Sayin SON POSTA Receb Safa, Kel Hasanın kardeşi idi. birbirlerine kızarak analarına, babaların olduklarını hatırlayıp bir daha küfür e —20 Donanma tiyatrosunda sonra Millet tiyatrosu boş kalmıştı .Eczacı Kâzım Bey | orasını da icarla Kâmil Beye veröi, Kâ -| mil Bey, bilmem me sebeble haftada bir, gece Ferah tiyatrosunu kapar, bizi Millet | tiyatrosuna naklederek orada oyun ver l dirirdi. Buradaki hasılat Ferahtan fazla olurdu. Millet tiyatrosunda"daha çok var| tani, hissi piyesler oynardık. | Bu vaziyet te çok uzun olmıyan bir| müddet devam etti, Tekrar Kâmil Beyle Şükrü Bey birleştiler, Şark tiyatrosuna geçtim. Aramızda ehemmiyetsiz bir me- seleden ihtilâf çıktı. Ben serbest çalışma- ğu karar verdim. Başımı alarak İstanbu- hum muhtelif semtlerinde temsiller ver - meğe başladım. İşlerim gayet yolunda gi- &iyordu. Halk temsillerime fazla rağbet göste- riyor, gittiğim her yerden memnun dö - nüyordum. Lâkin bir defa daha ayarttı - Jar. Kâzım Bey bu defa Millet tiyatro - #unda bana ve Şamram Hanıma ortaklık teklif ediyordu. Tiyatronun tekmil ma - sarifi çıktıktan sonra kalan para üçü -| Safa Hasan Efendinin kardeşidir, Tulüa- Naşid Leblebici Horkorda İki Kardeş sık sık tavla oynarlar, yarı yolda da çok reş'eli, hazır cevab, yaman bir) a küfretmeğe başlarlar, sonra kardeşi tmemeyi kararlaştırırlardı — — Sensin eşşoğlu eşek. Hasan Efendi zarları alarken gülüm - serdi: İ & Uulan kerata senin baban başka, be- İ nm babam başka mı?.. Bir daha baba ka- rıştırmak yok!. Fakat birbirlerini muhakkak kelim Allah rahmet eylesin, ikisi de hoşa » damlardı. İsimlerini saydığım kadro ile İ Milet tiyatrosunda fasliyete geçtik. A - rumuızda çıkan ihtilâftan dolayı bana ve Kâzım Beye son dereca muğber olan Şark tiyatrosu müstecirleri, bizimle amansız bir mücadeleye giriştiler. Rekabet ha - kikaten müthişti. Hasan Efendi tekrar karşımıza gelmişti. O büyük bir tulüat heyeti ile bir de dram heyeti teşkil et - mişti, Bu dram heyetine Manakyandan böki- ye kalari artistler, ithal etmişlerdi. Reka- bet masrafı istilzam ediyordu yüzden #ik ay üç ortak hissemize sekizer lira düştü, Yılmadık.. arkadaşlarımızın gay- jretile, muntazaman provalar yapıyor, ye- ni eserler çıkarıyorduk Tutulmuş büyük karıştırsalar bile, aya da bulaşıyorür Maurice Cheva' dakika ö'ümü bekliyen bir harb malülüdür “Şubat 23 ier, her Büyük Harbde göğsüne bir şarapnel yeyen ve bunu İhâlâ kalbinin pek yakınında taşıyan san'atkâr, bunun için sahne haricinde hiç gülmez ve konuşmaz Bütün dünyada tanınan ve sevilen Ma- ürice Chevalier iki şahsiyete malik bir san'atkârdır, Husust hayat düşünceli, lâkırdıyı kinen Maurice Chevali asık çöhreli, daima söylemekten ç6- ; sahne hayatın» artisltir. Ötedenberi bu san'atkârın hayatımda gizli kalmış bir keder olduğunu sanan- lar; tahminlerinde aldanmamaktadırlar. Filhakika, Maurice Chevalier daima ölümün tehdirii altında bulunmaktadır. İ Kendisini tedavi eden doktorlar onun bir gün birdenbire öleceğini söylemek- tedirler. San'atkâr geçenlerde bir gazeteciye ay- İnen şu sözleri söylemiştir: — Harbi Umuraldenberi hdetâ «ödünç» olarak yaşıyorum, Günün birinde birt denbire alacaklının gelezeğini ve malını hemen alacağını pek iyi biliyorum.» Hümlerde saçvıyan, danseden, gölenr | i sahnede binbir türlü numaralar yapan! Maurice Chevalier'nin Harbi Umuminin ilk senesinde çok ağir bir surette yara- landığını acaba kaç kişi bilir?... Harbi Umuminin ilânından on dokuz gün sonra Mayrica cephede bulunuyordu. Bir Alman şarapneli onu göğsünden yâ- ralamıştı, Çok ağır yaralı bir halde Al- manların eline esır düşmüştü. Almanlar onu cephe gerisindeki hastaneye naklet- tiler ve büyük bir ihtimam ile tedavi €ylediler. Fakat göğsündeki şarapnel parçaları çıkamiamadı. Hastaneden çıkar Maurice Chevatler bir kayd koydu. Bunu yaptı, fakat bü- yük bir korku da geçirdi, Foyası mej na çıkınca müebbed hapse konul belki de idam edilecektil... a k, 'Talihi kendisine yardım otti, Bir ko misyon huzuruna çıkarıldı. Komisyon re isi kendisine bir sürü sual sordu. Mau- rice hepsine cevab verdi. Tehlikeyi at. Jattı ve bu sayede Fransaya döndü. Hemen büyük doktorlara gitti. Ken çıkmaz bir kampa gönderilen san'atkâr, oranm ezici di ni ve ağır işleri altım- da tam manasile eladei afiyets eyliye- medi... Aylar geçip duruyordu. Esaretinin İkinci yılının sonunda sinirleri büsbütün bozulan Maurice; her ns pahasına olursa! olsun kaçmağı tasarladı, O sirada İsviçre «| Salibishmerinin tavassutu ile Alman ve dini muayene ettirdi. Röntgen yapıldı neticede verilen karar şu oldu: Şarapnel çıkarılamaz... Çünkü bu, ancak hayatı pahasına olur, Bunu haber alan san'atkâr gene cephe- ye avdet etmek isteği. Fakat askeri ma- kamlar onu ahvali sıhhiyesine mebni ter- bis ettiler, Vaktile çalışmış olduğu tiyat- roya gitti. Provalara başladı amma 70) yapmağa muvaffax olamadı. Partiyi kay- bettiğine inanan Maurice kendini ârtık tam manasile istirahate terketti, Sık sık müz arasında tuksım edilecekti. Bu, ca -|tın oldukça muvaffak artistlerinden olan xib bir teklifti. Sabit bir yerde oynamak, İ Receb Safa bir turne esnasında Anadolu-| nilmiş tulüatları, şarkılı oyunları temsil benim daima işire geliyordu. Seyyar va-'da vefat etmiştir. Bilhassa tarihi piyes-| ediyorduk. Karşımızdaki rakibler iyiden ziyetle dolaşmak ne olsa yorucu idi, An-|lere meraklı bir aktördü, O da Hasan E-| iyiye sarsılmağa başlamışlardı. Bu aralık, Jaştık.. Mület tiyatrosuna geçtim. He -| fendi gibi tavla meraklısı idi. İki kardeş merhum san'atkâr Fahri askerden teb » yette bulunan kadın ve erkek artistler | tavla oynarlar, fakat umumiyetle de kav. dili hava alarak gelmişti. Bize iltihak et- şunlardı: ga ederlerdi. Kavgasız bir tavla partisi | ti, Ayağından biraz rahatsız bulunduğu Şamram, gözlüklü Meri, Virjin Bar * | yaptıkları vaki değildi, Bazan birbirle -| cihetle, Millet tiyatrosu apartıman kıs dizbanyan, Viyolet, küçük Virjin, Bay-| rine kızarlar, Hasan Efendi: mında validesile beraber oturması için| Fransız ağır yaralıları arasında mübade- zar; Asım Efendi, Kemal baba, Tahir, — Eşşoğlu eşek doğru oyna- bir oda tahsis ettik, Burada tedavi edi -İle yapılması kararlaştırılmıştı Bey, Eyüb Sabri, Receb Safa, Arşak, A-| Diye bağırır, Receb Safa da covab ve-| liyor, tedavisi esnasında da bize piyesier, | Maurice nüfus cüzdanına sahte meşru- vodvillerin isimlerin; değiştiriyor. beğe- gopyan, süflör gözlüklü Tevfik. Receb'rirdi: apurun başı yavaş yavaş açi- (Devamı 10 uncu sayfada) hat ile «Salibiahmer> azası olduğuna dair (Devamı 15 inci sayfada) V ıyor, pervane, denizin dur - Bun yüzünü köpürtüyordu. Güpeşteye dayanmıs, yaşlı mendilini mütemadi - yen sa'byan Rânâ, düşüp bayılmamak için olanca cesaretini toplamış, gittikçe uzaklaşan sahile bakıyordu. Ansızın bir silâh patladı. Karada bir koşuşma oldu... Vapurda bir çığlık koptu... Yüzbaşı Talât, cansız, yere yuvar - lanmıştı..... —3— Gerek Talâtın feci ölümünü ve ge - rek Rânânır İstanbula iade edildiğini kumandan paşa, Serasker kapısma tel grafla bildirmişti. Vapur İstanbula va. rır varmaz, zaptiye nezarelinden gön- deriler memurlar, gözlerinin önünde geçen vak'anın tesirile yarı çılgın bir hale gelmiş olan Rânâyr, çocukla bera-|” ber aldılar, götürdüler. Zaptiye kapısının merdiven altında bir kadm'ar nezarethanesi vardı. Ora- ya misafir edilen bedbaht kadın, akşa- ma kadar beklettirildikten sonra ser - best bırakıldı, Ne yanacak? Nereye gidecekti? Hür. müzün küçücük varlığı olmasa, o da gidip kendini Sarayburnundan, yahud ki Köprü üzerinden denize atacalktı Öyle ya Bundan sonra ona yaşamak haramdı. Bu kırık ömrü sürükleme - dense, manen Talâta kavuşmak elbette müraccahtı. Fakat Hürmüze yazık de- gil mi idi? Hiç bir sun'u ve taksiri ol - madan kendisine bağladığı bu yavru - yu yaşatmak ve yetiştirmek mecbu - riyetinie idi. Sonra. tatmin edilecek bir de kini vardı, Uğradığı felâketin kimin tara- fından geldiğini, acı hakikatin asil ma- hiyetini, vapurdan çıkarken, zaptiye memurlarının karşıcı (o gelmelerinden ve kendisini Babızaptiyeye sevketme » lerinden anlamıştı. o Bunun, devletlü Cafer paşa- hazretlerinin yanına koy - mıyacaktı. “Ahne fi İğ e — — — e nan nazırın pence - relerine hınç dolu bir Bazaria bekir sıkılmış yumrukla « rını kaldırdı, ve işi- tilmeleten korku - ' Ey.. paşam! de- di; haydi, bakalım, hangimiz daha güç- Yü” Ve çocuğu kuca - ğında, o Sultanah - med meydanma çi- kıp, ilk rastladığı faytona atladı. — Kıztaşına! Benlinin evine rarmıştı. Kapıyı çaldı. Bekledi. Epey bir müddet sonra, kapalı kanadların ar- kasından Beberühinin çatlak sesi du - yuldu: — Kim 0? Aç, İzzet efendiciğim! Yabancı , benim: Rânâ' — Vay, sultanım! Vay veliyetünna- am!, Hoş âmedi.. sufa #medi!, Hayrola, böyle.. hu vakit? Zava'lı kambur, uzun zaman görme- diği efendisine kavuşan bir köpek gibi yeltaklenıyordu. Sevincinden, tıkanır gibi oluyor, boyuna: — Etendiciğim! Hangi rüzigâr attı? Gönlümüzün candan isteği ©fendime Son Posta'nın Romanı :56 kışı NMazırın pencerelerine hınç dolu bir mazarla baktı. vardığı vekit ortalık iyiden iyiye ka - — Hayır, canım ! "Ne gelen var, ne giden. Pervaneleri cezb ve celbeden & fendinin hüsurn ve cemali, şöhreti bi « misali imiş. Müfa - rekat ettiğinizden berü bu ev baykuş yuvasına döndü... kuşu uçmuş kanar ya kafesine benze - di. Hemşire hanım- lar da bir bir gitti ler; dağıldılar. Bir abdi o kemterinizle Şataret ablamız kal dık. Bir lokma, bir hırkaya kanaat e - dip, geçiniyor, gi » diyoruz... Bahçeyi geçmiş malüm rou oldu? Çeşmanımız yollarda, | ler, evin taşlığına gelmişlerdi. Burada, mübarek kademinizi < gözledik, dur * duk, Cenabıkadir ve kayyumdan daha başka ne nimetler dileyebilirdik? Bu - yurun, elmasım! Buyurun nüru çeş - mim!, diye söyleniyordu" Rânâ bu sözlere mukabele edecek halde değildi. Hazin hazin pülümsiye- rek, hayatta yegâne dostunun gönlü « nü almak istedi. Ve sonra sordu: — Seniye hanım evde, deği! mi? — Eve*, kurretülâynım!, Biraz na - mizaç. amma lehülhamd geçirdi. — Ne oldu? Beberüh!, bir kusur etmiş gibi birden- bire doğruldu. — Beyefendimiz afiyettelerdir, in - şallah?”! Rânf cevab bile vermedi. Zaten 0 sı- rada, Şataret bacı sesler duymuş, dişa- rıya fırlamıştı. Rânânın eteklerine sa- rıldı... — Ah kadınım! Neredesin? Gel de evimiz şenlensin, ocağımız tltsün ge- nel — Seniye hanım... — Ah, sorma, hanımcığım! Yorgan — Selâmün kavleni, Bağl tarafına! döşek yatıyor. İnsan değil, külçe sanır. birazıcık rüzgür dokundu. — Misafir var mı? sın. — Yavallı! Yukarı kata çıktılar. Ortalık toz ve örümcek içerisinde idi. Büyük salo - nun kapalı duran kapısının üzerindeki anahtar pas tutmuştu. Rânânın etrafa dikkatli dikkatli bakındığın gören arab: — Yetişemiyorum, artık; dedi; hani ma bakmaktan, yatağını, üstünü başı nı temizlemekten evin işlerini görmeğe ne vaktim kalıyor, ne de halim. Bere * ket versin, İzzet efendiyel. Hiç olmaz- sa bana can yoldaşlığı ediyor. Rânâ: — Kuzum Şataret! Benim odam bw zulmadı ise, şu eşyayı oraya götür, br rak. Biraz da pencere açıp, havalandır İzzet efendi, kardeşim, sen de acık şü çocuğu oyala da, ban Seniye ablamı göreyim .. Emr'ni verdikten sonra, Benlinin © dasına girdi. Kadın, kirli bir yatağn içinde sırtüstü yatıyordu. Rânâyı gö « rünce heyecanlandı. Yüzü mosmor ok du. Ellerini kımıldatmak istedi, mu * vaffak olamadı, Ağzının içinde ka'lıns laşmış ve peltekleşmiş dili güçlükle dönüyordu. Maamafih, eski sermaye sinin: — Geçmiş olsun! Temennisine, çetrefii İisanile teşek kür etti. Zavallı pek acmacak halde idi, Hissediyor, lâkin duyduğunu izhar ve ifodeden otamamile “âciz bu” Tunuyordu. Bir are, gözlerinden, bas « sasiyeti kaybolmuş yanaklarına doğ * ru, sessi? sessiz yaşlâr aktı, Rânânm, bu manzara karşısında; zaten yarak yüreği büsbütün parçalanıyordu. Epey bir müddet onun yanında “kaldı. Ba - sından geçenleri, fecaatini hafifleterek, hikâye etti, o söyledikçe, Benlinin de bazı şeyler anlatmak istediği belli olu- yordu. Nihayet, gözlerini kapadı, dal dı. Rânâ da, usulcacık odadan çıktı, di şarıda Beberühi ile Şatarete mülâki ok du. (Arkâsı var,