Yazan: MITHAT CEMAL Halıların üzerinde mukavvadan bir adam gibiydi: nereye basmışsa ayağının sesi çıkmamıştı Dedi. Adnan fenalaşmıştı. “Nasıl? Belkis de mi ölecekti?,, Belkis Adnanm içinde öyle bir a- Sıydı ki, onun ölmesini bile istiye- bilirdi. Fakat birdenbire ölen hem- iresinin cenazesinde, ölümün bir Kenç için bu kadar mümkün olarak luğu yerde Belkisin ölümünü düşünmekten korktu. Şimdi Belkis- , bu ıstraptan kurtulmak iste- Miyordu. Adnanın kaybedecek hiç- bir saadeti yoktu. Tali elindeki bu tatlı ıstırabı da ona çok mu görü- Yordu? Telâşla sordu: — Ateşi var mı? Hüsrev güldü: — Hayır canım, öyle ateşlik bir Mesele yok. Fakat çok bitkin bir ide... Dersi birkaç hafta bırakalım tr? Ne dersin Adnan? Belkis birkaç hafta ders almak is- temiyordu; bahriye miralayı bunun İçin Belkisi tarih muallimine hasta istemiş, ve karısiyle faz- Va alâkası olmıyan koca bu işi böy- e yarımyamalak yapmıştı. Şimdi, karısını fazla hasta gösteremeyince Hüsrev işi açığı vurdu: , > Ben sana mektup yazarım Adnan, derse gene başlaram. Dedi. Adnan bozuldu, teessürünü Böstermemek için: — Şu adam kim Hüsrev? Diye sordu. Yüisrev; — Sefaret milsteşarı Nail, Dedi, ve “hergele” diye başlıyarak korkunç kelimelerle sövdü. Adnan, Nailin bütün rezeletlerini Öğrenecek kadar sahrettikten sonra: 7 Hayır, o değil, şu sakallı adam? PEY; — Hidayetin yanmdaki herif mi? — Evet. — O herifi tanımıyor musun Ad - , — Pek tanımıyorum da değil... Ta- ağım ama.. Adı nedir? — Adı kirata, — Alayı bırak Hüsrev. Hakika - İn adı ne?, — Selim Melhame. >— Ay o bu melun mu? Hüsrev öfkelendi: — Neden mel'un oluyormuş? Dedi. Gözlerini kapadı. Dargın Ylzle cevap bekliyordu. Adnan şaşa- yü kendisinin mel'un dediği adam, İsrevin kârata dediği adamdı. Hüs- Pevin gözlerini açmasını bekledi: — Mel'un değil mi? >— Belki mel'un, belki değil. Fa - bat sen madem ki mel'un diyorsun, Meundur.. Ama neden mel'un? >> Neden olacak? Fena adam da dan, >— Neden fena adam? — Hırsız da ondan. — Neden hırsız? Adnan, düşündü; (bu herif ne ten hırsızdı? Bilmiyordu. Hüsrev Bene kızdı; — Adnan ,dedi; sen de, senin ya- Yazan arkadaşlarm da mem- fena adamlarına kızrlarken kızdığmızı bilmiyorsunuz. Bu » hırsız, nasıl hırsız, sana Söyliyeyim: Bu arap katoliği 'kete daha geçen gün, bir ka- sekiz yüz bin altına mal oldu. ve (Lorando - Tubini) işin- Melhamenin oynadığı oyu- Uzun uzadıya anlattı; Abdülha - İdaresine sövdü. hayret ediyordu.Hüsrev erkâ müşirinin damadıydı, bahri- üşirinin oğluydu; yirmi üç ya- laydı, hünkâr yaverydi; acımağı Adnandan iyi Abdülhamide Adnandan ağızla sövüyordu. dan, paradan, ko - kadından sonça hükü- 'k saadeti de bunlarındı. Selim Melhameye bu sefer gözlerle bakmak istedi; bakınca, Selim Melhâmenin ır çekinerek, hürmeti nekadar ya benziyerek Hidayetin bir iki gerisinden yürüdüğünü gör- unuttu; Hida - ürktü. hafta sonra Adnan, Hüsrevden mektubu tramvayda, vapurda irt defa okuya okuya mermer derse geldi; salon kimsenin 4 ; İH fi ZE # ; ; # 8g / i Ni 7 girip dg fi | İ ziyaretini beklemiyorau; pancurlar kapanmış, pencerelerden tek tük zi- ya çubukları karanlık odaya uzanı- yordu. Yalıda pancurlardan başka bir şey değişmemişti. Tunç merdi- ven başlıkları kadar haremağaları- nm suratları da cenazeyi hatırlamı- yordu. Sokak kapısının önünde ma- teme hazırladığı çehresini Adnan da kafasmdan çekip çıkararak asıl yü- günü meydana çıkardı. “Küçük hanımefendi yukardaki salonda ders alacak,, tı. Bunu söyli- yen haremağasmın terbiyeli tebessii mü karşısında Adnan cenazeleri- ne aylarca ağlıyan, kedile. rine kadar matem tutan küçük evle- rin sırnaşık tessatirlerini, fıkaralığın somurtmağa vesile (arıyan aozini düşündü. (Tek) ağacı basamaklı,krista) par- maklıklı,ve beyaz bronzlu merdiven- lerden,(Pendi buhara) yol halılarıü zerinden çıkarken Adnan mukav- vadan bir adam gibiydi; nereye bas- 88 ayağımın sesi çıkmamıştı. Yorgun renkli olan, koyu rengi tavanı kubbeye, duvar sütunlara çeviren (bahçeler halısı) üzerinden, Londranm, Hindin abanosla, ipekle, gümüşle doldurduğu saloh- lardan geçiyor, haremağasınm arka- sında yürüyor, yürüyor, yalı bitmi- yordu. Küçük bir odaya girdiler, duvar- ları koyu ceviz (lambri) le kaplan- mıştı; (Belkis) Fransız marketörö - sünden yapılmış eski bir (bahu) nün ince sarı tunç heykelleri önün - de duruyor, Adnanı ayakta bekliyor- du: — Sizi rahatsız ettim, Adnan bey; dedi, annem hasta. Kendisine yakın bulunmak istedim; aşağıya onun i- çin inmedim Hüsrev de rahatsiz, iki gündür yatıyor. Belki görüince,Adnan ne minase- betsiz ümitlere düşmüştü anladı ; Zannetmişti ki Belkis kendisiyle fe- lâketini konuşacak, bütün çok ağlı- yanlar gibi kibirsiz gözlerle, bütün mihnet çekenler gibi bir iyi insan olarak Adnanı karşılıyacaktı. Daha eler ummamıştı: Çirkin bir kadın bekliyordu; halbuki matem, bu gü - zel yüzün mermerine siyah bir kadi- fe kadar yakışmıştı. Adnan taziyet etmedi, Bu, Belkise, ölüsünlü hatır - latmak olurdu. Belkis de hemşiresi- ne ait bir tek kelime söylemedi. İş- te Adnan buns saştyordu. Halbuki, bu gayet tabii idi; Adnan tarih ho- casıydı; Aksaraydan yalıya ders vermeye gelett adama, Belkis, tenef- füsü, onun teneffüsüne katacak ka - dar yaklaşacak, ve teessürünü anla- tacak değildi; Adnan bunu anlamı - yor, önünde ağlamıyan kadma, ken- disini matemine yalıya hmç duyuyordu; ve dersini bu ıstı- rap İçinde anlatırken sesinden, bu matemli yalıya yakışacak eninler dökülüyordu. Adnan bu ölüm avkası içinde aradığı korkunç saadeti bu - lamadığı için bitkin olmaktan ziyade bu saadetin ocanavarlığını görmi- yecek kadar çılgmdı. Birdenbire odada bir süküt başla- dı; demindenberi Belkin susuyordu; Adnan da sustu, bu sessizlik liçinde Belkisin çehresi (o teneffüsle | buğulanmış cam gibi matlaştı; altın göz bebekleri paslandı; ellerini yü - züne kapadı, hıçkıra, hıçkıra ağlıya- rak,çırpınan omuzlariyle odadan çik- tı. Belkis ölen hemşiresinin Adnan » İdan ders alacağını hatırlamıştı. Adnan odada yalnız kalmış, göz- leri dolmuş, kendi zavallılığını dü- şünüyor, ağlıyordu. Bahriye miralayı arkasmda de- niz rengi uzun robdöşambr, belinde pembe kalın kordon, ayağında sivri rugan pabuçlar, odaya koşarak gir » di; Adnanı öpüyor omuzlarından, kollarımdan Belkisin hafif lâvanta kokusu Adnanm Miralay, tarih muallimine teşekkür | ediyor: — Allah senden razı olsun Adnan; cenazede bizi unutmadım; bugün Belkis çok müteessir... Dersini biti- remiyecek, affetmeni rica ediyor; ben de hastayım,bak ne haldeyim; di yordu. Miralay, her zamanki gürel a- damdı; halinde hiçbir şey yoktu, Ad- nânm göz yaşlarını ölüye ait sanan bahriye miralayı kendi ağlıyamadı - ğma sıkılıyor. (Arkası var) | BULMACAMIZ| SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAĞI 1 — Bir hokkabaz (10). 2 — Sersem ( 4 ). eklet ( 2). Bey- gir (2). 3 — Parmağın ucundaki (6). sır taşıyan (4). 4 — Kandırma (4). küçük (4). 5 — Inan (4). 6 — Hâli ( 4 ). hücre (3). geniş- lik (2). 7 — İstiham (2). ağaç yavrusu (5). şart edatı (2). 8 — Kuru ot (5). bir hece (2). 9 — Amca (3). vapur (4). 10 — Mastar edatı(3) ruzgâr(5). 11 — Şafak (3). istifham (2). bü- yük(3). DUNKU BULMACAMIZIN HALLI 1 — Yanık Ömer (9). 2 — Ayak (4). Uluma (5). 5 — Ameliyat (8). 6 —Lâ (2). Av (2). 7 — Mum (3). Azar (2). 8 — Elâ (3). Yaz (8). 9 — Rüküa varmak (11). 10 — Ahu (3). 11 — Nane (4). Akıl (4). TAN içine doluyordu. | FAYDALI ——— BİLGİLER Bugünkü Program İ istanbul 18; Oda masikisi (plâk). 19: Haberler. | 19,15: Muhtelif plâklar. 19,30: Zehiril gaz- İlar hakkında konferans: Kimya manllimi | Mazhar tarafından. 20: Keman solo. Stüd- yo sanatkârlar ıtarafından. Piyano refa katiyle. 20,30: Stsâyo orkestraları, 21,30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının ga- zetelere mahsus havadis servisi verilecek- ör. Ankara: 12,30: Plâk yayımı ve Ajans haberleri; 19,30: Çocuklara edebiyat; 19,50: Hafif plâk yayımı; 20,10: Karpiç şehir lokanta- sndan nakil; 20,30: Ajans haberleri; 20.60 Karpiç yehir lokantasından nakil, İ BUKREŞ ; 19,20: Konserin devamı; 20: Konferans; 20.35: Operada verilecek piyesi nakil; 24: Radyo orkentrası MOSKOVA 18,30; Bir opera piyesini nakil; 227 Ya bancı neşriyat | VARŞOVA 17,15: Orkestra; 18.20: Oda musikisi 18,50: Muhtelif (söz ve plâk); Zi: Senfo- nik konser; 23,80: Sözler; 23,50: Dans, BUDAPEŞTE 19: Radyo salon orkestrası: 200: çagninin “CAVALLER!A RUSTICA - NA” operası operada nakil; 22,15: Pa- il nakl: List nonseri; 23,40: Çingene 4,151 Plâk, Sinemalar, Tiyatrolar TEPEBAŞI ANFİ TİYATROSU : Bu akşam saat 20,30 da (Balaban a- ğa). Yazın: Musship zade Celâl, Ta. rihi komedi, 4 perde, Her yer elli ku çaştar. FRANSIZ TİYATROSU : Sant 21 de Prof. Zati Sungur, Manyatizma, Spiri- rma, Pakirizm ve İpmotizma mümara- ir MELEK : (Anna Karenin). ve (Bulunmıyan Adam). . * ELHAMRA ; (Adalar Şarkmı) ve (Sevda Gecesi). * İPEK : (Klo-Klo) ve (Kaplan Kız) TÜRK ; Olunca). SARAY : (Lom) ve (Foliberger). YILDIZ : (Aşk Yüzünden Katil) ve (iki Kalp Birleşince), ŞIK : (Kadm Asla Unutmaz) ve i (Nil Şarkısı). SÜMER : (Kızü Alev) çe (Kadınlar Gölü). (Saadet) ve (iki Gönül Bir AZAK ::(Wonder Bar) ve (Vahşi At lar Kralı). KADIKÖY SÜREYYA: (Aşk Bende. s2). ÜSKÜDAR HALE : (Aysel - Bataklı Damın Kızı) Türkçe sesli ve sözlü. Hastane Telefonları 21693 23017 Haseki kadınlar hastanesi 24533 Zeynep Kâmil bastanesi Üsküdar 60179 Kuduz hastanesi Çapa 22142 Beyoğlu Zükür hastanesi 43341 Gülhane hastanesi Gülhane 20510 Haydarpaşa Nümene hastanesi | 60107 Etfal hastanesi Şişli 20 Bakırköy Akıl hastrnesi 1666 Şark Demiryolları Sirked 23019 Devlet Demiryolları Haydarpaşa 4214$ Itfafye Telefonları İsranbal İriaiyesi 247213 Kadıköy itiaiyesi 60020 Yeşilköy Bakırköy. Büyükdere, Üsküdar itfaiyesi 60625 İ Beyoğlu itfniyes 44840 Büyükada Heybeli, Bargas Kmah mm *akaları için telefdh santralındaki Omemer vangm demek kAfidir. Müracaat Yerleri 42302 437132 Deniz yolları acentesi Teleton Akay (Kadıköy iskelesi) Çabuk Sıhhi Yardım Teşkilât Bu aumaradan imdat otomo- bili istenir 44908 Lİ Tİ Dip, MİMAR Ankara'da 4; 2.Sile İdeslinizdeki Ev ve APARTI- İİ MANI projelendirir, beğendirir IG) ve tatbik eder. Posta kutusu 127, Hikâye Mi Bugün her pazar olduğu gibi ev- de iş çoktu. Annemle mutfakta kol- larımızı sıvamış, içi sırlı yeşil küp- lere yağları, pekmezleri döküyor, küçük sepetlere bembeyaz taze yu- murtaları kırmadan sıralamağa ça» lışıyorduk. Bu çalışma obize adeta yeni bir zevk veriyordu. İstanbulda iken doğrusu böyle geyler aklıma gelmezdi. Orada her geyi, satıcılar kapımıza getiriyordu. Hergün alış İveriş vardı. Fakat burada biz de kasabalılara uymuş, her hafta başi önümüze küçük hizmetçimizi kata- rak annemle pazara çıkmağa alış - mıştık. Bakraçlardan yoğurdu dik- katle torbaya boşaltırken bu küçük kasabadaki birçok bilmediğim taşra âdetlerinin beni iyice sardığını, hat- tâ Istanbuldan ayrılmak azabile uğ- radığım can sıkıntısının bile yavaş yavaş kaybolduğunu düşünüyor - dum. Hafifçe kapı çalındı. Elimden yoğurt torhasmı brakarak kapıyı açmak için davrandım. Mutfaktan çıkarken annem arkamdan seslen - di: — Eğer pazardan gelen satıcılar ise sav kızım, bir şey İstemez. Peki, anne diyerek yürüdüm. Ka- pıyı açınca başını beyaz bir tülbent ile kundaklamış, solgun yüzlü, orta yaşlı bir kadın içeri doğru uzanıp gülümsiyerek sordu: — İstiyon mu ki hatunum. Taze yumurtalarım, pekmezim, yoğurtum var. Annemin tenbihini düşünerek ha- yır diyecektim, Fakat kadının be- kışları o kadar munis, yüzü öyle in- ce hatlarla çevriliydi ki geyriihti - yari mırıldandım: — Gir içeri, bir bakalım. Yavaşça içeri süzüldü. Siyah yel dirmesinin etekleri toz içerisinde idi. Kim bilir kaç saatlik yoldan geli - yordu. Bütün yorgunluğun, didin - menin karşılığı bir hafta içinde ye İmeyip topladığı şeyleri iyice bir fi- yatla satmağa çalışarak eline ala- İcağı birkaç kuruştu. Onlar da ce - binde olarak köye döneceği belli değildi. Çünkü muhakkak kasaba - dan alacağı mühim şeyler vardı. Gaz, tuz gibi. Eğer köyde şalvarla- rı eskimiş, paralanmış kızanlar bek- yorsa iki üç arşın da basma götürmesi lâzımdı. Bir müddet onunla karşı karşıya sessiz durduk. Ben ondan ne alabi- leceğimi düşünüyordum. O yerek elinde pıril pırıl kalaylı kü- gilk yoğurt bakracını yanına bırak- mıştı. Öbür elinde tuttuğu kıldan örülmüş kırmızı heybesini de yere koymuş, açmağa hazırlanıyor, bir taraftan da söyleniyordu: — Ne de yoruldum, biliyon mu hatunum: oGeçende yağan yağmur- İlar yolları bozuvemiş, ondan ötürü pazara da geç kalıvedim mi sana?. Alem slacağını almış, benimkilere alıcı bulamadım da belkim evlerden alan olur diye, mahallere yürüdüm. Ben köylü kadınlarını daima iri vücutlu, omuzları omintanlarından fırlıyacakmış gibi geniş, yüzleri sıhhatli, esmer bir renkle yanmış ve dimdik görmeğe alışmıştım. Fa- kat bunun o kadar ince bir vücudu vardı ki dal gibi.. Torbaları açmak için önümde eğilen zayıf, bitkin 0- muzlarma yüreğim sızlıyarak bakt- yordum. Yavaşça: — İçeri gel odaya dedim. Hem alış veriş yaparız, hem de biraz din- lenirsin, Başını kaldırarak yüzüme hay - retle baktı. Belki bunlar bir şehir. liden ummadığı sözlerdi. İtiraz et- meden torbasını toplayıp kucakladı, eline de bakracını alarak ondan ev- vel ilerleyip açtığım yan taraftaki misafir odasının kapısma doğru yürüdü ve içeri girerken ayağından Jteriiğe benziyen burunları aşınmış, siyah yemenilerini çıkarmağı unut- imadı. O kedar ısrarıma orağmen odadaki kânepelere oturtamamış- tım. Uçları kırmızı işli yün çorapla- rmm ucuna basarak çekingen bir hareketle hemen kapinın önüne, halının üstüne çöküvermişti. O gün annemin tenbihini, beni mutfakta beklediğini unutarak on- dan epey şeyler satın aldım. Yo - ğurtu çok İyi mayalanmış, yumur- taların içi güneş işiğile yoğrulu gibi pembe, yağı siyah çörekotlu kekik kokulu idi. Hepsi öyle taze ve temizdi ki, annem bile satmaldi- ğım bu fuzuli şeylere ses çıkarmadı ve o siyah derin bakışlı gözleri se- vinçle gülerek : “Salıcakla kal" di- ye, evden çıkarken her hafta pazarâ inmeden bize uğramasını sıkı sıkı tenbih ettim. Bu köylü kadın ines- cik yüzü, tatlı yumuşak sesile bir denbire bende garip bir his uyandır- miş, en sevgili insanlarım arasına girmişti. Artık her hafta geliyordu. Sırtın. da kırmızı yün dağarcığı, elinde kü- çük bakraçları kapıdan göründüğü Gül hatun —Peride CELAL —- zaman hasretlisine kavuşmuş bir insan gibi #evinirdim. Onunla ah- İbap olmuştuk, Bana bütün köylü İ kadınların ayni çerçeveye dahil ha- yatmı da anlatmıştı, İsmini de ar- İtik biliyordum. Gül Hatum.. Bu is- İmin sahibi hasretle andığım çehre- leri hayalimde canlundırdığı zaman- İlar daima iri, mütevekkil. bakışlı İsiyah gözleri, küçük solgun yüzü ile yüreğimde bir sizi yaratmıştır. Çök çekingen ve tok gözlüydü. Be- ni de çok sevdiği için daima malla» rmı düşük bir fiyata vermeğe çalı- şiyor, onunla bu yüzden epey uğra- şıyor ve buna mecbur oluyordum. Kimsesi yoktu. Köyde, damında yalnizca oturuyor, küçük bahçesin- de birkaç tavuk yeti p, her se bah sürüye kattığı siyah benekli ineğinden çıkardığı sütle yağ, yo ğurt çalkıyarak, bunları pazarda satıp kıtkanaat geçinmeğe çalışı » yordu. Çok zayıf olduğu için tarla» da çalışmazdı. Kışın köyde öteye- beriye yün çorap örer, zengin ağs- İlara sebze kurutup dizerek birkaç kuruş alırdı. Yıllardır bu güç yok- sul hayata boyun eğiyordu. Ölen kocasının zamanında rahattı, Fakat İo öldükten sonra yalnız başma kak mış, kocası köylülerde nadir tesadüf edilen yumuşak başlı bir adam Ol duğu için bir türlü onu unutup baş- kasile evlenememişti. Her zaman bana derin derin içini çekerek dert I yanardı: — Gazsız, gızansız bir guru baş İgalmak güç hatunum, güç.. Tek başma bu müşkül didinme geçirdiği kurak yaşayıştaki güç- lüğü o demese bile siyah gözlerinde İgülerken açılaşan manalar, hafif güneşte yanmış esmer alnında va- kit vakit kıvrılan düşünceli çizgiler- İden anlamak müşkül değildi. Birkaç kere de onunla şundan bundan ko- İnuşurken bahis köyde yaşayışna gelmişti. Gayriihtiyari kırık Obir Besle ağzından kaçırdı; — Sen bilmiyon dedi, köyde içi fesat ne donuz oğlu donuzlar var « dır. Bir kuru ekmeğe şükredip yi- yelim deriz de ona da rahat gomaz- lar. Ozaman ben: “Ne gibi rahat vermezler ?” diye, sormuştum. -Fa- kat birdenbire susmuş, cevap ( ver- mek istemiyerek: “Ne bileceksin sen hatunum ?,, diye, köye dönmek için torbasını toplamağa başlamıştı. Bir gün tesadüf bana bu sözlerin manasını da anlattı. Hafta başıydı, Gül Hatun © sabah erkenden gel miş, her zamanki gibi onu misafir odasına almıştım. Odanın pencere- leri bütün kasaba evleri gibi | so- kaktan az bir yükseklikte idi ve biz kafesleri kaldırdığımız için ge- len geçen fazla olursa tülleri indiri- yorduk. O gün pencerenin tülleri inmemişti. Gül Hatun her zamanki gibi kanapenin yanına doğru halıya çömelmiş, önüne aldığı torbasını aç- Imağa başlamıştı. Fakat onda bu- gün hiç görmediğim bir hal vardı. Kaşları çatık, bakışları bulanık, da- ima gözlerini benden kaçırarak ö- nine bakıyor, hafif titrediğini far- kettiğim parmaklarile çıkmını çöz- meğe uğraşıyordu. Her hafta bana muhakkak bir de parasmı almadığı küçük bir hediyecik getirmeği âdet edinmişti. Bu hediye ya bahçesinde benim için topladığı ve bir kâseye İdoldurup üzerini yemyeşil yaprak » larla örterek getirdiği kocaman 8i- İyah incirler olurdu, yahut beni bir çocuk gibi sevindireceğini bildiği küçük sapsarı siyah gagalı minimi- ni civcivlerinden biri, Bu haftada tavrmdaki bütün değişikliğe sağ- men hediyesini unutmamış, bana iki tane pembe renkli kocaman hindi yumurtası getirmişti. Ve ben onu her zaman memnun eden bol teşek- kürlerden sonra elimde hindi oyu- murtalarmı evirip yevirerek, içleri- ni nasıl boşaltıp saklıyacağımı onun düşünceli halini görmemiş gibi dav- İranıp sorarken içimden düşünüyor. dum: Acaba Gül Hatunun nesi var» dı, onun yüzünün hatlarmı böyle geren, gözlerine bu kızgın pırılula- rı serpen derdi ne idi? İsteksiz is - teksiz konuşuyor, yağm kaç okka olduğunu, bu sefer tuzsuz peynir de getirdiğini anlatıyordu. Elimdeki yumurtaları masanm Üzerine bıra- karak ona bir gey söylemek için dönmüştüm, & Birdenbire gözlerim pencereye ilişti. Kendimi tutamıya- rak: “A!” diye, başımı döndüğüm zaman Gül Hatunun ayakta yanım- da durduğunu, gözleri ateş saçarak benim hayretle baktığım tarafa bak tığmı gördüm. Biraz evvel gür b- yıkları aşağı doğru sarkmış, patlak gözlü kocaman bir kafanın pence - reye yapışarak içerisini seyrettiğini gördüm. ile TArkası var)