Eski Şehremini operatör Cemil Topuzlunun hatıraları SON POSTA .ve İkinci Şehreminliğim Mütareke günleri idi. Şehirde dolaşırken Karaköyde bir Rum kebabcının açıkta kebab pişirdiğini gördüm. Talimatname ahkâmına uyarak derhal camekân taktırmasını söyledim. Herif elinde sopa ile üzerime yürümez mi? Cemil Topuzlu anlatmasna devam etti: — Artık günlerim Cenevrede isti - rakat etmekle geçiyordu. Memleketim bakkında istediğim kadar malümat ala- mamak ve harbin aleyhimize neticelene- veğini tahmin etmek en büyük üzüntüm | idi, Maalesef bu üzüntüm, acı bir hakikat balini de aldı. Mağlüb Almanya ve A -| vusturya - Macarislan impüratorlukla .| zının yanında yer alan Osmanlı impara- torluğunun enkazı bir haraböden fark - sızdı. Yanlış atılan udımların, yapılan gafların ve kaçırılan fırsatların sonun - da, evvelce kaybettiğimiz için yürekle » rimizi sızlatan Rumelinin yanına daha | nice nice vilâyet ve kıt'alar da iltihak et- | mişti. | Umumi harbin doğurduğu fecaatlerden | uzun uzadıya bahse lüzum görmüyorum. | Mütarekenin ıztırabli günlerini bepimiz | beraber yaşadık. İşte, vatanın kara günleri henüz bit- memişti ki, o zaman sıhhiyei —askeriye | reisi olan doktor Sülyman Numan Pa - şadan cevablı bir telgraf aldım. Murmai- leyh, bunda «İzzet Paşanın sadrazam ol- duğunu ve müşarünileyhir. beni, Şehre- manetine getirmek istediğini» söyliyerek, muvafakatimi, hemen bildirmemi rica e- diyordu. Sütten ağzı yananın yoğurdu üflemesi kabilinden, ademi muvafakatimi hemen bildirdim! Bu hâdise, takriben 1918 se « nesi Kânurnuevvel ayında cereyan et - mişti. Lâkin, Şehremanetini kabul etmem için yapılan tekliflerin arkası kesilme - di. O devrin, bir çok tanınmış zatların - dan, hükümet erkânından boyuna telgraf ve mektublar âalıyordum. Hepsi Şehre - manetimi kabul etmemde musır idiler, Hattâ Veliahd bile yazdığı bir mektubda bu noktaya temas ederek: «İstanbul Şeh- reminliği vazifesini reddeylemeyip behe- mehal kabul ediniz!» diyordu. Böylece aradan beş ay geçti. En son aşımdan üç nikâh geçti. Evli- B lik bana yaramıyor.. diyordu. Herr artık yaşımı başımı da aldım. Ye- niden hayat tecrübesine atılamam. Üs- telik, ufacık çocuğum da var. Kundak- taki çocuğile, dilisini geçmiş bir ko- caya hangi kadın varır? Lâkin, gercleri, koca evin içerisinde, işinden yorgun argın dönüp de bir ba- şına kaldığı zamanlar, içine yese pek benziyen bir gariblik çöküyordu. O va- kit, ekseriya peynir, ekmek, yumurta- dan ibaret, detismiyen yemeğinin kı- rıntıları karşısında, kendisine mes'ud kir aile hayatını çok gören talihine bol bol lânet ediyordu. Ve bu hal bazan tahammül edilmez bir dereceye vardık- ca, ne olursa olsun yeniden bir kadın &lmağda karar veriyor, sabah olunca da cayryordu. Böyle böyle üç av gecti. Hatimler in- dirildi, lokmalar döküldü, belvalar da- gıldı.. sağ kalanların ölüve karşı vazi- fesi tamam olmustu. Edirnekapısında, duvar dibindeki, üzerinde — ısırganlar, Ballıbabalar ve Hindibalar biten taş - &IZ Mezarının içinde Hamdune kendi Tevfik Paşa olarak sadrâzam Tevfik Paşa merhum - dan bir mektub ta alınca müşarünileyhe müsbet cevab verdim ve yola çıktım. İstanbula 1919 mayısının 3 ünde var- muş bulunuyordum. Fakat ben gelinciye kadar hükümette değişiklik olmuş, Tevfik Paşa merhumu Damad Ferid istihlâf et- miş' Sirkeciye ayak besar basmaz öğrendiğim için Feridi görmek lüzumu - nu hissettim. Çünkü, beni Şehreminliği- ne çağıran ve kendisine muvafakat ce - vabı verdiğim zat Tevfik Paşa idi. Aca - bunu İden şıma: Bu sebebden Damad Feridin Nişanta- şındaki konağına - eski hariciye nezareti olan bina - gittim. Damad Feridi evvelce tanımıyordum. İlk gürüşümde bende bi- raktığı intıiba şu idi: İri bıyıklı. gayet | uzun urnaklı, fazla şık giyinmeğe me - raklı ve kibirsiz Llir adam. | Damad Fer:d, Şehreminliğin! kabul et- tiğim için müteşekkir olduğunu söyledi ve: «— Paşa, dedi, İtilâf devletleri şeh » rin bütün idaresine müdahale ediyor - lar., Eenebi tabilyetinde olan ve ekalli - yetlere mensub bulunan esnaf ta bu yüz- ılar. Sizin himmetmiz ile bun- ların bertaraf cöileceğine ve şehir işle- rinin ıslah olunacağına kani.m.» Damad Feridin yanından ayrıldıktan sonra şehri dolaştım. Neticede, belediye işlerinin hercümerç olduğunu gördüm: İlk Şehreminliğim zamanında yaptığım talimatnamenin hükmü bile kalmamış. Bütün şehir, büyük bir anarşi içinde. Si- ze, hayatımı tehlikeye sakan bir misal de ârzedeyim: Evvelce söylediğim veçhile, döner ke- babı ocaklarını dükkân içne aldırmış ve önlerine de camekân koydurmuştum. Bir gün, Galatadan geçerken, ilk Şehremin- liğim zamanından tanıdığım bir Rumun dükkânı gözüme (l bi dükkân Kara- köydeki Bebek tramvayları durak ye - rinden 20 metre kadür ileride idi. Önce, emsali gibi camekân yapmağa, bu suretle kebab pişirip satmağa mecbur kalan bu Rum, fırsatı ganimet bilerek camekânı tekrar atmış. Kendisini çağır- dım, camekânı niçin çıkardığını sordum. Cevab vermed'. Bunun doğru olmadığını, ikiner bir teftişimde ayni vaizyeti görür- sem kendisini tecziye edeceğimi - bu tembihe hacet olmadığı halde - söyledim ve yoluma devam ettim. Şehmemini iken, vendiğim — emürlerin yapılıp yapılmadığını kontrol etmek â - ba, diyordum, ayni mütaleayı yeni sad- razam da serdedecek mi? “âh _:'=— —— |Ben bohçacılık ede- jrim amma, asıl kı- |lavuzum. Bütün ki- |bar konaklarına gi- rer, çıkarım. Daha geçen ay, Kabataşta Hamlacı — Mustafa |beyin kızını ben ev- lendirdim. Unkapa - mına gelin — geldi. Sizden iyi olmasın « lar, Ehpaplarım hep kibar takımıdır. Ha- ber aldım ki hanı - mınız mefat olmuş . Allah sizlere ömür - ler versin. Tabil yü- reciğiniz hun için « haline brrakılmıs, unutulmuştu. Bir sabah Osman efendi manmal ba- sında kahvesini bisirirken kapı çalımdı. İndi, açtı. Koltuğunda — kocaman bir boöhen tasıvan, geckin bir kadın: — Hamameı Osman efendi varmız buralarda, evi burası mı acaba? diye sordu. — Evet. Osman efendi benim. Ne istivorsun? — Bir diveceğim var. Açın içeriye girevim de söylerim. Osman efendi. bu bahçacı kadınlar- dan oldum olası hoşlanmazdı. İlk ni - yeti, karıyı savmak oldu. Lâkin merak hissi Üstün geldi. Kadın acaba ne diye cekti? Onu içeriye aldı. Birlikte, yan- daki odaya geçtiler. Bahçacı, hamamcının sual sormasıma meydan bırakmadan: — Tâ Drağmandan geliyorum.. dedi. dedir. Lâkin elhük - mülillâh!. Malâm a, ölen ile —ölünmez derler.. — işittiğime göre, bilmem sahi, bilmem yalan, Allah bağışlasın bir de çocuğunuz varmiş. Çocuklu adamın evlenmesi zor olur.. Hamamcı, en buhranlı gecelerinden birini geçirmişti. Kadının sözlerini dik- katle dinliyordu. O, devam etti: — Gel gelelim, böyle sizin gibi bir zat: Dinç maşallah.. hali, vakti yerin - de.. ev, zanaat sahabısı.. boyuna bekâr kalır mı? Bakılmak, oyalanmak ister. Değil mi, efendiciğim?. — Tabil. — Yal!l Bak, ne güzel söylüyorsunuz! Helbet. Çocucak da ayrıca bakım ister. Siz, söz temsili, erkeksiniz.. bütün gü- nünüz dişarıda geçer, Çocuğu kim bü- yütecek? Boğazına, üstüne başına, ter- - Son Posta'nın Romanı: L ,Devamı M uncu sayfada) Bohçacı kadın: «Tâ Drağm andan geliyorum!'>» dedi, biyesine kim nezaret edecek? Bunlarla kim meşgul olacak? — Kadınm vazifesi.. — Hay geçmişlerinin canına rahmet! A camım; gün görmüş zatın hali başka- dır. Şimdik efendiciğim, görüyorum ki boşunuza kapınızı çalmamışım, Mera- mımı arzedeyim: Kassam mehkemesin- de Sami Molla bey var, tanıyor musu- nuz? — Hayır. — Öyle ya, nereden tanıyacaksınız? Tophaneli Raci paşanın damadı olur. Kadırgada konakları vardır. İkinci ha- remi Çeşmigiü! hanım pek iyi ahpabiım- dır. Bayağı kardeş gibiyiz. Geçende konağa gitmiştim. Molla bey, üzerinize |kıntılı aylardan sonra, bu azab günleri, j |na kuvvet verdi; yenilmedim.. Aleyhim- İhtmda düğümlenen hıçkırıklar, birden- İbire boşanıvermişti. Bu göz yaşlarına ben Birçok dedikodulara sebeb olan bir gönül macerasının sonu Fenerdeki manastırın eski rahibi ile madam Eleni hapishaneden çıktıktan sonra beraberce dükkân açıb ticarete mi başladılar ? — Evet bayım, 16 yaşına kadar asil bir ailenin refah içerisinde, bin ihtimamla büyüttüğü kızı; sonra, tam 20 yıl, iyi kalbli bir kocanın, mes'ud karısı olarak yaşıyan ben kuru tahtalar üstünde yat- | tım, Sefaletin en feci şekline düştüm. | Evlâdkrımdan ve artık unutmağa mec- bur olduğum yuvamdan uzak, hayatla pençeleştim. Tevkifhanede geçirdiğim sı- | beni bitirdi; bana yalnız maziyi değil, kendimi bile unutturdu. Amma, asla baş- Ka kadınların saplıkları, mecbur kalarak, içine düştükleri yola atılmadım. Çocuk - larımın annesi olmak, mücadele için ba- deki ağır iddiaya ve hakkımdaki 4 aylık mahkümiyet kararına rağmen, yalnız bir şeyim elimde kaldı: Namusum, Devam edemedi. Bir senedenberi bo- sebeb olduğum için üzüldüm, —- İ Bereket, mazeretim, kuvvetli idi: — Gazeteciliki... Muhatabımın sükünete avdetini, bek « ledim. * Bu kadının, kim oklduğunu tahmin e « | dersiniz?.. Bir sene evvel, Fenerde bir manastır rahibiyle geçen gönül macerası ıdLye_vq kadar intikal eden, gazetelerin birinci sayfalarında yazılan, Madam Eleni. İti- raf edeyim ki, muhatabım, o vakitki «kah | Taman» ımız Madam Eleniye hiç te ben- | zemiyordu. Yüzlünde bulabildiğim tek mana: Sâfiyet ve ızlırabdı. : Önu, şimdi niçin ve nasıl bulup könuş- tuğumu merek etmiş olacaksınız? Anla- tayım: Bir dostum, geçen yıl Eyüb asliye ce- za mahkemesinin zina suçuyla 4 der ay ki hapislerine karar verdiği Fenerdeki ma- | nastırın rahibi Dositeos'la, Madam Ele- | var, afiyet göğüs darlığı çeker de, benden tülbend istemişler - di, onu götürdüm, Çeşmigül hamfen - di beni bir kenara çekti: «Kuzum Ül - fet hanımcığım! de- di; şu bizim Rânaya münasib bir koca bul. Ne olursun? » Rânâ dediği, evlâd - lığı, amme, hiç de kendi öz evlâdların- dan farkı yoktur. Evin içinde zati, bü- yük hanımdan tut da, ikinci hanım, çüncü hanım, dör - düncü banım.. hepsi de bu kızcağızı se - verler. Tâ, küçücük- ken ellerinde büyüdü. Hoca tutup na- maz surelerine varıncaya kadar okut- tular. Dikiş, nakış, yemek öğrettiler. Rânâ bir Jlalanğa yapar, alimallah parmaklarını yalarsın.. Hamarmcı, alâkasını arttırmıştı. Sor- du: — Kaç yaşında kadar var? Pek genç ise işime gelmez, Benim harcım değil- dir, Bohçacı karı hem kurnaz, hem de mizacgirdi. nabzına göre şerbet verme- sini çok iyi biliyordu. Tatlı tatlı gülüm- siyerek: — İlâhi Osman efendi dedi. Erkeğin aşı olur mu? Hele maşallah sizi gören dünyada kırk yaşında demez ninin, hapishaneden çıktıktan 'Taksimde müşterek bir dükkân hayatlarını kazanmağa — başlad söyledi. İnsanlık tecessüsüme, galçbe * İan meslek tecessüsü, beni bu haberin şinden sürükledi. Taksim civarında tığım küçük tahkikat ta, havadisin çek olduğunu gösteriyordu. Eleninin ufak, fakat zarif dük!l bulmak; pek güç olmadı. Konuşmak! Sorulacak sualler het getirilirse, işin ne kadar güç olduğu laşılır. Fakat, Madam Eleninin nazik * biati, benim soğukkanlılığım, bu güf de, hafifletti. (Devamı 12 nci sayfada — Elli!, — A, a, a! Geçtim olsun! Billâhi maksuzdan öyle diyorsunuz! Hem, yelim ki doğtu. Ne çıkar? Rânâ dâ ? cuk değil. İyice bilmiyorum a herhalde yirmisini geçmiş olacak. de epeyce ki, Molla beyler kend çırak çıkarmağa kail oluyorlar. Yi dünyada yapmazlardı. Koskoca köf çeviren ©. Hamamcının aklı da, gönlü de, 4 vaş yavaş yatıyordu. Kendisine p6& çekilmek istenilen mahlük biraz daha tafsilât almak istedi: — İrz ehli mi? — A! No demek?! Molla beyin W Bi gibi İstanbulda acaba var mı? B* mı, halayığı, hepsi de horozdan takımından. Çarşı nedir, bilmezler " mallah! Geçen yıl kızlar — yalvar& hanimlar da izin verdi; bayaği kupa arabası ile Kehtâneye gittik Molla kıyamet!leri kopardı.- Rân†tabif biraz genç, fıkırdaktır ammâ, eteğinde namaz kıl! O kadar 113 dir, — Beni ister mi? Böyle yerde, ğin gibi yetişmiş bir kızın gözü gencinde, daha zenginindedir. Bohçacı kârı başını salladı: — Yok, yok! Genç kocaların malüm. Çapkın oluyorlar, şarıda oluyor. Bire kansat etmeyift üste evleniyorlar. Rânâcığım söyledi: «Aman, teyze! dedi. Mıd' konakta kısmetim kesilmiş, haf beni evlendirmek istiyor, bari biri olsun da rahat edeyim. pulda gözüm yok. Beni hoş tutacaf kocaya düşeyim başka bir şey mem, O bana baba olür, ben dört elle sarılırım.» O zaman sizi söyledim, kabu! etti. — Çaocuk? — Söylemez miyim? Onu.da b A Ufakmış mademki beni ana bellef' de onu bağrıma basarım.. dedi. az daha ynutuyordum: Kızın $8? Jarla çeyizi var. (Arkası © |