21-2-939 Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi; S4 Ilk Tanıyan “Çorbacı, Oldu Yaşından Umulmıyan Çeviklikle Tüfeğini Kapmış ve Olduğu Yerden Derhal Ateşe Başlamıştı O gün de güneş tepemize di - kilmiş, fakat beklediğimiz görün- memişti. Üzüntüden sırsıklam ter- lemiştim. Başım sersemlemiş, uy- kusuzluktan tenbelleşmiştim. He- men hemen kendimden geçiyor, gözlerimi yumuyordum. Tam o sırada arkadaşlardan OKardeşko Hasanın dik sesi bir vızıltı gibi kulağıma erişti. — Çocuklar, Hasan pehlivan geliyor. İnşallah hayırlı bir ha - ber var. Lâstik bir top gibi sıçradım ye- rimden. Koşa koşa yanımıza ge - len Hasan pehlivan uzun bir'ne- fes aldıktan sonra mânalı bir gü- Wümseme İle: — Sadık Baba, dedi. Jandarma zabiti Ömer Beyin selâmı var sa- na. Beklediğin misafirler, araba ile Kısıklıdan biraz evvel geçmiş- ler. Ne üzüntüm, ne de uykum kal- mıştı. Dudullu köyünden bize doğ- ru uzanan şoseye hiv müddet bak- mış, yapılacak işin son tedbirlerini de zihnimde kararlamıştım. Mutat işaretleri tekrarladıktan sonra ha- zırlığa başlamıştım. Kardeşko Ha- san ile Boşnak Nuri ve Tayyıbı şose nin sağındaki fundalıklara, İbra- him pehlivan ile Tahir ve Şakiri soldaki taşlıklara koymuş ve Mev- Jüt pehlivan ile Ali, Haydar, Veli ve Afyonlu Aliyi de yanımda alı- keemnetım Tizandığımız verlerde. gözler şosede, eller tetiklerde bek- Hiyorduk. izi hayli ezip üzdükten son- Ta kiryelerin iki atlı arabası görünmüştü ve nihayet pusumu- zun içine de girmişti Bir yaylım ateşi ile, bir çırpıda hepsinin işini bitirmeyi, kahbece bir hareket say- dığımız için ayağa kalktım ve ses- lendim. Kendilerine müdafaa zs- man ve İmkânmi da bağışlamak Suretiyle Türklüğümüzü, mertliği- mizi gösterdim. Beni ilk gören, tanıyan Araba- nın sahibi Paşaköylü İstelyanos çorbacı olmuştu. Yaşından umul mıyan bir çeviklikle tüfeğini kapa- Yak atlamıştı. Olduğu yerde diz çökerek ateşe başlamıştı. Milki kaptan ile arkadaşları da biribiri ardına sıçrıyarak şosenin kenar hendeklerine girmişler, üzerimize açtıkları şiddetli bir ateşle işe gi- rişmişlerdi. Aramızda on metrelik bir mesafe bile yoktu. Fazla takır- dı çıkarmamak, Çamlıca ve Dudul- luda bulunan düşman kıtalarını a- yaklandırmamak için, arkadaşla- Tem seyrek ateşle bu habisleri oya» İıyordu. Fazla duramadım, bulun- duğum yerden hemen fırladım ve kiryeleri (o nsokulduğu ( hendeğe bir çarpma bomba yolladım. Bom- bayı tam ortalarına düşürmüştüm. Çök hırçın bir ses çıkararak patlı- yan bombam Mülki kaptanı beş metre geriye atmış, arkadaşlarını da birer taş parçası gibi etrafa fır latmıştı. Hepsi de lâyık oldukları cezayı bulmuşlar, ahret yolunu tutumuş- lardı. Türk köylüsünü aylardanbo- ri insafsızca boğazlıyan bu haydut- lar ölüm ihtilâçları içinde kıvra- rırken biz de sevinç içinde çirpi- narak Sultan Çifliği yoluna ko- yulmuştuk. Koruya yaklaştığımız zaman, tü- feğimi, fişekliğimi Taşdelende bir- leşmek üzere ayrıldığım arkadaş- larımla yolladım. Tabancamı koy- numa bir bombayı da cebime soktum. Caddenin kenarında, su fıçılarına pul yapıştıran belediye memuru Hafız Lütfinin kulübe ne sokuldum. Maksadım çekilece- ceğim istikümet hakkında Hafız Lâtfi ile bizim “Kosoy,, a bir ha- ber göndermek, gözü açık ve ku- lağı delik bulunmasını tenbihlet- mek idi, ulübede oturuyor, Hafiz Lüt- #inin, fevkalâde bir ikram olarak eliyle pişirip verdiği kahve- yi içiyor, Kosoy'la görüşeceği şey- leri söylüyordum. O sırada Dudul- Ta yolundan Üsküdar jandarma ta- buru kumandanı binbaşı Remzi B. in tek atlı arabası göründü, birkaç dakika sonra da kulübenin önün- de durdu. Binbaşı Remzi Bey te- lâşhı ve biraz da endişeli idi. Beni görünce: — Sadık. dedi. Kirazlıdere sir- tında Paşaköylüleri vurmuşlar. İçlerinde, İngilizlerin adamı olan (Milki) de var. Araba ile gelirken rastladık, Yaverim Salih Beyi ora- da bıraktım. İşin varsa da yoksa da, karakol çavuşunu gönderinciye kadar, git, orada bulunuver biraz kuzum kardeşim. Binbaşı Remzi Beyin anlattıkla- rını büyük bir soğukkanlılık ile, kendimi biraz da hayret etmiş gibi göstererek dinledim. Ayağa kal karken de: — Ömeriikten yaya geldim Rem- ri Bev. Yürüvecek değil a. dura. cak bile halim yok. Halırın için gideyim ama, beni uzun müddet bekletme orada ha.. Dedim ve yola düzüldüm. Hâdi- se mahalline vardığım zaman şim- diki Çorum Valisi ve İstanbulun eski Polis Müdürü olan Salih Kılı- €ı hainlerin kanlı cesetleri başında buldum. Dikkatle yerlere bakıyor, katillere ait iz ve eserler arıyordu. Kumandan tarafından kendisine yardım için gönderildiğimi söyle dim. Araştırmıya ben de iştirak ettim. Hâdisenin failleri gerçek- ten dikkatli ve tedbirli davranmış- lar, hüviyetlerini bulmıya yarıya» cak ortada bir çöp bile bırakma- mışlardı. O zamanlar, yaşı gibi tecrübesi de çok genç olan Salih Kiliç Bey, bu muvaffakıyetsizliğe pek üzülmüştü. Artık sıra, cesetle- Tin üzerlerini muayeneye gelmişti. Başladık, bir domuz leşi gibi iğ- renç görünen Milki Okaptanın cesedine yaklaştık. Koynundan çı- kan cüzdanında, bir çok kâğıtlarla Milkiye İstanbul işgal kuvvetleri kumandanlığı' tarafından verilen bir vesika bulunmuştu. Salih Bey bu vesika ile kâğıtları almış, biraz #erdeki kayalıklara çekilerek tet- kike dalmıştı. Ben de diğer ceset- leri araştırıyordum. Bu esnada, Sa Wh Beyin bulunduğu yerle benim aramda yatmakta olan İstelyano- sun kımıldandığımı, eliyle beni gös tererek kısık sesle mırıldandığını görmiyeyim mi?.. İt canlı herif, ye- diği dört mavzer mermisi ikide bomba tanesine rağmen hâlâ ge- bermemiş, beni Salih Beye ispi- yonlamıya uğraşıyordu. Yavaşça yanına yaklaştım. Kendi tüfeğinin harbisini göğsündeki yaralarından birine soktum. Soluğu ile beraber Sesini kestim. u habisin işaretlerini, mırıl- tılarını ve benim yaptığım son marifeti, Salih Kılıcın sezinle- Yip sezinlemediğini pek farkede- medim. O, elindeki vesikaları tetkik Je meşgul oluyor gibi görünüyor, ben de diğer cesetlerin üzerlerini araştırmıya devam ediyordum. « sirada, binbaşı Remzi Beyin gön- derdiği jandarma çavuşu ile 'ne- ferler gelmiş, beni bu şıkıntılı va- ziyetten kurtarmıştı. Bu teşebbüsüm Paşaköylüleri a- damakıllı sindirmiş, milli bir kah- raman saydıkları Milki kaptanla- rını bavarileri ile beraber ortadan kaldırmıştı. Fakat işgal kuvvetle- rini ayaklandırmış, zabitlerini ve kumandanlarını fena halde yazap- landırmıştı.. Alemdağında bizim için gezecek, korunacak yer kal mamıştı. Takip müfrezelerile yap- tığım bir iki ehemmiyetsiz ça madan sonra Arnavutköyü istika- metine çekilmiştim. Fakat, oralarda çok durmamış, yine Polonez köyü yoluyla Taşde- len civarına sokulmuştuk. Gün- düzleri saklanıyorduk. Geceleri de taraf taraf yolları bağlıyor, hainle- ri avlıyorduk. Bir ay kadar devam eden bu mevzii çalışmamızla A- lemdağı havalisinden Rum eşkiya- larmın ayaklarını kesmiş ve köy- lere, köylülere güvenlik temin et- miştik. i (Devamı var) iKA YE KACAKCI Yazan : KK idi. Öyle bir hüsnü- nieytle yalan söyliyebilirdi ki, şehirde olaydı darülfünundan diploma alabilirdi. Boyacının eli gibi her boyaya girmiş çıkmıştı. Çok- tan devam eden bir idman dolayı- siyle, kestirme yoldan para kapıcı- lakta bir eşi daha yoktu. Saçlarma kır düşürmüş olan, bin bir tehlike- MH hayatı, merhamet etmiş iyi- lik yapmış olduğu adamla - ssrin onu hep kafese koymuş olma- lari, denizde göğüs germiş olduğu fırtınalar, temas ettiği vahşi adam- lar, vaziyetler, manzaralar, hırsız Davudu, her tanıdığın en çürük ve güvenilmez tanışı, arkadaş ların en sadık arkadaşı etmişti, Maamafih kazılan bir mezbelede birdenbire büyük bir elmasa rast gelinmesi kabilinden bu vahşi söz- lü adam ayni zamanda tatlı özlüy- dü. Yemede içmede bir aşırılığı yoktu, Görüp sezmekte şimşekten hizlı, katlanmakta taş gibi daya- nıklı idi, Onu yaradılış belki iyi bir hedefi için yaratmıştı. Fakat içine doğduğu hayat, o neyse, onu öyle etmişti. Herşeyden fenalık göre göre kâ- inata karşı, hınçlıbir kitlenişle “nah sana!,, dermiş gibi yumruk- lanan yüreği, ancak Üç kızına ma- vi gökler kadar açıktı. Anası yara- dılış, ancak bu yoldan, yavrusuna koynundaki merhamet sütünü, ka- na kana emdiriyordu. Fakat hele MIDESIi BOZUKLARA YEMEK Mide bozukluğunu irmek, şüphesiz, hekim işidir. İlkin, bo- zukluk nereden geliyor? Mide, kendisinde bir hastalıktan yahut yemek tarzında bir kabahatten bozulabilirse de, pek çok defa başka bir uzuvda bulunan hasta- lık tesirile bozulur. Bu sebebi bul- mak ta hayllce uzun bir iştir, Son- ra mide bozukluğunun şeklini an- lamak lâzım. Bu da ancak hekim munyenesile meydana çıkar. Fakat, hekime gidinceye kadar yahut hekim bulunamıyan yerler- de, mide bozukluğu nereden ge- İirse gelsin ve şekli nasıl olursa olsun, midesi bozuk olanların hepsinin bilmeleri lüzumlu ve rin- yet etmeleri faydalı kaideler var dır. Bunların en başında, tabiidir ki, yemekler gelir. Vâkri bozuk midesine dokimacak yemekleri. dikkatli bir insan kendi kendisine de tayin eder ve tecrübesine gö re, dokunacağı yemeklerden sakt nır. Bununla kendi tecrübesinden önce, den de istifade edilebilir. Bir kere, midesi bozuk olanların birçoğunda karaciğer de hozuk ol- duğu için yumurta, kakao ve pek yağlı yemekler yemekte daima İhtiyatlı bulunmak iyi olur. Barı ları süt İçmekten bile rahatsız © lurlar, o vakit yoğurt tecrübe edi: Tir. Karaciğerde bozukluk bulun: masa bile yağlı etler yağlı balık- lar, salçalı ve tavada kızartılmış yemekler, pek yağlı hamur İşleri, ceviz, fındık, yağlı pastalar midesi bozuk olanlara dokunacak şeyler- dir. Bunun gibi katı ve çiğ yemek- ler de dokunur: Salatalar, ordövr iz çerezler, lühana, İüru sebzeler ezme halinde değillerse, elma ve armut. - Baharlı ve bi- berli yemekler, turşular, balık konserveleri, alkolün her türlü- sü, şarap bile, kahvenin ve çayın çoğu, tütünün bile fazlası - bozuk mideyi daha ziyade bozarlar... Bunlar yasak edildikten sonra ne kalır, demeyiniz. Bakınız, bo- zuk mideye dokunmayacak daha ne kadar çok yemek kalır; Yağı alınmış et suyuna, yabut sade suya pirinç veya şehriye çor” hası. İsterseniz unla yahut tapyo- ka ile yapılabilir. - Pek taze yur murtayı rafadan olarak (tecrübe etmelidir. Yağda pişmiş yumurta dokunur. Etlerin yağsız tarafları, kuzu, dana, sığır eti bile, yahut frrmda - salçasız - kızarmış. Tavuk etinin her tarafı. Hindi, kaz etleri yağlı olduklarından doku surlar. Fakat av etleri yağsız © lursa ve bayatlamamak o şartile, dokunmazlar. Etlerin haslama 0- lanlarının da dokunmalarma bir sebep yoktur. Balıkların yağsız olanları, deri- sini yememek şartile, haşlama ya- hut mikarada kızarmış. Üzreine li- mon sıkinca, İnsana midesi bozuk olduğunu bile unutturacak, nefis yemektir, Taze sebzeler de sade suya haş- lanarak yenileceği zaman tzerine biraz tereyağı ilâve edilince de- kunmarlar, Patetesle taneli kuru sebzelerin püreleri de öyle... Hamur İşleri, pek az yağlı, daha iyisi tereyağla pişirilmiş olunen, hem insanı pek iyi besler, hem de bozuk midelere bile dokunmaz- lar. Hamur tatlıları da az yağlı, yahut hiç yağsız olunen, dokun- masına sebep yoktur. Süt yalnız içilince dokunsa da sütlâc dokun- maz. Mahallebi de öyle, Yumurta da yalnız olarak dokunduğu hal- de mahallebiye karışarak onu kre- ma şekline getirince dokunmaz. Buna limon yahut vanilya katma- ğa bir mâni yoktur, Makarna dokunmaz, fakat kıy- malı yahut fırmda kızarmış değil, İyisi, yarım saat kaynar su içinde haşlandıktan sonra İyice süzmeli ve sicak sıcak sofra üzerine geti- rildiği vakit üzerine biraz çiğ te- reyağı koyarak onu kendi haline erimeğe bırakmalı. İsterseniz üze- rine biraz da beyaz peynir İlâve edebilirsiniz. Kaşar peyniri ve katı Frenk peynirleri bozuk midelere çok do- kunurlar. Yemişler de çiğ yenilince doku- nurlar. Külde pişmiş yahut suda huşlanmış, daha İyisi hosaf, hafif komposto, yahut marmelât şek- linde yemelidir. Yalniz portakalı ciğ olarak tecrübe edebilirsiniz. Dol âfiyet olsun... Bal ve reçeller bozuk midelerden bazi» larma dokunurlar, midede yanma hasıl ederler, Ekmek, bozuk midelerin hepsi- ne dokunur, hele ekmeğin içi, Ek- mek yerine anasonlu gevrek yiye- onu tercih etmelisiniz. Ondan hoşlanmazsanız, yahut bu- lamazsanız ancak kızarmış ekmek, ondan da mümkün olduğu kadar az yemek şartile,.. Bu yemeklerin hepsini, tabii, İyi ve çok çiğnemelidir. Mide bir. çoklarmda yemekleri iyi çiğneme yemi ve acele yemekten, bozu- ur. İçetek şey, yalnız su. Maden suyunu da, © sormadan, kendi kendine içmek bozuk mide için doğru değildir. Mide eksisi za- ten az ise bozukluğu ezbere bilir, Halikarnas Balıkçısı bir buradan da kesilsin, tayfun, tornad, kasırga, ana kaplanın sal dırışı, bu adamın çıldıran atılışma kıyas, solda sıfır kalırdı. Kaçakçılıkla para yapmıya kak kışması tuhaf görünmesin, milyon- lar kıvırmıya savaştığı yoktu. Kız- larını geçindirmiye, onlara cihaz ve saadet temin etmiye uğraşıyor- du. İşte bundan dolayı denizde rast geldiğinden koparır, kopara- mıyacağını aklı kesince yan çizer- di. Böylece, derya üzerinde kürek çekerek, sulu, ve tozlu işini görür- dü. Kaçakçılık ettiği zaman kaçır- dığı şeker kahve, pirinç ve kadın- ların klâsik ihtiyaçlarından, dan- era aarrurmsia İa : ma, düzgün gibi şeylerdi. Hâli ada- lara, balığa giden balikçı arkada larma bazan pirincin, kahvenin, ö- teberinin hangi mağarada gizli ol- duğunu bildirir, onlara “için, ye- yin, keyfinize bakın,, derdi. İşte bu kadar işlerin hepsini, yıl- dız gibi lekesiz, çiy damlası gibi saf bildiği üç güzel kızı hatırı için görüyordu. Çelik gibi keskin ve sert sesiyle, onlara çiçek gibi ha- fif sözler söylerdi. Bu itibarla ba- baların en babacanı idi, * ylarca ayrılıktan sonra, be- yaz yelkeni sıcak Egenin derin gecesine en ziyade yaraşan ay ışığında kayıyordu. Tenha kıyı- daki evine doğru prova çevirmişti. Yuvasına dönen kuş gibi heyecan- daydı . Tan yeri yaprak yaprak açılan gonca gibi gülümsemelerle uyan- dı. Yeni doğan gün sanki yeryü- zünde hiçbir fenalık yokmuş gibi gülümsiye gülümsiye yaşamıya ko- yuldu. Evi kıyıya bakan bir tepede ya- payalnızdı. Koy kumsalından baş- lıyan yokuş geniş çarklar ederek yükselen bir kuş gibi, dolana do- lana ağâriyor; ve bembeyaz eve varmca sanki “hah! evi buldumt,, dermiş gibi, evi sarıp, orada dura- kalıyordu. O gün kumanla yanaştı. Orada ona cehennem suali soracak güm- rük ve karantine yoktu. İki arka- daşına geminin safrasını atmlarını, tekneyi hemen basmalarmı, ten- bih etti. Çünkü ertesi günü tekne- ye ateş verip, maderleri raspa e- decekti. Kendisi ev yolunu tuttu, Evine beş altı yüz adım yanaşın- ca durdu. Urun müddet gurbette gezenlerin dönüşte, acı tatlı, bin- bir çeşit, tuhaf Oduyguları o- lur. Acaba ölen hastalanan oldu mu? ?diye, göreceği gelenler hak- kında insana hem sevgi ve hem en- dişeden doğma bin bir şüphe sal- dırır. Engin yolculuğundan, iş güç- le kısmen unutulan bu duygular, insan yüreğini, gerisin geriye ay- larca evvel ayrılık anında düyü- lan duygulara getirir. Davut, uzaktan, ocağmm tüt- mekte olduğunu görünce sevindi. O, karadan ziyade denizden çakardı. Eğer metafizik bileydi, o- e cak dumanı fizik hâdi tında ocağına kibrit suyu dökül mekte olduğunu kestirir, ve sevi neceğine tasalarırdı. Yoren tırmandıkça evceğizi- nin pırıl piri parlıyan be- yaz badanasına, evinin yanıbaşın- daki hurma ağacına, portakal &- Baçlarından salkım salkım sarkan altın yemişlere bakakaldı. Hattâ kendi köpeğinin havlayışını tanıdı, Fakat daha ziyade yanaşınca, &- ğaçların altında renk renk par- yan elbiseler gördü. Neydi onlar? Kulağına cura, dümbelek, darbu- ka sesleri de çalınıyordu. Duydu- ğu bu musiki herhalde demincek eve bakarken gökle-in mavilerin- den yüreğine - akmış olan “musiki değildi. Rakı dolu kahve fincanlarının başına bağdaşmış efeler, tellendi- rip durdukları sigaralarla duman- hı bir halka teşkil etmişlerdi. İnci dizisi gibi, üç kızı da, parmak çat- lata çatlata, ve fink ata ata, ger- dan kıra kıra, halkanın dumanmı dönen gövdelerile savuran üç per- vane olmuşlardı. z Davut gördü, ve anladı. Denizin derini bazan kararrverir. Onun bax kışı da zindan kesildi. Sevginin kahkahalarla atılışı ve koyun ko- yuna sarmaş dolaş. İhtirasta tâ köpükler kan kokuncıya kadar du- dakların yapışış ve ısırışı hiçbir za- man kinin düşmanlara verdiği son boğaz boğaza diş dişe kitleniş ka- dar İnatçı olamaz. Dostler ayrıl- mak için birleşirler. Sevgi sadaka- te güler, alay edip geçer. Fakat ha- kiki düşmanlar tâ ölüme kadar kavuşmuş kalırlar, Olacak oldu. Orada toplananla- rın hiç biri diri kalmadı. Davut ölmedi. Ölümden kaçtığı için değil kaçmadığı için galiba. Bağrında artık kimseciği kalmıyan evinin eşiğinden yaralı olarak sendeleyip çıkmak yalnızlığını duydu. nlündeki o vahşi ıssızlıkla, doğmuş olduğu kıyı köyüne döndü. Bunca yildır nerdeydin? Ne yaptın gibi sorguları hiç sev- mezdi. Sormakta ısrar edilirse, ak nı kararır, sözleri seyrekleşirdi, Davudun yattığı odanın altındaki kahvede onun durmamacasına gi- de gele odayı adımdığı duyuluyor- du. Kendisi gözle görülecek suret- te eriyordu. Görülen hiç ayrılmyan sürü hayvanlarında bir hal var- dır. Hassastırlar. Öleceklerini an- Jayınca, at, İnek, koyun her neyse mutlaka sürüden ayrılırlar. Uza- ğa, ıssız bir yere giderler. Orada yapayalnız olarak ölürler. Son iş- kencelerini ötekilere göstermek is- temezler de ondan mı? Yoksa yal mz yaradılışla baş başa kalmak için mi, bilinmez. Sığırtmaç ve ço- banların bir bildikleri varsa, has- ta olup sürüden ayrılan bir hayva- nin ne kadar tedavi edilse de mut- laka öleceğidir. Ayni hal Davuda da vâki oldu. Sağına soluna bak- (Lütfen sayfayı çeviriniz)