4-7-938 ÇIRASAN SARAYINDASSYIL BESİNCİ MURADIN HAYAT No. 23 | 0 Hoşundu, Hamit Efendi, bili- TİZ. Amcanızın takımına toz kondur Prazsınız. Amma, artık o demler seçti, Diye mukabele etmişti. Size naklettiğim şu kısa muha- *, son derecede mühimdir. Hat- 4 “iyebilirim ki, yeni valde sultan Hamit Efendi arasında âdeta bir ilânı mahiyetini kesbetmiştir. ik akikadan itibaren sarayın bu İ- Mühim şahsiyeti arasına bir mü- Pvai ve addiyet girmiş, hattâ ği Ç gün sonra, bütün büyük şeh- İmali öldürülmesi hakkında ve- İ m, Bizli karar da, hiç şüphe et z Yordum ki, bu kısa çarpışmanın İ dep liği meticeden başka bir şey Tag, ir. Ne ise, biz, hildisenin sı. | Ya,“ bozmamak için, sözümüze de- AM edökim, | V #lde sultan ile Hamit Efen- hış, , Fi #rasındaki bu küçük çar- #anın üzerinden henüz, beş, on Yi geçmişti ki, Cemile sulta- iie vci damat Mahmut paşa gel- 1, Hİ Ve yeni valde sultana pek faz- ürmet ve tazim göstermişti. O sırada derdini dökmek ve ar- la 2 yerine getirmek için ağaç- İN arıyan valde sultan: İba; Bilirim, paşa.. Maşallah, çok e erikliiizdlr. Bari siz gayret e Şu hünkâr dairesini bir an İnizie tahliye ettirin. İşte, gözleri- Zir gı rürsünüz. Göç eşyası ha- m5 Urur. Vakit, ikindiye yaklaş- Şiir Aslanım “bu. gece . nerede #acak? Göreyim, sizi.. Demişti, #Mahrmut paşa, (1) bu işi deruhte ke Bitmişti. Ve aradan yarım Ka, ti şahanenin yatacakları alar, tahliye ettirilmiştir. Tez, kal Dı Sönderip temizletsinler. bg haber gelmişti. Yanı Bta, - artık hünkâr kalfası un- İş, 5! alan - Aynifer, Dilberengiz, tali, eiYar, Elâdil kalfalarla, Em- kajı,, * Siranto, Tiranıdil ve sair kaşılârdan mürekkep bir saraylı ti, hünkâr dairesine geçmiş- D, ml damat Nuri ve Mahmut kk, 3 Yaşlı yaşlı zatlardan mü- ae bir heyet vardı. Bunlar, ba- aş, arın kapılarını mühürliyor. — har, nan, İçerde hazine var. Zin- mühürler bozulmasın. » tenbih ediyorlardı. lan, Azizin valdesi ile kadın- i dar çebahleyin dairelerinden o ka- İ hiçe bir surette çıkmışlar ki, İ duğ, ; YY alamamışlar, her şeyi ol Bi, FİDİ bırakmışlardı. » bütün eşyayı altüst ediyor- €ndi efendimizin, bizce ma- İ Yordu, zevki veçhile yerleştiri- çok Kiş Bu temizlik esnasında, en bediy #69 nazarı dikkatimizi cel- bep “İL Açtığımız dolapların alt gözlerinden, avuçlar uskalar, mühürlü kâğıtlar, Yazılı Yeşil atlas parçaları üzerine Yorgu ,$ bir takım tılsımlar çıkı N İ üm, doly Man çe | B ” büyülerin en mebzul bu- Gi aç unduğu yer, valde dalresi tığı ogi tâ, bizzat valde sultanın yat altng, DR dolabında, bohçaların Pimiz “Hür eden bir büyü, he- iu Şpiyretlere garketmişti, Zunluj büyü, takriben iki karış u- sarı balmumundan şekilde yapılmış bir 'u heykelin göğsüne, nu PAŞA, diz kapaklarına, tat İsimleri ak ile Mu- ve, tapesin- O gı çok uy arının alına kadar, bir : “Tez Olun! Aslanım Bu Gece Burada Yatacak!,, — Valde sultan. oğlunu büyü i- le zaptediyor. Denilirdi. Yine bu rivayetlere nazaran, E- dirnekapı civarında bir tekke şeyhi varmış. Nakşifend ismindeki açık- göz bir saraylı, bunu nasılsa şehir- deki (2) akrabalarından biri vası- tasile valde sultana tanıtmış... Bu şeyhin nefesi, son derece kes- kinmiş. İsterse, okuya okuya taşı eritirmiş. (Keşif ve kerameti) de pek zahirmiş. Güya, Sultan Aziz Mısır seyaha- tine gittiği zaman, avdet ederken, bir fırtına zuhür etmiş. Bindiği va- pur, Çanakkale Boğazından geçti- ği halde, bir türlü İstanbula gele- memiş. Merak ve heyecan içinde kalan velde sultan, derhal yanına Süreyya hanımı almış. Bir tebdil arabasına binerek, &Edirnekapıya gitmiş, o şeyhin huzuruna dayan- mış: < — Aman şeyhim! Acaba aslanı- ma bir hal mi oldu? Niçin gelemi- yor? Meded, senden. Beni, bir an evvel aslanıma kavuştur. Diye, yalvarmış. Şeyh, muraka- beye varmış. Sonra, başını kaldır- miş: — Sultanım!, Aslanm gerçek teh Ukede idi. Biz, onu kurtardık. Var, sarayı humayuna git. Müsterih ol. Diye, sarayına yollamış... Valde sultan saraya gelir gelmez, müjde- ciler kendisini karşılamışlar: — Gözleriniz, aydın olsun, iki #ante kadar efendimiz geliyor. Diye; tebşirde bulunmuşlar. Bu vaka üzerine, valde sultanın şeyhe olan itimadı bir kat daha art- mış, artık şeyhe dört elile sarılmış. Bütün gizli işlerinde onu kullanır- miş... Oğlunun çamaşırlarını Nak- şifend vasıtasile bu şeyhe gönde- rir, okuttuktan sonra, sultan Azi- ze giydirirmiş. Şayet bir arzusu olsa, oğlu da bu- nu yapmasa, hemen bir miktar kah ve şekeri gönderir, şeyhe okuttu- rur, onunla kahve pişirterek içirir- miş. Deha garibi var. Sultan Aziz, bâ- zan celâllenir, bağırıp, çağırarak barem hayatını kırıp geçirirmiş. O zaman valde sultan derhal şeyh e- fendiye bir koyun dili gönderir, bunu okutturur. Bir kolayını bu- larak oğluna yedirirmiş. Celâlli hün kâr, derhsl bir koyun gibi halim, selim kesilirmiş. Bunlarin ne dereceye kadar doğ ru olduğunu bilmiyorum. Anrak, gözlerimle gördüğüm bir hakikat varsa, o da, sultan Azizin annesi le, harem takımının büyücülüğe ve müskacılığa olan rağbetleridir. Biz, hünkâr dairesine naklettik- ten bir iki gün sonra, odaların ha. sırlarını değiştirmek icap etti, Es- ki hasırları kaldırdığımız zaman, bunların altından faraş dolusu mus kalar çıkardık ve hepsini de denize attık. (3). Saltanatın İlk Günleri C ülüs günü, sarayın önünde yapıları şenlikler, akşama kadar devam etti, Efendimiz, pek geç vakit, harem dairesine gele- bildi. O gelirken, biz mabeyin kapısın- dan itibaren, hünkâr dairesine gi- den sofaya dizilmiştik ve kendisi- ni böylece istikbal edecektik. Fa- ii ie (0) Bu damat Mahmut Celâlettin pax ça (Taif) kalesinde Mithat paşa ile öl- 'dürülmüştür. Prens Sabahattin Beyin pederi olan Damat Mahmut paşa ile ka- Tıştırıknamalıdır. (3) Saraylılar, sarayın baricine şehir derler, (3) Pumit Efendinin takımı mn ine geçtikleri zaman. orada da ses Sise delümi muskalar ve büyüler bul- muşlardı. Osmanlı saraylarının, ezeli â- deti.. TAN Yazan: ZİYA ŞAKİR kat tam, efendimiz içeri gireceği zaman, koşa koşa Emin ağa geldi: — Kalfalar! Efendimiz geçer- ken, hepiniz olduğunuz yerde ka- hın.. Sakın, ayak öpmek zatı şahane efendimizin üzerine doğru koşmayın. Hattâ, selâmlamak için fazla hareketlerde de bulunmayın. Diye, sıkı bir tenbih geçti. Biz, bu sözlere, hiçbir mâna ve- remedik, Tabildir ki, emir muci- bince hareket ettik, Efendimiz, hareme pek yorgun bir çehre ile girdi. Mabeyin kapı- sını geçip de iki üç adım alar at- maz, birdenbire durarak hepimize göz gezdirdi. Halinde, âdeta bir ür keklik mevcut idi. Hattâ yeni val- de sultan olan annesi, koşup gele- rek: — Saltanatın mübarek olsun, as- Tanım. Diye koluna girerken, âdeta bir adım geriledi. Başı ile bizi göste- rerek, ilk söz olarak: — Bunlar, bizim kızlar m.? Sa- kın, amcamın takımından kimse ol- masın. Dedi. Bir koluna valde sultan, diğer ko Tuna Dilberengiz kalfa girdi. Artık kadın unvanını alan Eleru, Reftarı- dil, Şayan, Mey'iservet ismindeki has gözdeleri de ilerlemişler, etek öpmüşlerdi. Valde sultan, efendimizin kulağı- na eğilmiş, sık sık bir şeyler söy- Jüyordu ve söylerken kaşı ile gö- zü.ile bizi gösteriyordu. Efendimiz, Birkaç adım daha at- tı. Sonra yine birdenbire durarak başını geri çevirdi. Gözdelerle be- raber kendisini takip eden harem ağalarına: — Hüseyin Avni paşaya söyle- yin, bu gece burada kalsın. Diye, mırıldandı. (Devamı var) SICAKTA Rütubetin fazlalığı her mevsim- de fena bir şeydir. Soğukta rütu- bet, nezlelere, soğuk algınlıkları- nm artmasına sebep olur, Fakat s0 ğukla gelen rütubetin faydası da olur; Rutubette soğuk azalır, Hal- buki sıcakta gelen rütubet daha zi- yade rahatsızlık verir. Bir insana kuru bir etüv içerisinde, yani ku- ru sıcakla, 87 derece sıcaklıkta 12 dakika durabildiği halde sulu €- tüvde, yani rütubetli sıcakta 45 de- receye bile tahammül edemez. Yer altında çalışan işçilerin bu- lundukları yerde sıcaklık 32 dere- ceyi bulunca, işçilerin vücutlerin- de hararet 38 dereceye çıkar, baş ağrısından, baş dönmesinden has- ta olurlar, Çünkü, rütubet, vöcut- ten çıkan terin buhar haline geç- mesine mâni olduğundan vücut faz la sıcaklığa karşı kendisini müda- faa edemez, fazla hararetini çıka- ramaz. Vücut üzerinde ter, şırıl, şi- rıl akar, fakat buhar haline geçe- mez, vücut serinliyemez. Yazın, hafif giyinmiş bir adam, hava kuru ise 37.5 derece sicaklık ta kendisini pekâlâ rahat hisseder. Halbuki havada rutubet nisbeti yüzde yirmi beş olunca 32 derece sıcaklıktan sonra rahatı kaçar. Havadaki rütubet yüzde elli nis- betini bulunca 26 derecenin, rütu- bet nisbeti yüzde yetmiş beşe çı kınca 20 derecenin, hava su buha- rile dolmuş bulunursa 14 derece- nin üstünde sıcaklığa tahammül e- demez. Sıcakta rütubet, vücutten çıkan terin artmasına mâni olduğu için, coğalmalarına sebep olur. Çok sıcakta İnsana kaşınma ve deri hastalıklanı gelmesine se- Deniz Yosunlaril | Beslenmek Kabildir Yurdumuzun Etrafını Sarmış Olan Denizlerimiz Bir Hazinedir. Bunlardan Faydalanmak Lâzımdır N ebatların beslenme bakı - mından ehemmyietini tak- dir etmiyen yoktur. Tabiat kanun larının en geniş tatbikat misalleri- ni nebatların yapılışında bulmak mümkündür, Bu yapılışın incelik - lerini yakından görebilenler, ne - batlar hayatının güç akıl erdirilen vaziyetlerini anladıkça hayretten kendilerini alamazlar. Her nebat yaşama tarzlarına, yapılışlarına, çoğalma şekillerine göre, medeni- yet için ayrı birer varlığa sahip - tir. Karada veya denizde yaşa mıya alışmış nebatların insan ve hayvanlara temin ettikleri istifa. deler gittikçe artmaktadır. İlim a- damları, miktarı iki yüz elli bin nevi geçen nebatların her biri üze rinde etütlerini yaparlarken, bun- ları istimal tarzlarına göre sınıfla ra ayırmışlardır. Bu sınıflara giren nevilerin muhtelif çeşitleri varsa da, her çeşit, nevin içindeki diğer çeşitlerle ayni karakteristik haller de ve yapılışta.bu bulunmıyabilir. ler. Meselâ dektorlukta kullanılan o kadar çok nebat nevileri vardır ki; çeşitlerinin hepsi de ayni maksat la kullanılamaz. Bunların lerinde bulunan kimyevi cevhe - rin nisbetleri az veya bazan hiç de nilecek kadar eser halinde buluna- bilir, Kendi kendine dağlarda, kır larda yetişen tıbbi nebatların bir- çoğu bahçede yetiştirilirse terkip lerindeki hülâsalı maddeleri zayi ettikleri görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, maksadı temin için tıbbi nebatları yetiştirebilmek, an çak onların tabiat bahçesinde han gi şartlar altında yetişmekte oldu- ğunu bilmiye vabestedir. Karalar. da yetişen nebatlardan insanların ve hayvanların beslenmesi için sa nayide kullanılmak maksadile isti fade edildiği kadar denizlerde ya- şıyan nebatlardan da istifade müm kündür. RUTUBET bep olur, P Hava hem sıcak, hem rütubetli olunca, kan akciğerlerde iyice te- mizlenemez. Vücut zehirlenmiş gi- bi olur. Damarlardaki tansiyon ar- tar, vücntt, ire çıkması azalır, Bunlardan dolayı iştah düşer, hazım bozulur, adalelerin işlemesi güçleşir. Amerikada tutulan ince ve dik- katli istatistiklere göre, kış mev- siminin rutubetli günlerinde « s0- ğuğun azalmasından dolayı - ölüm sayısı azaldığı halde, yazın rütu- betli günlerinde, aksine olarak, c0- galır. Bununla beraber sıcakta hava nın büsbütün kuru olması zarar ve rir. Bazı yerlerde yazın esen sıcak rüzgârlar ortalığı kuruttuğu vakit verdiği rahatsızlıklar iyice tetkik edilmiştir. İnsan, büsbütün kuru sı- çakta çalışamaz olur, sinirler ayak- lanır, herkes kavgacı olur. Fakat kuru sıcakta çocuklar da- ha çok rahatsız olurlar. Büyücek çocukların bile eiğerleri bozulur. İştahları kaçar, nefesleri daralır, uykuları kaçar. Kücük cocuklarda kuru sıcak daha tehlikeli, pek teh- likeli olur. Küçük çocuk kuru si- cakta, vücudüne nisbetle, büyük- lerden daha fazla terler, Biraz ri- ar şerre fazla rütubet - ten sakınmalı, t küçük > ların odasında biraz da e lundurmalıdır. Bir taraftan odanm sıcağın azal - çalışılır, bir taraftan da o- danın zemini sulanarak biraz rütu. bet temin edilir. Rütubetin ne faz. lası, ne eksiği, sıcaklık 18 derece. elli nis. terkip. | | YAZAN: Lütfü Arif KENBER ; ; ; ; Faydalı yosun cinslerinden Aloria esculenta Laminoria Sacchorâna cinsi yosun Besleyici deniz yosunları : A: adı verilen deniz yosun- larının birçoğu sebze gibi yenilmektedir. Senelerdenberi Alg lardan istifade edilmiştir. Avru- pada İzlanda, İngiltere, İrlânda, Danimarka, Fransa, İsveç ve Nor veç sahillerinde yaşıyan ha'k de- niz yosunlarını zeytinyağ ve limon la salata yaparak yerler. İskandi- navyalıların en ziyade sevdikleri AJg çeşidi Alaria esculentadır. Bu nebatın lezzeti bamyayı andırır. Bunları tatlı sü ile yıkadıktan son ra İncecik olarak kıyarlar ve süt İçinde kaynattıktan sonra yerler. Bu çeşit bizim sularımızda yok tur. Fakat salata olarak kullanılan Ulva lactuca çeşidi Boğaziçinde, A- dalarda ve kayalıklı deniz kenar- larında kayalar üzerinde yşamak- tadır. Ulvayı da temiz suda yıka - dıktan sonra üstüne toz şeker ser- perek çocuklara yedirirler. Bunlar terkip itibarile karbon hidratlı ve azotlu gıdalardan sa- yılabilir. Hele çocuklara çok fay dalıdır. Çin ve Japonyada Alglar pirinç kadar kıymetli bir gıdadır. Bilhas sa kırmızı Alglardan Porphyralar. ağar ağar çıkarılan Gelidium Cor neumlar Uzak Şark halkı arasın- da çok kullnılır. Fransada Nor - mandi ve Bretagne sahillerinde yaşyan halk en ziyade Laminariâ çeşitlerini yerler. Bunları süt için- de veya zeytinyağı içinde haşlar- lar. Sonra üzerine limon sıkarlar, Eğer sütte haşlanmış ise üzerine şeker serperler. Süt içinde kayna tılmış olan âdeta su muhallebisi gibi pelteleşir. Laminaryanın bir de şekerli saccharina çeşidi vardır. Bununla yapılan krem nişastalı portakal suyu kremine benzer, Hat tâ Armarik sahillerinde Chondrus nevi ile yapılan sütlü krem (Goğ- mon) ekmeği adile şöhret almış- tır. Havai adalarında, Filipin adala- rında, Sumatra, Cava, Yeni Ze - lânda da, Malezyada, yaşıyan hal - | kın büyük bir kısmı deniz yosun- larıni başlıca gıda olarak kulla nırlar. Japonyada iyice kurutul - muş Alglar çay gibi kaynatılarak içilmektedir. Alğlar hayvanlara da yem olabilir : I zlândalılar kışın otsuzluk yü zünden hayvanlarını besle- mekte zorluk çektikleri için de - niz yosunlarından istifade etmeyi düşünmüşlerdir. Denizden topla- dıkları Alglardan bir miktarını hayvanları için saklarlar. Bu alg- ları haşladıktan sonra bir miktar kepek ile karıştırır ve beygirlerini beslerler. Umumi harp sıraların- da 1917 senesinde Fransada yu- laf rekoltesi çok noksan olduğun- dan Fransız süvari ordusunun hay vanları büyük bir tehlikeye düş- mek üzere idi. Fransız başkuman danı kimyagerlere, nebatat profe- sörlerine müracaat ederek yulaf terkibinde bir madde bulunması- ni İstemişti. Meşhur eczaci Bal land deniz yosunlarım tavsiye et ti. Bu yosunlar hayvanlar üzerin de yapılan tecrübelerde çok mü- vatfakıyetli neticeler alınınca, bir ordu emrile bütün atlara Alglar - dan Laminaryalar yedirildi. Böy- lece kuvvetten düşen atlar canlan- dırıldı. Meşhur kimyager Adrian'ın ra- poruna göre bir kilo yulaf yerine 750 gram Alg yedirmekle hayvan ların kuvvetini artırmak imkânı elde edilmiş oldu. Bu tecrübeler- den sonra Fransada müteaddit Alg şirketleri kurulmuştur. Şirket fab rikalarında Alglardan evvelâ: İyot, Brom. potaslı milhler istihsal edil dikten sonra geri kalan kösbe hay van yemi olarak satılmaktadır. En çok yapılan tahlile göre Algların terkibinde yüzde 14,66 su, 47,36 karbon Hidratlı maddeler (Algin), 12,56 azotlu maddeler, 9,25 sellü- lor, 16,17 madeni maddeler bulun maktadır. Azot bakımından yulaf Algdan daha fakirdir çünkü -terki binde yüzde 9,10 azot bulunmak tadır. Deniz yosunlarından gübre : eniz yosunlarının hemen hepsinden bahçede gübre olarak istifade edilebilir. Yapılış» larında potaslı ve azotlu maddeler gok olduğundan toprağı kuvvetlen dirmek için en ehemmiyetli güb- relerden biridir. Deniz yosunları- nı kullanmadan evvel bunları yı ğın haline toplıyarak kış yağmur- larile güzelce yıkanmasını bekle- melidir, Bu yosunların üzerinde top- lanmış olan tuzlar yağmurlarla e- TİYİp gittikten sonra, bunları top- rağn karıştırmalıdır. Herhangi nevi ve çeşit yosun olursa olsun çürütülerek gübre gi bi kullanılabilir. Yosun gübresi tuzu tamamen çıkmış olarak kul- lanılırsa yaprak ve kestane çürük- lerinden daha kuvvetli ye daha kiymetlidir. Çiçek yetiştirenler bunu tecrübe ederlerse memnun kalacaklardır. İZMİRDE ; Yeni Mesai Saati Başlıyor İzmir, (TAN) — Resmi dairelerde saat 8 den 14 e kadar olan yaz mesaj #kli pazartesi günü tatbik edilmiye başlanılacaktır. 1 temmuzdan itiba. ren tatbik olunmamasının sebebi, bu kararı köylere kadar bildirip köylü. nün beyhude yorulmasına meydan vermemektir. Mesai saatleri içinde memur ve â. mirlerin yemek yemek veya harhan. Gİ diğer bir işle vazifeleri başından ayrılmamaları emrolunmuştur.