KARATUMANLI, ) | No. 4 ni | Yazan: Ercümend Ekrem - Talu “ Karatumanlıyım ,, Deyince “Benimle Alay mı Ediyorsun Köpek ,, Diye Bağırdı - ÜÇÜNCÜ MEKTUP — Ulu Hânım; Bu mektubumu size" büyük bir Üzüntü içerisinde yazıyorum. İzni şerifinizi hâmilen Tibet hudutları- nı aşarak, bin bir zahmetle Çin | diyarına ayak basar basmaz, başı. ma gelmedik şey kalmadı. Bir de fa, para denilen ufak madeni pul- ların Karatumandan gayri yerler. de, insanların bu derece itibarına mazhar olduğunu, her İşin adeta bu paraya bağlı bulunduğunu asla tahmin edemezdim. Meğer, para- nın hayatta pek büyük kıymeti, varmış! Fertler arasındaki her tür- lü münasebetlerin biricik nâzımı bu imiş, Onun hükmünden, nüfu. zundan uzak yaşamak istiyenin, dünya yüzünde hayat hakkı yok olduğunu görünce bundan tedarik etmek zaruretine düştüm ve nefsi- mi, ömrümde ilk defa tezlil e rek, gelene geçene avuç açtım. O sırada bulunduğum bölge fakir idi. Kazancım, ihtiyar eylediğim Zille- te değmedi. Ancak, yirmi, otuz ta- ne bakır pul toplıyabildim. Önceleri ben bu kadarını bir servet zannetmiş ve sevinmiştim. Lâkin bir somun ekmek ila bir kü- çücük topak keçi peynirine karşı. lık bunların hepsini birden vermek lâzım geldikte hatamı anladım; ve bundan böyle, seyahatimi ve tet- | kiklerimi ikmal edinciye kadar yalnız kör boğazımı tatmin e - debilmek için, heran dilenmek mecburiyetinde bulunduğumu dü » şünerek derin bir teessüre kapıl- dım, i Bu bitti, Derken, hudutta, ke. narları şeritli, dâpdaracık donlar giyen bellerinde, madeni kınlı aca- İp hançerler taşıyan bir takım &- damlar beni çevirerek, benden pa. saport sordular, Bu kelimeyi ilk defadır işitiyo- dum, Lhassa'da, Lâmaların kütüp- | hanesinden: vakit vakit oraya uğ- riyan Avrupalıların kitap aşırıp götürdüklerini, bana, rahip Şa— Ma—Ma söylemişti. Benim da öy- bir kitap çaldığımdan şüphelan. diklerini ve benden onu sordukla- rını sandım. Bu şüphe beni fona halde müteessir etti. En büyük ye. minlerle, hattâ siz hânımın mukad des başınız üzerine kasem ederek böyle bir suçun faili bulunmadığı- ma o adamları inandırmak istedim. Onlar beni dinlemiyor, ellerindeki sopalarla mütemadiyen sırtıma yuruyorlardı. Bu dayağın altında baygın düş- tüm. Gözlerimi açtı zaman, kendimi kalabalık bir yerde bul- dum. Etrafımda, sapsarı benizli, ekserisi uzun saçlı, renk renk en- tarili, pis, iğrenç insanlar kaynaşı- yordu. Bizim dilimizi anlıyan bir tanesile temasa giriştim. O, bana yeni kurulmuş Mançukoo İmpara- torluğunda bulunduğumuzu, bura- nın düzme bir devlet olduğunu, ha kiki sahiplerinin birer kukladan başka bir şey olmadıklarını, ve bü- tün idarenin Japonlar denilen bir kavim tarafından çevrildiğini: ban- den aranılan pasaportun, mesruk bir kitap olmayıp bir ülkeden di- ğerine serbestçe geçebilmek (için bir nevi buyrultu idiğünü söyledi. Ben, bizim ulusa has olan saflıkla, kendimi gariplere mahsus bir mihmanhanede (zannediyor. dum. Gönlüm, beni buraya misafir edenlere karşı şükranla kabarıyor du. Yalnız böyle bir hayratın bu | derace pis ve bakımsız tutulması- na hafiften esefleniyordum. Meğer gunda da aldaniyormu- şum: Burası hapishane imiş. Bu, bizce hamdolsun bilinmiyen şey- lerdendir. Hapisane, suç işlemiş bir takım zavallıların zorla kapa. tuldıkları bir yerdir. Lâkin buraya girmek için, mutlaka bir kabahati bulunmak şart değildir. Gücü ye- ten insanlar, gücü yetmiyen insan- ları, bazan sebepsiz de yakalayıp hapisaneye atabilirler. Zira, mede- niyetleri bizimkinden başka türlü olan memleketlerde, bizim o dere- Ge kiymet verdiğimiz ve hattâ mu- kaddesattan saydığımız hürriyetin ancak adı olup, kendi yoktur. Hür riyet, buralarda, evvelce bahsetti- ğim küçücük madenciklerin bollu- ğu veyahut ki kıtlığı ile mütena- siptir. Garip şey amma, işte bu böy ledir, hânım! Daha yolculuğumun © başlangı- cında öğrenmiye başladığım bu aci hakikatlerin, ve geçirmekte oldu - ğum tecrübelerin böylece tevali e- dip gideceğinde, ciddi endişe içeri- sindeyim. Ben, Karatuman Hânının mu - temedi Karaboğa olacağıma, keş- ke dizinizin dibinde şu dakika U- yukladığını bildiğim tekir kedi ol- saydım! Görüyorum ki, pasaport ibraz e- demedikçe beni bu hapisanenin i- çinde alıkoyacaklar.. Güneş tanri- nın da yüzünü gördüğüm yok ki, huzurunda yerlere kapanarak ken. disinden ilham dileyim. Dün sabah buraya, bizi teftişe gelen cellât suratlı bir adam, ba- na nereli olduğumu sordu, Ve ben cevap olarak: — Karatumanlıyım!! Diyinc — Benimle alay mı ediyorsun, köpek?! Diye bağırıp, yüzümü kamçıla « di. Meğer herif bizim, ülkemizin: adını bile duymamış; varlığından haberdar değil. İçimden beddua &- derek, bir köşeye sindim. O zaman, dilimizi anlıyor dediğim koğuş ar kadaşı usulcacık yanıma sokuldu. | Neme lâzım? Adamcağız, buraya düşmek için karısını öldürmüş am ma, günahi kendi boynuna olsun, bana karşı favkalâde merhametli davrandı. Kulağıma eğilerek: — Sabırlı ol.. Ben seni kurtar - manın yolunu bulurum. Sen, hiç sesini çıkarma! Dedi de yüreğime su serpildi. Filhakika akşam üzeri, diğer mah puslar uyumak için birer tarafa kıvrıldıktan sonra, beni köşeye | çekti ve: | — Burada, bizim içimizde, yalan Gı pasaport yaptıklarından dolayı | hapis edilmiş iki kişi var; dedi. Ben onları ne yapar yapar. kandırır. | sana da bir pasaport tedarik ede- | rim. Yalnız, sen, bir daha sorar - larsa: “Karatumanlıyıml,, Karatumanı deme, burada tanımazlar. Ben, bilirim, çünkü sizin hudutlar da çobanlık ettim, Fakat buranın halkı öyle bir diyar bulunduğunun farkında bile değillerdir.. Sen, her suale, Hintliyim cevabını yer. Uma rım ki, bu yedi gün içerisinde kur tulursun, Milliyetim kâr etmek vâkıa bana çok ağır geliyordu. Ayni za- manda hürriyetimi de bir sahte - kârlığa borçlu olmak benim İçin züldü. Fakat düşününce buna kat - lanmak Hizimgeldiğine kanaat ge- tirdim, Herifin katil, lâkin benim için rihakâr ellerini öptüm. Şimdi halâsımı bekliyorum. A- | yak bastığın hür toprağı iştiyakla | öperim, Hânıml Akboğa Müsabaka kuponu No. 11 Bu bilezikler Acaba nereden Çalınmış? Evvelki gün, çarşının kuyumcular kısmına, iki çarşaflı kadın, ellerinde bulundurdukları mütesddit pırlanta vı, altın bilezikleri satmak için sağa sola göstermiye başlamışlardır. Zaten bir müddet evvelindenberi bu kadınları takip etmekte olan sivil po- be memurları tam bilezik satışı başla- dığı zaman işe el koymuşlardır. Me. murlar, bu bilezik ve taşların çalınma olduğu kanaatine vararak kadınları x yakalamışlardır. Bunlar Siirtli Hayriye ve Fatma &- simlerinde iki kadındır, Haklarındaki tahkikat derinleştirilmektdeir. Atina resim sergisine iştirak ediyoruz Yunan hükümetinin daveti üzerine | Atinada kurulacak Balkan güzel atlar Ve neşri, timiz de büyük ölçüde iştirak edecek- t t sergisine memleke. | | Sergiye ait tertibata İstanbul Say. lavı Salih Cimcoz ve Maarif Vekâle, ünden Selim Nüzhet nezaret etmek- tedir. Sergi 22 Ikincikânundan 15 şubata kadar devam edecektir. Hava Vekâleti Kurulmıyecak Ankaradan haber verildiğine göre; bava müdafaası ve hava bücumların. dan korunma için Dahiliye Vekâletin. de bir komisyon çalışmaktadır. Hava müdafaasınm idaresi için bir kuman. danlık kurulması düşünülüyor. Komisyon, bir proje hazırlamış ve Başvekâlete vermiştir. Bir havu ve- kâletinin ihdas edeceği haberleri te.| eyyüt etmemektedir. Müzelerden Istifade için | Müzeler umum müdürlüğü, halkm müzelerden daha ziyade istifade ede. bilmesi için elden geldiği kadar çalış- maktadır. Müzeler müstahdimlerine ziyaret . çi ahaliye lâzım gelen hüsnü muame. lenin tam olsrak gösterilmesi için 6- mirler verilmiştir. Bugün, tatil günü olması dolayısiy. le aşağıda isimleri yazılı olan müzeler öğleden sonra açıktır. Arkeoloji müzeleri: Büyük müze ve | Çiniliköşk bu meyandadır. Süleymaniyedeki Türk ve Islâm e serleri müzesi, Topkapı sarayı mü; si, Ayasofya müzesi, Yedikule, Aske- ri müze... | TAN BÜYÜK RÖPORTAJ | Süngü hücumu talimi yapan kahraman Mehmetçikler Arslan Mehmetcik Kurşununu Hiç | zaktan fasılalı makineli tü- fek takırtıları geliyor. Se lasınm arka cephesine limiye şen geniş çayırdayız. Yanımda yü- rüyen, genç ve atesli yüzbaşı soru- yor: — ter misiniz $izi makinelinin yanma götüreyim? — Çok uzakta mr? — Hayır, şuracıkta... Beş on adım yürüdükten sonra, iki alçak sırtım, etrafına topraktan bir duvar ördüğl dar ve uzun bir çukura geldik. Makineli tüfek işte bu çukurun İçindeydi, Yüzbaşı, be- mlara tanrtırken: — Müsamdeniz olursa, bav da makineli tüfekle atış yapacak! Sordum: — Atış yapacak olan kim? — Si — Vazgeç, yüzbaşım, dedim, bu, benim işim deği Yüzbaşı, hâlâ ısrar ediyordu: , At birkaç kurs ih eahim gun. Güldüm: — Biz gazetöeiler, yalnız bol bol lâf atarız, söz aramızda, biraz pa- Javra attığımız da olur. Fakat, ma kineli tüfek atmak, palavra atmı- ya benzemez! Makineli tüfek başındakiler, bu - raya, hediyeli iftihar atışı müsaba- kalarına girmek için gelmişlerdi. Bu müsabakalar, orduda sik sık ya- Fıkra: 11 Hoca fakir bir adamdır. Lâkin bunu Konyada bilmezler, kendisini zengin sanırlarmış. Bir gün çarşıda getirip: — Hecafendi, şunu bozar mısın? demiş. Hoca “Param yok!,, demeyi | dolaşırken bir tanıdığı bir altın kibrine yedirememiş, fakat parayı bozmamak için bahane olsun diye: — Bu altın eksik! cevabını vermiş. Altın sahibi: — Zararı yok nekadar eksik ise © kadar para v. deyince Hoca: — Bu altın o kadar eksik ki; eğer âlirsam sen bana daha üç ekçe vermelisin! Ben de onu kabul etmem! cevabını vererek herifi başından savmış, Resim: 11 Arkasında Boşa Atmaz Hep Vurur Avcıda Pır, Atışlara iştirak eden subay ve erbaşlara hediyeler dağıtılır, O gün de, gene bu müsabakalardan birine başlanmıştı. Makineli tüfek, gizlendiği çuku- Tun içinde; — Ateş serbest! Kumandasile beraber müthiş bir takırtı kopardı. Genç bir subay yüzükoyun yere yatmış, gözü makineli tüfeğin tam karşısmdaki hedef noktasında, durmadan ateş ediyordu, Ateşi kestiği zaman, hedef mu- eyene edildi. Subay, elli fişek st - mış, elli fişekten kırk sekizi hede- fe isabet etmişti. iyeniden Pr ürk ordusundaki subaylarm nişancılık © kabiliyetlerine bundan daha parlak misal olur mu? KIŞLA DUVARLARI | 11.1-937 Fakat bana anlattıklarma göre &İ li atımda kırk sekiz isabet bile, parlak bir netice sayılmazmış. fişekten ellisi de hedefi bulmaliY * miş. Nitekim, bir başka subay, Dİ kineliyi harekete getirdiği zama attığı elli kurşundan hiçbirini b def dışma düşürmedi. Müsabakâlara girebilmek Için &İ az, (50) fişekte (38) isabet kaydfi dilmesi Jâzımmış. Ben orada bu * lunduğum #ırada, atiş yapanlar hiçbirisi, bu “asgari” isabeti te İle kalmadılar ve hepsi de yü dereceler aldılar, Atışa iştirak i erbaşlardan Ahmet oğlu Şaban Cİ de bu arada elli fişekten i kuzunu hedefe yapıştırmıya mi fak olarak iyi bir Hiğüncilik res ru tesis ettiği gibi, subaylardan Af) li de attığı otuz kurşunden yi dokuzuna hedef noktasmı buldi varak, atıcılıktaki kudretini ispöf etmiş oldu. Gözümün önünde cereyan eğefi bu heyecanlı müsabakanm pür neticesi, bana nasıl bir gurur diğini, göğsümün nasr) derin övünçie kabardığını, kolayca tirebilirsiniz. ir subay, ağır makineli tü“ fekler hakkında bana gü zahati verdi: — Asri orduların en müthiş #f lâhı, ağır makineli li Şöyle küçük bir mukayese yap liriz: Bir piyade eri, dakikada cak beş, altı kurşun atabilir. MÜ kineli tüfek ise, dakikada altı mermi sarfeder. Bu hesaba göre, bir ağır maki li tilfek, orduda yüz piyade nef: nin vazifesini, görüyor demekti! Subayın sesi, burada ansızm, dv yulmaz oldu. Çünkü, ağır maki yeniden takırtılarna başlam Kendi kendime: — Şimdi diyorum, şu makine” karşısında bir tek tahta hedef rine, birkaç yüz canlı hedef acaba içlerinden kaç tanesi sağ lırdı .. Buna makineli tüfek di insan biçen makine demeli... Yüzbaşı Sezai Attilâya, bu kunç harp silâhının iki yanın” sarkan kurşunları göstererek: — Tıpkı, sinema şeridi gibi!» yecek oldum. Yüzbaşı başını salladı: — Zaten bu da sırası gelince nema olur. Atıcısmı, film opefd törü yerine koyabilirsin. Hedt bulunanlar da, talihlerini tecr etmek istiyen amatörler... — Ya sinemanm seyircileri? ye sordum. Yüzbaşı ona da cevap yetişti — Seyircileri, bütün dfinyat Sali#addin GÜN!