, 25 Ağustos 'N ul ri Demirağ, ile ir konuşma Yazan : Profesör doktor eden terbiyesi kursunda- ki öğretmen arkadaşlarla beraber Yeşilköydeki Nuri De- mirağ tayysve atölyesindeyiz. Arkadaşlarımız uçma hevesleri- nİ bol bol tatmin ederken ben de atölyede dolaşıyorum. Neri De- mirağ henüz gelmemiş. Fakat bu binada hev sey, yüksek Obir disiplin ve terbiye, iş terbiyesi Bişanelerini aksettiriyor. İlk gö“ na ve soluna asılmış levhalar ok du, Bu levhularda iki ana prem- sip tesbit edilmektedir! ş | — Her şahsi servet, mitletin ferd elindeki bir emanetidir. Her #manet gibi bunu da suiistimal bir cürümdür. 2 — Büyük teşebbünlerde mir vafakıyet ancak şahsi kusurlar» dan münezzeh olmakla omüm- kündür, Demirağ bu O esmsları al kanad halinde o resmeltir. miş: İffetsistir, içki, kumar, tembellik onca öyle nakiselerdir ki bunlarla mahmul olan adam ilerleyemez. Atölyeleri gezmeye devam & : i prensipin daha ve edildiğini görüyorum 1 — İnsan gilctnün her şeyi Türk te yarattığı 2 — Zafer, :. İşinde sessiz ve gösterişsi; lışılan bu temiz binayı dolaşıp methale dönünce bu eserin sa. bibi olan ve memleketin en ne- zih şöhretlerinden birisi olan Nuri Demirağla karşılaşıyorum. Bu yağız çehreli, zeki bakışlı ınadolu evlâdı bizi tekellüfsüz bir kibarlık, samimi bir sadelik- le kahul ediyor. Şimdi, kendi alınterile er | servetini küplere doldurup h. hizmetine tabsi bini yapacak ve arttığını Nuri Demirağ sis etmiş olmakla efsanevi bir! göhret kazanmış olan Nuri ODe- mirağla başbaşayız. Onda her muvaffak adamda olduğu İ bette hizmetten mahrum kaldığ * larla övünmektedir. Sadi Irmak mekle zevk alacak bir yarntılış ta değildir. Onun nazarında ser- vet, milletin bir vediasıdır ki an- cak millet emrinde, millet işle- rinde kullanılması lâzımdır. O, © servetini bu yolda kullanabildik- çe mes'ud olmuş, istediği nis zaman keder duymuştur. Sivas- Erurum battında kazandığı milk yonlarla değil, ecnebi şirketlerin teklif ettikleri fiatlardan kırdığı ve devlete kazandırdığı milyon- O, şimdi bütün ihtirası tayyaracilik sa- hasında memlekete hizmete tev- cih etmiştir. Atölyesinde her şe- yi burada yapılmış tayyareler gördük, bunların yapılışına gös terdiği itinayı hayranlıkla tema- şa ettik. Fakat o, herhangi bir faniyi mes'ud etmeye kâfi olan bu bizmetile iktifa edemiyor. O- nun nazarında tayyarecilik Türk milletinin bir ölüm kalım da sıdır. Bötün orta mekteb mezun- ları tayyare kullanabilmeli, üni versite mezunları ise bomba tay: yaresine bile hâkim olmalıdır. Bu güzel ideale kavusmak &- gibi;çin bütün varlığım fodaya hazır muhatabını çabuk anlamak mak | olduğunu zevkle gördük. Yeşik sadını kestirme yoldan itada et- mek kudreti, fevkalâde bir in- işafa kavuşmuş. Üç saat süren iz hep memleket me- seleleri etrafında dönüyor. Esa- sen Nuri Demirağ kendisile hu! susi hayatın zevklerinden, ka dımdan, oyundan bahsedilecek adam değildir. Mes'ud ve disips| Binli bir reisi olarak beden| ve ruhunu cinsi maceraların ta| sallutlarından koruyabilmiş duğu gibi alkolis de hiçbir mü- nasebeti yoktur. Paraya gelince; vakıâ milyonlara sahibdir, fakat esa- gör. köyde len kendi yetiştirdi- ği Divriki orta mekteb mezun- ları uçmaktadır. Kendi oğlu ile diğer bazı mühendis namzedle- ri mükemmel birer tayyareci ol mak yolunda (o yetişmektedirler. İlk fırsatta bir Otayyare lisesi kurmak ve nihayot bir tayyare Üniversitesi yaratmak onun içten bir dileği ve kararıdır. Hangi Türk bu kara.inrı alkışlamaz ve ol.)onun muvaffakıyetini dilemez? Türk gençliği havacılıkta mu- vaffak olacak mı? Atı ve kıhcı en iyi kullanmasını bilen Türk oldu, Bu yeni harb silâbım na (Devamı 4/2 de) SON POSTA *GİREŞ MISAHABELERİ Sayfa 3 Anadoludan yetişen müthiş pehlivan Yazan: M. Sami Karayel ehlivan, yalnız Rumelin-| Şalvarlı bir medrese den çılomazdı. Anadlu- dan da müthiş pehlivanlar ürer- di. Öylesine pehlivanlar çıkardı ki, bunların sırtını yere vurinak mümkün olmazdı. Sivaslan, Yozgaddan, Kastamonudan, Cv rumdan, Tosyadan, o Boludan, Ordudan ekla ve hayale grlme- dik devler birdenbire İstanbul- da; Rumelinin meşhur yerlerinde görünürlerdi. Tanınmamış olen bu pehli sar bir de bakarsınız baş güreşlerde arzı endam eder- lerdi. Anadolu pehlivanları, yağ güreşi bilmezierdi. Onlar kuru ve karakucak © güreştiklerinden dolayı hasımlarını çok ağir bas sarlardı. Yağ güreşinde yenik meleri koluy sanılan bu pebli- vanlar, bilâkis hasımlarını o yes nerler veyuhud eterlerdi. Bun- dan kırk sene evvel ben, bunlar- dan bir tanssiae rastgeldim. Bu, korkunç gövdeli pehlivanın ha- yali daima gözümün önündedir. Okuyucuları temin ederim ki, daha bu yaşa geldim böyle bir muntazam ve müşekkel vücud görmedim. Vak'a ;öyledir: Bundan kork sene evvel Eeyazıdda bir pehii- van kahvesi vardı. Bu kahveye kadar eski ve yeni pahlivan- lar varsa gelirdi. Kahve, sdelâ klüp gibi idi. Pehlivan meraklısı olan beyler de bu kabvenin mü- davimleri idi. Ben de bu kahve. nin. daimi müşterisi m. Devrin (o başpebfivarlarından meshur Sarı Hafız, bu, kahveye gelirdi. Sarı Hafızın o müdavim olduğu medrexs buraya yakındı. Hafız, bildiğimiz medrese sof- tası idi. Beyaz sarıklı, deve tüyü renginde geniş, ibadet Jütan... çömezi. Orta boylu, geniş omuzlu, Çel meceli ve kabarık göğüslü, kırık! kulaklı, sarıdan ziyade kistin çe- lan renkte pos bıyıklı, belden a- şağısı fevkalâde adaloli zeki ve çetin bakışlı bir pehlivan!. . Sarı Hafız, © devrin meşhur başpehlivanlarından ogümrükte veznedar Camal Beyin çırağı idi. Cemal Bey, elyevm berhayattır. (Allah daha uzun ömür versin.) Kahveye, Sultan Aziz devrin htiyar başpehlivan , bunların içinde en sevdiğim pehlivan meşhur Po- mak Deli Murad idi, Seksen yas şında olan bu adam, dimdik ve sertti, Sultan Aziz devrinin peh- Bvankk menakibini anlatır du- rurdu. * Bir gün kahvede oturuyorduk. İçeri iri yarı, uzun boylu, kara yağız, yavuz bıyıklı, kuru ve ke- mikli suratlı, adali ve geniş en- seli, beyaz sarıklı, siyah cübbeli bir softa girdi. Esselâmüaleyküm dedikten #onra bir köşeye otur- du. Kakveci Hüseyin sordu: — Ne içeceksiniz! — Bir lokum getir... Fakat ben, Sarı Hafızı arayorum, Bu: rada mı? Deyince.. esasen kirişte olan kulaklarımız kabardı. Bu, softa- nin, Sarı Hafızı aramasında ma- na vardı. Kahveci sordu: — Sarı Hafizi tanıyor musu- nuz?... — Hayır, tanımayorum... — Hemşeri misiniz? — Hayır, ben, Orduluyum... O, Tekirdağlı imiş... — Neye aradınız? — Hiç!... Fakat bir güreş Iyapmak istiyorum onunla!. Rica ederim buldurunuz. Deyince, ben, *oftanın yanma ittim. Merhaba, hoş geldin (i- lândan sonra sordum: — özleme geliyorsunuz? — Hafızla güreşmek için mi geldiniz tâ oradan? — Allah kismet ederse!.. Diye kesip attı, Meğer Haf zi, Samsun güreşlerinden ve gr- yaben tanımı;. Hafız Samsuna gidip başa g'reşmişti. Adamca- !ğiz o, güreşlerde bulunanıamış. Halbuki oralara hâkim bir baş- pehlivanmış... Hai:z, Samsunda pehlivanlar yenmis, başı alıp gitmiş... Ordulu softa, bunu hba- ber alınca içerlemis, derhal cüb- besini topladığı gibi İstanbulun yolunu tutmuş. . Maksadı, Sarı Hafızı yenmektir. Samsuna ge- lip boy ölçmesinin intikamın; al maktır, Her ne hal ise, haberi Sarı Hafıza yetiştirdik... Medresede uzanmış yatıyordu. O da cübbe- sini toplayıp kahreya geldi. Has- mile karşılaştı, Fakat ne yolan söyliyeyim; o Hafız, Ordulunun yanında çocuk gibi kaldı!.. Hafız, ne olacağı belirsiz gü- reşe girmek İstemiyordu. Hasmı- nı da elli ayaklı görmüştü. Bana şunları söyledi; — Usta izin vermeden güre- şemem!. Sonra, nerede güreşe- ceğiz! Yer yok!. Hafızın, yer yo'c demesi doğ- (Devamı sayfa 1/1 de) Bulmacamız Bugün sayfa 4/1 dedir