6 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HSAYA h nt aa llme d-2-999) ——— — ,sxxkıu. ç a B mA yi “SBULGAR SADIKİ Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 79 — Yanımıza Bir Papaz Geldi P etersb.urg'un beyazlara bürü- nen istasyonuna indiğimiz zaman büyük bir kalabalıkla kar - şılaşmıştık. Angelika sağımda ve bana dayanarak ilerliyor, inliyor - du Ada. Parola dilimin ucunda, göz- lerimle bizi karşılıyacak papazı a - raştırıyordum, Arabaların dizili durdukları yere yaklaştığımız es- r_ıada? Angelika birden sendeledi, u_zîru_ne yaslandı. Ne taraftan gel- | dıgm.'ı fark bile edemedim. Solum- | da dikildiğini gördüğüm papaza — Belomore Sadık, lîarolasmı verdim. Papazın iler ı b İ | | kucaklayıp bizim de atlamamız bir dakika bi- yüzü gülmüş ve: bur, Forkmayın kardeşler, Peters 8 polisini de kaz gibi aldattık. “S“fh“ke:n' atlattık. Dözü ile bizide güldürm Sort saatlik üzüntülü ve yoürîtcî 'T seyahatten sonra, akşam ka - ranlığında çiftliğimsi bir yere var Arabadan inerken Angelika: — Burada, dedi. Biraz dinlenir, yola çıkarsınız. Araba yolu ol - Madığı için, yarım saat kadar yü- v |- Tümek zahmetine katlanacaksınız. Fakat... Muhatabımın sözünü kestim ve: — Matmazel, dedim. Bizden ay rılıyor musunuz?.. y — Esefle söyliyeyim ki, evet. Vazifem size buraya kadar yol ar kadaşlığı etmekti. Biraz dinlen - dikten sonra geldiğimiz araba ile Petersburg'a döneceğim, yarınki trenle de Moskova yolu ile Ode « saya gideceğim. Tek katlı bir binanın tavanı basık bir odasına girdik. dJan büyük bir sobanın etrafını Şevirdik. İstasyonda bizi karşılı - yan papazın getirdiği bir şişe vot- ile Vücutlarımızı * am edilen bisküvilerle çayları- mıî:çerken bizim matmazel An- Mi yüzündeki makyajını te edi. Bu ameliyeyi diğer bir Yapıp yanımıza gelmiş ol - tanımakta Yanan saydı, v odada bir saat kadar ısınıp ; Sonra, yanımıza kat- yanıbör kardeş ile yola çıktık. Ba- diğer bir Yüklettikleri hayvanla gidiyor, bize yol at kadar açıyordu. Bir sa Yol aldıi karlar içinde düşe kalka te önümüz sıra * hizmetimize bakan adamcağız gü- ler yüzle odamıza girdi. Eğilerek selâmladı beni ve: — Sadık kardeş, dedi. Bu ak - şam teşkilâtımızın umumi mer - kezi idare heyeti ile görüşeceksi - niz. Umumi kâtibimiz bir çeyrek saat sonra buraya gelecek ve sizi toplantı salonuna götürecektir. ine selâmladı, odamızdan çık tı gitti. Bu müjde, darlaşan yüreğime biraz ferahlik vermişti. Gerçekten tam vaktinde odamızın kapısı açılmıştı. Merkez komitası- nın umumi kâtibi ve isminin Ne- lidof olduğunu söyliyen uzun boy lu, sevimli simalı bir genç beni aldı, bir çok dolaşık, karışık deh - lizlerden, salonlardan — geçirerek umumi merkez heyetinin toplan - dığı salona götürdü. Büyük bir masanın etrafında — toplanan bir reis ile altı âza beni ayakta kabul ettiler. Ayrı ayrı elimi sıktılar. Görüşme tam bir saat sürdü. Her şey konuşulmuş, kararlaştı - rılmıştı. Ayrılırken komitaya te - berrü ettiğim dörder bin altınlık iki çeki imzalamış ve reisin eline sunmuştum. Ertesi sabah kâtibi umumi Ne - lidof bizi, üç gündenberi çile dol durduğumuz asri mahzenden çı - karmıştı. Geldiğimiz akşam ara - badan ündiğimiz yerde duran bir kamyonun yanına gelince Nelidof, cebinden çıkardığı bir zarfı uzattı bana. Ve: — Bu kamyon sizi fabrikaya dürünün oturduğu odayı göstere - dür (Gaznef) size iş verecek yve - İ yatacağınız yerleri gösterecektir. Bütün kardeşler size muvaffakı - yet ve selâmet temenni ederler. gün öğle vakti ben fabrika- nın makine dairesinde ocak çılığa, Mustafa ile Hüseyin çavuş- ta el arabaları ile makine daire - sine kömür taşımağa başlamıştık. Tabii bedava değil. Fabrika idare si bize üçer ruble de gündelik ta- yin etmişti. Ayrıca da, Petersburg şimendifer istasyonunun arka ya nında bulunan işçilere mahsus bi nalardan birinde üç yataklı bir o- da göstermişti. Komitacılar bütün vaatlerini yapmışlardı. Artık iş başa düş - müştü. Paydos zamanlarında, bu bir benzerini görmediğim derece - de büyük olan fabrikayı geziyor, yapacağım işi hesaplıyordum. Ka ra torpilleri, —muhtelif tiplerde bombalar, tapalar, top mermileri, tayyare bombaları yapılmakta o - lan bu fabrika, birbirlerinden ay - rı ve uzak yapılmış yyirmi ık; bi- nadan ibaretti. Her binanın iç ve dış taraflarında yangınları, şıeı- türlü kazaları önliyecek son sis - tem vasıtalar bulunmaktaydı. Bu binaların hepsini birden uçurmak günlerce çalışmağa bağlı ve çok zor bir işti. Gerçi, ben bu zorluk- îiayah bir salonda bulduk ve o - l'Ku.rdulı;. İsmini öğrenemediğimiz salrcleş, biraz dinlendikten sonra, oîi Ona bitişik Benişçe bir yemek daağına geçirdi. Yemekten sonra $ Yataklı bir oda Bgösterdi. Bı: ıîmbtoprak altındaki es - arlı binada iki gün ve iki îîcü kaldık, Yedik, içtiîl'.i’eteü - -8 BSazetelerini de günü günü - ik, İsmini öğrenmek bir Olmiyan, kat'i - lüzum hasıl » , ,Paşlı kardeşten başka kimse dımuâ::—::di yanımıza. — Sıkılma - Tura, hatîfn yalan söylemiş olu - biraz da kayanız sıkılmak değil, «da kuşkulandim doğrusu. hanğğ;’“ü günümüzü de bu çile - Beçirmek bahtsızlığına kat Aksam yemeğinden sonra, ler Jıkça sözde söylemiyen ları k, fabrikanın bir kıs - mınılbtr anda havaya kaldıracak, bh'kısmmldıyinebirındıhiç bir işe yarımıyacık bir hale gıetnı i ekli bulunan çarele - mnkk İŞELER le - üşündüren Şey, fnbrikaıîa Ça- i duş“nınsan bolluğuyudu. So_yıe * mesi kolay, fakat bu fa_ıbı:ıkadn wnotuzyediküsurblnışçıbu- lunuyordu. Bu suçsuz ıd_am _oğul— larının biran içinde fabrika ile be raber yokedilmesi fecgnti ımrşı_ ça nda, neye yalan söyliyeyim, tit- îiyon'iuın Bu kadar insana Pir.den kıyamıyordum bir türlü. Düşün - ceden geceleri uyku uyuyamıyor, gündüzleri de vazifemi iyi yapa - mıyordum. Hattâ baş ateşçiden a- ğır sözler bile lşitiyord_uıâ. Fab - rikaya 'e İ beş;;. k:çkş;ün Ğıîg: göze çarpacak derecede za- yıfladığımı gören Mustafa ile Hü- !Angeiiku İle Benim Arama Çöktü ve Birkaç Dakika Fısıltı İle Konuşarak Parolaları Verdi seyin çavuşa da bulaşmıştı. On - lar da uyuyamıyor, düşünüyor - lardı. Benim gibi yataklarda dö - nüştürüp duruyorlardı. Bu gözü pek adamların ümitsizliğe kapıl - malarını da hiç istemiyordum. İ- kisine de sordum: — Niçin uyu muyorsunuz ya?.. Gündüzleri ağır iş yapıyorsunuz. Geceleri de uyumazsanız pek ça - buk kuvvetten düşersiniz. Hem sizi ben daima şen ve şakrak gör- mek isterim. Ben bütün küvvet ve cesareti sizden alacağım. Sizi böy le düşünceli görünce sıkılıyorum ben. Hüseyin çavuş yatağında doğ - ruldu ve: — Kaptan, dedi. Bizi düşündü- ren senin tasalı halindir. Bize hiç bir şey'de söylemiyorsun. Bir zor lukla karşılaştığını sanarak ta - bi üzülüyoruz. — Size şunu söyliyeyim ki, hiç bir zorlukla karşılaşmış değilim. Yapacağımızı tasarladım, sağla - dım. Yarından sonra İşe başlıya - cağız. Hazırlığımız bir haftadan fazla sürecek gibi. Hiç tasalanma. yın. Şerefimizle inşallah dönece - ğiz yurdumuza, özlerimi can kulağı ile din- diğini gördüğüm Mustafa yatağından sıyrılarak kalktı. Şef- katli bir kardeş gözü ile bana bak- tı, baktı ve: (Devamı var) TAN HL e Hİ HİKAYE Daha çocuk denecek çağda korsan olmuştu. Ancak ay- sız gecelerde. kayığı den,izın yü- zünde kayardı. Gündüzün ise, ka- yığın karinesindeki piros deliği a- çık bulunür, kayık iki kulaç dipte, kumsal üzerinde batık kalarak gö- rünmezdi. Asrın koca kahram—n- ları Ford ve Rokfeller gibi, A- merikanın Çikuçilinko şehrinden ancak bir dolarla yola çıktığı ve namusuyla gayreti sayesinde on milyon biriktirdiğini iddia ettiği yoktu. Hasan hayatını tehlikeye koyarak ve hırsızlığını hiç de ki- taba uydurmıya tenezzül etmiye- rek, kaçamaklı değil dobra dobra konuşuyor, çapraşık değil, dos:loğ- ru çalıyor, dolambaçlı değil düpe- düz soyuyordu. Onun muntazam bir kazanç ve işe arzusu bir kapla- nın hayvanat bahçesine gidip ka- panmak arzusu kadardı. Hasan, ya şayışında büyük bir güzellik görü- yordu. Çünkü yaşayışı insanın e- sas meyillerine aykırı düşmüyor- du. Velhasıl çocuk bu hür ve sera- zat hayatından çok memnundu. O- nun gözünde topu topu yirmi lira edecek kayığı, denizlerin en bü - yük dretnotundan daha kıymetli i- di. Hasan çok kere bir havari gibi aç ve susuz gezer, yastığı bir kaya, yatağı çakıl olurdu. Dün- yada malikieytine kıymet verdiği biricik matah, tüfeğinin kurşunla- rıidi. Üst tarafı ona vız gelirdi. Ha- sana “hayattan daha ne istersin?,, diye sorulaydı, cevap vermekte güç lük çekerdi. Oyuncağı, ile oynayıp eğlenen bir çocuk masumiyetile, NEFES NEDEN KOKAR? Bu da pek genç - kendisinin de- diği gibi -henüz bülüğ yaşmma ermiş ve pek sevimli olduğu yazdığı şeylerden belli bir okuyucumu- zun mektubu. Yeni delikanlı ağ- zında hasıl olan fena kokudan çok sıkıntı çektiğini - yana, yakıla - anlatıyor. Çocuğun hakkını teslim etme- mek te kabil değil. Eski zamanda kadınm ağzı kokunca erkeğine o- nu boşamak hakkı verilirmiş, der- Genç kızların ve henüz sonba- har mevsimine varmamış bayan- lardan bazılarının muayyen gün- lerde nefesleri biraz küf kokusu- na benziyen bir koku çıkarır. Bu kokuyu çıkarana karşı sevginin veya saygının derecesine göre ki- misi o kokudan pek hoşlanır, ki- misi de ondan fena halde sıkılır. Ağız kokusu hazım yolundan geldiği vakit ona sebep olan şeyi bulmak daha güçtür. Sabahleyin uykud! kalkrı birçoklarımın ler. O da kad k b ğa haddi ol da, bu zamanda kadınmların da ayrılmak istemeğe hakları bulunduğuna gö- re, bu genç okuyucumuzun da ya- kında Kendisine bulacağı eşi, ağız kokusuna şimdi ehemmiyet ver- mese bile ya, sonradan bundan dolayı ayrılmak istemeğe kalkar- sa? Onun İçin bu işin tez elden bir çaresini görmek lâzım... Fakat aksiliğe bakmız ki, agız kokusu sayıları pek çok sebepler- den ileri gelir. Eski zamanlarda ya hekimlerin burunları daha kes- kin olduğundân, yahut eski za- man insanları şimdikilerden daha ziyade koktukları için o zamanda hekimler - yalnız ağız kokusunun ağzı koku çıkarır. Buna sebep en çok defa ağzın temiz tutulmama- sıdır. Yalnız sabahları ağzı temiz- lemek yetişmez, akşam yatmazdan önce de temizlemek, fırçalamak lâzımdır, Öyle yapıl dişlerin arasında kalmış olan yemek par- çaları gece ağızdan çıkan tabii if- razlarla karışarak ağıza fena bir koku verirler ve sabahleyin yapı- lan ağız tuvaleti bu kokuyu ge- çirmeğe yetişmez. KORSAN , Yazan: Halikarnas Balıkçısı: _) her rastgeldiğini soyup soğana çe- vire çevire yirmi yaşını buldu. Dilsiz bir varlığı vardı. Anlata- mazdı. Fakat âkıbetinin ne olaca- ğını pekâlâ kestiriyordu. O âkıbe- tinin ağırlığından şikâyet, hatırı- na bile gelmiyordu. Onun mukad- deratı kendisine aitti. Mukaddera- tına göz kırpmadan bakmağı ken- disine bağışlanmış bir hak biliyor- du. Yıllar durmuyor, geçiyor ve Hasan da gitgide büyümekte de - vam ediyordu. Kırkını aşmıştı. Saf ve şiddetli yaşayışının sarhoşlu- ğu, gözlerini artık bazı hakikatle- re kör edemiyordu. Gönlünde ba- zı şüphelerin izi beliriyordu. Ken- disini kendi gözünde, para kapıcı, ve pâra yapiıcı sünepe ve mıymın- tıların karşısına dik dik/dikilen saf ve sade, hür ve serazat bir roman kahramanı gibi görüyordu. Bu mağrur — tavır ve irkilişinde, es- kisi kadar emin olamıyordu. Ara | sıra fikrine, ne paraya tapıcı, ve görnek kovalayıcı entipüftenler - dene ne de kendisi gibi haydut lardan olmamak acaba mümkün değil mi diye bir sual çeliniyordu. Yalnız şiddet, için için sevgi, ve mihnetten kılıç gibi döğülmüş gön- lünün çeliğine yaratılış başka su- lar veriyordu. ir gün kıyıda ıssız bir boru- nun bir kovuğuna sinmiş, güneşte ısınıyor ve düşünüyordu. Para kazanmak ona bir ideal olamı yor, korsanlık onu tatmin edemi- yordu. Ne yapacaktı? Herkes ©- nu aldatmış olduğu için hiç kim- seye de inanamıyordu. Kendisi- nin alçak herifin biri olduğunu bu anda pek güzel takdir ediyordu. Kara gönlünün kapkara tabuduna binerek yavaş yavaş hatıralarının kirli kanalı üzerinden düşüncesi işe doğru kaydı. Evet kendi Zömi temix tatnlimakla: Vat orada her hangi türlü bir hastalık bulununca, dişlerde çürük yahut diş etlerinde iltihap olunca ağız gene koku çıkarır. O zaman ağız hhötelığnna (di hantalimır v ielavi değil - her türlü kokunun cinsi göre hastalığı teşhis ediyorlarmış. Bir adamın kokusuna göre akrllı veya deli olduğuna bile hükmedi- Tirmiş, Bu da da $ ların ge- rek sağlık halinde, gerek hastalık halinde çıkardıkları kokular ara- Hai Si ettirmek lüzumu şüphesizdir. Boğazda da müzmin veya hât bir hastalık bulununca nefeste yi- ne koku bulunur ve hastalık ge- çince o da geçer. Birçoklarında da ağız kokusu mideden gelir. İnsan sarmısak ye- sında az çok fark b ğ burunları keskin olanlar kokul ç bebini bilir ve ğın verdiği keyiften dola- ayırt edebilirlerse de, şimdi yalnız koku ile hastalık teşhis edilemez. Kokudan başkaca alâmetleri de a- ramak, bulmak ve onlara göre kokunun nereden geldiğini anla- mak lâzımdır. Ağız kokusu ya nefes yolundan yahut hazım yolundan gelir. Nefes yolundan gelmesi çok defa şeker hastalığı gibi, yahut akciğerde ve- rem., gangren gibi ağır hastalıkla- ra delâlet eder ve zaten koku ile birlikte alâmetler pek belli olur. Bunlardan hiçbirini genç okuyu- cularımdan hiçbirinin üzerine, ta- bit, kond . Yalnız, gençli de, fakat daha ziyade genç kız- a, öozen denilen bir burun has- PUte a d kok Te t: nefi da da koku çıkaranm kendisi ko- ku duvmaz. yı kokusuna da tahammül eder. Fakat sarmısak yenilmediği za- manlar da ağız kokarsa iş karışır. Çocukluktan pek kta bul bi BöRaK d berbat bir şeydi. Fakat öteki in- sanları da tıpkı kendi gibi sayı - yordu ve birisi lâf arasında sözü geçen bir fena hareket için “A bu da hiç yapılır şey mi?,, dediği za- man, onu, cesur gönüllülerin apa- şikâra yaptıklarını, gizliyen bir mü raf sayıyordu. İşte bundan dolayı bakışı buz gibi bir boşluğa bakıp durmaktan sanki donmuştu. Gönlü bu gibilerin pöhpöhüne de, yüzü- ne tükürmelerine de tamamen ka- palı idi artık. Fakat üstünü don - larla, buzlarla kaplıyan bu kaşar- lanmış, mühürlenmiş gönlünün ta larda bile solucan bulunur ve a- ğıza koku verir, Karaciğer hasta- lıklarından bazıları da ağızdan ko- ku çıkmasma sebep olurlar. Gençlerde bu sebeplerin her ü- çü de hatrra gelebilir. Mide bozuk- Tuğunun, hazımsızlığın bülüğ yaşı- na mahsus bir şekli olduğu gibi karaciğer de pek gençlerde hile bozulabilir. Sol T gelince gençlerde onların bulunmasına da- ha ziyade ihtimal olur. Sözün kısası, ağız kokusuna karşı toptan ve hir örnek ilâç ola- maz. Nereden geldiğini bilmek ve ana göre tedavi etmek İster. özünde, yaratılışın doğuştan ver- diği cereyanlar. akıyor, hareleni- yor, gidip geliyordu. İşte bu gün yine durup durduğu yerde içi çöz zülür gibi oluyor, yüreği ağzına ge liyordu. Yutkundu, Duyguları yi- ne günü görmeden, içinin sükütu- na dalıp kaldılar. Hasan böyle dala kalmışken ar- kasında bir tıkırtı oldu. Ayağa sıç- radı, baktı. Önünde gördüğü bir köylü kızının dudaklarından bir korku çığlığı koptu. Kız kıyı ko - vuklarında, güneşte kuruyan deniz sularından artma, tuzları kaçak o- larak topluyordu. Bu yasak şeyi top larken yakalanmış olduğundan, ürktü. Önünde kayrulmuş, harap olmuş bir yüz, dimdik duran bir a- 'dam gördü. Bu yaban yerde, bu herif istediğini yapabilirdi. Kızı başka bir korku aldı. Husamn o yürek denilen me- zarının sanki kapağı ya - vaş yavaş açılıyordu. Önünde du- ran kızın munisliğine kendi gönlü ayna oldu. Hasan içinden “Çocuk olma! İnsana karşı sempati ha? Lâf!,, dedi. Hasanın gururu;* ,aynayı kendi elinden kapmıya ve yere çarpıp tuzla buz etmiye kalkıştı. Fakat Hasan bu sefer kendi gururunu parçaladı. Yüreği açıktı artık. Kar şısındaki insan masumiyetini ken- di masumiyeti ile karşıladı. Kız- la şundan bundan konuştular. Hasan mukavemet edemediği bir hareketle koynundan biribirine ta- kılı yirmi tane beşibirlik çıkardı. Kıza “Kızım şunu al! Neredeyse evlenirsin!,, dedi. Kız kızardı. “Bu- nu bana mı veriyorsun?,, diye sor- du. Hasan “hayır sana vermiyo « rum, kendi gönlüme veriyorum. Kabul edersen sana çok müteşekkir kalacağım!,, dedi. Kızın gözlerin- de yine körku belirdi. Hasan “Ha yır yavrum, sen git beni bir daha göremiyeceksin, tıpkı senin gibi bir kızım vardı. öldü, onun için bunları sana veriyorum. Senin bir gün ihtiyacın olursa, şu taşı görü- yor musun onun üzerine Bir tane çakıl koy. Buradan geçerken onu gördüğüm günün akşamı buraya çıkar seni beklerim ve bir diledi- ğin olursa onu gider yaparım,, de- di. Fakat içinden kızın artık onu çağırmıyacağını biliyor ve esef e- diyordu. Köylülerin Hasandan ötleri pat lardı. Gece birdenbire meydana çı kar sığırı, sıpayı sürer götürürdü. Kız beşi birliklerle çıka gelince, evde sorgu sualin bini bir paraya ol du. Hatçe ona altınları verenin yü zünü, gözünü tarif etti ve babası Ahmet Ağadan dayak yedi. Bütün köylüler az kalsın Hatçeyi taşlı - yacaklardı. Babası başına dikili - yor ve “biz bilmez miyiz Hasanı O haydut enayi mi kiı senden bir şey almadan sana altınları versin? Namusumu berbat ettin,, diye kö- pürüyordu. Kızı zorla sürüklediler ve Hasanın göstermiş olduğu ©o mahut kayanın üzerine bir çakıl koydurdular. O akşam köylülerin hepsi — silâhlandıla. Çünkü insan sümüklü böceğinin üstü- ne basar, onu ezer, ve diri olarak yoluna devam ederdi. Fakat k#!an son nefesini verirken, ardında di- -Ti namına, tek düşman bile olsun bırakmamıya savaşırdı Ha- sanı mutlaka tuzağa düşürüp bir- den tepelemeli idi. Hasan çakılı gördü. İçinden sakın tuzak olmasın di- ye şüphe geçti. İki tabancasını dol- durdu. Büyük denizci kamasını beline takı, “Beni böyle pürsilâh görürse kız ne der,, dedi, taban- caların yalnız birini koynuna sak lamayı düşündü. Fakat onu da ya- pamadı. Kıza silâhsız görüneyim diye koynunda silâhla gidip onu al- datmak ağrına gitti. Kızı aldatabi- lirdi, fakat kendisini aldatamazdı ya. İçinden “artık bir insana bu kadarda mı itimadım yok,, diyerek, silâhsız olarak kayığa atladı. A- yın on beşi idi. Yıldızlar Hasanın gözlerine o kadar tatlı tatlı parıl- dıyorlardı ki bayağı onu çağırı - yorlarmış gibi oluyorlardı. Hasan kıyıya basar basmaz, ıssız buruna gözlerini bir gezdirdi. İçinden “a- vanaklar, rüzgârın ne taraftan es- tiğine bakmadan, saklandıkları ça- hları tersine sallıyorlar. Tam man tara bastın be Hasan. Oldu ola - cak artık,, dedi, Ne de olsa bir gün kurşunla ö- leceğini zaten” biliyordu. Artık geçmişi düzeltmek için vakit pek geçti. Ölümden de kaçınmak ona (Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: