MEMLEKETTE TA Mehmet Deresindeki Cinayet Orhangazi Yolu Bu Yaz Bitirilecek İznik, (TAN) — Yolların tanzimi için iyi bir faaliyet görülüyor. Bur- mamlanmasına başlanılmıştır. Aydında Bir Katil Suçlusu Asılacak s#adan Nafia mühendisi gelmiş, Iz- Aydın, (TAN) — Ağır ceza mahke- ! şında bekliyen bir at gören köylü- nik - Yenişehir arasındaki yoldan | 7209 feci bir cinayet davasını bitir-| ler hâdiseyi haber vermişler, şüp- eksik kalan sekiz kilometrenin ta- | 'Dİ5; bir İdam ve bir beraat kararı!he üzerine tutulan Ali Afşar cina- vermiştir. Cinayetin tafsilâtı şudur: yetini itiraf etmiştir. İznik - Orhangazi yolunun ilçe. | , Müğlanın Line kamununa bağlı| İşte bu feci cinayetin faili Al Af miz hududu içindeki kısmının en kı- | Kötrancı köyünden Durmuş geçen sa zamanda ve Âzami sonbahara ka | mazanda atına fıstık yükleyerek dar ilrmali karar! Çineye gelmiş, bunları satmış, ye- Bu yolun bitirilmesi, İzniğin ikti. | rine aldığı incirleri de Çine köyle- sadi bünyesine hayırlı tesirler yapa- rinde paraya çevirdikten sonra Ka- caktır. Çünkü mayıs ortalarından | P8t8$ köyüne gitmiş, sabıkalı Ali kânunusani nibayetine kadar İznik- | Afşarın kahvesinde oturup bir kah. ten İstanbula gönderilen meyva, seb | ve içmiştir. Sonra kahvesiye, bey- ze ve Müşkile üzümü piyasa satış bedeli tutarının risfı, yolun fenalı- ğından, nakliye ücrteine gitmekte- dir. Iznik - Orhangazi yolu Royalca köyünün içinden geçecektir. Şu hal de bu yolun Karamürsel şosesi ile birleşmesi için İki kilometrelik yol ya pılması lâzimgelecektir. Bursa vilâ- yet meclisince bu yolun da inşasına ksrar verilmiş ve keyfiyet İznikte,, memnuniyet uyandırmıştır. İznik Postaları İznik, (TAN) — Evvelce posta- lar, otuz kilometre uzaktaki Mekece istasyonundan gelir, bu sayede de Ankara ve Istanbul gazeteleri, mek- tupları verildikleri günün akşamı İznike varırdı. 934 senesinden İt- baren, belki de tasarruf endişesile, postaların gönderiliş ve getiriliş isti- kameti değiştirilmiştir ve o zaman- | danberi, Istanbuldan, Ankaradan ve- rilen mektuplar, gazeteler ancak üç, | bazan da dört gün sonra gelmekte- dir. Pöstaların gene Mekece tarikile İşlemesi, sürat bakımından pek ziya- Jiri için arpa bulmasını söylemi kisi beraber berber Mustafanın evi- ne gitmişler ve 45 kuruşa bir torba arpa almışlardır. Durmuş atına binip gidince, Ali Afşar da berber Mustafaya koş- muş: — Bu adamda para var. Öldürüp alalım! demiş, ikisi birden yola çı- kıp Mehmetderesi çivarında Durmu- ga yetişmişler. Ali, seslenerek Dur- muşu durdurmuş ve “sena bir şey söyliyeceğim,, diye dereye doğru kö ye kaçmıştır. Ali Afşar ise Durmüşun tam kalbine tabancasını sıkmış, ye- re düşen zavallının ölüp ölmediğini anlamak için de parmağını kalbine sokmuştur, Üzerinde çıkan 23 lira 75 kuruşu aldıktan sonra kaçmış tar. Ertesi gün kanlı bir ceset ve ba- İZMİT N şar, idam hükmünü duyunca titre- meye başlamış, beraat kararı alan Mustafanın da sevincinden bir müd det dili tutulmuştur. —o AKDAĞ MADENİNDE : Bir Otomobil Az Daha Parçalanıyordu Akdağmadeni, (TAN) — Kayma- kam Mehmet Ali, malmüdürü Celâl, hususi muhasebe memuru Menküç ve Parti üyesinden Hamdi bir oto- mobil kazası geçirmişlerdir. Bindik leri araba, kasabadan bir kilometre ötede bir virajda devrilmiş, uçuru- ma doğru sürüklenmiştir. İyi bir tesadüf netleesi, otomobil, bu sırada bir sel yarmasına saplan- mış ve kısmen hasara uğramış bir va- ziyette kurtulmuştur. İçindekiler de hafif yaralanmışlardır. X Hendek, (TAN) — Tütün piya- sasi açılmış ve ilk gün 50 bin kilo- kadar tütün satılmıştır. Piyasayı In- hisarlar idaresi açmıştır. Halk, veri- len fiyattan memnundur. ÜMUNE FİDANLIĞINDA : TAN EE Bir Çifçinin Icat Ettiği Döven Makinesi Karaman, (TAN) —Sami Tartan is minde 65 yaşında ihtiyar bir çiftçi, tecrübelerine istinaden bir döven ma- kinesi icat etmiştir. İcadının beratını geçen sene alan ihtiyar, bü yıl makinesine pek çok ye-| nilikler ilâve etmiş, bunun tecrübe- si muvaffakıyetle yapılmıştır. Har - iman zamanı olmadığı için ekin yeri- 'ne bir araba kamış konulmuş, maki- nenin bu kamışları bir saatte saman haline getirdiği görülmüştür. Üç parçadan ve bir turmıktari iba- ret olan makinenin bü verimi köylü- yü sevindirmiştir. Ancak, Sami 'Tar- tanın bu icadından istifade için lâzım gelen sermaye yoktur. İhtiyar mucit, kendisine yardım edecek bir müesse se aramaktadır. m 4 KÜÇÜK ARR İzrrrrrenemem 4 Mersin (TAN) — Ömer İsminde birini ve babası Mehmedi tabanca ile öldürmek - ten suçlu Zekeriya ile karın Zeynebin mu haketeleri bileniştir. Kadın berset etmiş; cinayeti maktuller tarafından tahrik edile rek işlediği anlaşılan Zekeriyunin 20 sene hapsine karer verilmeitir. X Hendek (TAN) — İlçemizde Kizlay Azasının wdedi yedi yüzü geçmiştir. Çanakkale (PAN) — Velinin teşebbü- sile bir ağaç bayramı yapılmış; tepelere on binlerce ağaç fidanı dikilmiştir. Bu esnada ağacın faydaları hakkında nutuklar söyle nilmiştir. Cümhuriyet meydanı yarında da bir park vücuda getirilmesine uğraşlıyor. * Muratlı (TAN) — 18 mart Çanakkale zaferinin yıldönümü; köylerden gelen he- yetlerin de iştirakile kutlanmıştır. Öğleden sonra pehlivan güreşleri ve birçok eğlence- ler yapılmıştır. Düzce (TA Muhtar Osman kah» vehanede srkadaşlartle otururken; bir köp Aaa | Hikâyeden (Başı 6 incıda) — Evet.. evet madam, ki ara- mızda mütekabil bir itimat var. Size bir erkek erkeğe söylenecek şeylerim var,.. Acaba olandan bi- tenden haberdar mısınız? Kâtip hiçbir şeyden haberleri olmadığını bildirdi. Meyhüneci ansızın: — Ben.. ben boynuzluyum! de- di. Mebus: — Haydi canım... Böyle şeyler düşünmeyin! diye önledi. Her söy- lenen söze inanılacak olursa., — Bu söylediğime eminim... Ka rım tuğla fabrikasında çalışan bir haydutla münasebette bulunuyor, Elin yabanisi ile.. Hem de yaba- ninin yabanisi.. Herif Ispanyol. Söylesenize biz böyle it gibi top- rağırmzda çalışırken yabancıların bizden hoş tutulması revayi hak mıdır? Mebus namzedi- — Müthiş. Innaılmıyacak bir şey! diye haykırdı. | sinsi sinsi sordu; — Buna çare yok mu? — Olmaz olur mu? Bu yal, he- rife verilen iş karnesi elinden alı- nır. Jandarma kumandanı ile vali ahpabımdır. Herifi köyden de dı- şarı bir kelime ile attırabilirim. Adı neydi: Garela.. Ala... Soyadı Gonzales mükemmel. Şimdi yüre- Biniz rahatlasın. Meseleyi kapan- mış, işi de bitmiş addedilebilirsi- niz.. Bana söylemenle... — Bir defa müsaade. Daha söyliyeceklerim vardı.. Karım, İs- panyolla keyf çatarken kızım da, orada burada fink atarken bir ça- vuşla işi pişirmiş. Kepazeliğin ö- nünü almak mümkün olmadı.. Ne- dir bu çektiklerimiz bizim... Dı- $arıdan gelen bu herifler, karıla- rıumızı, kızlarımızı elimizden alı yorlar.. Buna göz mü yumacağız? Alçak herif rezaletten sonra bir daha görünmedi..., 24-3-938 *Mabaat | Mebus Namzedi.. — Sefil herif. Adı neydi bu K tin? — 353 üncü alaydan Denpuy a- dında biri. — Meraklanma!.. vekili iyi ta- | pırım... Herifi buraya getirtir yedi- ği haltı temizletirim. — Istemem, suratını bile göre | mek istemem bir daha, i — Kıtasım da değiştiririz. Ya Fasa veyahut Conuba yollarız, iyi mi? Meyhaneci suratını ekşitti, Namzet sözünü bırakmadı: — Anlâdım.. Rütbesinin indi. | rilmesini istiyorsunuz. Peki çavuş- | luktan neferliğe attırırız.. — Tamam! diyerek meyhane- ci gülümsedi Lâyıktır mel'una böyle ceza. ösyö Nenville gitmeğe ha- zırlandı. Içtiği içkinin pa- | Tasını en âlâ şampanya pahasile ö- dedi. Meyhaneciyi kucakladıktan sonrâ kendi eliyle nizamnameleri, Merkezi Şark Terakki gazetesinin | nüshalarını getirmek üzere dışarı | çıktı. O zaman meyhaneci kâtibin kolunu yakalıyarak kulağına: — Sizin bu efendiye söyleyin diye fısıldadı. Rahatsız olup bu- raya bir daha teşrif buyurmasın- lar!.. Herkes onun aleyhinde rey atıyor. Hem biliyor musunuz, ken» di payıma ben de onu pek salak ve budala buldum. Anlattığım martavalları yuttu. Benim ne ka- rım var ne kızım.. Olsaydı böyle rezilleşmelerine meydan vor bıra-" kırdım ben. Akh almiyor herie | fin.. Hele söyledikleri ve yapmak istedikleri beni iğrendirdi.. Mem- leketin adamlarına, memurlarına da hürmeti yok. Onları herkesin dediğini yapar takımından mı $a» | nıyor.. Bu sirada mebus namzedi elin- de bir tomar kâğıtla döndü. Mey-' haneci kâğıtları aldı, soğuk ve merhametli bir tebessümle güle“ rek selâm verdi ve tezgâhın başı“ na döndü... de lâzımdır. ———— ŞARKIŞLADA Gemereklilerin İstedikleri Şarkışla, (TAN) — Buraya bağlı Gemerek nahiyesi içinde yapılan köy yolları 145 kilometreyi bulmuştur. 55 kilometre uzunluğunda da telefon teli çekilmiştir. Romanya ve Bulga- ristan muhacirlerinin gelmesinden sonra nahiye içinde iktısadi faaliyet artmıştır. Bütün nahiyede bine yakın talebe okumaktadır. Nahiye merke- zinde beş sınıflı bir ilk mektepe da- ha şiddetle ihtiyaç vardır. Gemereklilerin en büyük temenni- © pi, Sıvas - Kayseri şosesinin nahiyele- Ti içinden geçirilmesidir. İzmit nümune fidanlığı, muhit İçin çok faydalı olmuştur. Toplanan fidanlar, köylü ye, halka çok ucuza verlimektedir. Bu resimde, fidanlıktaki faaliyeti görüyoruz “İksdar gramofonu bile olm rü meselesinden kendisine kızgın olan Bieh medin hücumuna uğramış; boğazından ve göğsünder üç bıçık darbesi yiyerek ölmüş ür. in kahvehane- Terde şimdi radyo çalındığı İşitilip görülü- yor. k Adapazarı (TAN) — Hall tnsfiyede bu Iunan 148 numaralı kooperatif umumi he yeti toplanmıştır. 579, 470 ve 490 numara. 4 kooperatifler yeni idare heyetlerini saç- mişlerdir. X İzmir, (TAN) — Cumaovası nahiyesi dahilinde hava irtasyoru İnşaatı bitmişti İnme ve havalanma meydanının asfaltlan- mas İşine yakında başlanacaktır. İ X İzmit, (TAN) — Kandıranın Axçao- va rahiyesine bağlı Karaman köyünde, 60 yaşında biri, evin önündeki asmaya direk dikdiğine kızarak, 80 yaşındaki kayinbaba- sını öldürmüştür. # Zatranbolu (TAN) — Orman Umum Müdürlüğü müfettişlerinden Hali Kutluk buraya gelmiştir. Karabük inşaatında kul- lanılan Kaçak kereste hakkındaki tahki- kata devam olunmaktadır. öirlie Herve Ile ölü BUYUK PİYANGOSU 6 cı keşide 11 Nisan 938 dedir.. BU 200.000 ve 50.000 liralık mükâfatlarla; 200.000, 40.000, 25.000, 20.000, 15.000. 10.000 liralık ikramiyeler vardır. Biletlerinizi ayın yedinci gününe kadar bayile- KEŞİDEDE: rinizden almanız kendi menfaatiniz iktizasıdır. — Bak, Fahir ağabey, saçlarım beyazlandı! — Ne çıkar, ondan, Yıldız? Sen benim için hâlâ on yaşındaki sevimli, güzel çocuksun; hâlâ on dört yaşındaki ince, zarif, zeki genç kızsın!.. Bir an için eski yılların rüyası gözlerimde can- Yanıyor; dudaklarımdan gölgesiz bir gülümseme geçiyor. Dinliyorum, o gene söylüyor: — Ya ben, Yıldız? Ben ne kadar değiştim; ihti- yarladım. Kırk yaşına geldim; harp, yaralanmak, €sirlik... Memleketin, uzaktan uzağa kulağıma gelen bozgunluk, ıztırap günleri. Yabancı ülkeler... Ha- pis olunca; sizden haber alamamak; size haber vere- memek... Parasızlık, açlıkl!,. Bütün bunlar beni ne kadar bitirdi!... Dinlerken bütün sevgimle, bütün takdirimle 0- na bakıyorum: — Bir şeyin değişmemiş, Fahir ağabey! Hâlâ on sekiz yaşındasın; hâlâ yirmi beş yaşındasın!.. Yüzün biraz yanmış; bu tunç renk sana daha olgun, hattâ daba artistik bir mana veriyor, Hele şu sağ şakağın- daki kurşun yarası. Öyle bir şeref nişanı kazanabil- mek için bütün ömrümü verirdim. — Hâlâ bu heveslerde misin”. Hâlâ çocukken ol- duğu gibi, bu yüksek heyecanlarını birakmadın mi, Yıldız? Ver elini, benim bir tane Yıldızım! Fahir ağabey ellerini dudaklarına götürdü; öp- tü, öptü... Ben, binbir karışık sahneyi geçerek yine çocukluk günlerimizi hatırladım. - Ne babamın, ne senin verdiğiniz dersleri hiç unulmadım. Bütün hayatımda, her şeye rağmen 6 duyguları kafamın, kalbimin en derin yerlerinde en mukaddes bir varlık gibi sakladım; amma, yazik oldu, Fahir ağabey! — Neden Yıldız; neye yazık oldu? — Hiç, Fahir ağabey, bir şey değil, öyle söyle- dim, işte! Sen geldin ya, yeter bana! —Ben de babamı, yerimi, yurdumu değilse bile; annemi, seni buldüm va, veter, Yıldız. Rumlar da YALNIZ DONU bana yeter... Nihayet, memleket kurtuldu; karanlık, &ci günler geçti ya, daha ne isteriz?!. * Hastalıktan sonra ben sinirli, her şeye kızar, her şeyden iğrenir, her şeyi daha fazla tenkit eder ve bir şeyi affetmez bir insan oldum. Sinirlerim zayıf ve bozuktu; teessür kabiliyetim eskiden bin kat daha arttı... Baharda Bursaya gitmiştik; Namık Beyle Hasa- nın işlettiği fabrikayı gezdim; amelesile görüştüm. Fabrikada on iki yaşında solgun yüzlü, kavruk kız- lar; dört çocuğunu koyunlarla, keçilerle beraber u- çurumlu, yalçın dağ başlarında bırakarak on beş yirmi kuruş gündelikle çalışan genç dullar; yetmiş, seksen yaşında, gözleri bulanmış, elleri titrek, ak saçlı kadınlar gördüm. Bu ihtiyarlar, fabrikanın o dayanılmaz gürültüsü, yağ kokusu arasında bir tür- lü sonu gelmiyen ölüm saatlerini beklerken bu çetin yolda son adımlarını atabilmek için bir kenarda ip- Mik, yün eğiriyorlar; bir şeyler yapıyorlardı. Hasana, Namığa çıkıştım: — Bu zavallıları biraz düşünsenize, dedim; şu ihtiyar kadınları işten affedin; onlara bu parayı çar lıştırmadanı verseniz fabrika iflâs mı eder? Şu dört çocuklu, genç anaların gündeliklerini art- tırın, goruklarına halem am a Ee YUM Şu gelişemiyen yavruları bütün gün güneşten a- yırarak burada hapsetmeyin; bu para ile hiç olmaz- 88 onları yarım gün çalıştırın! Hasanla Namık Bey! — Hakkın var, amma, yetişmiyor, ne yapalım, — Kesin, dedim; kendinizden kesin! Birkaç ta- ne yerine bir kıravat takın; mendiliniz, çorabınız, pabucunuz birbirine uydu mu, diye düşünüceğinize evvelâ insanlığı kurtarın; bu, medeniyete daha çok yaraşır... Sermaye sizinse çalışan, onlar... Dolabınızı bir açsam, en aşağı yarım düzine kos- tümünüz vardır; bunları yarıya indirebilirsiniz; ipek yerine pamuk gömlek â Benim bu medeniyet fantezisine aklım ermiyor; bir yanda insanlık can çekişirken... Namık Bey bana hak verdi; Hasan zaten kuzu gi- bi bir adam olmuştu; beni kırmamak, kızdırmamak için gözlerimin içine bakıyordu. İki gün sonra.fabrikada değişiklikler oldu; iste. diklerimin birçokları we getirildi... Istanbula döndük, sıcaklar basmıştı; ben hâlâ ruhan hasta idim; en küçük vesile ile ağlıyacak ka- dar sinirlerim bozuktu; herkesi mesut görmek isti- yorsun, İnsanlığın ıztırabını bütün acılığile en aman- sız bir yara gibi, tâ ciğerlerimde duyuyordum. Bir gün, bir plâja gitmiştim; trenlerden inenler, otomobillerle gelerler biraz serinlik, biraz hayat bul mak için akın ekin deniz yoluna doğru koşuyorlar” dı.. Plâj kapısında kızgın güneşin altında ihtiyar ku" ru bir adam; galiba bir hamal, toprağın üstüne bağ" daş kurmuş, elinde kara, kuru bir ekmek parçası. Midesindeki canavarı susturmak için dişsiz ağzile kemirip duruyor... O gün insanlardan, kendimden o serinliği, o raha” ti kıskandım; kendim de arasında olmak üzere bü” tün insanlığın yüzüne: — Utanmıyor musunuz? Utanmıyor muyuz? diye haykırmak istiyordum... Sirkeçide bir tatlıcı dükkünınin önünde tramvay bekliyorum; kulağımın dibinde bir vızıltı... Dönüp baktım, bir sürü karasinek, içi baklava dolu küçük vitrinin etrafında dolaşıp duruyorlar... Sinekler açtı; sineklerin şikâyeti vardı; çünkü cam kutunun içindeki baklavalatın üstünde, nasılsâ' bir yolunu bularak girmiş, beş on sinek rahat rahf çimleniyordu.— Bu haksızlığa kızdım; sinirlendim; eğer, dedik bu baklavalar (sinekler yemesin; kirletmesin!) bu cam kutuya konulmuşsa, neden tatlıcı iyi dikit etmeyip bunların yarısını içeri salıveriyor? B. rın onlardan farkı pe? Bari bıraksın da hepsi birdef içeriye girsin; baklavalar öyle de böyle de kirlen” yor, mikroplanıyor; bari hepsi birden doysunlef” Beş on sineğin bir yığın baklavayı inhisar altına â” ması haksızlık olmaz mı?, ğ İçimden bir hız, bana: — Şu cama bir yumruk vur da kırılsın! Derken tramvay geldi, ben ellerimi bir kazadtf” kurtarmış oldum., (Devamı var)