şart- lar vardır. Bir kere, mide bozuk- luğunun ' şekli. Sinirli olanlar mi- deleri düzgün olsa bile - bozuklu- ğun tarifini okuyunca kuruntu ile mide bozukluğunun alâmetlerini keıulllerındo hissedecekleri için, o kli burada tarif etmiyeceğim. Zıten onu ıyırt etmek hüıbtıtüıı hekim işidir. - Sonra, mide lıuııklııiunu sinir- lesi bozuk olunca bunu ileri ıeldlıino emin olabilirler. Hele zayıflıktan böbrekleri de kaymış olursa... . Saydığım bu lıııî.ılıklımı hiç biri bulunmadığı vakit, mide — bo- zukluğu gene mutlaka sinirliliğe bağlanamaz. Sinirliliğin her tür- lüsünde mide bozulmaz. Mide bo- zükluğuna sebep olân şekli, yahut mide bozukluğu ile birlikte bulu- nacak alâmetler vardır. Bunları da sinirli hasta kendisi ayırt ede- mez, çünkü sinirliliğin bir alâmeti de —en büyük alâmeti— kendi keııdim yanlış hissetmektir. Mide bozuk!ıığıı sinirliliğe bağ- landı... O vakit te sinirlilik nere- den geliyor? Sinirlerin bozul âardı. Halk çıldırasıya seviniyor- u. La Marseillaise adlı bir türkü söylüyorlardı. Beni ağzıma ka - dar barutla doldurdular. Ben de türküye sesimi katmak istiyor - dum. Orada da can ve gönülden göklere karşı gürledim. Az sonra beni karaya çıkardılar. Hattâ Ma- reşal Bernadot adlı bir Fransız, yanımdan geçerken, bu şarkının Fransa için iki üç kolordudan da- ha kiymetli olduğunu ve daha çok iş gördüğünü söyledi. — Gürliyen sesimin sağnağı — asırlardanberi yağıp, başlar üzerinde birikekoy- muş olan tozları üfürüp savurdu. Sesimin gürleyişinden bir sürü tahtlar ta temellerine kadar zan- gir zangır titrediler. Ondan sonra beyaz atlı tom - bulca bir adamın önünde Tresmi geçit eder düururdum. Askerler “Viye Vempereur!,, diye bağırır- lardı. Fakat nedense herife —kanım dı. İ: d ziyıde i * TEBÇ du. Bense Pinta'daki ilk nteşle - nişimdenberi, sesimi hep insanla- rın türküsüne katıştırmağa alış - mıştım. O tombul adam beni İs - panyaya gönderdi. Orada General Jünot adlı bir adamın kumanda- sındaydım. Bir gün bir çok İspanyol kız- ları ellerinde hançerler olarak ba taryamıza - saldırdılar; ve beni zaptettiler ve işte o zaman ben yine-İspanyolların eline geçtim. B eni muzafferiyetin bir nişa- y nesi, diye Madrit vilâyet binasının önüne çektiler. Sırtıma beni zaptettikleri tarihi gösteren bir bakır levha çaktılar. Orada çok mesut seneler geçirdim. Çocuklar etrafımda oynaşır, sır tıma biner inerlerdi. Vilâyet ko- nağı satılınca beni bir eski hırda- vat anbarına sürüklediler. Orada epeyce tozlanıp paslan - dım. Seneler geçti. Bir gün — bir kaç zabit geldi, üzerimdeki lev - hayı okuyunca beni Madrit aske- ri müzesinin önüne çektirdiler. Orada irili ufaklı tam bir düzine top yanyana sıralanmış duruyor- duk. Ben o eski şanımın rüyasına dalardım. Akşam olunca Rita adlı bir genç kız gelir, üzerime otururdu. Zavallı yavrucak çocuk denecek kadar körpeydi. Gündüzleri bir sigara imalâthanesinde sigara sa- rardı.. Babasına kader çocuk bol- luğu ve para kıtlığı vermişti. Be- nim sırtıma oturmak bedava ol - duğu için, üzerime yangelir, ve gelen geçenleri seyrederdi. O üs- tüme otururken rahat etsin diye elimden geleni yapardım. — Yani elimden gelen dediğim, molekül- lerim ne kadar müsaade ederse, © kadar yapardım. Sonraları şehirde tuhaf bir hal- dı ıebeıııız olmıı Hokhn Ka sebe- ği vakit b ğüıte gizli gibi kalmış bir veıeın hastalığı bulur.... Onun için mide * boıulduğn va- kit, insan sinirli de olsa, onu sinir- lerden geliyor, diye eheminiyet yermemek doğru olmaz. Bayağı bir mide bozukluğunu da muaye- ne ettirmek lâzımdır. ler oldu. Sokak sokak devriyeler gezdi; göklerde, koca bir eşekarı- sının Zırıldayışı — gibi bir zırıltı peydahlandı ve herkes göğe baktı. Derken ıslık gibi bir şey duy - dum. Halk öteye beriye sığınak- lara koşuştular. Güm diye yanı - başımda hir bomba patladı. Altı- ma saklanan bir çocuğun beyni parçalandı. Bu edepsizliği kim yapıyordu. O Pinta'daki, Marsilyadaki hatı - ralarımdan uyandım. Bayağı mo- leküllerimin oynaştığını duydum. Sağımda solumda toplar patlıyor- du, Ah hani ya! Bir de ben ko - nuşsam diye konuşmayı özledim. İşte ©o akşam, yanıbaşımdan ge - çen iki asker dönüp bana baktı - lar. Onlara gülümseyim, dedim. Ama dudaklarım oynamıyordu. Fakat gülümsemek — istediğimi duydular mı ne? Birisi ötekine beni eliyle gös - tererek: “Hele şu çakaloza bak, bunun ötesini berisini yontup aç- sak, mükemmel bir havan topu olmaz mı?,, dedi. Sevincimden axz kaldı yüreğim senelerdenberi pas- lanan ağzıma gelecekti. Öteki as- ker: “İtalyan tanklarına — karsı amma da iyi iş görürdü,, deyince, bayağı arabamın üzerinde hopla- layasım geldi. Küçük dilimi yut- tum, desem yalan değil. Beni ora- dan kaldırıp götürdüler. Tornaya koydular. Beni evire çevire yıka- yıp temizlediler. Tıpkı ilk top o- duğum gün gibi pırıl pırıl parlı- yordum. Eski arabamı değiştirdi- ler. Hem de asıl tuhafı beni bey- girler değil, kızlar - çekiyorlardı. Bunların arasında Rita'yı tanıma- yım mı! Demir olmasaydım mut- laka gülerdim, Fakat eskisi gibi giyinmiş de - ğildi, Başında sivri bir şapka var- dı. Işteogunyme harp meyda- nına vardim. Önümüzde Guadalajara denilen bir yer var- dı. Oraya ateş 2diyordum, Benim mensup olduğum askerler — dört yüz kişiydi. Biz ise yalnız iki top- tuk. Top olarak yaşadığım son günü iyice hatırlıyorum. Yanıbaşımdaki top parçalandı. Beni doldurup bo- şaltanların hepsi de vurulup öl - düler. Onlar sağken Rita, — onlara su taşıyordu. Rita, on beş yaşınday- dı. Hayatın zevklerinin hiç birini daha tatmamıştı. Gözleri önünde hayat, gençliğin ümidiyle ebedi - yetler kadar yayılı dururken yine korkmadı, ürkmedi. Benim başı- ma geçti. Etrafına gülle kurşun yağıyordu. Beni nasıl doldurduk - larını su taşırken görmüştü. Beni doldurdu. Gözleri şimşekler çaktı. Dişlerini sıkıyor. Yumruğunu sal- lıyordu. Bütün gönlüyle “No Pa- saran!,, diye bağırdı. Ole! dedi, beni ateşlerken göğsü- ne giren bir gülle kızı parampar- ça etti. Bütün kıllarının yandığı- nı gördüm. Ne kadar demir olsam da, ben de onun gibi maddeydim. Acı duydum, bütün gönlümle öy- le bir patladım ki, patlıyan bir yürek gibi parça parça oldum. Ve top olarak ömrüm böylece sonu- na erdi. Benim bir parçamı siz orada buldunuz. Ve ben de size işte başımdan geçenleri anlatıyo- rum. Çünkü siz demire nasıl so- rulacağını bildiniz. Pa GA

Bu sayıdan diğer sayfalar: