Yazan:N izamettin NAZIF “ Yoksa Bizans, O Niğebolu Yıldırımının Saldırışına Nasıl Dayanabilirdi ? , Başı boş İkalan €en büyük mabocil: saraylarını, en güz de, mimar ve balıçıvan yan bir medı sarlık hıtlernı uzun sürmüş hükümdar sığmdırabilecek ca sen çatısı, biricil sarayıydı;. onun di- varlarmı ve onun avlularını da ısir- ganlar ve yaban otları kap'amıştı. Ooh... Hayır! Hiç bir medeniyetia soru olmamıttı! A- rap Sacd « üsni » Vukkaş'ın dine ge- çen Medayindeki Nuşirevan sera- yanın harabeleri bilo şu Vilâherno- nin yanmıda mimar elinden yeni çıkmış bir yapı gibi güzü çekebilir. ai ütüm gün çanları uğuldayan, sayısız kili- sölerir'n kapılarından günlük ko- kalu doalar fı;kıran şu Bizans, han- #i Allahım lânetino uğrayabilirdi? K A n bir türlü ele geçire- odoks hıristiyanların bu şehri acaba hançi affo- ah cezasını böyle e- toydi? Evet, meden? Bu gsön sinli tam yirmi üç senedir, Tanrının günü, 'Tanrının göcesl a yatar ve a otururkan İmBErater yev-nn's Pıl:o'og da kandi kondi- mo sormaktadır. Çarmıha geriler Tznnın başım, ka- va Gikenli © çelvağı nasil La- matvışta, 1 yollar- da, topaçlı tar çıplak taban- Tarı, tp a Öyle delinen ve kanayan Bizmaslıdlar, hep böyle yoksul, hep böyle sefil ol kakwrdayıp gek -- ? Şu tacım başında ns gelaluk çamddü Li u- Paleolog si'ccinin — selizini İyo- wannis'i bizansa böyle Lu; Nu mev'ud sanmıyordu. Ve bunun için değ'l ml Ü yürmi & sencden beri zokâsnı saferber edo- rek en şeyten dili'lere - permak taer. tacak ectrka ae çerizmişti? Çevr- müz ve muva Tak — ta olmüştü... Zira 59 sene evvel Bizansın ülüm enati- mi çaldırmayan mucize nasıl bazı te sa-üflerin ve bu tesadüfleri iyi a Kürsi 'a başlayan ken tanat günler'nde de gene Vilüherno min eseri okmuştu. Yoksa Boğaz kıyılarına - gölen, közkoca Anadolu Hişormmt Bosfor- da Bizansı boğacak bir kıskaçın bir kolu gibi kuran — Yıldırım Bayazıd'a bu külüstür kale dayanabilir miy- di? Hele Tük klncmi N'öcbolu da tihana korku talan- o denşetli zaferinden dönüşünde... Yahud ikinci Murad mı mazdı bu işi? Elbotte yapardı yapa- taltanatı ivrilen yeni Türk imperatorluğu - fun saldırışlarını adım adım takib ediyordu. Her imperater elindeki bhazinelerin tükenmiyen altınlarını gvuç avuç dağıltarak tarihin mukad- der yıkıçı Urpanından yakasını kur- farmağa çalışıyordu. Ve keazül, bu erki tanıdığına çok yarlam ediyordu doğrusu... (Orhan) m ömrü vefa etmemişti. Bolayıra geçenler biraz daha cağa- larak, biraz daha yayılarak, biraz daha hırslanara'ı gelselerdi muvaf- fak olamazlır mıydı? Haydi diyelin . -öğüddeki dört davul, iki zurna, yirmi at ve elli koyun sahibi Ösman Deyin oğl darecede yaldızlı gemezdi. Amıma, Kosava da yeni Türk imporator.uğunun ya. yılışlarına seçl gelimek - isteyonleri ez'p dağıtan kahramanların başın- da yirmi dört saat daha kalabilmiş elsaydı. Hüdavendigâr ilk Murad, Yoniçer'lerinin kezkin palalarını bir defa da çu Bizans varengleri- nin (*) zrülarrda tecrübe ctmek istemiyezek miyli? Elbette istiyecekti. F:lkat hem or- ta Avrupaya, hzm de b.zansa aka- €ak olan © zamanki kahramanlık selini de Srb kahramanı Milo; Kap leviç'in hançeri durduruvonnışti. Bir zaman için şüphesiz... Amma şu tesadüf, bu tesadüf... O suikast, bu talsizlik, çu rüşvet alan vezir, yeni zevcesine bin bir ge ©e düğünleri yapan şu Sultan, hep Bizans arayının - işi m p durüyordu. (*) Ücretli Saray askerleri. İçki Düşmanları Arsrulucal feminizim kongresi nin bugünkü toplantısında Türk delgelerinden, Yeçil ay kurumu üyesinden olanları, bir takrir ve- recekler ve içki içilmemezi sa - yaşında arsrulusal kadınlar bir- in yardımmı isteyecekler - dir. Yurdüumuzda içki içenlerin sa yısr azalmaktadır. İciti yüzünden delirenler Avrupaya göre az- | dır. Bunlar için Londrada topla - nacak uluslararası sinir hasta - » |lıklazı kongresile Ankarada top- lanacak altıncı ulusal tıp kon - gresine verilmek üzere birer ra- por hazırlarmaktadır. e Dün de yazdığım gibi mek - tuplarınızı bekliyorum. Henüz idarehaneye uğramadım. Bel - ki şimdiden bir yığın göndermiş- sinizdir. Bakalım, Gidince gö- rürüz Bugün deumumi konuşalım. Size kalbin tekniğinden bahset - mek isterim. Düne kadar uçarı, belirsiz hülyaların merkezi gibi telâkki edilen gönüllerimiz, bir dalgıç gibi ruhun en derin taba- kalarma inen romancıların ve ruhiyatcıların sayesinde, bir in - üzü gibi aydınlığa çıktı. gönül meselelerinin ği var. Aşk mücade- lesinde — çünkü sevişmek te bir mücadeledir — Bu tekniğe uyarak hareket edenlerin ka - zanmak şansları daha fazladır. Düne kadar aşkın gözü kapalıy- di, bu teknik sayesinde açıldı. Bugünün adamı her şeyi bi - lerek yapıyor: bilerek seviyor ve bilerek soğuyor. Aşkta bile tesa- düfün payını azaltmak ve hiç ol- mazsa yakın akibetleri vaktin - len evvel kestirerek tedbir al - mak,.. İşte iyi bir sevda erlkzâni - harbine yakrışan tabiye budur. Kalb'm'ze dümen ve firen koya- bm. Onu, istediğimiz yana gö - türebilelim ve istediğimiz nok - tada durdurabilelim. Düne ka - dar başı boş bir at insiyaklarile hare'zet eden yüreğimize bir oto- mobil tekniği koyalım. Daha hız L gitsin ve idaresi climizde ol - sun. Bununla beraber, aman dikkat ediniz, gönüllerimizi bile maki - neleştirmek istiyor değilim. Ha- yır, hayır!.. Sadece bir - teşbili yapıyorum ve hassasiyeti zeli nın emrine vermek lâzım geldi - ğini anlatıyorum. Yoksa, insan ruhile otomobil motörü arasın- da İ- Ça KERER AA ll mez, Soför olmak, mükenmel bir ruhiyatçı olmak için kâti de- ğildir. Aşk Bir Hastalık mıdır ? Pek çok romancılar ve müte- fekkirler aşkın kanunlarını ara - dılar, Bu teşebbüs eskidir. Meş- hür Stendhal, 1822 de aşk ismin- deki eserini çıkardığı vakit ve » ni bir mçvzua girmiş değildi, ta- kat eski bir mevzua usul getir - miş oluyordu. Eserinin başında diyor ki: “Bu kitab, sadece, ma- kul ve riyazi bir surette biribiri- ni kovalayan ve aşk ismini alan türlü duyguların bütününü izah eder. Gülünç olmak korkusile herkesin ekseriya içinde sakla - dığı bu ihtirasa bir hastalık na - zarile bakmalıdır. Ancak teda - visi bu yolda mümkün olur. Ve ilâve ediyor: , “Siyah bir tahta üzerine tebe- şirle çizilm'ş karışık bir hende - se | işmeler , |Jenveler Mektuplarınız Gelmeden Evvel nu anlatmaya çalışacağım, Fa - | kat bir şart var: Şeklin tahta üstüne çizilmiş olması lâzımdır. Yani bu satırları okuyanlar ha- yatlarında hiç değilse bir kere sevmiş bulunmalıdırlar.,, Ah, gördünüz mü? Ustat cn mühim noktaya bastı. Ben de size bu şartı hatırlatmak ve tek - rarlamak isterim: Sevmemiş bir adama aşkm tekniğini anlatmak güçtür. Bu sütunların anlayışlı bir okuyucusu olmak isterseniz, hiç durmayın, seviniz. Aşkın Yedi Devresi Stendhal aşkı yedi devreye a- yırıyor. Sayalım: 1 — Hayranlık. —| 2 — Zevk, (yani insan, sev - meğe hazırlandığı mahlüku gö rünce onun'a sevişmenin zevkini hayal yolile duymaya başlar.) 3 — Ümit. (en çekingen ka - dınlar bile ümit ctmeğe başla - yınca gözlerinin ici kızarır.) 4 — Aşkı doğmuştur. 5 — İlk biltürlaşma. (İnsan, kendisi tarafından sevileceğini ümit ettiği mahlükun hayalini bin türlü meziyetlerle süs'-me - 6 — S$üphe doğar. 7 — İkinci billârlaşma. Birinci ve ikinci devre arasın- da bir sene geçebilir. Ikinci ve üçüncü devre arasın- da bir ay geçebilir. Eğer ümit hemen doğmazsa aşk - ihtimali ölür. Üçüncü ve dördüncü devre a- rasında bir göz açıp kapama vak ti ya var, ya yoktür. Dördüncü ve beşinci devre arasında hiç aralık yoktur. Beşinci ve altıncı devre ara - sında bir kaç gün. Altmer ve yedinci devre ara - |sında da fazıla yoktur. BetÜr çi Aşk ve Ümid “Aşkta ümidin derecesi pek ufak olabilir. “Hattâ aşkı öldürmüş olma - dan ümit kesilebilir. “Eğer seven adam bazı felâ- ketler geçii 6, yufka yürekli ve içli ise, düşünmekten hoşla - nıyorsa, başka kadınlar yüzün - den ümitsizliğe düşmüşse, yeni sevmeğe başladığı insana karşı üyük bir hayranlığı varsa, ikin ci billürlasma devresinde hüç bir zevk onu avutamaz. *“Tedbirli, ağırbaşlı, soğuk a- damlarda aşk, fazla mikdarda ümide mühtaçtır. Yaşlı insanlar da da böyledir. Aşlım müddetini tayin eden ikinci billürlaşma devresidir. O devrede insan, her an, ya sevil - mek, vahutta ölmek ister.,, Yes-ine ve Adamına Göre Stendhal bu kanunları yüz ge- İBi RÇİN HİKÂYES ” HIKAYE YAZAN:ORHAN îELIM VA - Nİ - FE — Gördün mü? diyordu, ben sana fenalık ettim, sen de bana tokat attın, fenalık ettin. Hani fenalığa kârşı iyilik etmek lâ - zımdı? Misyoner hiddetini yendi. Kıl l1 bir örümceğe benziyen elini yine VA-Nİ-FE'nin başına köy- dü: —Sen fenalık ettin, görecek - sin ki, ben sana iyilik edeceğim, dedi. Ve cenuptaki büyük limana geldiklerinde vadettiği iyiliği yaptı. VA-Nİ-FE'yi; taşı, top - rağı, gökteki yıldızları kimin ya- rattığını bilen ve daha ötesine karışmayan; fenalığı — iyilikle karşılayan mükemmel bir hıris- tiyan yapmak için babasının ya- nından aldı. Baba, ilk önce oğ - lunu vermek istemedi, fakat son tTa düşündü ki, kendisi çok fa - kirdir ve karısının karnında ye- ni bir çocuk kımıldanmaktadır. İşte bu suretle VA-Nİ-FE | babasınınm hasır yelkenli kayığın- dan çıkarak cenuptaki büyük li- manlardan birindeki misyoner | mektebine girmiş oldu. o VA-Nİ-FE Çindeki W ı mekteplerinde tam sekiz sene | tahsil ve terbiye gördü. Bu sekiz sene içinde, mavi, kirmızı, sarı nehirlerde hastr yelkenli kayığile pirinç ve af- yon taşımakta devam eden ba- basını bir kere olsun görmedi. Ve şimdi birbirlerini görseler bile, birbirlerini tanı: - dı artık.Hattâ VA-M | dan sekiz sene evvel, bembeyaz | dişleri, yumuk gözleri ve bir Hindistan cevizine benziyen ka- reler arasında bazı takdim ve te- hirler yapmak, müddetleri de - giştirmek lâzım gelirse de bü - yük prensiplere dokunmamalı - dır. Şüphesiz bu kaidelerin sıra- sı, muhite, zamana, şahsa göre başkalaşır. Aşkta ve izdivaçta duyduğunuz ruh - sarsıntılarını bildiren mektuplarınız geldikçe şahsınıza tatbiki lâzım gelen ka- ideler burada zikredilecek, daha modern muharrirlerden delil ge- li tasarlayınız. İşte ben bu | ne evvel koymuştu. Bugün dev- | tirilecektir. ile Mi;syonet fasile, mavi, sarı, kırmızı sula- : rın ayhasında gülen çocuğu bir ; kere daha görse, onunlı bile kim olduğunu bilmiyecek, ve bu putperest yavrusuna âtideki sözlerle hitap edecekti: betbaht. İsanın çobanları seni hak yoluna davet etmededir.. Sürüye gel.. Ve bil ki, taşı, top- rağı, gökteki yıldızları yaratan Allahtır.. Allaha ulaşmak için Fransızlara ve İngilizlere itaat et, zira onlar sürünün başında giderler.. Sana bir beyaz fena - lik ederse, sen ona iyilikle mu-! kabele et, ve zinhar beyazların malına, mülküne, afyon depola- rına ve mensucat fabrikalarına dokunma.. Beyaz tüccarlar sa - ma, dört bacalı dört direkli ge - milerile, medeniyet getiriyor - lar, sen onların bu giranbaha hamulesini taşımak için kolla- rının küvvetini, gözlerinin leri- ni, beyninin kabiliyetlerinin sar fet. Ecdadın tembeldi, Sen gün- de on beş saat çalışmağa alış. I- sa çalışanları sever, hele beyaz- ların faorikalarında, bir tabak giıincı Wyaşmdm Calışma- ğa dayanabilenlere bay Ey sürüden uzak kalan betbaht, ben de vaktile dalâlette idim, şimdi hak yolunu buldum, Be - nim gittiğim yoldan gel..,, VA-Nİ-FE on sekiz yaşından yirmi yaşma kadar, artık uzun siyah sakalına ak düşmüş olan Fransız misyonerinin yanında tecrübe gördü. Çini bir. baştan bir başa dolaştılar, Sürüden u « zak kalan koyunları sürüye da- vet ettiler, İkinci senenin- nihayetinde, Fransız misyoneri şimal şehir- lerinden birinde, çıldırarak öl - dü. İsasına kavuşan bu büyük ölüyü vaktile Singapur limanın- da tedavi etmiş olan Çinli bir doktor, ölüme sebep olarak me- lez bir kadından geçmesi mel - huz bulunan frengi hastalığını gösterdi. Kendisini sürüye so - kan mukadeskan mukadess ço- (Arkası yarın) "TAN” m tefril - Ed gr Wallace Ve otomobil yürüdü. Öteki yaya kaldırımından bir müddet otomobilin uzaklaşan kırmızı fenerine baktı. Sonra sigarasını yakmal: istedi, fakat kibrit sön- dü. Elleri o kadar titriyordu. — Vay canma! b Başlza bir sokağa saparak yü rüdü. Sol içinden daha yeni Kkaybolmuştu ki, civardaki vük- dığı bahriye dürbününü çantası- na verleştirdi ve takinten vaz geçti. Yaya kaldırımındaki ada- mr nerede bulacağını biliyordu. Ka arzasiz şoföre gelince, her halde yarın onu da yakalardı. Cünkü otomobilin numarasını almıştı. Felix Marl kafasını sal- ladı. Tarassut ettiği mülâkatın mahiyetinden zaten s/phelen- misti, Kendinden daha e kuv- vetli adamların sade “kızıl çen- ber,, adını duydukları zaman bi- ilerinin nasıl donduğunu biliyordu. Para vermiyen adam Kızıl çenber, mühim mikdar da para istediği adamları ölüm- Te t0it etmekl. sadece iktifa etmiyor, en I. .çüz bir red karşı- sında tehdidini hem-22 t.tbik e- divordu, sek bir evin kapısı önünde | varenler, müsterih idiler. Mese- bir gölge belirdi ve takibe baş- | lâ Philinnve Bassard, banker ladı, Bu, uzunca boylu, iri vücut | Tacgues RNizzi de isteni! a para- Tu ve kısa nefesli olduğu için | yt vermisti. Fakat aklını boz- güçlükle yüriyen biriş Yüz | du. Bit av sonra <. £ bir ölün- adım yürüdükten sonra durdü. | lc öldü. Cünl !i onla ka'p has- Kapımın karanlığından iki ada - | talı&ı vardı. Maruf avulat Ben- mı tarassut etmek için kullan - * son tehditlere kulak asmamıştı, bir #üin trenin vağon salonun - da ölüsünü buldular. Husust polis hafivzsi Derrick Jale katilin izini bulmuştu. Bu adamın vasonun bazamaklarına atlıvarı Bensonu bir kurşunda öldürenbir ze.. İi <lduğu anla- sıl diştı. Zenci sucunu - itiraf et- ti ve asıldı. Fakat cinaveti sipa- riş eden adamın ismini kat'iy- ven söylememişti. Bu cinayetten sonra bir cok zengin kimseler, hattâ polise hah“r vermiverek. kızıl cenbe - re külliyetli yekünlar tediye et- tiler, Bu suretle bu meshur santaj “ zkilâtınm vavas yavar ismi v mutulun gidivordu. Lâkin bir sa! © Tames Ecardmore kah- voltısızı cderi->, kerdine mu - tekbbka se'dlinde bir zarf ge irdi - ler. İcinden “>nis bir kızıl çen- beri gösteren bir kart çıktı. Kartı karşısında oturan oğlu na uzattı: — Sen bövle esrarenciz islere merak edersin, dedi, bir baksa- na şuna, . Lâstik bir mühürle basıldığı bel li iri bir kızıl çenber, kâğıdın dört kenarına kadar -taşıyordu. Çenberin içine de matbaa harf- lerile şunlar yazılmıstı, “Yüz bin lira kadar bir para sörvetinize nazaran hic - savılır, Bü paravı yirmi dört saat icin- de, münasi: e zöndei #im adama teslim edersiniz.Son ihtarımız da bundan ibarettir.,, Mektupta imza vo'etu. Zarfa da adres vazılmamıstı. — Ne dersin bu ise? İhtivar Tames Tüsrdmsre eözlüklerinin üstürten oğlu « baktı. Ta - <ötlendi: — Kiızıl cenhber.. Oğlunun vüzündeti endise- leri gören ihtiyar bir kahkaha salıverdi: — Evet, Kızıl Cenber! dedi, hem de bu dördüncü mekuptur ki alrvarum. — Dördüncü mektup mu? Ne diyorsunuz? Acaba Yale bunun için mi buraya geldi? — Doğrusunu istersen, evet! — Ben onun polis hıâg:ı olduğunu biliyordum ama, böy- bi ER eT S netm Babası sabırsızlandı: — Canım sen de! dedi, bir kırmızı daire icin insan bu ka- dar endişeye düşer mi? Benim kendi hesabıma hiç telâşım yok. Frayant'ı bilirsin. Zavallr böyle tehditle para isteyen adamlar- dan öyle yılmış ki.. Delikanlının karşısında bera- ber yemek yiven James Beard- more büyük babası denecek yaş- ta görünen, beyaz keçi sakallı, buruşuk yüzlü bir adamdı. Fa- kat cehresindeki hatların hâlâ sertliğini muhafaza ediyordu. Müskül sartlar içinde işe başla- makla beraber, büyük bir servet kazanmıstı, Kalahari çöllerinde elmas madeni, Klondyke'de al- tın madeni bulacağım diye hat- tâ bir gün susuzluktan ölümle karsı karsıya gelen bu adam, şimdi “Kızıl Çenber,, adlı kim- bilir hanği şantajcrların tehdida tına pabuç bırakır miydiı? Zaten © dakika kendisini asıl mesgul eden tehlike, bu değildi, oğlu - nün başında dolaşan tehlikeydi. — Yavrum, dedi, ben - senin ince zevkini bilirim. Simdi bir şey söylersem, sakın onu sui tef- sir etme.,, Ben senin ne eğlence- lerine, ne de konustufun insan- lara karısmış adam değilim. Fa- kat sü zamanımızda, acaba da- 'ha akıllı bir iş olmaz m ki.. Jack babasının ne demek iste- ni anlamıstı. — Galiba Mis Drummond'- dan bahsedecek-iniz. İöstiyar evet der gibi başmı salladı. Delikanlı: — Bilivorum, d-edi, Frayant'- m kâtibi değil mi? — Evet, onun kâtibidir dive bir serzenişim yok. Yalmız. Tark biz ne bu kız hakkında ne de ai- lesi hakkında hiçhir şey bilmi- yoruz. Jack peşkirini sofranım üstü- nebıraktı. Hafifce kızarmıştı. Çenesinin adalcleri tat-atlüs et- LArkası var) di;