Gençleri Döğüşmeye mi Teşvik Etmeli İmiş?. Nurullah Ataç Döğüşm;nin İyi Bir Spor Oldugunu İleri € yalan söyliyeyim, Nurul- lah Atacı severim doğrusu! Hem sanırsam o da beni çok S€ver. Yalan, dolan, dalavere, ma- #Vere, iki yüzlülük, filân gibi - dlikler bilmiyen Nurullahın biri- Sik kusuru, çok konuşmasıdır. Ulu Drta konuşur. Fakat, işin daima a- , gaka tarafına kaçar ve dedik duvu bir garazla, kinle değil he İâtife ile yapar. Hatta, kendisi ba- Zün der ki: <Evet, biliyorum, dedi kodu fenadır amma ayni zamanda $ok tatlı bir şeydir!» ne ise şimdi Ohun bu taraflarını bırakalım da Belelim bazıları tarafından ken - disine isnad olunan paradoks me- Takına... Ben, Nurullahta öyle, ba- Slarının sandığı gibi paradoksçı- lik da pek göremiyorum. Çünkü o, dedikoduları da dahil olduğu hal- Gde bütün duygu, düşünce ve söz- trinde gayet samimidir. Meselâ #nun, bugün (balık) dediğine ya- Ha (alık) ve yarın (Turna) de- diğine öbür gün (rurna) demesi de, Paradoks merakından değil, hep bu samimiyettendir. Ne yapsın za- Yallı ki kendi yaradılışı öyle! Ba- kıyorsunuz, bir gün (baklava) dan| hoşlanıyor, bir gün (oklava) dan.. Sabahleyin poyrazı seviyor, akşam Üüstü lodosu., Bazan da dâhi yapı- Yör bizim bakkal bodosu!.. Nemi- Ze lâzım, bunlar onun kendine aid , Bir takım samimi ve saf hususi - Yetleri... Onun son yazdığı yazılardan birk- dir Aziz dostumuz Nurüllah Ataç Son yazdığı yazıların birinde dö - Büşü çok metediyordu. Geçende Taksim stadyomunda bir takım futbolcuların dövüşmesi münâase- betile yazmış Nufullah diyor , *«Döğüş, öyle herkesin sandığı Bibi hiç de fena ve zararlı bir şey olmayıp bilâkis gayet iyi, faydalı | Ve güzel bir şeydir. Döğüş genç - lerde zekâyı, faaliyeti, hayatı kav-| ramayı arttırır. Döğüş de futbol Bibi, güreş gibi, koşu gibi, bilhassa boks gibi gayet tabil ve hayırlı bir spordur. Onun için biz. gençleri - Tmizin bazı sahalarda aralarında dö-, Büş çıkarmalarını ayıb ve hoş gö- receğimiz yerde onları döğüşlere | teşvik edelim, Hatta ara sıra ço- cukların ve gençlerin arasında bir takım döğüş müsabakaları tertib edelim. Döğüşmesini bilmiyen ço- cuk ve genç biraz da aptal demek- tirl. Kendisini sevdiğim ve beni çok sevdiğini bildiğim Nurullahın bu | yazısım ben okurken, birçok ya- | zılarında olduğu gibi bunda da ss- mimi olduğunu düşünerek gül - müş, fakat herkesin buna gülı miyeceğini de pekâlâ tahmin et- . İşte, nitektim dediğim de çıktı. O yazı gazetede intişar et- tikten sonra kaç kişi bana sordu: Bir Dakika Diyip Geçmeyiniz * Vaşington tahriri nüfus bü- rosu çanı, beş çocuğun doğdu- ğunu haber verir, * Amerikada beş İncil sa - kılır. *& Japonyada beş ton zaç ya- Bi imal olunur. W Bütün dünyada 2,660 frank kıymetinde elmas çıkarılır. v& Çinde, 2,280 frank kayme - tinde kürk yapılı * Şu satırları okuduğunuz 'ra dünya, 31,000 kilo şeker da- içinde Amerika kadınlar 176,000| franklık kozmetik sarfetmiş - lerdir... Şimdi bize lâzım olan şey.| lduğu bu yazıda | Nurullah Ataç — Re o, her işiniz bitti de şimdi | bir de çocukları, gençleri döği mi teşvik ediyorsı zamanda hiç gençler arasında dö- vüş bu kadar metedilir mi? Tlâhı Nurullah, ne diyeyim sa- na bilmefmn ki! Bu iş (rahmetli ve değil ki meseleyi doktor Hafız Cemale havale ederek ben işin i- çinden sıyrılayım? Darilma am - ma azzim, son zamanda bir yazı yazdın ki onu kim okumuşsa Nu- rullah yine mizah yapmış! diye gülüyor. yıp bilâkis gayet iyi, faydalar, gü- zel ve zekâyı işleten bir şeymiş! Şu halde a Nurullahcığım, bu mü miş de biz muharrirler, ikide bir, aramızda çıkan kalem münakaşa- larında ne için işi döğüşe kadar ilerletmeyip kendi aramızda me- seleyi örtbas etmeğe savaşıyo - ruz? Mademki döğüş, o kadar iyi, faydalı, güzel bir şeydir. Binaen- aleyh bu işte de herkese bizler önayak olmalı değil miyiz? Hem maşallah, içimizde, eli a- yağı tutanlarımız ve bir döğüşte bütün seyircileri dehşetli heye - canlara düşürecek kadar kuvvet- lilerimiz de yok değil! Azizim Nurullah, Bunları söyliyen ben değilim, z? Horoz, kuç dövüşlerinin bile ayıb sayıldığı bu| zavallı Süleyman efendinin nasırı)| Döğüş hiç de fena bir şey olma- 'barek şey bu kadar iyi bir şey - | ne lüzum görülen Arablardan bir kaçını göstermektedir. Sürüyor Ya Osman Cemal KAYGILI bunları bana, senin o yazını okuyan bir zat söyledi ve en sonunda da dedi ki: — Galiba, Nurullah Mı: deni- len bu zat, gayet güçlü kuvvetli. pehlivan yapılı sportmen bir adam; olmali? Ben de alay için kendisine: — Evet dedim, — öyledir. Yani merhum Ahmed Mithat efendinin gencidir. Üstelik daima elinde ka- lın bir baston taşıdığı gibi tıpkı eski pehlivanlar gibi cebinde ko- caman bir tütün tabakası, bir de çubük taşır. Adaencağız sordu: | — — Acaba kendisi şimdiye kadar | hiç döğüşmüş, birkaç defa dayak yemiş ve dayak atmış mı? Yine alay için: | — Bir kere dedim Suad Der - edebi bir münakaşa netice- sinde ağız kavgası ederlerken Su- ad Derviş, yakasından toplu iğne- yi çıkal Nurullah, Nizamed - | Nizameddin Nazif de: Elin zavallı çocuğundan ne İster- sin? Diye bir nağra savurunca o da- kikada büyük bir edebi facianın önüne geçilmiş; fakat Nurullah da ın sonra, doktor Ekrem Şeri- gidip oradaki havuzdan hergün diri diri birer kırmızı balık yu - tarak cesaret kürüne başlamıştı. * İşte azizim Nurullah, Yazdığın bir yazınin uyandır- dığı düşüncelerin bir kısmı... Bu hususta yazını okuyan bazi ma - balle kadınlârının bütün sözlerini buraya nakletmiyerek bunlardan yalnız bir tanesini yazıyorum: — Duydunuz mu adostlar, bir yaşıma daha girdim, gazete mu - harrirlerinden birisi, mahalle ço- | Soklarını Yenibahçe çayırında taş selâsıma çağırıyormuş!.. Filistin Hapishaneleri Doldukça Doluyor İngilterenin Filsitin hakkındaki son projesi üzerine Filistinde » - budiler ihtilâl çıkardılar. Hemen bütün dünya memleketlerindeki Ya- budiler ayaklandılar, Londraya protestolar yağdırdılar. Fakat Filistin #imdi yeniden kan ve ateş içine gir miştir. Arabalrla çarpışmalar git- tikçe artmaktadır. Yukarıki resimler hâdiselere karışan ve tevkifleri. G din Nazifin arkasına saklanmış ve — Yıkıl be hatun karşımdan! fin tavsiyesile Gureba hastanesine x BU HESABA DİYECEK YOK! ——— — — — — ümüşgözün amcası vefat e- der. Beyoğlunda dört,dük- kân, Maçkada beş apart - | a8 bırakır. | zün, yine evvelki glbı | man mi Güm Tarlabaşının dar, güneş görmez bir sokağında, köhne bir evin üst katında oturduğunu gören bir ar- kadaşı: — Yahu, der. Bu pis yerde otu- racağına, Maçkadaki apartman - | larının birinde niçin oturmuyor- sun? — Niçin mi?. değil... — Bütçen mi müsaid deği | —— Evet.. Apartımanlar güzel | fakat kiraları yüksek.. Bütçem müsaid HASTANIN HAKKI VAR MI? Doktor, hastalarından birini te- | selli etmek, cesaret vermek için: — Merak edilecek birşey değil. | Ben de, üç sene evvel bu hasta - | | lğa tutuldum. Az zamanda iyi | oldum. | Hasta, içini çekerek mırıldanır: | — Şüphesiz arkadaşlarınızdan biri tedavi etmiştir. MAHKEMEDE: Hâkim, sert bir tavırla maznu- na soruyor: — Karınım öldürmenize sebeb ne?, — Çaresiz kaldım, bay hâkim.. Karım, ikide bir; «Benden evvel öleceksin, mirasını delikanlılarla zevkederek yiyeceğim.... diyor - du. Buna meydan vermemek için öldürdüm. HAZIR CEVAB ÇOCUK Cevdet, pazar tatilinden istifade ve istirahat etmek istiyor. Min - dere uzanıyor. Gazetesini eline a- | hyor. Fakat bir türlü okuyamı - yor. Küçük oğlu Salim, rahat dur- muyor, gürültü ediyor. Cevdet: — Bu afacan da nereden çıktı? Salim, sırıtarak cevab veriyor: — Ahneme' sör!. | Fenni Bahisler I Denizlerde | Dolaşan BuzDağları imal kutbundaki buz dağ - | larından kopan, akıntıya ka- pilarak Atlantik denizine i- | nen cumudiyeler- Aysbergler çok tehlikelidir. Bilhassa mayıs ayın- da bunlara pek çok tesadüf olu- nur. Bu buz kitlelerinin yüksekliği bazan 100 metreden fazladır. Su- yun üstünde, ancak onda biri gö- Tünür. Geri kalan kısmı suyun al-, tındadır. 15 nisan 1912 de, Vayt Star Layn kumpanyasının en güzel vapurla- rından «Titanik» in ilk seferinde uğradığı müthiş kaza el'an hatır- | lardadır. | «Titanik»; Ter Nör açıklarında bir buz kitlesine çarptı. Battı. Yol- culardan 800 kişi sandallara at hyarak canlarını kurtardılar, Mü tebaki 1,300 yolcu ve mürettebat boğuldu, gitti. ” Bu facia üzerine 1913 de Londra- da, denizle alâkadar on dört mil- let murahhaslarından — mürekkeb bir kongre toplandı. Hususi gemi- lerle buz kitlelerinin seyrini ta- | kib ve telsiz telgrafla posta vapurlarına bildirmek için 1â- zım gelen masraf temin - olundu. | Üç gemi yaptırıldı. O zamandanbe- ri bunlar, mütemadiyen denizde dolaşırlar. buz kitlelerinin bulun- duğu mevkii, ne larafa doğru git- tiğini yolcu ve tüccar gemilerine haber verirler. Bazıları da topla parçalarlar. Bu husustaki masrafın 96 30 u İngiltere, mütebakisi de diğer dev- letler tarafından verilir. Cumudiyeler, 2,500 kilometre yüzdükten sonra sıcak sulara ge- lir, erir ve kaybolur. $—SON F —ZA MAYIS 1939 Karısını Fahişe Yapan Namussuz Bir Koca Genç Kadın, Nıhayei Bu Hayata Dayanamadı, Kocasını Öldürdü Hakiki Hayat Faciasının Acı Hikâyesi (Pariste Fernand Goldşteyn adlı bir kadın, kendisini fuh - ga sevkeden alçak bir kocanın ezalarına, cefalarına tamanı on sene dayandı. Nihayet canına tak dedi, revelverini “göğsüne dayadı, öldürdü. Mahkeme, ka- dının beraatine karur verdi. Bu acıklı, hakiki hayat faclasının tafsilâtını aşağıda okuyunuz.) Fernand, 1909 da Şinon şatosun- da doğmuş. Allesi çok namuslu ve kibar. Kızlarının tahsil ve ter- biyesine son derece dikkat edi - | yorlar. Fakat, günün birinde babası ö- lüyor. Genç kız annesile beraber Parise geliyor. Tahsiline devam ediyor. Çok geçmeden annesi de wefat ediyor. Hayatını temin et - mek için çalışmak meoburiyetin- de kalıyor, tahsilini yarıda bırakı- yor, Bir kürkçüye çırak oluyar, Ar- kadaşlarile az konuşuyor ve onlar-i dan çok çalışıyor. Fernand( yirmi yaşında. Ciddi, kendi halinde, işinden başka bir- şey düşünmiyen saf yürekli bir kız. Bu sırada, kendisinden dokuz yaş daha büyük bir adama tesadüf e- diyor: Golâşteyin... Boylu ve boslu, Yakışıktı bir delikanlı. Fakat hay- lâz, çapkın. O kadar güzel konu - guyor; tatlı söylüyor ki Fernand gönlünü vermekten kendini ala- miyor. Goldşteyn, bir borsacının ya - mında çalıştığını, senede 78 bin frank kazandığını söylüyor, genç kızı kandırıyor. Bir müddet ser- best yaşıyorlar, sonra evleniyor - lar. Düğünlerinin haftasında iş değişiyor. Goldşteyn vaktini umu- mi evlerde geçirdiği gibi karısını da fuhşa sevkediyor. Gece ve gün- düz içiyor, morfin yapıyor. Za - vallı kadına fena bir hastalık da aşılıyor... Fernand, bütün bu seyylatına rağmen karısını seviyor. Gözü on- dan başka birini görmüyor. Her dediğini yapıyor, eline geçen pa- raları hep onun eline sıkıştırıyor. Hayatını zehirlemesine bile ehem- miyet vermiyor. Nihayet gebe kalıyor. Bu gebe- Jik, sefil adamın bütün plânlarını altüst ediyor. Çocuk doğuyor, fa- kat iki ay sonra ölüşor. Fernand, korasının eline geçen bütün paraları ıçkiye, eğlence kız- larına verdiğine kımıyor. Kavga- | ya başlıyor. Bir gün: «Sen, diyor, ne sevmesini, ne de para kazanmasını bilmiyen bir n kazandığı 150 cebine koyuyor. Ne yapsın sevi- yor!. Bu dört sene böyle devam edi- yor. Zavallı kadın! / Başkalarile görüşüyor, kocasını besliyor. Mahkemede hâkim soruyor: — Kendisini sevdi; ı tddla e- diyorsunuz. Seven bir kadın, sev- diği erkekten başkasile temas e- demez... Bütün fahişelerin hayatı böyle | değil mi?. Çoğunun bir sevgilisi yok mu?. Başkalarile münasebat- | ta bulunarak aldıkları paraları götürüp onlara vermezler mi?. Bu gibi erkekler çok sevilir. Bun har, karılarına, dostlarına haka - Tet ederler, döğerler, —incitirler. Böylo iken yine sevilirler. Fernand, sefil kocasının haka- retlerine, dayaklarına on sene ta- hammül etti. Bâtün bunları hoş görüğyordu. Yaltız, onun başka kadınlarla münasebatta bulun - masını hazmedemiyordu. diyor. Buna rağmen | * Nihayet isyan etti. Bir gün evi- nin kapısını kocasının yüzüne ka- pattı, bir daha kendisini görmek istemediğini söyledi. Birikmiş bi- raz parası vardı. Bununla küçük bir kahvehane açtı. Fuhuştan, ge-| ce yarılarına kadar yaya kaldırım- ları üzerinde dolaşıp müşteri ara- maktan vaz geçti. Goldşteyn, bir gece geldi, ağla- du, ayaklarına kapandı, af diledi. Sevda bu... Genç kadın dayana - madı, affetti. Yine beraber yaşa- mıya başladılar. Bir kaç gün son- ayanlar, gücenmeyiniz am- a pek kadirnaşinasınız. Ya- ni kadir ve kıymet bilmez- siniz.. Niçin mi?.. Çünkü, güzel bacak- larınızı birkat daha güzelleştiren ipek çorapları icad eden adamın doğumunun yüzüncü senesini bü- yük tezahüratla kutlulamanız lü- | zım gelirken hatıra bile getirme- diniz... Bu kim mi?.. İpek çorabın mu - cidi Şardon. Şardone, 1 mayıs 1839 da Be - | zanson'da dünyaya geldi. 1659 da Politeknik mektebine girdi. Yol ve mühendisi olarak çıktı. Az sonra da zamanının kimya ve nıık âlimleri sırasına geçti. | aa ldızlama usulünü keşfeden | Ruglizlin yeğeli, ile evlendikten sonra,$un'i ipek İlnali için tamam otuz sene çalıştı. Nihayet, Mitrose- lüloz ve Kolodlon'dan sun'i ipek yapmanın usulünü buldu. Yeni bir San'atın doğmasına sebeb oldu. Bir fabrika açtı. Bu fabrikanın, iplik yapan, eğiren ve büken bütün ma- kinelerini bizrat yaptı. Kırktan fazla ihtira beratı aldı. W Fabrikasını tamamladığı zamgn seksen yaşına gelmişti. 12 mayıs 1919 da fen akademisine aza oldu. Bugün, az bir para ile süslen - menize hizmet eden bu mucidin hatırasını hürmetle — yadetmeğe borçlu değil misiniz?... İpekli çorablar, vaktile çok lüks addolunuyordu çok da pahalı idi. | Yalnız zenginler, kibar bayanlar giyebilirdi. — Pransada, Ilk defa Kral ikinci Hanri 1559 da, hemşi- resi Margriile Dük Bmanoel F- | ber'in düğününde ilk ipek çorab | * 1865, gümüş ve bakır kapları al- ra Golkdişteyn, kasadaki paraları cebine koydu, sıvıştı. Sabaha karş zilzurna geldi. Yine evvelki gibi karısını döğmeye başladı. İşte yine böyle bir dayak fas - lına başladığı zaman Fernand, ma- sanın gözündeki rovelveri aldı, bu sefil kocanın göğsüne dayadı. A- teş etti. Goldşteyn, kanlar içinde yere düştü, öldü. Kurşun kalbini del- miş geçmişti. Mahkeme kadının beraetine ka tar vermiştir. |BAYANLAR HATIRLIYOR MUSUNUZ?. | İpek Çorabm 100 üncü Yıldönümü! Evvelce İpek Çoraplar Çok Bahalı idi, Yalnız Kraliçeler Giyerdi YA giydi. Bu çorab el ile örülmüştü. İlk çorab makinesi, 1580 senesi sonlarına doğru Vilyam Lee adlı bir İngiliz tarafından yapıldı. Memleketinde ehemmieyet veren olmadı. 1600 da Fransaya geldi, Ruen'de bir fabrika açtı, İpek sanayii dünya kadar eskl- dir. Çinliler, İsanın doğuşundan 2,698 sene evvel ipek böceği ye « tiştirdiklerini iddia ederler. İpek böceği tohumu Fyansaya 1494 de getirilmiştir. 1603 de, dör- düncü Hanri ve Olivye dö Serres'in yardım ve teşvikile terakki et - miştir. İ