11 Haziran 1936 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

11 Haziran 1936 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hindistanda sihirbazlık Cazibei arziye kanunlarile alay eden Iıın'l'lının marifeti Hindistanım sihir, memleketi olduğu eskidenberi ma - lümdur. Sihirbazlık son zamanlarda tedenni edecek yerde bilâkis terakki etmiş bulunuyor. Fennin bütün te - rakkiyatına meydan okuyor. Son za- manlarda cazibei arz kanununa kar- şı gelebileceklerini iddia eden bir Hintli sihirbaz türemiştir. Bu sihir- baz bir meydan ortasma diktiği bir direk üstünde yalnız bir eli ile tu- tunarak yan yatmış olarak duruyor ve cazibei arz kanununun ona mü- essir olmadıgmı söylüyor. İlk evve- Ki bu Hintli meydana bir direk di- kiyor (Resim: 1). Bu direğe beyaz bir şal sarıyor. Sonra direğin etra - fına dört kazık daha kakıyor ve bu kazıkların etrafını bir örtü ile örtü- yor, ufak bir kulübe haline getiri - yor (Resim: 2). Bu kulübenin içine girdikten beş dakika sonra örtülerin kaldırılmasını emrediyor (Resim: 3) ve onu görüldüğü veçhile havada görüyorsunuz. Bir eli sadece rahat rahat hiç zorluk emaresi gösterme- den baston tutar gibi ortaya diktiği direğin üstünde duruyor (Resim: 9. Beşinci resimde cazibei arz kanu- nunu inkâr eden Hintliyi marifetle- rini icra ettikten sonra yorgun bir halde bacakları dört kişi tarafından burkulamıyacak kadar sertleşmiş bir halde görüyorsunuz. ve sihirbaz , Habeş harbinin feci sahneleri İmparatorun kızı anlatıyor Habeşistanda gözlerimle gördüğüm dehşeti bütün kâinat duyuncaya kadar haykıracağım (Daily Herald gazetesinin bir mu- habiri, Habeş imparatorunun kü- çük kızı Prenses Zahai ile bir mü- lâkat tır. Daima Avrupa - klar gibi giyinen ve Avrupalı mü- rebbiyelerle yetiştirilmiş olan bu on yedi yaşmdaki Prenses harbin fecayiini yana yakıla anlatmıştır. Aşağıdaki satırlarda Habeş felâ - ketini onun ağzından dinliyeceksi- niz:) — Birdenbire gerek benim için ge- rekse arkadaşlarım olan genç kadın- lar için saadet denilen o mevhum gşey kırilrverdi. Harp saadetimizi yok etti... Bu memlekete geldiğim zaman be- ni gülen çehreleri ile karşılayan genç kadınlara harbin ne demek olduğunu anlatmak isterim ! Onlara bu korkunç şeyi izahtan kaçmmıyacağım. Beni dinleyecekle- rinden eminim..,, İmparatorun on yedi yaşlarmında- ki ince, narin ve utangıç kızı Prem ses Zahai bana bu acı sözleri içi ya- narak söyledi, ve Londraya Igıg-ğliz Imparatorun küçük kızı Prenses ZAHAI nun içın yakmdan bu gayeyi güden izeldinr #ÜzENLaerde <8dük için çok acı olacaktır. Nasıl hissettiğini sormadan talisiz kız içini dökmeye başladı : “ — Evimi, vatanımı, kaybettim, dedi. * Annem kederinden halsız, ü- mitsiz! Harbin devam ettiği müd- detçe her gün memleketimin kadın- ları birşey çıkıp harbin durması i- çin dua ettiler. Harbin fenalıkların- dan kurtulmak için gece “gündüz Allaha yalvarıyorduk. Harpten bocalıyarak, sağa cola sallanarak, gelen adamlardan bahset mek ne müthiş şey! Yüzleri yanmış, bazılarının gözleri kör olmuş, ve ne olduğunu bile bilmedikleri gaz tara- fından ciğerleri zehirlenmişti. Evlerine yerlere sürünerek dönen ve tedavi vasıtaâasını arayan bu za- || vallı adamlarm karılarını teselli i- çin annem gece gündüz çalıştı. Bu adamları kurtarmağa çalışır- ken uzaktan top sesleri işittik ve ya- kmda kaçmamız icap edeceğini an- ladık. Bütün hayatım müddetince bu ces- sur adam 9ehrelerını unutmxyacağlm ALeda elit TAN SAĞLIK amamaama mommma ÖĞÜTLERİ Zambak İnsanlar buğday ekerek ondan un, ekmek ve çörek yapmasmı daha bi- lemedikleri zamanlarda, Helois adın- da henüz delikanlı olmuş bir çocuk kırlarda gezerken, ekinler ilâhesi Seres çocuğu görür ve hemen ona âşık olur. İlâhe genç sevgilisine bir iyilik et- mek, hem de ona zenginlik vermek için, delikanlıya, bir elile, undan ya- pılmış bir çörek, bir elile de, buğday başaklarından toplanmış bir demet sunar; güzel ağzile de buğday tane- lerinin nasıl ekileceğini, sonra — ba- şaklardan nasıl un ve çörekle ekmek yapılacağını öğretir. Genç Helois güzel ilâheden aldığı hediyelerle öğüdü anasına, babasına götürür. Onlar da buğday taneleri- ni ekerler ve küçük tarlalarında altın renginde o değerli mahsulü yetişti- rirler. Fakat, Helois'ı- kıskanan bir ar- kadaşı bir gün onu bir dere kenarı- na götürür ve çocuğu kenardan de- reye iterek orada boğar. Seres sevgilisini hiç gözden kay- betmediği için onu suyun içinden kurtarmak üzere hemen koşar ge- lirse de, delikanlı sudan çıkarılmcı - ya kadar ölmüş olduğundan, iş iş- ten geçmiş bulunur. Bunun üzerine sevgilisinin hain arkadaşını öldürür. Hainin gömüldüğü yerden devedi- keni çıkar ve çirkinlik, hainlik alâ - meti olur. Yakışıklı delikanlınm gömüldüğü yerden de süt gibi beyaz bir renkte zambak çiçeği çıkar. Onun içindir ki zambak o vakittenberi güzellik, saflık ve bekâret timsali olmuştur. Ancak — bekâreti muhafaza et- mek pek güç olmasından ileri gelse gerek — zambak çiçeği ilk yetiştiği gündeki lekesiz beyazlığını bazı ne- vilerinde kaybetmiştir. Meselâ por- takal ağaçlarının yetişemediği — şi- 'mal memleketlerinde zambak çiçek- lerinin üzerinde.portakal sarısı ren- ginde geniş lekeler ve bu lekelerin üzerinde de kara kafa noktalar bu- lunur. Bazılarında bu sarı lekeler altın renginde olur. Kim bilir, belki bu da-bekâretin altma hedel olduğu- nu anlatmak ister. Bütün bu türlü fürlü lekelerile zambak çiçeği her yerde ve her vakit güzel bir çiçektir. Bu güzel çiçek hekimlikte de işe yarar. Yaşlıca bayanlardan bazıla - rı zambak çiçeklerini şişe içinde is- pirtoya koyarak güneşe asarlar; sonra çocukların bir tarafında ha - fif bir yara olduğu vakit yarayı ka- pamak için bu zambaklı ispirtodan sürerler. Dünyada her şeyden bir şiir veya felsefe çıkarmak istiyen - ler güzel zambak çiçeğinin hiç ol - mazsa hafif yaralara iyi gelmesini, dünyada yalnız güzelliğin yetişme - diğine ve biraz da iyilik lüzumlu ol- duğuna delil diye gösterirler. Çok çocuk doğurmak moda olduğu za- manlarda çocuk meraklısı bayanlar zambak çiçeğini gebe kalmak için de kullanırlardı. Fakat her güzelin ve iyinin zarar- lr tarafı da bulunabilir. Zambak çi- ceğinin de kokusu fazla koklanırsa insana baş dönmesi, baygınlık ve ra- hatsızlık verir. Hele, geceleri yatak odanızda zambak çideği kalmaması- na dikkat etmelisiniz. Lokman HEKİM Sümer Banktaki toplantı Şehrimizde bulunan Sümer Bank umum direktörü Nurullah Esat, dün fabrika müdürlerini bir toplantıya davet ederek kendilerinden izahat almıştır. Nurullah Esat, birkaç gün daha burada kalacaktır. miyacağım. Ingiliz kadınlarma bir- kere değil, müteaddit defalar hitap edeceğim. Kadınlık harbin dehşetini anlayıncaya kadar söyleceğim. Evet, benim gözlerimle gördüğüm dehşeti bütün kainat idrak edinceye kadar hitap edeceğim ! Iİngiltereye geldiğimden beri her- gün sepet ve kutu dolusu çiçekler gönderiyorlar. Memleketin her tara- fmdaki kadınlardan birçok mektup- lar alryorum. Herkes benim ve bha- bamın akıbetine teessürlerini bildi - riyor. Birçok kimseler beni çaya davet ediyorlar — ve kendi kendime ağlı-— yorum, Fakat bazen ağladığım hal- de kendimi mes'ut hissediyorum. Çünki bu kadar kişinin teessürümü- ze iştiraki beni mes'ut ediyor doğ- rusu!? Prenses istikbalden bahsetmek is- temiyor: a eğüzee LAt Ha S dandi e BÜ 1-6-386 ——— HERGUN BiR ROPORTAJ Emirgânda yirmi odalı büyük bir yalıyı gezdim Yalı sahibi diyor ki: “ Bizim yalıya bayılı: yorlar. Fakat tutmağa cesaret eden yok! ,, Boğaziçinden Geçen pazar günü, Boğaziçinde o- turan bir arkadaım, bana yirmi oda- 1 1bir yalıyı gezdirdi. Yirmi oda, de- dim, fakat bunlar öyle odalardı ki, herbirinin içine, birer apartrman katı, bol bol yerleşebilirdi. Cilâlı karaağaç tahtasından yapılmış döşemeler üze- rinde, bizi dolaştırdılar. Avizelerle süslenmiş yüksek tavanlı salonlardan geçirdiler, yalımnın en son katma çık- tığımız zaman, kendimde uçmağa ha- zırlanan bir tayyarecinin heyecanmı duydum. Burada geçirilecek bir yaz mevsimi, yarı ömre değerdi belki de.. Ciğerlerimi en son menfezlerine ka - dar açarak, yukarı boğazdan kopan havayı içime çektim, Ev sahibi, biri orta yaşlı, birisi genç, fakat ikisi de görmüş geçirmiş, bayanlardı. Bu ko- ca yalmın neresine ilişeceklerini kes- tiremiyormuş gibi, ayakta, birer ya- bancı çekingenliği ile bekleişyorlardı. Yirmi odalı, daha doğrusu yirmi evli bir yalıya, ayda kaç lira kira iste- diklerini sormağa utandığım için on- larla dereden tepeden konuşmağı ter- cih ettim. Bayanlardan orta yaşlısı sesine a- eındıracak bir eda vererek anlatıyor- du: — Her gelen, bizim yalıya bayılı Oda oda ği&laîak aldşğğmız parıvga— mir parasını korumıyacak. Her kiracı bir değil ki.. Kıracaklar, dökecekler... Onlar çıkımca, haydi bir masraf kapı- sı daha!.. Ve genci söze karışarak ilâve edi- yordu: — Öyle yıllar oluyor ki, vergisini çıkaramıyoruz. Bakıyorlar, geziyorlar, beğeniyor - lar. Fakat kirasını öğrenince hemen kaşlar çatılıyor, yüzler buruşuyor. İstediğimiz de ne bilir misiniz? En çok ayda 35 lira... Sonra, gitgide, mevsim geçmeğe başlaymıca, otuza, yirmi beşe kadar iniyoruz. Ne gelen var. ne giden., Ne arıyan var, ne so- ran.. Biz de kapılara kilitleri vurup, İstanbuldaki evimize çekiliyoruz. Burada, bayanlara sordum: — Kiraya vereceğinize kendiniz 0- tursanız olmaz mı? Biribirlerine bakıştılar. Ne cevap vereceklerini kestiremiyorlardı. Niha- yet genci atıldı: — Kalabalığımız olmadığından o - turamıyoruz! Bir yalı sahibi için bu söz acıklı bir itiraftı. Yirmi odalı bir yalmm artık mesken olarak kullanılamıyacağını onlar da görüyorlardı. Bayanlardan orta yaşlısı, sözüne devam etti: — Tİcra dairelerinde koşmaktan başka işlerimize bakamaz olduk. Bu zamanda, kimin kirada evi yalısı var- sa, başmda büyük derdi var. Elimiz- le verir, sonra ayağımızla gidip ara - rız. Bazı günler, verelim yıkıcıya da, gozumuz görmesin... diyoruz. Sonra da gene: — Taşından toprağından alacağın parayla çinğene borçlarını ödiyemez- sin! Sen, aklını mt bozdun? diye ken- di kendimize çatıyorum.,, Bunları söylerken tbahçeye bakan balkonlardan birinin kapısını açmıştı. Baktım: Yalmın bittiği yerde sarp bir dağ başlıyordu. Toprağın bu mü- saadesizliği yüzünden, bahçeyi setler üzerine kurmuşlardı. Bayan içini çe- kerek, anlattı: — Farzediniz ki, yalıyı, yıktırdım, arsası üstünde birkaç küçük yalı yap- tıracak kadar param da var, diyelim. Fakat, bizim bildiğimiz yalı deniz ke- narında olur. Dağ tepesindeki eve, yalı demezler, köşk derler. BoğaAzın bütün zevki ise, yalı hayatı yaşamak- tadır. Yeni bir karara göre yapılar, denizden otuz metre geride yapılacak mış! Buranm otuz metre gerisi, dağ tepesidir. Denizi seyretmeye gelenle- ri, bu koca bayırın üstüne nasıl çıka- bir görünüş bağlı oturuyoruz. Yalmın daha birkaç odasına girip çıktıktan sonra, ev sa- hipleri bayanlar, beni şöyle bir iskan- dil etmek istediler: — Sizin arzunuz, kaç odalı bir yalı tutmaktı? — Uç dört odalı olsa yeterdi.. de « dim. Tekrar biribirlerine bakıştılar, Şu dakika içlerinden geçirdiklerini keş - fetmek, keramete muhtaç değil. — Acaba, ne yapsak?. Dört oda- sımı ayırıp versek mi? yoksa topunu birden tutacak #iracıyı mt beklesek.. Uzatmıyalım, neticede anlaşamadık. - Istanbulda, her katı en aşağı kırk li- ra kira getiren bu yalı, boğazın en güzel köyü olan Emirgânda, tek başı- na otuz liraya- kiracı bulamıyordu. Fakat, meselâ, şu yalmın yerinde, ü- çer, dörder odalı, tertemiz, içi dışı boyalı, merdivenlerine muşamba, du- varlarına kâğıt kaplanmış, minimini birkaç yalı örneği kurulmuş olsaydı, hiç şüphe yek ki, kiracısız kalmazdı. Emaye banyonu taze deniz suyu ile doldurup içine girmiş, boylu boyunca uzanmışsın. Siz, bundaki zevki, düşü- nün bir kere!.. Alt katta, büyük bir sandal eski boğaz eğlencelerinin ölü bir hatırası ŞA UC T G eee ae P — Niçin binip gezmiyorsunuz? di- ye sordum. Orta yaşlısı, gencine, gen- ci orta yaşlısına baktı, Hiç cevap ver- mediler . Hani bir gün, canı helva istiyen a- damın biri; bakkal dükkânı önünden geçiyormuş. Bakmış ki, helva yap « mak için ne lâzımsa vâar. Bakkala s0- kularak: — Be adam, demiş, işte un, işte şe- ker, işte yağ.. Ne diye helva yapıp ye- mezsin? Şimdi ben de kızağa çekilmiş sandal hakkımnda bu Ssorgumla canı helva istiyen züğürdün — vaziyetine düşmüş oluyordum. İnsanm böyle bir sandalı olur da, içine binip dolaşmaz Ev sahiplerinden ayrılırken, yalı « nm arka bahgğeleri içine saklanmış bir köşk gözüme ilişti: — Bü da sizin mi? diye sordum. İkisi birden cevap verdiler: — Bizim., Isterseniz, onu tutun!.. Kirası da çok ucuzdur.. Su, elektrik, geniş bahçe.. Bunların hepsi içinde olmak üzere size ayda en iki liraya brrâkiriz. Çıkarken, rıhtımdan bir daha bak- tım. Yirmi odalr yalı, adeta bir küçük saray heybetiyle karşımda '(duruyor- du. Salâhaddin GÜNGÖR Kuin Meri döndü Londra, 10 (A.A.) — Kuin Meri transatlantiği Nev-York ile Cher - bourg arasındaki mesafeyi saatte vasati 28,74 mil süratle dört gün on beş saat, on beş dakikada katetmiş- tir. Almanya ve Yugoslavya Belgrad, 10 (A.A.) — Bazı nazır- lardan mürekkep ekonomi komitesi, Alman fabrikalarından 400 milyon dinar kıymetinde demiryolu malze « mesi satın almağa karar vermiştir. Doktor Şaht Atinaya geliyor Atina, 10 (Tan) — Buradaki Al- man elçiliği Almanya İktısat Bakanı ve Devlet Bankası Umum Direktörü Dr. Şaht'm önümüzdeki cumartesi günü Atinaya geleceğini hükümete bildirmiştir. Bu vesile ile Dr. Şaht ile iki devlet arasındaki iktısadi vaziyet hakkında müzakereler cereyan ede- <EEEUMÜALÜ R U0 u aa SÖİ L m — P re n e —- Mt e eh hT H —a A v sa m

Bu sayıdan diğer sayfalar: