25 Ağustos 1942 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 3

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

25 Ağustos SON POSTA Sayfa 3/A 66 uri Demirağ, ile bir konuşma Yazan : Profesör doktor Sadi Irmak B eden terbiyesi kursunda- ki öğretmen arkadaşlarla beraber Yeşilköydeki Nuri De- mMmirağ tayyare atölyesindeyiz. Arkadaşlarımız uçma hevesleri- ni bol bol tatmin ederken ben de atölyede dolaşıyorum. Nuri De- mirağ henüz gelmemiş. Fakat bu binada her sşey, yüksek — bir disiplin ve terbiye, iş terbiyesi nişanelerini aksettiriyor. İlk gö- züme çarpan şey medhalin sağı- na ve soluna asılmış levhalar o du. Bu levhularda iki ana pren- sip tesbit edilmektedir: 1 — Her şahsi sexrvet, mifletin ferd elindeki bir emanetidir. Her emanet gibi bunu da sulisti ir cürümdür. 2 — Büyük teşebbüslerde mı- vafakıyet ancak şahsi kusurlar- dan münezzeh olmakla müm- kündür. Demirağ bu esasları al kanad halinde — resmettir- miş: İffetsizlik, içki, kumar, tembellik onca öyle nakiselerdir !Kl bunlarla mahmul olan adam ilerleyemez. n A'ölyeler_i gezmeye devam e ıe.':.a."'“,dş.".'_n;u_m*wn rİZE 3 .— Zeke A ucunda değli, tayyarakı Sünin nesindedir. W e İçinde sessiz ve RÖsterişsiz on- lışılan bu temiz binayı dolaşıp methale dönünce bu eserin sa- hibi olan ve memleketin en ne- zih şöhretlerinden birisi olan uri Demirağla karşılaşıyorum, Bu yağız çehreli, zeki bakışlı Anadolu evlâdı bizi tekelkifsüz bir kibarlık, samimi bir sadelik- le İn_ılıul ediyor. Şimdi, kendi alınterile büyük Servetler yapmış ve servetini her Nuri Demirağ sis etmiş olmakla efsanevi bir şöhret kazanmıs olan Nur; De- mirağla başbaşayız. Onda her muvaffak adarada olduğu gibi muhatabını çabuk anlamak mak sadını kestirme yoldan ilade et- mek kudreti, fevkalâde bir in- kişafa kavuşmuş. Üç saat süren görüşmemiz hep memleket me- seleleri etrafında dönüyor. Esa- sen Nuri Demirağ kendisile hu- susi hayatın zevklerinden, — ka- dından, oyundan bahsedilecek adam değildir. Mes'ud ve disip- linli bir aile reisi olarak beden ve ruhunu cinsi maceraların ta- sallutlarından koruyabilmiş — ol- duğu gibi alkolle de hiçbir mü- nasebeti yoktur. Paraya gelince; vakıâ milyonlara sahibdir, fakat servetini küplere doldurup hesa- tah-İbını yapacak ve arttığını — gör- Ve SRdeeide ÖS ddi BĞ B BĞ $eT Ci İ Dti İ eee e e e ll mekle zevk alacak bir yarntılış- ta değildir. Onun nazarında ser- vet, milletin bir vediasıdır ki an- cak millet emrinde, millet işle- rinde kullanılması lâzımdır. O, servetini bu yolda kullanabildik- çe mes'ud olmuş, istediği' nis- bette hizmetten mahrum kaldığı zaman keder duymuştur. Sivas- Erurum hattında kazandığı mil- yonlarla değil, ecnebi şirketlerin teklif ettikleri fiatlardan kırdığı ve devlete kazandırdığı milyon- larla övünmektedir. O, şimdi bütün ihtirasını tayyarecilik sa- hasında memlekete hjizmete tev- cih etmiştir. Atölyesinde her şe- yi burada yapılmış tayyareler gördük, bunların yapılışına gös- terdiği itinayı hayranlıkla tema- şa ettik. Fakat o, herhangi bir faniyi mes'ud etmeye kâfi olan bu hizmetile iktifa edemiyor. O- nun nazarında tayyarecilik Türk milletinin bir ölüm kalım dava- sıdır. Bütün orta mekteb mezun- ları tayyare kullanabilmeli, üni- versite mezunları ise bomba tay- yaresine bile hâkim olmalıdır. Bu güzel ideale kavusmak i- çin bütün varlığımı fedaya hazır olduğunu zevkle gördük. Yeşil- köyde şimdiden kendi yetiştirdi- ği Divriki orta mekteb mezun- ları uçmaktadır. Kendi oğlu ile diğer bazı mühendis namzedle- ri mükemmel birer tayyareci ol- mak yolunda — yetişmektedirler. İlk fırsatta bir tayyare lisesi kurmak ve nihayet bir tayyare üniversitesi yaratmak onun içten bir dileği ve kararıdır. Hangi Türk bu kara:ları alkışlamaz ve onun muvaffakıyetini dilemez ? Türk gençliği havacılıkta mu- vaffak olacat mı? Atı ve kılcı en iyi kullanmasıaı bilen "Tü>k oldu. Bu yeni harb silâhını ne- (Devamı 4/2 de) K TE DA SAR Ş A a * GAS ; ehlivan, yalnız Rumelin- den çıkmazdı. Anadslu- dan da müthiş pehlivanlar ürer- di. Öylesine pehlivanlar çıkardı ki, bunlarıa sırlını yere vurimak mümkün — olmazdı. Sivastan, Yozgaddan, Kastamonudan, Co- rumdan, Tosyadan, — Boludan, Ordudan akla ve hayale gelme- dik devler birdenbire İstanbul- da, Rumelinin meşhur yerlerinde görünürlerdi. Tanınmamış olan bu pehlivaniar bir de bakarsınız baş güreşlerde arzı endam eder- lerdi. Anadolu pehlivanları, yağ güreşi bilmezierdi. Onlar kuru ve karakucak — güreştiklerinden dolayı hasımlarına çok ağır ba- sarlardı. Yağ güveşlade — yenil- meleri kolay sanılan bu pebhli- vanlar, bilâkis hasımlarını — ye- nerler veyahud ezerlerdi. Bun- dan kırk sene evvel ben, bunlar- dan bir tanesine rastgeldim. Bu, korkunç gövdeli pehlivanın ha- yali daima gözümün önündedir. Okuyucularırı temin ederim ki, daha bu yaşa geldim böyle bir muntazam ve müşekkel — vücud Vak'a şöyledir: Bundan kırk sene evvel Beyazıdda bir pehli- van kahvesi vardı. Bu kahveye ne kadar eski ve yeni pehlivan- lar varsa gelirdi. Kahve, adetâ klüp gibi idi. Pehlivan meraklısı olan beyler de bu kalıyenin mü- davimleri idi. Ben de bu kahves nin. daimi müşterisi idim. Devrin — başpeh'livarlarından meshur Sarı Hafız, bu, kahveye gelirdi. Sarı Hafızın. müdavim olduğu medrese buraya yakındı. Hafız, bildiğim'z medrese sof- tası idi. Beyaz sarıklı, deve tüyü renginde geniş, ibadet JTâtası.. e S GÖREŞ MÜSAHAPLLERİ Anadoludan yetisşen müthiş pehlivan Yazan: M. Sami Karayel Şalvarlı bir medrese — çömezi. Orta boylu, geniş omuzlu, Çek- meceli ve kabarık göğüslü, kırık kulaklı, sazıdan ziyade kızıla ça- lan renkte pos bıyiklı, betden a- şağısı fevkalâde adaleli zeki ve çetin bakışlı bir pehlivan!. . Sarı Hafız, o devrin meşhur başpehlivanlarından — gümrükte veznedar Cemal Beyin çırağı idi. Cemal Bey, elyevm berlayaltır. (Allah daha uzun ömür versin.) Kahveye, Sultan Aziz devrin- den kalma ihtiyar başpehlivan lar da gelirdi, bunların içinde en sevdiğim pehlivan meşhur Po- mak Deli Murad idi. Sekseu ya- şında olan bu adam, dimdik ve sertti. Sultan Aziz devrinin peh- Hvanlık menahlibini anlatır du- rurdu. * Bir gün kahvede oturuyorduk. çeri iri yarı, uzun boylu, kara yağız, yavuz bıyıklı, kuru ve ke- mikli suratlı, adali ve geniş en- seli, beyaz sarıklı, siyah cübbeli bir softa girdi. El&eıimünleyküm dedikten sonra bir köşeye otur- du. Kakveci Hüseyin sordu: — Ne içeceksiniz! — Bir tokum getir... Fakat ben, Sarı Hafızı arayorum. Bu- rada mı? Deyince.. esasen kirişte olan kulaklarımız kabardı. Bu, softa- nın, Sarı Hafızı aramasında ma- na vardı. Kahveci sordu: — Sarı Hafızı tanıyor musu- nuz?... — Hayır, tanımayorum.,, — Hemşeri misiniz? — Hayır, ben, Orduluyum. .. O, Tekirdağlı imiş... — Neye aradınız? — Hiç!... Fakat bir — güreş yapmak istiyorum onunla!. Rica ederim buldurunuz. Deyince, bea, softanın yanına gittim. Merhaba, hoş ge'din fi- lândan sonra sordum: — Nereden geliyorsunuz? — Ordudan!. — Hafızla güreşmek için mi geldiniz tâ oradan? — Allah kısmet ederse!.. Diye kesip attı. Meğer Hafı- zı, Samsum güreşlerinden ve ge- yaben tanımış. Hafız Samsuna gidip başa g'üreşmişti. Adamca- ğiz o, güreşlerde bulunamıamış. Halbuki oralara hâkim bir baş- pehlivanmış... Hafız, Samsunda pehlivanları yenmis, başı alıp gitmiş... Ordulu softa, bunu ha- ber alınca içerlemis, derhal cüh- besini topladığı gibi İstanbulun yolunu tutmuş. . Maksadı, Sarı Hafızı yenmektir. Samsuna ge- lip boy ölçmesinin intikamını al- maktır. Her ne hal ise, haberi Sarı Hafıza yetiştirdilk... Medresede uzanmış yatıyordu. O da cübbe- sini toplayıp kahveye geldi. Has- mile karşılaştı. Fakat ne yalan söyliyeyim; Hafız, Ordulunun yanında çocuk gibi kaldı!... Hafız, ne olacağı belirsiz gü- reşe girmek istemiyordu. Hasmı- nı da elli ayaklı görmüştü. Bana şunları söyledi: — Usta izin vermeden güre- şemem!. Sonra, nerede güreşe- ceğiz! Yer yok!. Hafızın, yec yo'c demesi doğ- (Devamı sayfa 4/1 de) Bulmacamız Bugün sayfa 4/1 dedir — G AM v Y BK

Bu sayıdan diğer sayfalar: