mm sssnursugene 4j " 2 Bugünkü Devlet Adamı a # # e » i | | İz n| © we | ie gi ai pi i il 28.1-938 TAN Gündelik Gazete 'TAN'm hedefi: Haberde, fikirde, er Şeyde temiz, dürüst, samimi Olmak, karin gazetesi olmiya çalışmaktır. ABONE BEDELİ "Türkiye, 1400 Kir, 1 Bene 14 , Ecnebi 2000 Kr, 1500 > 800 > Pa » 1 Ay 400 » Hetlerarası posta #e'hadma dahil ol- Miyan memleketler için 30, 16, 9, 3.5 lira < Abone bedeli peşindir: Adres değiş 'rmek 25 kuruş Cevsp İçin mektup 8 10 kuruşlek pul ilâvesi lâzrmdir. ü İSÜNÜN MESELELERİ | KN Dünkü Devlet Adamı © İYazan: M. Zekeriya) hr devlet adamı sarayın uşa- > Gayesi sarayı memnun etmek- “ ibaretti. Bütün hayatı sarayla evi aa a arasında geçerdi. Halkla, hay alâkası yoktu. Bu sebeple ip, duygularına, düşüncelerine ve tiyaçlarma yabancı kalırdı. Türkiyenin meşhur sadrâzamları- hayatlarını tetkik ediniz. Bun TAN Balıklarımızdan Nasıl İstifade Edebiliriz ? T anın 16, 1, Pazar nüsha- sında yine bu sütunlar da ayni serlâvha ile bir maka- le vardı. Hulâsaten diyordum ki: “Balıktan bir fayda bekle- niliyorsa herşeyden evvel fen- ne aykırı avcılığı yasak etme li; balıklarımızın miktarını ço ğaltmıya çalışmalı. Balık tut. makla tükenmez, tüketilemez bir mahlük addedilmemelidir. Fena avlanırsa, her hayvan gi- bi o da münkariz olabilir..., Bu iddia acaba doğru mu idi? Bunu olâyikiyle (oanlaye- bilmek için ( denizlerimizi, ba- lıklarımızı, bilhassa anarşi ile itham ettiğimav tarzmnt göz. den geçirmek iktiza. eder Alâ- kadarlar lütfen beni takip oder- lerse ümit ederim ki, fhtiyar erle- eekleri zahmet için nadim olmaz- Ban lardan bir tanesini ben size anlata” Yam; mag İmparatorluğunun wzun| det mukadderatına hâkim olan| *İt Paşa halkla hiç temas etmezdi. râzamlığı esnasında hayatı Bal vİC Saray arasında geçerdi. Sad- tamlıktan çekildiği zaman da ken- ii i €vine hapseder, münzevi ve met- bir hayat yaşardı. Hattâ bir defa- Sinda sadaretten uzak kaldığı sekiz NE İçinde evinden çıkmadığını söy- erler, Hayattan bu kadar korkan ve ka- Peder devlet adamı, İmparatorlu- işlerini görebilir miydi? Tabii gö , ve nitekim göremedi. le 'mokrasinin en büyük meziyet- "miden biri de devlet adamım hal- in İçinden çıkarması, ve hayat için- ü Yaşamıya mecbur etmesidir. Bu- Si nikki devlet adamlarımızın hayatla a bakınız. Vakitlerinin çoğunu halk e emele alk aa beraber yaşarlar. Bütün iera- rini halka duyurmak, en büyük >evki e halkım ihtiyaçlarına ce- verebilmek en büyük gayelerini il eder, Evvelki gün Yalovada Başbakan ve #hiliye Vekili ile memleket mesele- İRİ konuşurken Obu (küçük, £ mânaca büyük mükayeseyi yap tan kendimi alamadım. teşk * Rakamla Konuşan Adam Başbakanla konuşurken gözüme Pan noktalardan biri de şu oldu: Celâl Bayar daima rakamla konu- uyar, Ekmek meselesinin nasıl halledile- ihi sorduk. Bize İstanbulda kaç değirmen. kaç Pam bulunduğunu, ne kadar sermaye işlediklerini anlattı. Ve bu işi FİN kaç değirmene ve kaç fırına ih- “AÇ bulunduğunu söyledi. 1 Pulearistandan gelecek muhacir. meselesini sorduk: Bize Bulgaristandan, Yuzoslavya- N, Romanyadan gelmek istiyen mu itlerin mikdarını, bunlar için aile e, Da kaç para sarfedildiğini, ve bu Uretle bu muhacirlerin getiri lar. Pek güzel bilirsiniz ki, iki deni- ze Şaylan, bir denize de tam mül- kiyetle mutasarrıfız. Özbeöz ken- di malımız olan deniz, yalnız Mar maradır. Akdenizde, Karadenizde ortaklarımız var. Hudutlarına s0- kulamayız. Balıklarına el uzata- mayız, Fakat, bu memnuiyeti le- himize tadil eden bir kudret var ki, o da (tabiat) tir. Tabiatin kem- çısından başka hiç bir kuvvete bo- yun eğmiyen balıklar, tercihen bi- ze gelirler. Buna da sebep, takdir edersiniz ki elâ gözlerimiz değil dir. Ancak (Marmara) dır. u niçin böyledir ? B (Marmara) iki deniz ara- sında tıpkı bir hamamın soğuklu- ğu vazifesini görür. Kış başlayıp sular soğuyunca, Karadeniz balık- ları mutedil iklim ararlar ve bu yümli Marmaraya Uugru hCiTe başlarlar. Yaz gelir, Akdenizin su. ları ısınır. Sıcağa, bilhassa fazla tebahhürden kesafetlenen acı tuz- lara mütehammil olmıyan bir kı- sım balıklar da kendilerini (Mar- mara) ya atarlar, boğazın nisbe- ten daha tatlı ve serin sularına doğru yükselirler. Yani, her iki deniz balıkları, ortaklarımız a- leyhlerine gayri ahlâki hiç bir müdahalemiz olmaksızın kendi ar #ularile tıpış tıpış Sularımıza ge- lirler. Tutabildiklerimizi tutarız. Tutamadıklarımız Marmaraya ya- yılırlar. Mevsim gelir, yumurtala- rını dökerler. Yavrularını bize e manet bırakarak geri dönerler, Bu bakımdan (Marmara) soğukluk vasfına flâve, bir de (folluk) vas- fmı kazanır ki her iki imtiyazı nefsinde toplıyan başka bir deniz, hemen hemen dünya yüzünde yok gibidir. B urası âlâ. Fakat, dikkat e- diyormusunuz ki, (Marma- ra) bir kaynak değildir; yani, her iki denizin balıkları gelmezlerse veyahut gelmelerine mâni bir se- bep zuhur ederse balıksız kalabili- riz?. Ayni zamanda (Marmara) (olluk) vasfım almasından dola- yı nazik bir hususiyet te kazanı- yor?! ü yda kaç Tlirk, kaç Erme- gi kaç Çerkes, kaç Arap bulunduğu” Söyledi ve davamızı bu rakamla dayanarak izah etti. haz sn hangi mesele açıldıysa, Baş vi hepsine matematik cevaplar m Ve bu cevapları verirken ya- ta, çe dosya değil, elinde mot bile vok ve PİST İşi ve her hâdiseyi rakamla haya eeatik ölçülerle ölçen, candan ziyade mantığa kü “hemmiyet veren Başbakanın bü- e memleket meselelerini incedeh Ye tetkik edip kafasına yerleştir- Nİ gördük, sav Fıkamlara dayanarak bize ta| yaşi arma anlata, Bu rakamlar üm, enin az zamanda büyük bir diyara, “liyetine gireceğini isbat ©- Vi 4. Bu tasavvurlar hakikat sa- gü, ©, Firecek kadar olgunlaştığı © KI bek uzak olmaması lâzım- ve | İş bu kadarcıkla kalsa iyi. Bu nâzik hususiyete bir ikincisini de mevsim ittiratsızlıkları ilâve eder: Havalar vaktinden evvel kışlar ve ya miattan fazla sıcak devam eder- se her iki deniz balıkları Marmara- da biribirine karışırlar. Bu vazi- yet, maskeli balolardaki buluşma- lardan tehlikelidir. Cazibe Kars- deniz balıklarında tecelli ederse lehimize olur. Hamsilerin, uskum- ruların narin kuyruklarından saçı lan cazip dalgalara kapılan (Orki- nos) lar (Yunus) lar onları taki- ben Karadenize çikarlar. Hicrete alışkın olmıyan tembel balıkları; ve (Azak) tan çıkıp civar plâjlar- da yıkanan (kefal) ve (levrek) kü- melerini de önlerine katarlar; su- larımıza getirirler. — ————— dır - memleket yehi bir refah ve ser- vet devrine girecektir. Bunu şimdi. den okuyucularımıza müjdeliyebili- TİZ, ÇT) i Yazan: BALIKÇI İrrmerereresansmnenasl Fakat, galebe Akdeniz balıkları na geçerse İş fenadır. Netice kâmi- len aleyhimize çıkar. Haşarı (pala mut) lammızi, dilber (uskumru) Jarımızı alır götürürler. Yıllarca hasretlerini, mahrumiyetlerini çe- keriz. Zaman zaman palamut, lüfer, uskumru balıklarının azalmaları- na, yahut büsbütün ortadan kay- bolmalarına (büyük kırgınlardan sonra) başlıca sebeplerden biri iş- te budur. Bu zaviyeden bakınca (Marma- ra) yı kapısı açık, muhteviyatı a- lelekser, yakalanması imkânsız, gizli bir el tarafından aşırılan ka- saya da benzetebiliriz. imdi de, hem. cazip, hem tehlikek kasaya giren ba- Ukları gözden geçirelim : Karadenizde: İzmarit, istavrit, uskumru, palamut, pisi, tekir, tir- sa, çaça, hamsi, kalkan, kılıc, ke- fal, levrek, lüfer, mezit, çinekop, vatos ve yunus balıkları mebzul dür. Denize dökülen büyük dere ağızlarında somun ve Mersin be- lıklarına da tesadüf edilir, Sorun- lar pek azdır. (Tuna) dan dökül- dükçe bize de yolunu şaşirmış ser pintiler gelir. İsimlerini yazdığım balıkların hepsi Marmaraya geçmezler. Şi- mal kıyıları, soğudukça nisbeten daha sıcak kalan sahillerimize ya“ yılırlar, Bir kısmı Sinop etekleri- ne, bir kısmı Bogaz haricine ka- dar gelitler, Oradan tekrar derin sulara âçılırlar. Bunlar tirselar, kalkanlar, çinakoplardır. Diğer balıkların hepsi hicretle- rini muntazam yaparlar. Eylül on beşten itibaren sıra takip ederek kânunusaniye kadar sürü sürü ak maya başlarlar, Marmaraya yayı- ırlar. Nisana kadar Marmarada kalırlar, yumurtalarını dökerler. Yine kafile kafile Karadenize dö- nerler. az ortasında yavruların ge- çimi başlar. Mini mini yav rucaklar, binbir düşman hücumun dan kendilerini koruyarak sert a- kıntıları öyle heyecanla geçerler ki, hallerine hem acır, hem hay- ret edersiniz. Acırsınız, çünkü, ha yalinizi ümltlere sevkeden kosko- ca bir kümeyi gözünüzün önünde ve bir an içinde düşmanları sarar, mahvediverir. O kafileden ancak beş on can kurtulur ve onlarda kendilerini rıhtımlara çerparlar. Hayret edersiniz, çünkü, başlarını, kuyruklarını bile seçemediğiniz o minnacık mahlüklar, serin akıntı. ların, çırpıntılarında öyle cambaz lıklar yâparlar ki, beşeri zekâ ve iradenizde o tedbiri, o cüreti bula- mazsınız. (Yavru kümeleri hakkın da verdiğim, belki, zait takdir et- tiğiniz bu malümatı lütfen hâfıza- riza kabul ediniz!) 'u hareket revişine göre hic. reti ikiye ayırmak lâzım: İniş ve çıkış. Zaten eski Yunan balıkçıları da balik mevsimlerini ikiye ayırmışlar, birine: (Katavs- tiya) diğerine: (Atavstiya) demiş- lerdir. İniş. Yani Karadenizden geliş, balıkların sıhbatçe, vücutçe en mütekâmil, lezzetçe de en nefis za manlarıdır. Bütün yaz, suları 3e- rin, tuzu tatlı, meraları engin Ka- radenizde güzel bir âlem geçirdik- in semizlemiş, yağlanmış ©- larak gelirler. Çıkışları da tama- men bunun aksidir; kış mahrumi- yetlerine katlandıkları, üstelik lo- husalık geçirdikleri için fazla hır- palınmış bulunurlar. Bir ger: bir kemik denilecek kadar zayıf dö- nerler. Bu zayiflikten kinaye on- lara (çiroz) deriz. Bazı kimselerin anladıkları gibi (çiroz) anaç, yahut diğer bir cins balık değil, zayıf ve hasta balık demektir. , eçelim Akdenize. Onun da belli başlı balıkları şun- lardır: Aterina, ahtapot, ekya, orginos, barbunya, hati, dil, süpye, sarıgöz, sarıağız, sinagrit, karagöz, kolyoz, mercan, migri, melânorya ve muh- telif cinslerde köpek balıkları, Bunlar da bazı müstesmalarile marttan itibaren akişa başlarlar, Marmaraya gelirler. Yumurtaları- nı dökerler. Yaz geçer. Kış iptida- sında avdet ederler. Şu noktayı ehemmiyetle arzede yim ki, bu izahtan “olanca Akde- niz balıkları böylece Marmarsya girer; geldikleri gibi de bir sani- ye kalmaksızın çekilir giderler” mânası çıkmamalıdır, Gelen balık- lar, ancak Boğaza tesadüf eden ba- lıklardır. Girenler arasında bir kıs mı Marmara iklimiyle istinas hâ- sıl ederler. Bilhassa kolyoz, sar- dalya gibi satıh ve karagöz, mer- can, sinagrit, barbunya gibi taş ve dip balıkları kışı'da: Marmaranın derin sularında geçirirler. Bu yüz- den yerli balık zanniedilirlerse de mensubiyet itibarile Akdeniz ba- ıklarıdır. Gerek pulları, gerek te- neffüs cihazları cihetinden soğuğu fazla sulara tahammül edemezler. Meselâ sardalyalar, kolyozlar Ka- radenize çıkmazlar. Hele mercanla (Arkası 10 uncuda) #MUVAFFAK ŞX, >OLMANIN SIRRI* On İki Disiplin Kaidesi Dimağımızı daha iyi işliyen, da- ha süratle hareket eden bir me- kanizma haline getirmek için kul- lanabileceğimiz birçok vasıtalar vardır. Muvaffak olmak için de dimağın bu tarz faaliyetine şid- detle ihtiyaç vardır. Hepimiz günlük işimizi asgari dikkat ve kuvvet şarfile yapmıya mütemayiliz. Bunun için de itiya- da boyun eğer, irade ve zekâmızı kullanmıya lüzum görmeyiz. Bu hal bizim için zararlı olmuyabilir- di, eğer bu suretle hareketten ar- fan zamanımızı iyi bir maksat için kullanabilseydik. Fakat açık ha- kikat şudur ki, hiçbirimiz. Bunu yapmayız. Bilâkis hepimiz itiyat- larımızla hareket ede ede dimağı- mizi işlemez bir hale getiririz. Her günkü tecrübelerle dimağımızın iş leme mekanizmasını yağlamıya çahışmayız. Günlük hayatımızda hâkim o- lan itiyatlarımızdır. Her günlük işimizi alışılmış, rutinler için- de görürüz. Yeni bir mesele veya yeni bir vaziyet karşısında kaldı. ğımız zaman, onu benzerlerile mü- kuyese ederek ona göre hareket etmeyi tercih ederiz. Yoksa kafa- mıza yorup yeni şeyler yaratmıya üşeniriz. z İşte bu halin önüne geçmek için dimaği idman yapmıya muhtacız. Bir atlet nasıl vücudünü işlet- mek, muntazam işler bir halde hu- lundurmak için muntazam ve de- vamlı idman yapmıyâ mecbursa, Biz de dimağımızı uyanık, tetik ve işler bir halde bulundurmak için, idmanlar yapmıya mecburuz. Dimağ işlemek sayesinde keskin- leşir. Süratle hareket kabiliyetini kazanır. Yeni mesele ve hâdiseler karşısında şaşırmaz. Bilâkis rutin den kurtularak yeni formüller bul mıya, yeni usuller icadına çal Dimağın idman yapması, dima- ği hareketlerin disiplin altına a- lunmasını icnp eder. Dimaği disip- lin biraz takyidata lüzum gösterir. Bu takyidata katlanmayı göze al- mak şarttır. Dimaği disiplin, kendi kendimi- zi kontrolle başlar. Hareketlerimi zi ince bir tetkike tabi tutmak, her birini ayrı bir muhakemeden geçirmek ve zabıt ve rapt altma almak lâzımdır. Bu dimağ disiplini için on. iki kaide tespit edilmiştir. Bu kaide- ler dünyanın her tarafında yapı- lan tecrübelerden o çıkarılmıştır. Bu kaideleri size sıra ile burada izah edeceğim. Bunları birer birer tetkik eder ve tatbike çalışırsınız. Tatbik hususunda biraz zahmet çekeceksiniz. Fakat | güçlüğünden dolayı bunları tatbikten vazgeçmi- yeceksiniz. Bedeni idman hareketlerinde de vücut birtakım sıkıntılara s0- kulur. Fakat bunların iyi netice- lerinden emin olduğumuz için bu sıkıntıya memnuniyetle | katlanı- rız. Bu dimağ disiplinini temin için de bu zahmetlere gönülle katlan- mayı göze 2 PSİKOLOĞ Hırçın WA KOŞE Roman Yazamıyacak imıyız ? (Yazan: Aka Gündüz) Mukadder denilen görünmez kuv- vete - başkaları için zararsız - bir e- sir olan sayın Bay Muallim Nihadın inaceralarının neşrolunduğu şu gün- lerde ne tuhaf sahnelere rastladım. Geçen gün birkaç tanesini fante- zi şeklinde yazmıştım. Bu fantazile- ri kaydetmekte devam edecek olsam o maceranın kendisinden daha büyük bir cilt tutacak, Fakat işi fantaziden çıkarırsak, gö- rürüz ki esen hava başkadır. Kuru yerden nem kapan vatandaşın sayısı nedense çoğalmaktadır. Şahsının be- gendiğini veya beğenmediğini büyük bir zümreye, geniş bir muhite, hattâ umuma mialetmek istiyen garip hüy- Tular peyda olmuştur. Tuhaf bir si- nirlilik şunun, bunun veya “bütün” ün dava vekilliğini üzerine almış gö- rünmek iddiasında bulunuyor. Devlette; rejimin selâmet çerçeves sini aşırtmıyan geniş bir vicdan, ka- lem, dil, kafa hürriyeti vardır. Bun- dan istifade etmiyenler, istifade et- menin yolunu, erkânını bilmiyenler- dir; hürriyetleri kullanmada ihtisası olmıyanlardır. Ben onların (ürri- yetleri inkâr) edişlerini; kendi bece- riksizliklerini örtmek fikrine hamle- derim. Başkalarma karışmam. Fakat ben şa büyük inkılâp devrinde kendimi İpekâlâ örnek gösterebilirim. Bu de- virdeki fasılasiz yazılarım bizde “bü- tün hürriyetler” in var olduğunu is- bat eden maddi eserlerdir. Rejim adliy rejimin selâmet çerçevesini aşırtmıyan geniş bir hür- riyetlere karşı olan yüksek adaletini nokta nokta isbat edebiliriz. Bir tek aksini isbat edeni de memnuniyetle dinleyebiliriz. Fakat ötede birtakım fertler var ki bulundukları muhitlerde kötü bir hava uyandırmaktan çekinmiyorlar. Herhangi bir yazı, bir söz, bir dü- şünce kendi hoşlarına gitmedi mi, bu nu bir tezvir boyası ile boyüyorlar ve ortaya hiç akla, kaleme gelmiyen suç lar, günahlar ıyorlar. Bu ördek- ler daima bir ördek hikâyesi icat 6- diyorlar. Muharririn hükümetten ve Adli yeden bir korkusu yoktur. Çünkü ber iki teşekkül ona korku değil, emniyet telkin ediyor. Muharririn umumi efkârdan da re değer veriyor. Fakat türeyen ve üremek istidadı gösteren bu fodul avukatlığın önüne tedbir ve kalem birliği ile geçmeli yiz. Muhterem Bay Nihat muallim”ol. masaydı da doktor olsaydı, avükat olsaydı, memur olsaydı, esnaf olsays, dı, hayatını ya kendisi veya başkası anlatsaydı, yazsaydı ne olacaktı? Ayni bozguntu ve bulanık hava fertlerin imal ve icat edecekleri Fan- tasmagorilerle karşılaşacaktı. Bir cemiyet ne kadar mütekâmil, ne kadar berrak ve ideale ulaşmış 0- lursa olsun, o cemiyetin içinde yine her çeşit tipte birtakım insanlar bu- Hunur, Bunların bulunuşu ne o cemi- yete leke sürer, ne şu veya bu mes- leğe, zümreye. O tiplerin hayatların- dan, tahlillerinden, müsbetliklerin- den, menfiliklerinden meydana ge- len şeye de edebiyat derler, roman derler, içtimaiyat derler, felsefe der- ler, derler oğlu derler. Hattâ böyle /pis hava yaratmıya çalışan fertler de bizzat roman tipleridir. Eğer bu hu- yu karışık tiplerin şımarıklıklarına meydan verecek olursak vah biz mu- harrirlerin, içtimaiyat, ruhiyat ile uğ raşanların ballerine! Hayatın realite- lerile “hürriyetleri, kıskıvrak et mek istiyenler işte bunlardır. Bu tipin kökünü, Abdülhamidin Yıldız sarayındaki | çöplüklerde ara- malıdır. Bazı hastalıklar gibi (gönül Mi müzevirlik) dahi çok dı avik- tir, yani dededen babaya, babadan evlâda kalır — Bunların şerrinden roman yaza- mıyacak mıyız? Diye bana soran bir kalemdaşıma simdi cevap veriyorum: — Bunu sorma. Hattâ aklına bile getirme! Atatürk vatanı, hürriyetler (Lütfen sayfayı çeviriniz)