6 Mart 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

6 Mart 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Makedonya komite- cileri arasında 13 yıl —-3- Yazan: Necmeddin Deliorman a eski (Deltorman T letesi başmuharelri mozarlığın muhtelif köşelerine yer- leştirdikleri husust bir takım adam- yozzzzz... Gibi bir takım korkulu ihtarlar yaptırdıkları ve bu gürül - tüler arasında daha emin olarak ça- hşacaklarını tamim ettikleri anla « şılıyordu.. Arkadaşım, vaziyeti daha iyi görebilmek için mezarlığa bitişik olan bir evin köşesine kadar ilerle- di Ben bir parça geride kalarak in- tizar ettim. Beş, on dakika sonra ya- nana dönen Arif Necibin, gözleri yaş- lar içinde idi. Zavallı arkadaş ağlı- yordu.. Arkadaşım: “Komitceller mezar- tığı adargakıllı karıştırıyorlar. Mo - zarını eşerek Râk ile yeksan ediyor- lar, bütün mezar taşlarını kırarak tesviyel turabiye yapıyorlar. Her şey bitmiştir. Sabaha kadar bir tek me- zar kalmıyacak, bütün cedat çiğne- mnecok, mazi, mahyvolacak,, dedi.. Elim, ayağım tiril, tiril titriyordu. Şu gözümün önündeki yıkık taşlar altında benim de dedem ve cedadım yatıyordu. İçim fenalaştı.. Fukat.. Böyle yüzlerce mütecavüz karşısın- da gece yarısı iki Türk gencinin va- zifesi, sinir ve nefsine hâkım olarak temkinli hareket etinekten başka bir şey olmaması lâzım gekliğini düşü - nerek ağlıyan arkadaşımı teskine ça- lıştım.. Derbal bir karar vermek icap edi- yordu. Arkadaşıma: “Haydi döne - Hm,, dedim. Meyus ve bitkin hir halde tenha sokaklardan kasabaya doğru dönerken, kararımızı verdik.. Bu gece, ne yapıp, yaparak bu berif- Terin sabaha kadar mezarlığı büs - bütün yıkmalarına, sırtlanlar gibi karıştırmalarına mani olacaktık.. 'Doğru, kasabanın kaymakamlığı - ©a gittik. Nöbetçiye kaymakamı #ordük... Kaymakam Vazelof, genç ve toy bir Partizandı, Asayişinden mesul bulunduğu bir memleket içinde me- zarlıklar yıkılıp, mezarlık bekçisi - nin kulübesi yakılır, itfaiye gider ge- İir de, onun haberi olmaması imkâ - ni olur muydü.. Her şey berveçbi peşin düşünü - Küp, tasarlanmış, Türklerin müra - caatları yerine getirilmemesi — için kaymakam kendi izini kaybetmişti. Jandarmaya, kaymakamın nöbet. çi çavuşunu sorduk, ©o da ortadan kaykbolmuştu. Jandarma bizimle a - <lay etmek istiyerek: “Kaymakam zannedersem, kiliseye duaya - gitti,, dedi.. Filhakika Hiristiyanlar, o gece, dini yortuları münasebetile kilise - lerde sabahlara kadar ibadet ede - Tek, ellerinde muümlar, sokak ve cad- delerden geçerek evlerine dönerler. Bu bir dini âdettir, fakat, kayma - kamlıktaki jandarmanın bize mani- dar bir surette kaymakam Vazelo » fun kilisede bulunduğunu söylemesi, esasen bizce şüpheli olan işin iç yü- zünü bir kat daha aydınlatılıyordu. Çünkü, mezarlık hüdisesi gelişi gü- zel tesadüfi bir iş olmayıp, Müslü - man cemaati ile kasaba belediyesi arasında on, an beş yıldanberi sü- güncemede kalmış muallâk bir me- mesele idi. Çünkü, kasaba kalaba- lıklaşıp genişledikçe — mezarlık,, 16 bin ulfuslu modern bir kasabanın €n mutena bir kenarında, göz önün- de, ve Dobruce komitelerinden bazı Bulgaristanda Pazurs kasabaşında Türk camisine ve pazar gerine umumt bür bakış çetelerin mahalle teşkiline başladık- ları bir yerde kalıyordu, mezarlığın bir cephesini üzüm bağları, yan cep- hesini kasabanın parkı işgal ediyor- du, Belediye, burasını senelerden - beri istimlâk etmek istiyor, biz 'Türkler de razı olmuyorduk. Amma.. Bir şartla. Ecdadımızın mezarlık i- çindeki kemiklerini — Belediyenin Türklere vereceği başka bir yere tedrici surette naklederek mezar - lığı boşalttıktan sonra... Kanun bize hak veriyordu. Ve bizim bütün isti- natgâhımız da bu kanun idi., Yarısı Türk olan kasabanın sakinleri par « kın genişletilmesinde de — mültefik idiler. Maamafih, bize 78 dönümlük bir mozarlığı — rızanuzla — terkederken, kemikleri nakil ve ölenleri defnede- cek kasabaya yakm muvalık bir ye- rin ayrılmasını da istiyorduk., Ge- lip geçen bazı bolediye reisleri bu i- şi muvafık bir şekilde halle çalış « mışlarsa da muvaffak olamadan Par- İnsant düşünceli bir çok Bulgar - lar, böyle nazik ve mukaddes adde. dilen yerlere ait işlerin hallini ka « nuna bırakmanın münasip olacağı - ni söylüyorlardı. Bu fikre biz Türk- lerin hiç bir itirazımız yoktu., İşte bu vaziyet içinde iken, Dob « ruca komiteleri ile şımarık gayri ka- nunt Bulgar teşekkülleri Razgrad mezarlık hâdisesini meydana götir « mişlerdir. Bizim bilâhare öğrendi - Bimize göre, mezarlıktaki taşlar kı- rılıp, tesviyei turabiyesi yapılır » ken, ellerinde kazma küreklerle iş gören vatani teşekküller mensup - larının başında (Bulgar Milli Leji « yon) teşkilâtinim Razgrad şubesi ro isi Hubançef ismindeki bir genç ve mutaassıp papasla, bizzat kayma - kam Vazelaf ve üç yüz kişi kadar gayri mesul şovenist Türk düşmanı çete ve milli teşekkül azâları bulun- muşlardır. Biz, önce Arif Neciple birlikte, şayet, bir tocrübesizlik c - derek mezarlığır içine doğru bir par- ça daha sokulmuş olsa imişiz, öldü- rüleceğimiz muhakkak imiş, çünkü, gizli, gizli bu hüdiseyi haftalardan, aylardan beri hazırlıyanlar, silâhları, bıçakları ve hattâ bombaları ile me - zarlık yerine gelmişler ve Türkler tarafından bir tecavüze maruz ka « lacak olurlarsa kendilerini müdafaa etmek Üzere bütün tertibatı almış- lardır. Biz, mezarlığa yakın bir yor- den meşaleli hayaletleri seyreder - ken, heyyyyy... Gelmeyinnnnn... fa- Tan diye nağra atanlar, güya Türkle- rin yapacakları mezarlık müdafaa- sını, mezarlığı eşeliyenlere haber ve- rici münadiler imiş, Bundan maada, Türk mahalleleri- ne birer, ikişer gözcü konmuş, ve şayet. — Türklerde bir kımıldanma görülecek olursa, bu bekçiler gidip icap edenlere haber vereceklermiş, Bey... Gidi hey... Partizanlar ve çeteler elinde kendi benliğinden e - sasen çoktan bikıp usanmış olan za- vallı Türklerin gücü kuvveti, ağla » maktan başka neye yetebilirdi?.. Türk, boğazlanıp, kanı akıtılır, (Ha- san terzi, (Yunus aptal), (Karako- calar) da olduğu gibi, gözü üönünde cebren namusuna geçildikten son - ra bile, yalnız ağlar, Ve Allahına du- alar ederek, düşmanlık edenlerin be- L ARAYE | Kadının Avuçları. (Dördüncü suyfadan devam) —| Cemile, ne kadar da güzelleş - | miş, olgunlaşmıştı. Onu bekâr « | Jığımdan, eski çapkınlık zama « nından beri tanıyordum. Fakat, şimdi o daha nelis bir kadın ol« muştu. Sözü, sohbeti, hali ve tavrı bir erkek üzerinde öyle heyecanlı bir mıknatıs. oluveri- yordu ki... O gün Cemileye söz arasında: — Ne harikulâde şey olmuş - sun, dedim.. O güldü, ince parmaklarile ya- nağıma bir fiske vurdu: — Sus, dedi, hemen yaramaz- , lığa başlama... Gözlerini havaya dikerek ilâ- ve etti: — Ben artık yaşlı başlı bir ka- dm oldum. Az zaman mı geçti.. Yaş 33.. Cemile, benden hiç bir şey | saklamazdı.. O, sahiden 33 ya - | şında gevrek, olgun, mis gibi bir | muz halinde idi. | 2 * Bir hafta sonra, Cemile ile | tekrar buluşmak üezere ayrıl - mıştık. Vadeli gün geldi, çattı. Süslendim, püslendim, Cemile- vi, beni beklediği pastacıda bul- dum. Görür, içime bir sıcaklık doldu. Kalbim daha hızlı atmağa başlamıştı. Onu, bugün daha nefis bulmuştum. Aman, ne güzel şeydi o... Et - raftaki insanlardan sıkılmasam, onu oracıkta, tutup Öpüvere - cektim. Yumuşacık eli üzerine dokundurduğum — dudaklarımı bir türlü ayırmak - istemiyor - dum. Cemile, kendine çok yakı- şan, koyu yeşil bir kostüm giy- mişti. Şekerci külâhıma benzi « yen sivri bir de şapkası vardı. Kâfir, öyle bir fiyaka ile yana » Göğsü açıktı. İnsa- irperten bir titreme vardı göğsünde.. — Geç kaldın, Ahmet, dedi... — Neden canım... Tam va - kit... — Sekiz dakika geciktin... — O kadarcık kusura bak « ma... İşim bitmedi.. au:lnl avuçlarımda — sıkiyor - — Beni de artık, ilk randevü- ye gelen toy bir mektepli deli - kanlı yerine koyma.. Canım.. İşim ancak bitti ve işte geldim.. E nasılsın bakalım.. Hemen kal- kalım mı?.. Masanın üzerine baktım. Ce- mile bir kakao içiyordu. Bana: — Sen de bir şey iç te öyle kalkarız, dedi.. Hayatımda ilk defa girdiğim bu pastahanede Cemilenin güzel hatırı için bir acı kahve de ben içmeğe tabil mecburdum. Biraz ötede duran garsona benziyen bir adama: — Bir kahve getir, ama, sa - de olsun.. Diye seslendim. Cemilenin gözlerinin içine ba- kıyordum. Orada ne tatlı bir baygınlık ve derinlik vardı. E- lini hâlâ avucumdan bırakma - mıştım. Bir beyaz güvercin gibi o elleri okşuyordum. Öyle bir halde idim ki, kahveyi sabırsız- lıkla bekliyordum. İçip hemen, dışarı fırlayacak, Cemile ile şöy- le baş başa kalacak bir yer ara « yacaktım. Bu hissimi ona da aç« tım: — Yerimde duramıyorum, yavrum, dedim.. O, başını sal « ladı, güldü: — Benden mi sıkılıyorsun?.. — Evet, dedim, şu halin, da- ha doğrusu şu halimiz beni öy - le sıkıyor ki.. — Maşallah sen, ben görmi - yeli almış, yürümüşsün... Bu ne hararet?... — Seni seviyorum Cemile... Vallahi seviyorum.. Hem bili « yorsun ki bu aşk yeni değil, çok eski bir mazisi var... Canım Ce mile.. O kadar dalmışım ki, Cemi - lenin adeta ağzının içnie girecek gibi, ona sokulmuştum. Masa- nın Üzerine bir küçük tepsi ile kahve fincanı sürüldüğü vakit ancak kendime geldim. Garso - nun sesi, kulağımda bir fırtına tesiri yaptı: — Buyurun Bay Ahmet... Birden irkildim. Sesi tanıyor- dum. Döndüm baktım. Beyaz bir gömlek giymiş olan bu kadın garson, benim eski karım Sıdıka idi.. Reşat Feyzi BUGÜNKÜ PROGRAM Öğle neşriyatı: Saat 12,30 plâkla Türk musikisi, 12,50 havadis, 13,05 muhtelif plâk î Neşriyatı, 14,00 son. Akşam neşriyatı: 18,30 plâkla dans musikisi, 19,00 Şehir tiyatrosa komedi kısmı (İs- marlama koca), 20,00 fasıl saz he yeti, 20,30 B. Ömer Rıza tarafından arapca söylev, 20,45 fasıl saz he- yeti 71,15 orkestra, 22,15 ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün | programı, 22,30 — plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23,00 8004 1 — Öğle neşriyatında saat 13 den 14 de kadar Güneş klübünden naklen Güneş korosu, 2 — Akşam neşriyatında saat 18,30 dan 19 za kadar Güneş klü- bünden naklen Bay Bedri Rahmi tarafından konferans (Resim ve tTessam,) Yakında yeni igöçmenler geliyor Bir müddettenberi durmuş olan göçmen nakliyatı yakında yeniden başlayacaktır. Yeniden gelecek — göçmenlerin iskân işleri için tedbir alınmaktadır,” Dobrice Türklerinin anavatana getirilmeleri için Hükümetimizle Romanya Hükümeti arasında akde« dilen itilâfname mucibince bu göç. menlerin Haziranda nakline başla- Bılacaktır. Beygirlerin kanı muayene ediliyor Belediye hududları dahilindeki kazalarda bir teşrini sanide başla. mış olan reum mücadelesi ikmal edilmişlir. Mücadele esnasında ka« zalarda bulunan beygirler elden ge- Çirilmiştir. Bu hayvanlardan alınan kanların küçük sıhbiye baytar meke tebindeki — laboratuarda muayene- leri yapılmıştır. Doktorlarımız Parise gidiyor 24 Temmuzda Pariste toplana- cak olan arsı uluşal çocuk Psyçhis atrle kongresine memleketimizden de bir çok çocuk hastalıkları mü- tehassısları iştirak — edeceklerdir. Kongre 24 temmuzda başlayacak 23 temmuzda nihayet bulacaktır. Ne kadar konserve Et yiyoruz? Belediyeye gönderilen bir ta. mimle İstanbulda bir senede istih. Jâk edilen konserve etin kilo itibarile acele tesbiti İstenmiştir. Memleketin et konserve ihtiyacı şimdiden tetkik edilmektedir. Şaka — Öyle bir iskarpin İstiyorum kt içi geniş ve rahat olsun, amma di- şardan da dar ve küçük görünsün, — Elbette telefona cevap verecek. sin, ben seni buraya ne diy& aldım? —— Eski İstanbul batakhaneleri: KUMAR.. —— vYazan: M. S.ÇAPAN Halkarasındakumarçe- şitleri, kumar anlayışı Palamut, Apanas, yalama, tek düşür- mek.dedikleri kumar nevilerinelerdir?. | Bidile kenarları hafif hafif alı - nan iskambil kâğıdı. (Bu kâğıt, yandan kesilirse, ikili, üçlü, dört- lü ve ilâh gibi boşlar, tepeden kesilirse bey, papaz, kız ve vale gibi makbul kâğıtlar alınır. Bir kumar hırsızı bu cinsten kâğıt- larla oynarken, ona göre keser, daima doluları alır, boşlar «ena- yi» ye kalır. Böyle kâğıtla piket, basma gibi oyunlarda çok isti- fade edilir.| Posta — Para çık, miktar söy- le. Peniz et — Söyle, haber ver. 'Tüymek — Kaçmak, savuş - mak. «Baktım herif malları kay- bedince su koyverecek, hemen tüydüm!» (Külhanbeyi argo - gunda da ayni manada kullam « hır.) Akoza ” Agüze — Sağlamlaş- tır. söyle haber ver. Piyaytos — Yakalanmak, tu - tulmak. «Öküzler elimde idi, e- nayi (aç elini!) diye saldırdı, piyastos oldum!'. Maya — Sulu, arsız. «Ömer- mi, keriz ettiğini görürse, ya - kanı hiç bırakmaz, mayanın bi- ridir.» Bizden — Kurnaz, — açıkgöz. «Hasan bizdendir, korkma, is- tediğin gibi işlet» Bitli — Az paralı, hiç parasız. 'Toka et —Ver. <Toka et mal- Tarı bakalım!» z Tirbişür — Kumar — hırsızı. IBu tabir beynelmileldir.) Bayılmak — Cepteki para - Jarın hepsini kaybetmek. «Dün bakara oynadım, bütün para - ları bayıldım.» Haybeden oynadı — Cebinde para yokken kumar oynamak. «Cebinde meteliği kalmamıştı. Şano — Posta çıkılan para - nın önüne konulan miktar. <O- tuz beşin biri önüne, at baka - hm'» (Önüne tabirinin ııkuııı.ı(_)ı' argosunda adı, «şano> dur. O - tuz beşin biri, yani otuz beş ku- ruşun bir kuruşu önüne demek- tir. Düşeş, dübeş, düsse atan, 35 kuruşun tamamını kazanır, dört çahar, dubara, hep yek â- tan kaybeder. Şeşbeş atan yal - nız şanodaki bir kuruşu alır, iki bir atarsa yine şanoyu, yani bir kuruşu kaybeder.| Kavanço — Değiştirmek, ay- ni cinsten bir şeyin yerine baş - kasını koymak. «Kahvecinin ge- tirdiği kâğıtları çaktırmadan kaldırdım, cebimdeki doktorlu kâğıdı hemen kavanço ettim.» IKlüplere, sosyetelere, anfami, oyunlara giren Şık, gösterişli tibrişörler de böyle yaparlar, klüplerde ve sosyetelerde oyna- mak için veblen kâğıtları, bir kolayını bulup - ceplerine in - dirirler, onların yerine cep- Terindeki işaretli kâğıtları kol- lar. İşte kavanco budur.) Liniron — Oyun oynayıp ye- nildikten sonra kaybedilen pa- rayı vermek. « (Bu tabir rumcadır ve bir de şarkısı vardır: Linironi, lipironi! Nefayes kayimeni! Avri, İ Istanlul halkının Bblir aralık hem kesesini hem kanını emen mepher Yıldız. kumarhanesinin salonu İskorva, koromidi! Kement — Hırsızlıkla tibri - şörlükle para kazanmak, boğ- mak. «Otuz askeri vardı, bir sa- atin içinde kementledim!'» Araklamak — Çalmak. (Kül. hanbeyi argosunda da ayni ma- nada kullanılır.) Halalim — Enayi, aptal, ku - ymar hilelerini yutan adam, Şanjör — Fiş verip, para alan adam. Sarraf. Ibeynelmilel bir tabir). Krupye — Bakarada kâğıt da- ğıtan, para hesaplarını idare e- den. Kuafa — Figüran. (Bu adam- Onlu, papaz, vale ve kız gibi. Kafa — Fiküran. (Bu adam- lar, hile ile parası alınacak za - vallının oyun oynayacağı masa- ya oturtulur, önlerine çok para könur, enayi çok parayı görün- ee heveslenir. Kafalar, büyük bir hırsla oyun oynarlar, bu a - damlar gündelikle tutulur. Ena- yinin bin Hirası da alınsa, kafa - ların alacakları 3-5 ve en faz- lası 7 liradır.| Kamış koy — Aralarını boz. Kurnaz, hilekâr oyuncu aley - hine enayi oyuncuya gıyaben söz söylemek, Sonra onunla oy- namak.: «Kamış koy da ben ya- pişayım!» Takım — Kumar alâtı. Zar, kâğıt, fiş, sabo, tabelâ ve ilâh, Ölü — Cıvalı zar. İşaretli kâ- ğit iskambil. «Ölüyü ortada bı- rakmak doğru değil, hemen kal- dir!» Enayi — Sersem, aptal, her türlü hileyi yutan. Ayna gibi oldum — Paraları- min bhepsini kaybettim. «Dürt zarda ayna gibi tertemiz oldum.. Kamış koyma — Ara bozma, Su koyverme — Sulanma, ar- sızlanma. Mikrop — Düşkün kumar hır: sızı, kumarın bütün hilelerini bilen adam, fendbaz. Ikülhan - beyi argosunda resmt ve sivil polis). Palamut — Bakarada yapı - Jan bir nevi hile. JPalamutun bir çok nevileri vardır. En belli başlısı (beşli palamut) tur. Mü- teaddit formülleri vardır. Tıpkı bir şifre gibidir. Tİskambillerin tanzimile yapılır. İşte bir for - mül: 2655700883532 4401320064 3014106403074 00002762654 800793232520 36000782650 300644064100 1772 Bu formüldeki rakamlar, is - kambil kâğıdının — sayılarına mukabildir. Meselâ, (2) rakamı ikili, (6) rakamı altılı, sıfırlar da papas, kız, vale, onlu karşı - hğıdır. Bu şifreye göre, evvelâ ikili ele almır, üstüne (6) hi konur, daha üstüne (5) li. vine bir (5) li sonra yedili. yedilinin üstüne iki surat ve ilâh.. konu- larak devam edilir. Bu suretle tam seksen beş kâğıt üst üste *« formüldeki âl;i =m ;ı:ııı.ıı— meydana ut 4 a (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: