BİR HARB OLURSA Alman Ordusunun Baş Kumandanlığı Baş Kumandanın Ayni Zamanda Bütün Devlet İşlerini İdare Edip Etmiyeceği Düşünülüyor Avrupada bir harb çıkmak ihti- | mali üzerine yazılan yazılar o ka- dar çoğalıyor ki bunların arasında en mühim olanı fle daha az mü- him olanını ayırırken müşkülât çekmemek kabil deiğldir. Her iki tarafın askeri mütehassısları çok yazılar yazıyor, devamlı neşriyat- la istikbalin harbi nasıl olacağını araştırıyorlar. Fakat tabildir ki bü- tün bu moşriyatı hulâsa etmeğe çalışırken bunların en mühimmi- ni aramak icab ediyor. En ziyade bilgi ile uş bir yanıda bir fiklr göze çarpar- sa bunu bir tarafa bırakmak müm- kün değildir. Almanların Militer Vohenblat isimli askeri mocmuasında yazı- lan bir yazı böyledir. Harb zamar nında kumazdanlığın nasil ya - Pilacağı mevzuu üzerine yazılan bu yazının esaslı noktalarını al - mak şöylece lâzım geliyor: Almanyada buna dair iki cere- yan vardır: Hitler Alman generallerile beraber 1— Harb olunca askeri olsun olmasın bütün devlet işleri en General Fon Kaytel baştaki reisin emri altında olmalı; 2— Hayır; askeri işler başka, Vistül Nehri Üzerinde Dubalar BerbestDanziğ arazisinin şarki Prusya ile hududunu Vistül neh- rinin bir kolu teşkil etmektedir. Fakat bu kocaman nehir üzerin - deki şarki Prusya ile alâkasını kesmek için bütün köprüler ev - | hrilmış, yerine yenileri | lin geçirildiği görülüyor. velce kalı Fakat, Tokatlıyandan çıkış ta ai oluz kişi birden kapıya yığıl de yapılmamıştır. Şimdi Almân - lar, Danzig arazisine şarkf Prus- yadan otomobil, kamyon, top, cep- hane ve-saire geçirmek için duba- lardan istifade etmektedirler. Yu- karıki resimde Vistül nehri üze- Tinden karşı tarafa bir otomobi- devletin diğer işleri başkadır. Bun ları idare için başka başka ümir- lere htiyaç vardır. Birincilere göre harb zamanın- da eğer bütün devlet işleri bir a» damın emri altına verilecek olur- Sa 14 - 18 umuml harbinde Al - manyanın uğramış olduğu karı- şıklığa “meydam verilmiyecektir. Bu cereyanı takib edenler il bir harb olursa bütün kumandı nın devlet reisinde olmasını, Hit- lere verilmesini ileri sürüyorlar, İkinci cereyanı takib edenlerin başında da şimdiki Almanyanın en ileri gelen askeri kumandan - ları olduğu söyleniyor: Fon Bravhiç gibi. Fon Keyteler gibi. Söylendiğine göre bunların fik- | ri askerf kumandanlık devletin diğer işlerinden tamamile ayrı tutulmalıdır. İşte Almanyanın emekli gene- | rallerinden Vetzel tarafından neğ- | redilen bu yazı bu süretle harb - | de kumardanlık megelesini taze- | demiş ve etraflı bir surette mev- zuu bahsetmiş oluyor. — Genersl diyor ki: En başta olan kumandan İca - bında müdahale ederek kat'i kar Farı verebilir. Ne kadar yazıktır ki umumfi harb esnasında Avru- pade cephelerin 'mukadderatı. ta- yin edilirken General Ludendorf askerliğe taallâk etmyien bir ta- | kım işlerle de meşgul olmuştur, Halbuki — başkumandanlığın İca- bında ve zamanında lüzumlu bir müdahalesi ne kadar ehemmiyetli ağını umumi harbden alınan sa başından idare etmek kabil o- lacağını zannetmek fenadır. Bun- | de de hezimet çıkar. * (Devamı 7 inci sayfada) İHer akşam saat 9 dan 10 a kadar tecrübeler göstermiştir. Harbi ma- | dan bizçok yanlışlıklar ve netice | € Cağaloğlu Çifte Saraylar Bahçesinde m ERAKLI SEYLER MISIR KÜTÜPHANELERİ Masırklar kitablarını tuğla üze- rine değil, Papirüs denilen ve a- ğaç kabuklarından yapılan kâ; lara yazarlardı. büyük bir kütüphane tesis e'n ve #ruhun ilâcı» ismini vermişti. Eski devrin en meşhur kütüp- hanesi, İsanın doğuşündan dört yüz sene evvel İskenderiyede a- çılan kütüphanedir. Bu kütüpha- nede 70,000 cild kitab vardı. 53,549 KİLO MAYIS BÖCEĞİ 1837 de Mayen havalisine mayıs böceği ârız.olur. Tarlalar, bos - | tanlar harab olur. Bunun geçmek istiyen köylüler bu bö- cekleri avlamıya karar verirler. İlk mekteb taiebelerinden be - şer, altışar kişllik ekipler 1e ederler. Mücadeleye başlarlar. cuklar, sabahları mektebe git - mezden evvel kırlara, tarlalara yayılırlar, yakaladıkları mayıs bö- ceklerini kıldan çantalara doldu- rurlar. Bunlar kireç suyuna atı- larak öldürülür, sonra bir çukura | gömülür. Bu suretle 53,469 kilo mayıs bö-) öldürülmüştür. 1,200 mayıs öldürülen böceklerin sayısı 1 mil- yyar 300 milyandur. Küçük avcılara, bu hizmetlerine mükâfat olarak 5493 frank kıy- metinde muhtelif hediyeler ve - | rilmiştir. BİR YÜZÜK DAHA Nişanlıların birer yüzük teati etmeleri âdettir. Şimdi yeni bir ( âdet çıktı. Evlilerin ilk çocuğu dünyaya gelince kaynanaya bir yüzük hediye etmek... Eğer doğan çocuk erkek ise bir yakut, kız ise gökyakut bir yüzük parmağına takılıyor. Bir İngiliz gazetesinin yazdığı- na göre İngilterede dakikada 4 ton tuz sarfedilmektedir, KIYMETLİ BİR TABLO Dünyanın en kıymetli tablosu, Rafaelin «Meryem ve çocuğu» adlı tablosudur. 1928 senesinde mezada konulmuş ve 175,000 İn- giliz lirasına satılmıştır. Bugün- kü piyasaya göre 1 milyon 50 bin 'Türk Nirası 'Tamirat ve tezyinat hasebile iki aydanberi kapalı bulunan yor ve sağ elin ikinci veya ( — N Tdü. Geliba, solunda otu- | yan tıknazca, orta yaşlı kadın, na- | İNGİLTEREDE TUZ SARFİYATI| Yazan: Osman Cemal KAYGILI Beyoğlunun en gözde sinema - larından birinde, o gece halkın en çok tuftuğu, en çok beğendiği, en çok alkışladığı filnlerden biri gös- teriliyordu. Mevsim, kış ortaları olduğu için o gece ne salonda, ne localarda, ne paradide iğne atacak yer yoktu. Hattâ, o gece bu enfes filmi seyretmek için İstanbulun uzak yerlerinden oraya gelmiş 0- lan müşterilerden birkaç yüzü yer bulamadıkları için başka sinema- lara dağılmışlardı. İçeride kala - balığın dehşetinden herkes, sanki hamam halvetinde imiş gibi harıl harıl ter döküyordu. Enfes! filmin ikinci kısmı bitip de en heyecanlı olan üçüncü kıs- mı başladıktan biraz sonra, birinci mevkiin Ön sıralarından bir set yirci artık kalkıp dışarı çıkmak istedi. Çünkü, o, buraya daha ön- veki sesnsın yarısında girmiş ve filmin buradan sonraki — kısmını ünceden seyretmişti. Şimdi dışarı ya çıkmak istiyen bu seyirci kırk, kırk beş yaşlarında kadar bir a- damdı. Kendisi Niğdeli, adı Şaş- | kınoğlu, zenaati de - bakkallıktı. Filmis en heyecanlı kısmı geçer- ken, herkesi rahatsız etmemek i- çin Şaşkınağlu, hafifce yerinden kımıldadı Fakat bir türlü ayağa kalkamadı Çünkü, o herkesi ta- ciz etmeder uzulca ayağa kalkmak isterken ceketinin sol taraf eteği- | ni bir türlü, olduğu yerden kurta- | sılsa onun ceketinin ucuna otur - mmuştu. Kadına bir şey söyleme - sağa sola deptenir gi- —— oktorun Öğütleri: Uyuşukluk İnsan, bazan vücudünde u- yuşukluk hisseder, Uzuvları- miz mutad — faaliyetlerinde müşkülât kesbederler. Soğukâlma, bayılma veya baygınlık, fikren ziyade yor- gunluk, kendini kaybetme gi- bi ahval neticesi uyuşukluk husüle gelebileceği gibi, vü- cuddan kan zayi etmek de be- SÜMER SİNEMASI Sayın ve samimi müşterileri- ne sürprizler hazırlamaktadır. Mısır yıldır KİK İ ve arka- |taşları. Saat 10 dan sonra sinemada müntehap filimler. Fiatlar 10 -| 15 - 20 kuruştur. Pazar günü saat 4 de 6 çift tarafından boks müsabakaları denin muhtelif noktalarında uyuşukluk hüsüle getizebilir. Bir uzvumuzun uzun müddet ayni vaziyetle tutulmasından da uyuşukluk hasıl - olur ki, buna keçelenme dahi derler. O mahalde iğne batması gibi ağrı da hissolunur. Uyuşma âdi hallerde vühim bir şey değilse de, derece ve haline göre bazan doktora mü- racasta dahi lüzum - gösterir. Doktara gitmeden evvel, u- yuşukluk hissedilen yeri öv- mak faydadan hali değildir. | — Garson, şampany Diye haykırıyorlar, sahiden bu geceden sonra bi oldu ve yine kurtulamayınca, ne olursa olsun diyip birden ken- dini çekti, ayağa fırlamak istedi. Fakat hem yine kendini kurtara- madı, hem de kadından şu sözü b — Nedir zorun beherif, râhat dursana.. Şaşkınoğlu, şimdi büsbütün yaş- kına dönerek .(ıdml sordu: — Benim senden bir şey istedi- Bim yok, yalmız müsaade et de ceketimi kurtarayım, galiba ceko- timin ucuna oturmuşsun! Kadın oturduğu yerden bir, iki parmak kalktı. Kalktı amma kaç para eder! Berikt hâlâ ceketinin eteğini oradan kurtarıp bir adım yüksek sesle ona bir daha bağırdı: — Ne istiyorsun be, ne çekiyor sun eteğimi, utfanman yokmu be - çekiyorsun? — Haydi git işine, herif! Yoksa şimdi... — Terbiyesiz sensin, ben neden terbiyesiz oluyormuşum! terbiyesiz ken bu sesler bir çok kişi- leri meraka ve telâşa düşürdü, Ön- den arkadan bir çok kimseler fil- mi bırakıp gözlerini o tarafa dik- 'tiler. Zavallı Şaşkınoğlu, bu belâ- dan kurtulmak için, olanca hızile kendini sağa doğru bir daha zor- layınca solundaki — tıknaz kadın berikinin suratına tokatı yapıştı rarak avazı çıktığı kadar bağırdı: — Defol oradan budala herif, e- debsiz herif! Vay senmisin bunları söyliyen? Şimdi öteki de açtı ağzını, yumdu gözünü... Biraz sonra, ikisi de saç saçâ, buşbaşa gelince bütün sine » möanın içinde bir cavultu, gürük tüdür koptu. Makine durdu, lâmbalar yandı, garsonlar, kapıcılar oraya koşüş tular. Fakat Şaşkınağlu İle kadı- nı kimse ayıramıyordu. Onlar, hâ- lâ sıraların arasında alt alta, üst üste — yuvarlanıyorlardı. Neden sonra gelen polis. onların söğüş ve — Ne olüyor?.. Diye gelmiş. Bizimkiler Şefiği görünce, — Haydi damat bey sen de... Diye tutturdular. Şefik: — Yapmayın canım.. Misafirlerimden ayıp - İlur. Naranın da haberi yok. Diye sızlanıyordu. — Olmaz.. Olmaz.. Biz senin şerefine eğleniyo- Tuz... Diye Şefiğin bütün itirazlarına aldırmadılar bi- 1 kapıcı: — Otomobiller hazır efendim.. Diye Şefiği de kargatulumba ederek otomobi- le aldılar. Zavallı Şefik, — Yıîıu_ Nazan küplere binecek. Daha ilk geceden beni bıraktı gitti.. Diyecek!.. Vallahi benimle kavga eder.. Diye, sağına soluna söylenip duruyordu. İçim- Gen: — Aptal.. Sen onu bırakmadın, o seni bıraktı. Yukarıya çıkaydın da, odana bakaydın... Dedim ve.. Cavidanla uzun uzun göz göze kal- -BEŞ HAS dık. Paşanın da benim böyle cümbür cemaat dedik- leri gibi Gardenbara geldiğimden haberi yoktu. Her- halde salonda fırıl fırıl beni arıyacaktı. Gardenba- ra bir fırtına, bir sağanak gibi girdik. Kapıcı Arap ta şaşırdı ve.. Beyaz dişlerini göstererek uzun, hay- vet dolu bi — Oboot... Çekmekten kendisini alamadı, Hepimizi ayrı ay- ti tanıyor. Fakat, hiç bir zaman böyle topumuzu bir orada görmemişti. Hem de ne haldeydik. Daha, kapıdan içeriye girer girmez Jale ile Nusret içer- den taşan vals'in coşkun ahengine kendilerini kaptır- dılar ve koridorda oynamağa başladilar. Ötekiler de açlıktan kurtulan kıtlık düşmanları gibi salona 'de beş ön kişi ancak vardı. âdeta hücum etti Localar da pek tenha idi. Müzik susmak üzere idi. Biz kapıdan içeriye TA: VAR Yazan:»Elem İzzet BENİCE böyle boşalıverince tekrar bütün hızı ile harekete geldi. Salon yıkılacak gibi idi. Cazbant durmadan galıyor, hepimiz durmadan, çılgıncasına, — Sarhoş.. Kelimesinin ifade ettiği mananın bütün husu- siyetile dans ediyorduk. Ömrümde bu kadar İâu- bali, taşgın, kayıtsız ve sarhoş olduğum zamanı ha- tırlamıyorum! Ve. neş'e, çılgınlık, Mubali kayıtsız- hğurız âdeta sari idi, Salcndaki yabancılar ve are tistler de hep birden bize uymağa mecbur oldular, Ve bir evin, bir ailenin tanışığı çocuklar gibi her tür.ü yabancılık. sakınganlık hislerini artarak gö- ğüs göğse, dudak dudağa, kucak kucağa verip Gar- denbarı inletiyor, boyuna şampanya patlatıyorduk. Hele oradaki iki Amerik: — Bütün ömrümüzde bir bu gece yaşıyoruz.. Dedikçe, yokmuş gibi kendilerini tamamile çılgınlığa kaptır- Mmış son vitesle gidiyorlardı. Bizim de onlardan a- gağı kalır halimiz yoktu. Neler yöpmadık?. Hele artist kadınlar şam- panyaya gözlerini doyurduktan ,sonra , ne çapkın, görülmemiş numaralar yaprnadılar. Bütün hususiyetlerini, kendi benlik ve hüvi- yeti ortaya saçıp döktüler. Kendi kendilerine ve kendileri gibilerle kaldıkları zaman öyle tatlı, öyle içli ve hoş oluyorlar ki.. Her şeyden önce öl- çüsüz bir samimiyetleri var. Bunu ne sahnede, ne masalarda ve ne de bar locasında görmeye imkân yok. Eğer Şefiğin israrı ve.. Nerimanım: — Kuzum kocalarımız bizi öldüröcekler... A tik gidelim... Diye ikide bir söylenmesi, zorlaması olmasaydı, belkide ertesi günü öğleye kadar buradan çıkaca- ğimız yoktu. Hele vals ve tangoda cazla beraber salonu dol- duranların hep birden söylemesi insana öyle tatlı bi rbaş dönmesi ve.. Kendini kaybediş veriyordu ki bunun zevki anlatılamaz. Hem, o sıralarda ihtimal yabancı ve sakin bir kulak için: (Devamı var) Karanlıkta Bir Oyun! döğüşlerini zorla durdurabildi V de kendilerini birbirlerinden bf türlü ayırıp uzaklaştıramı: Kadın hâlâ, Şaşkınoğluna: — Bırak diyorum sana u! berif, bırak eteğimi! Diye bağırdıkça o da ona: — Anl öen benim eteğimi bırik ayı kadın! Diye cevab veriyordu. Nihayik her ikisini de, bulundukları ların arasından kurtarıp bin külâtla bir kenara çekebil bir de ne görseler begınk'â’h' Şaşkınoğlunun uzunca ceket eteği, gayet kalın bir yorgan ile tıknazca Ermeni kadmının ” teğine sımsıkı dikilmemiş m”/. Bt | w DALGA UZUNLUĞU “A0, 19,14 m. 15195 Kes, 20 İT.ALP, 31,79m. 8465 Kes. 20 BUĞGÜN Saat 18.35: Müzik (xuçük " kestra « Şef: Necip Aşkın.) | Mendelssohn - Venedik pn“’ şarkısı ve ilkbahar şarkısı. 2 ” Tschalkowsky - Güftesiz 3 — Emmerich Kalman - Mariça operetinden potpuri- *” Gretchaninow - Ninni, 5 — 9* tar Nedbal - Vals, çi Saat 19.10: 'Türk müziğit heyeti. Saat 21: Türk müziği: 0“ yanlar Semahat Özdenses, tafa Çağlar. Çalanlar: v"—: Daryal, Fahire Fersan, Reşât ? | rer, Refik Fersan. 1 — Sâlâhöl” tin Pınar - Bviç şarkı: (GÖZ Yarnız.) 2 — Refik Fersan * seyni şarkı: (Birkaçı — biri rek.) İ—Şıvubıy-llill;nı kı: (Affeyle suçum.) 4 — SÜ bey - Hicaz şarkı: (Demem beni şüdet.) 5 — umı:ux P'f' vi. 6 — Bol âhenk Nuri « Hicazkâr şarkı: (Lâyık H' a na.) İ—UdiCcmü-KM kâr — şarkı: — (Mani çazkâr türkü: (İzmi ınırhlg, cazkâr türkü: (İzmirin vurdular beni.) » Saat 21.55: Neş'eli plâklar © ı* Suat 22.30: Müzik (Dans Bi). Saat 23.20: Müzik (Ci