e Vİ EE GEY AŞ A YAŞ PAN AA iğ | muhteşem binaları £ Yanlış Ki Saat yedi olmuş, kitabcı, dükkânının| kepenklerini kapamış gitmişti, Raflardan; — Oh! Diye bir ses yükseldi; — Oh, çok şükür biz bize kaldık, dük- kân açılıncıya kadar bol bol konuşur “| lsy ederiz. Bir riyaziye kitabı raftan bir kahkaha attı: — Bol bol alay ederiz, dediniz de, da- ha alaya başlamadan güleceğim geldi. Dostlar şu edebiyat kitablarının yanlış. rına ne dersiniz? Fizik kitablarından biri: — Ben de sana güleyim, riyaziye kar- deş, edebiyat kitabından sonra sıra sana geliyorm: : Coğrafya kitabları birbirlerine baktı Jar; — Sırasacaba daha başka hangı kitab. lara gelecek? İçlerinden biri kul bir söz söyledi: — Bize de gelecek sanırım. En yeni yazılmış bir coğrafya kitabı al dırış etmedi: — Adam sende, bize sıra gelinciye ka. dar daha çok zaman geçer, on sene evvel yazılmış, bir edebiyat kitabının yanlış'arı daha yeni meydana çıktı. O yüzden de başka edebiyat kitablarının yanlışlarının çıkarılmasına da o sebeb oldu. Doğrusunu isterseniz, ben şimdi onlarla bol bol a- Jay etmek tarafını iltizam ediyorum, js Riyaziyo atıldı: — Hakkı var, topun ağzında ben oldu- gum halde, aldırış etmiyorum. Edebiyat kitablarının da hiç sesleri çıkmıyor. den, vezinden anlamıyorlar, fakat acaba isimlerini de bilmiyorlar mı? Mustafa Nihadın kitabı — Tevekkeli değil, düşenin dostu olmaz demişler. İsmail Habibin kitabı — Doğrusu be- nim müelli: n adammış. tabları aramızda ittifak etmek, mütl hid bir cephe almak mecburiyeti Riyaziye kitabları bile biziml: dahi bilmiyoruz diye alaya başladılar, Daha başka bir edeviyat kitabı — Hay- di canım, onlar sanki kendi rin; bi. lara da bakın, riyaziye ki sarkıntılığa başladılar. Hadlerini | Edebiyat ki bil - miyoruz ha!.. Ya A dınız kimya mı, Hele içinizde olan la, kiminizde 7 minizdeki harmzı kl de asid ktoridriktir. Mustafa Nihadin kitabı .— Senin de fo.| Şiir kitahları hep birden gülerler; | yanı meydana çıkaranların yazdıklarını bakm; oküdum. ncere dik m kara İsmail Habibin kitabı — Haydi haydi nı mey 2! canım, onların hepsi kuru lâf, Sen baştan aşağı yanlışla dolusun. Mustafa Nihadın kitabı — Ya sende hiç mi yanlış yok? unuz? Kiminizdeki ok- dana vuruyorlar. Ders kitabları bulundukları raftan sarkmışlar, aşağı raftaki şür kitablarına bakmışlardır. İçlerinden biri: | Başka bir edebiyat kitabı — İkimizde — Bakın arkadaş'ar, bu avuç içi bü de var amma, şimdi birbirinizle kavga e- yüklüğünde yirmi varaklık nesneler de : "bizimle alaya kalktmışlar.. İdan sanki kendi - leri kiymetli matalarmış gibi Bir şiir kitabi — Beğenemediniz mf yanış kumkumaları. — Beğenemedik ya, bo- Kosk kafiye koleksiyonları. Bir şiir kitabı — Haydi haydi sus. A- , Gemi elinden çıkmış, sözde bilgiç, Bir ders kitabı — Asıl susmak sana dü. Şer, ilk mektebi bitirmemişin, karaladığı sözde kübik. Romanlar daha raflarda konuşulanla — Gördünüz mü şunların hâlini, evve-| Mâ edebiyat kitablerı kendi aralarında kavgaya başladılar. Sonra diğer ders ki ile tutuştular. Şimdi de sıra şiir ki- tablarina geldi. Desenize hepsi birbirin - den kusurlu Şiir kitabları, ders kitableri aşağı raf. ylenene kulak verm ağı ra Tir er. Üst duy Şimdi de romanlar âleyhimizde ko- nuşuyorlar. Bir ders kitabı bağırdı: — Ay siz de mi lâfa karıştınız, evde kalmış gelinlik kızlar. Bir şiir kitabı — İşte bir 'ders kitabın- ilk defe doğru bir söz çıktı. (Devamı 11 inci sayfada) me — — Yaralı kalbimin hakkı var. Lizbet Zay deli hâlâ unutmuş değilim. Zaman, 2 man onu hatırladıkça benliğim sarsılıyor. Hem ben boylu, boslu sarışın kadın - arı seviyorum. Ferhünde, - benim gibi, emerdir. Ah Lizbet Zaydel!.. “Türkiyeye ve buraya ni mütevazı köşemde n sun?. Taâ,.. Berlinden dar uzanarak bö- eden sarsıyor - * Seni Allah kahret. Ferhunde!.. Yaz. dığın bir mektub yüzünden yolda, tram- vayda, arabada, mektebde, rita ve ya- takta beni Lizbet Zaydelin hayalile boş başa bıraktığını bir bils İki gündenberi muttasıl hatıralarile meşgulüm: Berlinde (Unter den Linden) de bir kenapede oturuyorum. Kanapenin başına hayal kadar güzel, billür kadar şeffaf, su; kadar berrak, ipek kadsr nermin, kuş ka- dar cana yakın, miknalis kadar çekici, elektrik kadar seyyal, ceylân kadar çe -| kingen bir kız geliyor. Bu kız kanapenin |“ ucuna ilişmiş, gazetesini okumağa başla. mıştır. Yan gözle yüzüne bakıyorum; bütün varlığımı ihtirasın potasında erimiş gö - füyorum. Gözlerim sisleniyor, dümanla- ıyor; bu sis, bu duman ilâhi bir rüzgârla! Gağıtılınca yer yüzünden her şey silin - fırsatı kaçırmıyarak sokütuyorum: miştir; yalnız ve sadece «ikimiz» varız, | — İch bin cin suvsslander Fraulein; Biraz evvel şu geniş meydarı, şu asfalt darf ich sie begleiten? çaddeyi, şu muazzam (Kafe bavver) i, şu (o «Ben bir ecnebiyim matmazel; size re- yorum şimdi her fakatime müsaade eder misiniz? taraf dümdüzdür; gözlerim, ancak ve min | Gülerek soruyor: hasıran, oturduğum kan nin öbür u «| — Ecnebi mi? Hangi milletten?. cunda gözete okuyan kızı görüyor. — 'Tipime nâzaran siz bu'«maz mısınız? Belli ki Almandır; fakat çehresinde| — Bir Rust. Alman tipinin domates kırmızılığı yok. — Aman matmazel; Rus tipi sarıdır, Yuvarlak çehre, basik burur, büyük a-| bense buğday rengindeyim. Saçlarım si - ız, kızıl renk, kalın vücud, büyük ayak. | yahtır. İşte «Alman kadını tipi budur. Fakat bu| — Hakkınız var, Fransız olacaksınız. kızın çehresinde Venüsün ilâhi güzelliği,| — Bilemediniz matmazel... bir an bile susmaksızın, «ben buradâyımıi — İtalyan!. 'diye haykırıyor; profilden tam iyenyen bir tip... Çıldıracağım!.. Ah tabiat!. Ne güzel ve ne lütufkâr - ilk aşkımın S'Dİ. Senin yakıcı ateşinde bile bir okşa- İyicılık hassası, kasırgalarında dahi bir edası vardır. Rüzgârdan ayırdığın bir ii müfrezeyi kızın gazetesine sal - dırtmak suretile beni ne büyük bir min - net yükünün altınâ soktuğunu biliyorsun değil mi? Koşup gazeteyi yerden alıyor ve kıza iz — Biteşön frolâyn?. Yüz yirmi sekiz bincennet hürisinin; Tetrafoni söyledikleri «aşk şarkısı. ndan| daha tatlı bir musiki nağmesi yükseliyor: ayağa kalktığını görünce, — Müddelumumirtin elinde beni itham edecek daha ciddi, daha esaslı bir delil bulunup bulunmadığını lüt -| fen kendisinden sorar mısınız? dedi. | Karl'ın bu sözleri üzerine, milddeiu- mumi müstehzi bir eda ile ve şeytani | gülüşle gülümsedi. Önündeki kâğıd| ından bir kâğıd çekerek a. yağa kalktı ve bu kâğıdı evvelâ Karl'e österdikten sonra hâkimlere uzattı. Karl, müddetumumirnin uzattığı kâ- hd: görünce titremekten kendini ala - madı, | İ Karl İngilterede bulunduğu esnada Be:linle muhabere etmek için hususi İbir şifre kullanıyordu. lanahtarını, adese muavenetile ve gayet küçük (harflerle, Odöktorluğa — ve leczacılığı âid bir okataloğun ara. sına — yözmüist. Bu şifrenin bulun- duğu yapraklar, sonradan hafifçe ys- pıstırılmıstı. Karl İngilterede bulun - duğu müddetçe bütün öğrenebildiği şevleri sifreliyerek Brüksele gönderi - yordu, İste müddelumuminin bâkim- lere uzattığı kâğıdın üzerinde, bu şifre ile yazılmış mektubların kopyeleri var- dı. Burada, deniz silâhlarına, İngiliz harb gemilerinin tiplerine, deniz tahki- malına, köprülere aid bir yığın ma - Tümat vardı. Karl bir külçe halinde mazmun san- dalvasına yığıldı.. müddelumumi, hâ: kimlerin bir r edinmesi İmektublarından bazı parçalar okuduğu müddetçe, Karl'ın kafası bir noktanın İhallile meşgul oldu: İngilizler nasıl ve hangi vasıta ile onun bütün mektubları. nı elde edebilmişlerdi? Onu ele veren kimdi? Artık kendisi hakkında verilecek karara dair en ufak bir şüphesi bile o. Yamazdı: ğır hapis. başka bir şey beklemesine imkân yoktu. Heyeti hâkime karara çekildi. Mah. keme salorunda; samiler arasında, bir uğultu başladı. Dinleyiciler yüksek sesle Karl'a küfrediyor, yumruklarile onu tehdid ediyorlardı. Birdenbire mü- e———————— ÖLDÜRMEDİM — Yaklaştınız matmazel... Bu oyun çok hoşuna gitti, muttasıl gü- lerek devam ediyor: Banlı... — Çok yâklaştınız matmazel, gayreti. Oh buldum, buldum: Bir Brezilyah!. Wlüyorum, soruyor: ne olmadı mı?. O halde siz söy - lemelisiniz.. mredersiniz Türküm. — Bir Türk, bir Türk?, Kizin kaşları çatılıyor, keyfi kaçıyor. — Ne oldunuz matmazel inanmadınız mmı?. Hiddetle cevab veriyor: — Elbette inanmadım. Ben sizi centii- men bir genç zannetmiştim. Ialbuki he - nüz ismini dahi bilmediğiniz bir kızla eğ. lenmek cür'etini gösteriyorsunuz. Aman Yarabbi; ne şeker, ne bülbül, ne çıtıpıtı konuşuyor! — Affedersiniz matmazel; ben böyle bir terbiyesizlik yapmadım. Şiddet ve asabiyetle gözlerini, ah o gözlerini, o denizler kadar sonsuz ve de- rin gözlerini zava'lı gözlerime dikerek bağırıyor: — Fakat bir Türk olduğunuzu söyle - diniz... — Doğruyu söyledim frolayn!.. — Hâlâ eğleniyor! Hâlâ eğleniyor! Siz Türksünüz öyle mi?. — Evet... matmazel; ben bir O bu şifrenin! Alman casusu i i Karl Armhard'ın | kri göre ii Artık inkâr dön başirin, hâkimlerin geldiğini bildiret sesi duyuldu. Her şey, bir anda, sustü Mahkeme relsi, sakin fakat gür bir 9“ le karari bildirdi: On sekiz ay hapif cezası... Mahi keme salonunda, hoşnudsuzluğü ve şaşkınlığı ifade eden bir gürültü jKoptu. Karl şaşkın bir halde jandarma” ların arasında olarak kapıya yürü: Kararın hafifliği onu adetâ sersemö çevirmişti. Kendisine böyle hafif bi? cez ilişinin sebeblerini anlama için kafasını boşu boşuna yordu durdık Karl'ı Edinburg hapisanesine götür” iüler. Vâkıa o bir gün gelip nasıl olsâ kalanacağını, hapse gireceğini bef man için düşünmüş. ve kendisini bu” rlamıştı. Fakat bütün bunlard rağmen hürriyetini kaybetmek on& pek ağır geldi. Hatiralarını yanıtı satranç meseleleri hallediyor (fakat bunların hiç birisi ruhundaki kedefi dağıtamıyordu. Mahkümiyetinden takriben bir bu" çuk ay sonra bulunduğu hücreye, ser patik yüzlü, yürüyüşü bir süvariyi an dıran bir adam girdi. Karl'ı dostça s€ lâmladıktan sonra, pişkin bir eda İl rl'ın yatağına oturdu. Gülümseye “ — Aziz doktorum, nasılsınız? dedi. — Şikâyet için hiç bir sebeb görmüs yorum. — Hapisane hayatı size ağır gelmi yor mu? — Tabii geliyor... Fakat ben feyles©” fum, yüzbaşım. enim yüzbaşı olduğumu siz nef” den biliyorsunuz? rek: di, bunu anlamak o kada” güç bir şey değil. Hattâ ben size bun ” den fazlasını da söyliyebilirim: Siz A manyada Hüsar (süvari) âlayında hi?” met etmediniz mi? Meçhul ziyaretçi kahkaha #1, gülmi ye başladı: (Devamı 11 inci sayfada) zel, en mes'ud, en tatlı hüdisesi oldü Gülerek; — Aman bir Türk arkadaş; ne orijini şey!. Bana Türklerden ve Türkiyede” bahseder misiniz?, ğ Dedi, Derin bir sevinç heyecanı içinâ* cevab veri — Memnuniyetle, minnetle... Yazan: Zeynel Besim Sun Almancayı ne güzel konuşuyorsu ” nuz?. Burada mı öğrendiniz?. ; — Türkiyese mektebde frolayn, Üç 89“ — Hani alt göz kapaklarınız sarkık, üst| dır burada İlerletiyorum. metre uzunluğundaki bıyıklarınız?, Eli- nizle burnunuzu karıştırmıyorsunuz ya? Fer, şalvar, kırmızı ayakkabıları nere de? Belinizde tabanca, bıçak var mı?, Siz!, Bu güzel delikanlı!, Benimle eğ- lenmeseydiniz kibar diyebileceğim bir e-! İendi!. Siz Türk öyle mi?. Ayıb, yabancı İefendi ayıb!.. Bir kıza böyle muamele e - İdilmez sanıyorum. — Bir saniye müsaade buyurun İro - laynX Siz, Türk düşmanlarının çizdikleri karikatürlerin, uydurdukları yalanların tesiri altındasınız. Türkleri tanımıyorsu- nuz. Fakat Türklerin alâmetini, bayrakla- rın: bilirsiniz sanırım. — Biliyorum; yarım ayla bir yaldız. — Tamam... Cebimden fotoğraflı pasaportumu Çi - kararak uzattım: — Lütfen şunu teikik eder misiniz?, Aldı. Yapışık fotoğrafıma baktı, bana baktı; okudu, bir daha, bir daha, bir da. ha okudu; polis vizelerini, sefaret tü - hürlerini tetkik etti; Türk pullarını alâ- ka ile süzdü; nihayet: — İsmim Lizbet Zaydeldir; affınızı ri- ca ederim. Diyerek elini uzattı, Bu ipekten örül - müş kanaryacık eli aldım; — Benim adım da Haşmet Güneştir; göz kapaklarınız şiş değil ya?. Hani el! kadar kocamar. burnunuz?. Nerede yarım | Türkiyede mekteb?, — Zihninizden geçenleri biliyoruÜ #rolayn; size hepsinden bahsedeceği” Bana burada birçokları «babanızın k9“ karısı varı, «Türkiyede kravat bağlar” mı» gibi binbir sual sordular; siz de s06“” ceksınız. Onlara kızarak cevab vermi$ © tim; fakat size sevinerek anlatacağım. — Teşekkür ederim!, — Estağlurullah!. Ben tamamile #€ ” bestim. Konuşabilmemiz için bilmem de serbest misiniz?. — Tabli serbestim!, On sekiz yaşı bitireli dört ay oldu. Berlinde hangi de oturuyorsunuz?. ii — Otelde değilim matmazel; bursda”” Türk talebeden bir tanıdığım bana (Db tenberg) te bir pansiyon buldu. ğ — Amân; ne tesadüf, ne tesadüf!. Ber de Lichtenbergde oturuyorum. Adresi Alfred str numara 5; Ikinci kat, numaf$ gene 5 tir, x ) — Ben de Maryus str. numara 7. (Frs9 Şütenin yanındayım. — Kisa boylu, şaşı, dul bir ka — Tâ ken — Hem bir arkadaş, hem bir kon Türk. bu bir şanstır Ecece... — Haşmet Güneş 2 — Evet Her Güneş!. İşminizi unut mak için bana almanca manasını söyle misiniz?, dedim sizinle tanışmak ömrümün en gü- (Arkası var)