No. 6 S ae Ti daki en kıymetli mücevheratla iş- lenmiş silâhlar göz kamaştırıyor - du. Ortada tavanda asılı büyük â- vizeli kandillerden dökülen titrek ziya altında kayıkçı ile yolcusu her şeyi görerek bir hüküm vermi- ye çalışıyorlar, kendilerini karşıla- yan Bahadır Sahip Cengi diliyor- lardı: — Saadetlü padişah Sultan Sü - leymanın tahta cülüsları üzerine kendilerine tazimatta bulunmak en büyük emelim olmuştu. Fakat bun- da şimdiye kadar küsur ettimse mazurum. Çünkü tahta cülüsları sonbaharda idi zannederim. kış mevsimi girdi. Buraya gelinciye kadar uzun bir yolculuğa mecbur oldum. Aylarca deniz üzerinde do- laştık. Fırtınalı havalarda gâh şu- rada, gâh burada haftalarca kalmı- ya mecbur idim. Ancak şimdi ilk- baharda güzel payıtahtınıza gele- bildim Siyah ve uzun bir esvaba bü - rünmüş olan misafir Üüzerindeki kendisini örten libası çıkardıktan sonra zarif, ince, yakışıklı bir genç » — olarak görünüyordu. Başındaki sa- rık kendisinin olsa olsa henüz tah- Sil yaşını bitirmiş, o zamanki Os- manlı İmpaartorluğunda ülema sı- mıfına dahil bir genç diye hükme- dilebilirdi. Giyinişi son derece sa- de, üzerinde hiç servet ve ziyneti Kösterecek bir şey yoktu. Yanın - daki kayıkçı da ancak üstü başı son derece temiz, fakat esnaftan bir a- dam olmaktan ibaret denilebilirdi. Misafir dedi ki: — Fakirin ismi (Muhibbi) dir. Fakat emrederseniz arkadaşım bi- raz çekilip dinlensin. Çünkü kürek- ten kolları yoruldu. Adı Bahadır Sahip Cenk.-oldu -. damu evvelce söylemiş olan yaşlı adam, orada diyan duran bir köle- Ye işaret etti. Köle, kayıkçının önü- ne geçerek kendisini aldı. Dinlen- dirmek üzere başka bir yere götür- dü ki, burası güzel rerikli kumaş- larla döşenmiş geniş sedirlerile çök ferah, çok rahat bir üerdi. Kayık- çıya orada yiyecek yemişler, içecek Şuruplar getirildi. Fakat bütün bu ikramlarla beraber yanına gelen- letden biç biri oturarak kendisile konuşmuyor, yalnız kölenin birt geliyor, elindeki nâdide meyvalarla dolu süslü tabağı getirerek bırak- tıktan senra çekiliyor, sonra baş- ka bir zenci.., gelerek o da daha lezzetli bir şey getirerek — misafire — uzatıyordu. Kayıkçı bundan memnun de - Bildi. Çok teşekkür ediyor, fakat muhatapları türkçe anlamadıkları- mı pek nezaketli tavırlarile anlata - tak beyaz dişlerini göstermek sure- tile bol bol tebessümler ile kayık- Ççındın yanından gene ayrılıyorlardı. Kayıkçı biraz evvel kendilerini kar- gaılamış, güzel türkçe söylemiş o- lan genci beyhude aradı. Onun izi. ni bile bulmak mümkün görünmü- yordu. Kayıkçının merakı git gide arttı. Canı sıkılmıya başladı, Bü - tün İstanbul halkını günlerdenbe- ri meşgul eden bu gemiye gelmek gibi bir güzel tesadüf eline geçmiş iken burada ne olup bittiğini öğ- renmeden çıkmak, genç adam için pek beceriksizlik demekti. Bunu bir türlü kendine yediremiyordu. Bu sırada diğer bir köle girmiş, ken- Gdisine gümüş kenarı yazılı tas için- de şerbet getirmişti. Bu tası ala- rak kölenin yüzüne fırlatmaktan kendisini zor zaptetti. İster istemez teşekkür makamında köleye işaret ettikten sonra şerbeti içti. Bura - daki kölelerin hepsi gibi bu zenci de gülerek çekildi, Yaşlı adamla yalnız kalmış olan genç misalir ise demindenberi ken- disine Ikram edilen nadide yemiş- leri, türlü türlü şerbetleri içerken Bahadir Sahip Cenk, her defasın- da: — Efendim, diyordu, bu Arabis- tanın filân yemişidir. Şu efendim Hindistanın filân şurubudur. Her yemiş dünyanın bir köşe - sinden getirilmiş, sanki gemiye ge- lecek misafire ikram etmek için böyle hazırlanmıştı. Sohbet açıl « 6-SONTELGRAF— 1 Mayıs 1937 — İKANUNİ SÜLEYMAN Yazan : Nedim Refik Tei D | Saadetlü Padişaha gönderdiğim arizada mazharı kabul oldu ki,taraflarından zatıâlinizi gönderdiler Kılıbık (A üucü sayfadın devem) — Ben değilim Melek! Bu deh - şetli bir şey, tman yarabbi! Aman yarabbi, * Allah aşkına doğfrüu mü üyorsun? Dört gün geçti. Melek kocasını takip ettirmedi. Zaten lüzum da yoktu. Çünkü' sayıklâma hastalığı ile mâlül olduğu fikri, Fuadın ka- | Aasını çivi gibi deliyor, genç adara | EKakl devirlerde bir yapının cepheden görünüşü mışti. Yaşlı adam gülerek diyordu ki: — Buraya gelişimiz çok merak uyandırdı. Adamlarımız türlü tür- KNi suallere maruz kaldı. Fakat al- dıkları emir buranın dilini hiç bil- mediklerini anlatacak bir işaretten buşka kimseye bir şey söylememe- leri merkezindedir, Gelir gelmez bu- rarın nizamı ne işe onu — yaptık, Geldiğimizi baber verdik. Artık on- dan ötesi kimsenin vazifesi değil- dir zannederim. Saadetlü padişa- ha gönderdiğim ariza da mazharı kabul oldu ki, taraflarından zatı â- linizi gönderdiler, Selâmlarile be. ni taltif buyurdular, Bizim cürett. miz daha ileriye gitmişti... — Estağfurullah, ne gibi, cüret. ten bahsediyorsunuz?.. — Efendim, bu âciz kul, müm - kün olursa huzuru hümayunlarına kabul buyurulmak istemiştim. Fa- kat bilirim ki, padişahların pek çok işi vardır. Yoksa bu fakiri taltit etmek kendiler! gibi tevazu sahibi bir insanı kâmü için pek mümkün- dü. Dediğim gibi saltanat gailesile meşgullerdir. — Buna emin olunuz, Bahadir Sahip Hazretleri... Bu fakir ken- dilerinin şehzadelik zamanında yan-| larında bulundum. Ahlâk ve meş. repleri ne kadar mürüvvetkâr ol. duğunu bilirim. Bana emrettiler ki, ziyaretinize koşayım. Selâmlarımı tebliğ edeyim. Gecenin bu vaktini intihap etmekteki sebep ise âşikâr dır.. Halkın merak ve tecessüsü za- ti âlinizi ötedenberi rahatsız edi « yor. Bir de biz gündüz ortası gel- seydik bu merak ve tecessüsün ne kadar artmış olacağını tahmin bu- yurabilirsiniz, Bahadir Sahip, gözlerini muhata- bınin gözlerine dikerek ve sesine en tatlı bir âhenk vererek: — Evet efendim, dedi, padişah hözretlerinin böyle münasip gör » meleri çok yerindedir. Fakat ben ki başıma gelmiş bir felâketten ban-| gi kapıdan çare bulacağımı bilemez bir haldeyim, her yerden medet u- muyorum.. Yok, yok.. Her yerden medet ummak olmaz. İnsan elem ve ıztırabını kendi taşımalı. Eğer birisine söylemek lözım gelirse bu mutlaka en büyük bir insan olmalı ki, sizin büyük eleminize iştirak et. sin. Ben de bu ümit ile buraya gel- dim. Çünkü derdime ancak Türk- lerden çare.umabilirdim. — — Bu derdinize çare bulmak için elden gelen hiç bir şey esirgenmez. Eğer bana söylemek istemezseniz, bir ariza ile padişaha bildiriniz. Her halü kârda sizin müracssılınız ce- vapsız kalacak diye korkmayınız. — Fakat ben bizzat padiçah ile görüşmek Isterdim. — O halde merak etmeyiniz. Ri- canızı kendisine arzederim. Sizi çağırırlar. — © halde ben de bu lütuflarına İntizar ederim. Bundan sonra misafir daha ziya- de gemide kalmıya lüzum görme- di. Bahadir Sahip Cenk'ten izin is tedi. Bahadır Sahip Cenk, Saltan Süleymana arzedilmek üzere de- rin derin ihtiramatından, tazima - tından bahsetti. Kayıkçı ile yolen gemiden haşli uzaklaşmışlar, Sarayburnuna doğ- ru geliyorlardı. Gene siyah ve ge niş esvabına bürünmüş olan yöl- cu: — Yağmur dinmiş, dedi, hava se- rin, fakat tatlı. Sen bir şey öğrene- | bessim bu suallere cevap vermiyor- bildin mi?, Kayıkçı cevap verdi: — Evet, kendisini Hintli Baha « dir Sahip Cenk diye tanıtmak isti- yen bu adam her halde asıl hüvi- yetini saklıyor. (Devamı var) Okuyucularla Baş başa Türkçe Konuşmuıyan Vatandaşlar Yükeek iktlsad ve WHoaret meke Yebi - talebelerinden Ali Haydar | 14 söylemiyordun. Artık serbest - Erişkin imzaslle yu mektabu aldık? | çi Puat... ne İstersen yap, nereye (İSTANBUL — İLBAYLIĞININ | çetersen git. Oh, boğuluyorum, sı- NAZARI DİKKATİNE.) «Niçin susuyoruz da, her kulak zarım patlatabilecek kadar küv « vetli ve kuüdretli olan sesimizi çı- karıp; hergün bir derece daha ca- |vekesseseesersasevaraynunsenesecann nımızi sıkan ve kulaklarımızı tir- malıyan çirkin asdaları sustur « muyoruz?... Dünyanın en görülmemiş yemişlerini, en uzak memleketleriN asma bunu düşünüyor, evisin dı- | şerbetierini getirip ikram ettiler. Hiç olmazsa bu kârımız var şında yanlış bir adım atmaktan iz0r- kuyordu. Her sabah gözlerini açar açmaz | sorardı: —. Bü gece neter söyledim Mclek? — Hep iyi şeyler-sevgilim. 'Ter- Zi ile karmakarışık bir hesap gör « dün. Sahal çarşısında eski bir ki- tap aradın. Dairede müdürle çekiş- tin, Görüyorsun ya, işin içinde ka- din yok! Evliya gibisin Fuat! Haftalar, aylar bitibirini takip e- | diyor, Fuat evi ile dalresi arasında- | ki çizgiden ayrılmıyor, dostların intizarı uzayıp gidiyordu. Melek takipleri kâh çoğaltıp, kâh azaltarak plânınt bir kumandan gi- bi idare ediyordu. | Fuat'eski kadın dostlarından ge- ı len mektupları okumadan yırtı « | yor, tramvayda, sokakta güzel ka- dınlara gözlerini yumuyordu. Herkes şaşırmıştı. Meleğe soru- | yorlardı: İ — O kudurmuş küheylânı nasıl böyle miskin bir kuzuya çevirdin? Fakat Melek mağrur ve müte « dü. Bir sene içinde- Füuat tanınmaz bir hale gelmişti. Artık mazi ile a. lâkası kesilmişti, sefahat arkadaş- larının yüzüne bakmaz olmuştu. Halbuki Melek onu böyle mis « kin görmek istemiyordu. Kocası « nın eskisi gibi zinde, ateşli, tam ba- bayiğit olmasını arzu ediyordu. Lâ- kin önceden tatbikine giriştiği id- man, Fuadı söndürmüş, ezmiş, bi- tirmişti. Bit gün her şeyi kocasına anlattı. Ona eski ruhunu, eski ateşini, eski haşarılığını iade için ağladı, yalvar- dı. — Hepsi yalan, hepsi uydurmay- dı. Sen uykunda tek bir kelime bi- kılıyorum. Ben yirmi beş yaşında ihtiyar istemem, diyordu. Fakat nafile! Fuat tam mana « sile kılıbık olmuştu. E 14 üncü sayfadan devam ? Üzülüyor, büzülüyor ve kendi | larak kâğıda geçmiştir. Öyle ki, bu- ağızımız kendi kulağımıza soru « yor: Acaba ben neredeyim? gün dominyonların Londrada ko « miserleri vardır. Keza Büyük Bri- Biraz dolaşmak için şöyle geniş, | tanyayı da dominyonların mer - güzel — caddelerimize — çıkıyoruz, zevkli ve neş'eli dolaşırken bir « kezlerinde ayrıca gönderilmiş ko- miserler temsil ediyor. Valiler baş« denbire bütün zefk ve neş'emizi ka-| ka. Bunları dominyonlara kral gön- çıyor, yerine bir teessür husule ge- Tiyı Sebebi? Her ecnebi ku - lağına bir musiki parçası gibi gü- zel ve tatlı gelen dilimizden gayri bir çok yabancı yaygaralarının ku- laklarımızda yaptığı akisler olu « Yyor... Birşey almak için bir mağazaya gidiyoruz. Bizi karşılıyan — satıcı (Oriste pasam) veya bunun mu « kabili olan bir, iki kelime fransızca ile sözüne başlıyor... Hattâ, kapı- mızı çalan bir sokak satıcısına bile kapamızı açtığımız da bize ilk söy- Tediği söz: ya (Kalimera) veya (Bonjur) oluyor... Neden?... Niçin? Niçin? böyle ölüyor?. (Ba mösyö- Ter, bu madamlar ve bu matma - zeller) acaba nerede yaşıyorlar ve- ya nerede yaşadıklarını zannediyor- lar., 15 el asırdan evvelki Bizans Konstantinoplisinde mi?: Yoksa Umumi Harpteki Düveli İtilafiye- nin İstanbulunda mı? Hayır.. Bu mösyöler, bu madam ve bu mat- mazeller bilsinlerki CUMHURİYET HÜKÜMETİNİN yarattığı yeni İs- tanbul'da yaşıyorlar... Bunu bil - miyorlar mı? Biliyorlarsa, niçin bu toprağın nimetlerile müstefit a - Turlarken onun sahibine lâzim ge- len hürmeti göstermiyorlar, Ve di- Hini tahkir ediyorlar... Bütün İstanbul bay ve bayanı ve bütün Türk gençtiği; bu mösyö ve madamlara sorüyor. — «Niçin Türkçe konuş muyorsunuz?... Bil- miyör musunuz?... Bilmiyorsanız; niçin öğrenmiyorsunuz?... Biliyor da konuşmak istemiyor veya bu güzel lisanın talâffuzu dillerinize ağır geliyorsa; ne yazık... Fakat biliniz ki: Artık kulaklarımız is- yan ediyor.» deriyor, onlar oralarda kralı temsil ederler. Fakat dahilt idareye ka- rışmazlar, Kendi kendilerine bu kadar müstakil olan Bu devletleri ana vatana bağlıyan nedir o halde? Bu yalnız krallık kafasıdır. Dahil- de ve hariçte artık tamamile müs- takil olan -evet.. hariçle de müs- takildirler. Çünkü dominyonlar kaşka memleketlerin payıtahtları na da mümessil gönderiyor- Bu dev- Tetler arasında bir tek bağ var ki, © da hükümdarlıktır. Şimdi burada hakikaten kelime- lerin ve tabirlerin çerçevesi içine sığmıyan, kendine mahsus bir hal görünüyor. Krallığın maddi bir nü- fuz ve hâkimiyeti azaldıkça bu dev- letler arasındaki birlik bağını teş- kil etmekten doğan timsali, fakat kuvvetli bir nüfuz ve hâkimiyet ka- zanmış oluyor, Buradan da hüküm- darlık mevkiİne gelecek olan kra- lin şahsı, yaşayışı, hulâsa husustf hayatı nasıl olduğu meselesi çıkı- yor. — Çünkü, diyorlar, zamanımızda her şeyi haber almak vasıtası o ka- dar çoğaldı ve öğrenilen ber şey 0 kadar çabuk yapılıyor ki, İngiltere tahtında bulunan bir kralın hususi bayatı nasıldır? diye öğrenmek hem zor değildir. hem de bunu herkese öğretmek pek kolaydır. İşte gaze- teler,.. Sekizinci Edvardın aşk ma- cerasını dünyada duymiyan kal - — © halde İngiltere kralı ve kra- liçesi öyle -bir şahsiyet olmalı ki, her türlü dedikoduların dışında ve yukarısında kalsın. Çünkü dünya- da tam (450) milyon kişi İngiliz ta- biyyetindedir. Bu milyonlarca te- baaya kendini sevdirmek ve say- Eski İstanbul batakhaneleri: KUMAR.. İkinci kısım se - İsvoli hırsızlığını ilk defa İstanbulda tatbik edenler ve buradaki trişörlere öğretenler birkaç Yunanlı kumarbazdır Kumarbazların taptıkları kuvveti İskambil dır. Bilhassa gözlerin görüş kudre- tinin çok fazla olması şartır. Hok- kabazlar, nasıl el hünerlerile saat hünerlerile saati gözünüzden, yüzü- ğü burnunuzdan, çıkarırlar, is- | kanbil kâğıtlarını parça parça ke- | sip bir şapkanın içine korlar, sonra kâğıtlar oradan sapsağlam gözle- rimizin önüne koyup bizi hayretler - içinde bırakırlar. Trişörlerin isvoli çekişleri de, bu el hünerlerinden başka bir şey değildir. Ve nihayet, bhokkabazlık gibi mümarese İster, | el çabukluk ister, ve nihayet uzun zamanlar egzersiz yapmak lâzım- dir. Memleketimizde sirkafla oynıyan sirkaf gören, sirkaf okuyan yüzler- ce ve yüzlerce poker hırsızı vardır. Fakat... Fakat bunların içinde #svoli çe- kenler, usta isvoliciler pek azdır. İsvoli nedir? Nasıl çekilir isvoli?.. Sirkaf nedir? 50 - 60 yıl evvel İstanbulda bun- ları bilen kumarbazlar, trişörler yoktu. Hattâ, 30 - 35 yıl evveline gelinciye kadar, — sirkafın kazı - ma nev'i bilindiği, bu suretle ku- mar oynuyan epeyee trişör bulun- duğu halde, isvoli çekenler hiç yok- tu. —O yıllarda, isvoli çeken ve bi- den kumar hırsizi mevcut değildi İstanbulda., Hürriyetin ilânından sonra, İs - tanbulda, kumarın her sahasında yeni yent hileler icad edildiği, ya- pıldiği gibi, Umumi Harp yılla - rından biraz evvelleri, isvoli çek - mek suretile yapılan hile de baş gös- terdi. Fakat, kumarın her türlü hi- lesini bilen adamlar bile, bu işi başaramazlar. Elleri bir türlü ya- tışmadı bu işe.. © devirlerde: — İsvoli çekmek! suretile yapılan hilekâtlık, İstan- bulda çıkmamış, bunu yerli ku - marbazlar icad etmemiştir. İsvoliyi ilk defa İstanbulda tatbik eden - ler, bu usul sayesinde para kaza- nanlar, Yunanistandan gelen bir âki kumarbazdır. Sayısı ikiyi üçü geçmiyen Yu « dırmak İçin kralın husust ve resmi hayatı her türlü münakaşadan üs- tün olsun, Hele gu son beş altı ay zarfında İngiliz krallığı makamı etrafında pek çok şeyler söylendi, hayli dedi- kodular oldu. İngilizlerin dedikle « rinden çıkan netice şu oluyor ki: — Eğer tiyasi dedikoduların fev- kinde kalmamış ve fırka gürültü - Terine karışmış olsaydı, İngilterede krallık çoktan giderdi. Hükümdar- lik, bu kabil her şeyin fevkinde kal- Gağı içindir ki, İngiliz İmparatorlu- gunu teşkil eden ülkelerin biricik bağı olmuştur. İngiltere tarihinin-şu son beş altı aylık devresinde, yani Sekizinci Ed- vardın tahlından ayrılmasile, şa - yanı dikkat bazı haller -olmuştur ki, döminyonların idaresi noktasın- dan bunları kaybetmekten İngi - lizler kendilerini alamıyoclar. Me- selâ Sekizinet Edvard 10 kânunu - evvel 936 da tahtından — vazgeçti, kâğıdı imzaladı. İngiliz İmpara - torluğunun büyük bir kısmı bunu böyle biliyor, böyle haber aldı. Yi- ne bu imparatorluğun diğer kısım- larında ise hükümdarın tahtından Ayrılması 11 de olmuştur. Çünkü İngiliz parlâmentosu bunu ancak devrisi gün tasdik etmiştir. Bu bir mesele teşkil etmiyor. Fakat do- minyonların her vesile ile kendi is- tiklâline ne kadar kukanç olduğu- Nu gösteriyor. Yazan: M. SÇAPA nanlı isvolicilerin en ustası, VA gel adında 45 lik bir kumar hırs” z idi. O devri çok iyi bilen, kumarl” nelerinde zar sallıyan eski ıım'“î dalardan kunduracı (A.) diyor Kİ — «Vangel Gogedistanın — kâh” vesinde uzun zamanlar oyun oyA”” dı. Bir çok oyuncularla beraber, * çık gözlerin, fentdbazların bile Pi rasını aldı. Pasetada hepimizi *” mizledi. Mütemadiyen kazanma * nun elinde iken gözümüzü dört &” tık. Fakat hiç bir şey anlamadık" Ne küğıt çalarken, ne bir şey-. NU ticede, «şans yardım ediyor, KET” çindete Vangel Yunanistana dönmi evvel, kendisile çok ahbap oldü ” ğüm için bir gün bana yaptığ! leyi gösterdi, hayret ettim. şekilde hilekârlık o zamana kadüf İstanbulda malüm değildi. Bant yaptığı hileyi tarif ve kâğıtları! Üstünde tatbik ettikten şonra di ki: —Buna isvolyot — derler, SEF den başka Tatavlalı Lazari ile tiye de açıldım. Hattâ onlara t ” lim bile ettirdim. Elleri epayce YF tıştı. Ben yakında Yunaniataift dönüyorum, aklında olsun, »onların manitasına düş aç, yalnız işleriri bozma, tığını onlara anlat, payın: ) Vangel Yunanistana — dönerktit buradan epeyce para götürdü- Ye hiç kimse onun hilesinin far) varmadı. Kazançlarını, şansmlft kuvvetine hamlettiler. Hi mütemadiyen çaldı, bu suretlt ' vet denecek bir para yaparak Y” nanistana döndü. Vangel, isvoliyi, baş ve şahadel parmaklarının trnakları — araklik gümüşten yaptırdığı birer küçük ne yerleştirmişti. İğneler oraYA perçinli gibi idi. İsvoliyi bu leri kâğıtların ü çekiyordu. Hattâ, bazan, (l 4 çe, lüzum gördükçe iki kâğ'di den alıyordü. Biz, o kadar uwmı dikkat ettiğimiz halde, bir bu iğneleri göremedik.» K İsvoliyi istibdat devrinde bi ve yapan ancak bir kaç kişi WN' halde, hüriyetten sonra, bir : raz artmış, asıl mütarekedeti * ra geniş Bir şekil almıştı. teri l8 Mütarekede © uğursuz gü"'ww kirp eden yıllar içinde, İstanbi't çok kuvvetli isvoliciler yetis tir. Bunların'en meşhurları ""ı.: adında bir Türkle, Jan ve AŞi &* minde iki rumdu. Aşil, gayet Te zel Türkçe konuştuğu için, PU paşâzade olur, en kibar yerleri P Terek poker oynar; girdiği karü k Jerdeki bütün oyuncuların P: Tını alırdı. Bazan da, şaj ”. şına geçirerek Şişiide Stellt . büne gire, orada da İngilit . ler'nin isvoli ile paralarını * di. ç Mütarekç yıllarında wj isvolicilikte şöhret kazanan : de Petko adında bir Rus ıv'_”':f 4 âdi. Petko, çok sanatkâr DiT © volici-idi. Yüksek yerlerde. “P b telerde, hususi mahfejlerde F;; bir. ra kazandı. Fakat sefil ve $€ B” adam olduğu için, kazandığ! raları tutmadı. Gece gündüz sarhoş bir vakit geldi ki, evvelt? ettiği sosyetelere giremez SİĞÜ'Lek — vaş yavaş süküt etti, paarsik dı, hamamlarda yatmıyl sabah kahvelerinde geceli İ çirdi. Bir kaç para bulmak € 4, - kahvelerde, en kötü kumâ (Devamtt