—i ÖnR Tekirdağlı Hüseyin ve Dinarlı güreşi Bu iki pehlivanın hikâyesi meşhur suyol- cunun hikâyesine benziyor Yazan: M. Sami Karayel Yazıma başlamadan evvel ga- yet enteresan bulduğum bir hi- kâyeyi arzedeyim. Dinarlı Mehmet Istanbulda yaptığı son maçında & Geçen cumartesi eski baş peh- | Si HEvanlardan meşhur Sarı Hafı- zın ustası Cemal pehlivanı zi - yarete gitmiştim. Biraz hoş beş- ten sonra, doksanlık su yolcu Mehmet pehlivan da geldi. Ya- yım saat geçmeden meclis eski sayılı pehlivanlarla çevrilendi. Konuşuyoruz... Bir aralık Cemal pehlivan su yolcuya sar- dü: pehlivanlarından — Akkoyunlu Karabekir pehlivanı şahsan gör- © dün mü? Nasıl bir adamdı. Su yolcu, düşünmeden şu ce- vabı verdi: — Ev de Hicaza giderken gördüm. Hattâ onu karşılamak için Ye- miş iskelesine yüz kişiden fazla kalabalıkla gitmiştik... Ben da- ha gençtim. Cemal pehlivan sabırsızlıkla su yolcunun sözünü makasladı ve merakla tekrar şunları sor - du: — Zamanımızda Kurabekire benziyen bir tip gösterebilir mi- sin? Su yolcu istifini bozmadan: — İlâhi Cemal, nerede böy - le bir p adam; kimi gösterebi- lirim? O, hiç bir pehlivana ben- zemiyen kalıpla idi. Ben, güre- şini görmedim. Fakat; Hicaza gitmek üzere İstanbula geldiğini Sultan Aziz haher almış kızlar ağasını misafir olduğu eve yol - Tamıştı. Ben de o evde idim, A - — Usta, Sultan Mecidin baş | et; Sultan Aziz devrin- ; Tekirdağlı Hüseyin safi adali bir vücut, karnı çekik ve yağsız bir adamdı. On dakika kadar çıplak gördüğüm bu peh- Hvanın vücudu daha hâlâ göz « lerimin önündedir. Su yolcu coşmuştu. Nargile - sini bir iki fokurdattıktan son- ra: — Cin Aliyi işitmişsinizdir. Yetmiş okkalık bir pehlivandı. Parmakları kıvrık bir menge - neye benzerdi. Bir gün Akko » yunlu ile bir köyün harman ye - rinde kapışmışlar. Harman ye - rinin birinde dikili çadır kazık- ları varmış... Cin Ali Karabe - kiri pacalarından kaptığı gibi sürmeğe başlamış, nasılsa ça » dır kazıklarına ayakları takılan Karahekir yuvarlamıp açık düş- ğa, Akkoyunluya padişahın ken-' müş... Cin Ali de galibiyet te - disini görmek istediğini ve se » menmnasını basmış.. Kazara ye- lâmını tebliğ etti. Saraya gide- | nik düştüğünü gören Cim Ali ceği sabah vücudunu masajla | hiç sesini çıkarmadan meydan - beraber yağlamak için soyundu. | dan uzaklarmız. Yağlanırken gördüm. Aradan epey geçtikten son - Kara yağız, uzun - boylu, n.whırbırkoy düğününde yüz yirmi okkalık, kulak ibik - lerinden omuzlarına doğru ya - yılan kalın ve yağız bir ense, Polis romanı: 3 — EARE İ RARZ Karanlıkta bir ışık lMuhurrırl: Edgar Valas metre kadar ötesinde kocaman bir çaltı yığını varmış. Akkoyun- viren: Muammer Alatu! e— — lik iki tefrikanın hulâsası ( Polis — romanlırı — yazmakla maaruf Con Leksman, - şatosuna bir gece misafir gelen Kara ismine de, Arnavutlukta uzun müddet ya- #amış aslan Yananlı genc, güzel zengin bir delikanlı ile görüşüyor. Yemeklerini yemişlerdir, romancı- sün mesuf odasında kahvelerinl İçiyorlar. Leksman'ın Gras isminde çok günhl"id dir karısı vardır, C ü aretinden hiç de ı..ın:.':'!ı'::;ı.:ı:ı Kötül bir hissi kablelvuku zehninl rahatsız et nektedir. Kocası ile mişafirini bir Bahana ile odada yalnız bırakarak kendiside odasına çekilmiştir. / Yunanlı kahvesini — içerken : Bordu: Buraya elektrik - getirtmek sizin için mümkün olmuyor ga- Hiba! — Niçin mümkün öolmasın? Fakat ben lâmbayı tercih edi- yorum. — Ben de lâmbayı kastetmi- yorum. Zaten.. şu mumlardan | Elile ocağın Üzerinde sıralı duran altı iri mumu gösterdi. Con Leksman sordu: — Bu mumldıâla negen bu ka- | â lunuz? İ dî(:::k:e:îll cevap vermedi. | ve omuzlarını silkmekle iktila | etti. Fakat bir müddet düşün - dükten sonra: Pa di SOT | — Küçük bir tahminde bu - Okuyucularla Başbaşa İstanbulda Kahve- haneler çok fazla Taksimde oturan —Adnan — Sadık imzalı bir okuyucumuz yazıyor: “Son zamanlarda hir şeye dikkat e- diyorum. İstanbulda gün geçüikçe kahvehane sayısı çoğalıyor. Her semtle, o semtin haline, bususiye- tine göre kahvehaneler açılıyor. Bir zamanlar İstanbulda 500 - 600 kadar kahvehane olduğu söyleniyor- du. Şimdi, zannederim ki, bu mik - dar artmıştır. Meselâ, son zaman - larda Beyoğlunda, caddenin iki ta « rafı da kahvehane, çayhane, pasta- hanelerle doldu. Şehrin İstanbul tarafında, diğer taraflarda da öyle. Bu gibi yerlerin çoğalması iyi mi « dir, fena mdır?.. Bu-hususta her - kes müutlaka fenadır, bükmünü ve- ri biliriz ki, birer tembel yatağı - dır.. Tuhalhı şu ki, her açılan kahve- hanede pek âlü müşteri Butabiliyor, Bana öyle geliyor ki, kahvetane ralara maalesel, bütün — takyidata Tağmen, gençler, bazı mektep tale- beleri de devam ediyor. Kahveha - neye gitmek, devam etmek ihtiyacı, fena bir şeydir. Bu kötü itiyadı oe - tadan kaldırmak, hiç olmazsa, yeni yelişen gençlere bunu aşılamak Iâ- zımdır.., SON TELER. Şiade hakla ler meselesi, i> » Hakikater kahvehar di bir şakilde ele atınmaz "*,'.'ğ.:: adarların mazert dikka- AM LİNİNYARTNDEİLUNASN DAUA ümerakaa y0i v DU n admnsdNN adaaeANA NIN GNT aNN AAA aN caamidü Tu Aliyi - istemiş, ka, ışmışlar. İlk elde Aliyi b:stırmıî meşhur oyunlarından biri olan şak kün- desini Aliye geçirmiş... Ali kur- tulmak için öne atılrp kaçmış, Karabekir oyunu bırakmayıp sürmüş, yani biri sürmüş, o kaç- mış nihayet çatı yığının önüne gelmişler, Ali tekrar oyundan kurtulmak için ileri atılmış ve Bekirin zorile çatı yığının içine girmiş, Bekir kovmuş, Ali kaç - mış ön metre genişliğinde bulu- nan çatının içinde hiç görünme- dikleri halde bir tarafından gi- rip öbür tarafına çıkmışlar, ö - bür tarafa çıktıkları zaman her taraflarından kan - fıskırıyor - Alh pes etmiş bırakmış.., İşte; Akkoyunlu... Su yolcu hikâyeyi burada ke- serken dedi ki: — Bugünün koca Yusufu da de Tekirdağlı Hüse- Sövle bir düşündüm; “neler görmüş, dünyaya noler göster - miş olan Türk güreşi bugün ne haldedir. ' e & Geçen teşrinievvelde yamı - lan serbest güreş müsabakala - rından bugüne kadar bir Dinar- h ve Tekirdağlı Hüseyin dedi- kodusudur gidiyordu. Gazete- lerin sahifeleri günlerde hattâ aylarca bu iki pehlivanım dedi- kodusile doldu boşaldı. Nihayet; Tekirdağlı Hüsevin- le, Dinarlı bir tertin eseri ola - rak geçenlerde Aydında bulu - sup güreştiler. Dinarlı kolu in- ginerek meydanı terketti. Biraz sonra; İzmirde kapış - tılar. Dinarlı bu sefer de kolu incinerek beş dakikada meydan yerini terketmiş oldu. Mülâyim de; Taksim güreşin- de Tekirdağlıya parmağım im - Tundum da onun için... Meselâ sizi bir sandalyeye bağlasalar, yanınıza bir fıçı barut koysalar, barutun üzerine de bir mum s0- kup yaksalar.. Siz mumun yan- dıkça alevin yavaş yavaş baru- ta yaklaşmasını gözlerinizle ta- kip etseniz... Aman Allahım! Cor misafirinin şakakların - dan ter döküldüğünü gördü ve işi alava vurdu: — Muhtesem değrusu! dedi. Yunanlı yüzünün terini sildi. — Evet, dedi, hattâ çok muh- teşem bir manzara! Leksman merak etti: — Böyle bir hâdise oldu mu? — Evet, bundan bir çok za - manlar evvel, —Arnavutlukta böyle bür hâdise başımdan geç- mişti. Fakat bu menhus herif- Jer ara sıra bu hâdiseyi bana ha- tırlatmaktan geri durmayorlar. Kara bu menbus heriflerin | kim olduklarını ve nasıl olup ta I bir manzara ge e rir. Çünkü kahvehaneler, ötedenhe- | sayısı, tehd tedilmelidir. Çünkü bu- | Bu okuyucu nuz dile- | muüş, fakat: Şak kündesi daha | hâlâ Karabekirde imiş. Nihavet; | Tariht roman: 3 MUSA ÇOCUKLARI Yahudi Âzer doğruldu: — Çoktan.. Babilde yaptırdığı cennet, cehennem.. mabutları öl - dürcceğim diye göklere ok atma - lar., ahaliye hakaretler, zulümler. bütün taşkınlıklar delilik değil de nedir? (9) Melike, kekeledi: — Şimdi de gebe kadınlara.. da- ğacak çocuklara mı sıra geldi? — Evet. memurlar tahkik edi - yorlar.. cbeler ev ev geriyorlar. Gebe kadınları alıp götürüyorlar, — Ben ne yapacağım? — Sıkıldığım o ya! Yetmiş ya- şına geldim (10). züriyetim olacak | diye seviniyordum. Talisizlik.. | — Bir çare yok mu? — Yok.. mahallede herkes gebe olduğunu biliyor. Memurlara her | halde haber veren olacaktır. Melike, teessüründen, korkusun- dan donmuştu. Haziran akşamının | ağır, durgün havası içinde alnında, | gakaklarında terler titriyordu. Âzer karısını teselliye çalıştı: — Büyük mabutlarımıza sığı » nalım! Melike silkindi: — Ben gebe olduğumu fokâr e- | derim, t cindi güreşi terketmişti. Görülüyor ki; Tekirdağlı, dok- sanlık su yolcu Mehmet pehli- | wanın dediği gibi zamanın koca ) Yusufudur. Tekirdağlı bir Akkoyunlu ka- zıkcı ve şakeı Karabekir ve ko- ca Yusuf da değildir. Maamafıh, bugün Türkiyenin serbest ve yağ güreş baş pehlivanıdır. Bu hakkt inkâr kabul etmez bir su- rette kılıcı hakkına elde etmiş- tir. Su yolcu Mehmet pehlivanın anlattığı hikâvedeki Cin Ali ile Karabekirin güresi ve bu gü - reşlerin haleti ruhivesi gözünü- ne getirilirse, Mülâyimin Te - .kirdağlı Hüseyine varmağım in- cindi diye iki dakikada pufla gi- bi silte üzerinde güreşi bırakıp gekilmesi ve Dinarlının ücer, beşer dakikada kolum ineindi di- ye güresi terketmesi spor ve soorculuk ruhunun milli varlı- ğıimız içinde dünle bugüne na- zaran ne dereceve düstüğünü anlıvarak üzülmemek elde de- Bildir. Bilmem; Dinarlt ve Tekirdağ- h Hüsevin dedikodusu ve bu #ki pehlivanm — mukayeseleri hakkında hımdan daha fazla bir şey yazılabilir mi? M. Sami Karayel Dün Galatasarav — ile İtalvan Hsesi mektep takımları karşı- Tasmışlardır. | Sarı kırmızı takım cok güzel bir oyun ovnamıstır. Br1 sıvetle | gecen haftalarda Bevnğlu Halk- | evi sampivonasında Kabatas li- l sesini yenen İtalvan mektebi takımı dün bir çok savı fırsat - ları kacırmasına rağmen Gala- tasarav 28 - 11 ile venilmistir. Galatasaray mekten takı - mında, İlhan, Ferda, Sevki, Sa- dettin, Kesimden ibaretti. Kesim, İlhan en iyi oynayan- ları idi, böyle feci bir vaziyete düşmüş olduğunu pek te anlatmak he- vesinde görünmüyordu. Hattâ muhavereyi değiştirmek istedi. Odada bir aşağı, bir yukarı dolaşmağa başladı, sonra kütüp- hanenin önünde durdu. Bir kaç kitap alâkasımı celbetmişti. Raf- | lardan birinden kalın bir kita- bi çekip çıkardı. — Vay, dedi, Core Gaterko - lün bir kitabı... Kendisini şah « san tanır mısımız? Con, yazıhanenin üzerinde duran mavi kutudan bir tutam âütün alarak piposunu doldur - u. — Kendisi ile bir defa görüş- müştüm. Kendi halinde bir a- damdır. Çok şeyler görmüş, ge« çirmiş İnsanlar gibi, her şevden bahsetmesini sever, fakat ken - disinden asla! Con yazıhanesine doğru giderek: — Hakikaton siz yaman bir adam- sınız!. dedi. Kara bir müddet seçini çıkarma- dı, sonra bir şeyler söylemek is - TÜ u | ve ellerini semaya kaldırarak di - tarihinden canlı menktbeler ve Âzer karısınm karnına baktı; gebeliği belli değil gibi idi. Hal - buki-hesaplarına göre Melikenin, tam haber verilen günlerde do - Burması lâmm geliyordu. — İnkür et! mabat İlö muhafaza etsin! (11) — Amin! Müâbud İlödan, bir anda, ikisinin gönlüne ferahlık geldi. Karı, koca, yemek tepsisinin önünde çömeldiler ğer mabudlarına da yalvarmıya başladılar. Serma Mübudu Raman, başlarının üstünde, Ay Mâbudu Zeyni ku - cauklamış, onun parlak Kursü etra - fında tatlı bir hâle örmüştü. Bütün yıldızlar, bunların üstün- de beş seyyare (1) kendilerine göre birer mehabetle parlıyorlar, incir ve portakal ağaçlarının sık yaprakları arasında, kmneriyenini çine bur - larımı, bu tatlı tesellilerini uzatıyor- Tardı. Âzerle Melike: yaldızlı karanlık - lar içinde, nefeslerini sıkan durgun ve ilik bavanın altında yemeklerini yediler ve şaraplarını içtiler. Sonra, sermest bir beyocanla uzun uzun ko- nuştular ve gece yarısına dağru, ağaç yapraklarında gezinmiye başlıyan bafif bir rüzzgârın haş temaslariyle iler; üzerlerine çektikleri in- Hud Peygamberin Şeddadır emri He dövütmesi ce bir örtünün altında kucaklaşarak rudular. TT — İlönun Mücizesi Gün ağariyordu. Bahçenin içinde, bol yeşil yaprak- ların altında yayılan koyu loşlükta, göz, uzaklara kadar uzanamıyordu, 9 — İbranilerin rirayetine göre o zeman Nemrud hükümdar ol - müş, ebediyete ok atan bu cesur aver gurüründen çıldırmış.. mabut- larla harp açmış ve mabutları öl- dürmek için göklere attığı oklar - dahı biri dönüp kendisini öldürmüş. 10 — Tevrat, 1? — Babil ve Ninova tahipleri bir mabudun mevoudiyetine ina- harlardı. Bu mabuda Babilde (İ1â), Ninovada (Âsur) derlerdi (tarih- ler). () Geldani ve Asürilerce beş sey- yere biliniyordu. Her seyyareye bi- rer İlâh izale edilmişti (tarihler). tiyormuş gibi davrandı, fakat ken- disini toparlıyarak sustu, sadece gü- lümsedi. Yalnız muammalı bir ta - vurla: — İşte ben de yaman bir adam ol- duğuma şüpheliyim, dedi, Senra birdenbire sesi elddileşti: — Bana öyle geliyor ki sizin Vas- salara ile galiba aranız açık!, Con da ayağa kalktı, ocağa doğru yürüdü. Gene gözleri alevlere daldı. Bacaklarmı açınış, ellerini arkasına kavuşturmuş, düşünüyordu. Bu va. ziyet Kara için kâfi blr cevap teş- kil etmişti. Ağzındaki puroyu ocaktan tutuş» turduğu bir kâğıtla yakarak dedi kir — Bu adamdan sakınmanızı size bir kere daha tavsiye edeceğim. Monşer Leksman, benim vatandaş - Tarım bu nevi işlerde pek o kadar kendilerine güvenilecek insanlar de- Bildir. Leksman sanki kendi kendine ko- nuşuyormuş gibi cevap verdi: — Fuükat ilk Ronuştuğumuz za - man pek razik hareket etmişti. SİZSİNİZ. — Evet, bugün pek nazik davra - ——7 | mürakahacı adam ne demektir, bil- er Yalmız, evin damının üstünde, hure a ağaçlarının uzun boyları, yaprak- larının yelpazeleri, açık kurşunt bir tül gibi titriyen esmer bir renk İçin- de, daha iyi seçiliyordu, Melike, başınım üstüme çektiği ör « tüsüsü araladı ve siyah düzgün kaş. — larının altında mahmur bakışlarının cazibesi parlıyan kara gözleri ile da» mun üstünde eriyen koyu esmer rerik dalgalarına baktı. Kocasını uyandır. — mamak için, yavaş yavaş, örlünün yan tarafından süzüldü ve doğruldu. Güneş İlâhesine dualar marıldandi. Kâlm altın bileriklerile, tatlı esmer renkli etleri boğum boğum boğulanı kollarım kaldırarak, küçük birer kuş kadar düzgün şekilli ellerini yüzün « de, saçlarının siyah kıvrırıları ara « — sında gezdirdi. Sonra yüzünü avuç « ları içine alarak dirseklerini dizlerine dayadı ve bir müddet düşündü. İ « Çine bir üzüntü gelmişti. Dünkü haber, beyninde, bir kara bulut gibi koyulaşıyordu: Gebe kadınları top- Kuyarlar ve doğan çocukları öldü - rüyorlardı. Melike, otuz yaşına geldiği halde, çocuk. doğurmanuştı. — Evlât sevgisi bilmiyordu; fakat, gebeliğini anlıya- hdanberi, onda, yeni bir hisş uyan - * mıştı; gözleri önünde kanatlı bir me- lek hayali beliriyordu. Bu his, bu 4 hayal. Etrafında, evinden, kocasın- dan ve yaşayışından, onu büyülü - zevk ve lezzet vücude getiriyordu. (Devamı var) İkinci sütumun otuz dördüncü sa- — tırı olan “başıza koydu. Tepside Fi rat neh,, iharesi fazladır. Üçüncü —sülunun — nihayetindeki — () nanmaralı notun sonundaki şe - hirde kelimesi nehirde olacaktır. — +ı Bit ve Uüaini neşriyağı idare — eden Başmuharrir E İzzet Basıldığı yer: Ma'baaci Ebürdya Tar, fakat yarın nasıl bir tavır ta - —| Kanacağı malüm değildir. Siz galiba — miyorsunuz. Bir defa siz ana müsa- caat etmekle büyük bür hatada bu « Tundunuz. Eğer benden İsteyediniz, ben size bir mikdar para verebilir « dim. — Öyle amma, size müracant et- meyişimin sebepleri var. — Bizincisi — demin bana söylediğiniz gibi, karıma — evelce talip oluşunuzdur. Kara cilâlı tırnaklarına — bakarak genişte bulunmağa hakkta yok: Çüne kü Vassalaro'yu bana tavsiye eden