İttihad ve Terakki merkezi umumisi ile aram n için ve nasıl açılmıştı? Beni bütün hücumlara rağmen tutan Talât Paşaya istifanamemi uzattım. Neş'eli neş'eli konuşan Paşa ısrarım karşısında oyle bir söz söyledi ki ecel terleri döktüm Cemil Topuzlu: — Babıâğli baskınından sonra, tekrar İttihad ve Terakki hükümeti iktıdar mevkline geldi. dedi. Düşündüm ki beni Şehremanetine getiren İtilâf hükümetidir ve belki yeni kabine vazifeme devam et- menmi hoş görmez. Burada şu noktayı istitraden söylemek lüzumunu hissediyorum: Şahsan fırkacı değlim. Gerek Şehremanetinde, gerek nafia nezaretinde bulunduğum ve idarf, siyesi hizmetler deruhde ettiğim zaman- larda bile ne Hün"yı:t ve İtilâf, ne de İttihad ve Terakki fırkalarına mensub değildim. Fakat ne garibdir ki beni, İti - Kfçılar, İttihatçıların; — İttihatçılar da İtilâfçıların muhibbi zannederlerdi. Hal- buki ne o idim, ne de diğeri. Maamafih, yukarıda da bildirdiğim veçhile yemi hükümetin noktai nazarını bilmediğim için, doğrudan doğruya sad » razam Mahmud Şevket Paşaya gitmeğe | karar verdim. Bu gidişim, müşarünileyh ile ilk temastır. Paşa, mahviyetperver, | tersiz yürekli, natuk, vakur, amma aza- metli olmıyan bir zattı. Beni derhal ka-| bul eden merhum, şahsıma kârşı büyük | bir hüsnü kabul göscerdi. Odadan içeri girer girmez: «— Buyurun paşa hazretleri..» dedi, Oturdum ve rahatsızlığımdan, istira - hate muhtaç olduğumdan bahsederek is - tifanamemi uzattım. Bunun üzerine: «— Hayrola paşa,» sözünü söyledi, kâ- Bdi eline aldı. Bunu okürken- geniş kaş- larını gatıyor, menfi bir cevabin işareti | j olmak üzere başını arkaya doğru kaldıri- yordu. Sonra sakalını eline aldı: «— Ne demek, istifa mı? Bunu, asla kabul edemem, Ben, şehre olan hizme - tinizi dalma görüyor ve takdir ediyor - durm, Sen, bize Iâ: bir adamsın ve va. zifene behemehal devam edeceksin» de- di. Mahmud Şevket Paşaya teşekkür ettim, istifamı geri aldım ve tekrar işe başla - dıim. Fakat bu defa işlerimi kolay yüri n emniyet telkin etmek n n için, tekkenin harem dajresin- de, resmen iki tane de nikâhlı karısı vardı. Bunlardan biri Abdülâziz yüke- lâsından bilmem hangi paşadan dul kaldıktan sonra ağa tutulmuş, irad ve akarını da birlikte getirip bağışla) rak, evlâdı yerindeki şeyh efendi varmıştı. Şimdi kötürümdü ve gözleri de tedricen kalın'aşan perdeden dolayı adeta görmez © e uştu. İkinci hanım, aşkının şiddetinden, evlâd ve ayalini terkederek şeyh efen- diye kaçmış ona resmen zevce, lâkin hakikati halde kul, köle olmuştu. Her göz yumuyor, her hakaretine ta- hammül ediyor, onun ancak muhitin- de yaşamayı, her an cemalini temaşa etmeyi cana minnet biliyordu. İşte, pa malık vazifesini gören bu «bacı sultansların mevcudiyetleri sa - yesinde, uzak yerlerden tekkeye gelen kadınları bazan haremde misafir etmek de kabil oluyordu, Ebülhayır efendi hazretleri (!) kendi- sine biat etmek liğinde bulunan 22- vallıları ulül de inandırmıştı. Onlara: — Ben Allehım' Öldüğüm vakit, kab- r* girdikten sonra tektar dirileceğim.. benim gazabımdan korkun! diyordu. Bazan, )tifatını kıskanıp da huysuz- luk etmeğe yeltenen zayif kadınlara da şöyle bir tehdid savuruyordu: — Hepiniz de benim kullarımsınız. ulların biribirlerini kıskanmaları en | ünahtır. Yarın cehennemde şeye Ve onun H zleri, kullarını tiril tiril titretiyordu. | Seyh efendi ile mahalle karılarının | yı'dızları yukarıda izah edilen sebeb - lerden öt ba: olmamak tabil idi. İşte, Hamdune hanımın lohusa odasın- da, ayağına çengel takılıp, aleyhinde bulunulmasının iç yüzü de bundan © retti. Bu 'âkırdı da tükenince, yeni bir mevzu bulunmak üzere iken, evle kapı karşı olan mescidin minaresinde öğle |ise ge Bundan başka kasab dükkânlarını ıslah ettirdim. Sokaklarda, herkesin üstüne ba | | şına sürünen etleri camekânlar içine koy- durdum. Seyyar ciğercileri ortadan kal- Ydırdım. Haliçte ve dış limanda yelken a- lçıı'x ve Şirketihayrile ile idarei mahsusa tontonlarının seyrüselerine mâni olan mavnacılara şiddetli cezalar verdim. Ay- ni zamanda sokak ortalarında odun ke- silmesini yasak ettim. Vakteki yeni hükümet iktıdar mevklii- ne geldi. Bir gün, İstanbulda yaptığım bir teftişle ne göreyim? Gene eski ha - | |mam. eski tas: Kosabtar, fırıncılar ca - mekânları kaldırmışlar, odunlar sokak- larda kesiliyor, mav: payelken cirid oynuyı | İeiğerciler, peşlerinde düzünelerle — kedi, avaz avaz bağıra bağıra dolaşıyorlar. | İ “i İ | Bu defa esnafa söz geçirememeğe baş- lamıştım. Çünkü. o zaman yaptırdığım bir kanunla beler vazifelerinin ted » vir ve kontrol salâhiyet'ni polise verdir- miştım. Zabıta ise lâkayd kalıyordu! Talât Paşanın Büyük Havb ernasında yapumış bir karikatürü ve Terakki merkezi umumisinin ekmek- çiler, mavnacılar, hamallar ve bunlara mümasıl esnaf cemiyetlerini himaye eta tiğini anladım. Tam bu sırada, esnafa karşı yumuşak hareket eylemem için, merkezi umumiden, hususi surette bir de haber gönderildi. Yaptığım talimatna - menin harfiyyen ve şiddetle tarbik edile- ceği cevabını verdim. Şehremini olduğum: zaman, emanette teşkilât yapmıştım. Bu sırada İttihadeı memurlardan ehliyet ve dirayetli olan - |larını, ttilât ha ttirazlarına rağmen, vazıfelerinde bırakmıştım. kat, şimdi, kendilerini evvelce m ettiğim bu memurlar, işlerine de İmemeğe, yamız mna: eye uğrama temiyordum. Karşıma, daima bir engel çıkıyordu. Cemil Topuzluya sordum: — Ne gibi engeller? Yaksa gene ev - kaf mı? — Hayır! O başımın tacı idi... Evkaf - tan ne ben, ne de benden sonrakiler kur- tulamadılar. Fakat evkaf ile hâsıl olan âflar, idarl meselelerden ibaret idi.| Halbuki bu defa İttihad ve Terakki mer- | kezi umumisi bir seddi Çin gibi ortaya atılmıştı Ben. Sehremanetine geldiğim zaman, fırınların camekânı bile yoktu. Amele pis. ekmekler yezde idi. Bir talımatna - me vücude gelirdim. Fırında camekânlar yaptırdım. Ekmekleri duvar - raflarına istif ettirdim. Küreklerin fırınlardan dı-| şarıya çıkmalarını menettim, Ameleyi sıhhi kontrola tâbi tuttum. hatıra, gönüle bakma: İşte, esnafa karşı gösterdiği (Devamt 10 uncu sayfada) Yazan: Sabih Alaçam Son Posta'nın Ramanı r. İşkembeciler, | ! . | Münevver kadar CLCEDE Birincikânun 29 İYAT İ Artık yetişir, şakayı bırakın çocuklar! Bir lisanın bünyesini bozmak o lisanı konuşan V€ anlaşan halkı artık konuşup anlaşmamağa mahküm etmektir. Gelin bu Yazan: Halid Biz çocukken Şehzadebaşındar bür ça - dırın içinde seyrettirirlerdi: Kesik baş. Evet, sadece bir ayna oyunundan iba- ret bir kesik kadın başı!.. Siyah bir per- denin önünde, havada saflanarak bize gü- | lümser, pembe ağzını açarak, nazlı bir Rum şivesile: — Safa geldiniz! Derdi. Biz çocuklar da, bu manzaranın bizde uyandırdığı ilk dehşet hissinden bir anda sıyrıhr ve bu tatlı sesle tatlı hitaban kar- şısında hayretlere düşerdik. — Safa geldiniz! Kesik başın bu cümlesi © zaman gibi şimdi de bize manalı pgeliyor. Fakat her kezik başın sözleri böyle manâlı olamaz. Misal mi istersiniz: işte size Yücel mec- Tavasında çıkan on, belki daha ziyade sayfalı bir makalenin rastgele bir cüm - lesi: «Çünkü tdâ o zamandan kanaate var - mıştım ki eski Ankara, yığın yığın, saf Tahkikat yaptım. Her nedense, İttihad | $f evlerile ki zaptetmeğe kalkmışlardı boz, dişlek ve pitoresk külesini, yaraya- mazdı, inşa zemini olarak yeni hükümet merkezine yenileşmiş vatanımın.» Evet, işte bu da bir nevi kesik baştır: türkçenin kesik başı, Fakat bir sürü nah- vi bozuk kelime perçininden neyin neye eklendiğini bir türlü tarkede' uz. Ek yerleri bile lehim tütmamiş. Zaten tü « tamaz. Yücel mecmuası, bu kalenin başında şu izahati veriyor: «Sedat Zeki Örs, garb Usanlarını iyi bilen, kafası tam manasile garblı olan, nadir münevverlerimizden biridir.. eser uzun mâ- Sedat Zeki Örsün garb lisanlarını iyi bildiğine ş tibleri, Türk 8 giliz dilleri aksını Pransiz veya İn: sentaksına uydurulmuştur. fadenin nadirliği de buradan çıkıyar. Gene mecmuanin delim: izahatını takib e- Ah he baygın bakışvar, ezanı başladı. Karıların hepsi de yerlerinden fırladı - ar. — Eyvahlar ol - sun! Ateşte kaynı - yan tencerem de var. Bizimki nerede ; dünyanın lâfını eder, genel! Diyerek, — telâşla başlarını örtüp, Al - laha ismarladık bi - le demeden, gitti - okunmağa kapıdan |çıktıktan beş daki - ka sonra aşağı av - luda dolgun bir ök - k düyuldü. Le- husanın yanında İçeriye giren hamamcının elini öptü ka. olan Hacer: |dünyanın en büyük haz ve sürur vesi- — Ehniştem geldi galiba... lesini bağışlayan bir kadının haklı gu- Dedi ve merdiveni gıcırdatan ayak ruru da okunuyordu. Hasta fakat tatlı seslerine kulak verdi. Hamdune döşe «|bir sesle cevab verdi: ğinin içinde doğruldu. — Sağ olun. Bir şey istemiyorum. — Tâ kendisi! dedi. Eksik olmasınlar, konu komşu beni yâlk- Hacer, çivide asılı yeldirmesile baş|Nız bırakmıyorlar. Hacer hanım da bu- örtüsümü alelâçele kaptı, giydi. İçeriye | rada: giren h-ınr'amcîq elini öptü: Hamamcı kibir ve azametini yenerek, — Gözünüz aydın, efendi eniştet — |karısının yatağıma eğildi: — Eksik olma, hemşire hanım! — Bakayım şu haspaya! Osman efendi karısına döndü: Hamrndune, zayif kollarile kundağı — Nasılsın, yahu? Bir şey istiyor mu- | kaldırdı, uzattı. sun diye geldim. — Buyurun! Hamdune kocasına gülümsiyerek bak-| Herifin acemi elleri, kundağı nere - tı. Bu bakışta, sadece bağlı bir zevcenin | sinden tutacağını bilemiyordu. Kahmn, temiz muhabbeti değil, sevdiği insana İtüylü parmakları çoktandır böyle ince, nazik şeylerle ünsi- yetini kaybetmişti . Çocuk bu katı ve beceriksiz. temastan İincindi; — yaygarayı bastı. Babası artık büsbütün — şaşırı du. Onu teskine ça- balıyor, büyük bir insana hitab edi - yormuş gibi onunla konuşuyordu. —Ni - bayet — susturamı - yacağını anladı, ne usulca ımısıncı teslim etti. Hamduüne, koca - sının çehresinde, ilk defadır bir başka - hk, tatlı bir ifade görüyordu. Okşa - manın, tebessümün, tahassüsün ne demek olduğunu bilmi- yor hissini veren bu adamın şu anda dudakları gülümsüyor, gözleri yaşarı- yordu. Karısına sordu: — Ebe hanım göbeğini keserken ne ad koydu? — Fatma! — Ben omu annemin adile çağıraca « ğım.. Hürmüz diyeceğim, Yarın üçün - cü gündür. Abdest alayım dâ, kulağına ezanı okuyuvereyim. Tekrar eğildi. Yeşil duvağının altın- da masum bir uykuya dalan yavrusuna içten kopan bir sevgi ile baktı. — Hay kaltak, hayl. Doğrulduktan sonra, elini çakşırının cebine soktu; oradan çıkardığı kadife hevesten vazgeçin ! Fahri Ozansoy «Londra sefaret müsteşarlığından dö” nüşünde 1958 Ankarasının intıbalatif fransızca Ankara gazetesinde ya: Bu yazının türkçeye kendi elile terci * mesini istedik. <— Tahakkukunu istediğim sentak$” olursa pekâlâ!» cevabını verdi; memnt " niyetle muvafakat ettik.> Mecmua, bu satırlardan sonra, «SEVİ Örsün sentaks tezini bir kaç cümle hülüâsa etmeğe çalışalım» dıyerek boylu bir takım tafsilâtm başında hassa şunu haber veriyer:» «Osmanlı nahvi, türkçenin başına "A, reze sarığı gibi bir belâdır, Konuşma #, lini yazma dilinden ayıran yalnız gatler dağil, asıl cümlenin terkib ı'*"' dir; fail zikredilir, araya mef'ul adile * sürü teferrüat gıralanır, kiç bir alâki davet etmediği halde hafızanın dur ükılda tutması beklenir ve en son fil Y” zılır.> Gene mecmua haber veriyor: Sedal ü ki Örs, biraderi Vedat Örgle birlikte sentaks tezi hazı: ve bunu «R İnternatlonale de VEnseignement» dâ tırmış! Her ne ize, işte bu teze göre Seğüt ) ki Örsün bu kesik baş türkçesinde© * münelik bir kaç tümle deha: «Tezahür ediyor rüşeyma halinde W”, ni mahalle İi hudud'anınaştı şimald€ şehre doğru yeni Sıhhiye Vekâletii nuba doğru ecnebi sefaretlerin ları ufuk villâlarla. Fakat evler küçük * dağınık idı ve gayri kâfi idi. Caddif, iki tarafımı doldurabilmek için bile ::, ğeri kâfı derecede yeni değildi ve o tesiri yapmıştı İi sanlci gn.ıbed'yod. inşa Jaaliyetini, veni bir devir Ank’;.ı svrem, söYalle İhdasını tehlikeye kot' mertebede..n Alın aşağıda bir cümle daha.. ve #f Mua sayfalarını bir Çin mabedinin 'J seslerile dolduran diğer sayısız (D vucu sayfada) v bir mahfazay acık karısının ’# tığının altına koydu. Bu, evlendiler evleneli, hamamcili” karısına ilk hediyesi idi, Hamdune, o anda, ruhunun sıcâf heyecanla titrediğini duydu. Kendîf kocasına yaklaştırarak, onun nezdi kıymet ve itibarını arttıran, hRY’“ A istikametini değiştiren yavruya, & ay ih: minnet dolu nazarlarıfli Tp dırdı. Bu nazarlarda iki damla yâ$ dı... —2-— Kırk hamamının fevkalâde ı,.b!'*':î;x mahallede "".JI kmasını Hamfll | bizzat arzu eylemişti. Onun hatıf" gl çıkmıyan Osman elendi, hamamı “ ne amade kıldı. Bir perşembe ğünü idi. Öte V.’.fz: salman davetlilere icabet edef :,;& konu, komşu, hısım, akraba, Çöl! ]ıl' çocuklarile, kolt k!annaa Wçıv e-/erkenden, Aksaraydaki «Çukur mamra doldular. pal Osman efendi, tâ Unkapanına Üüf göndererek, karısı için bir kupâ ,ql" getirtmişti. Hamdune, kucağında e'l’d rucu, yanında da Hacerle Şazim' of duğu halde, saat alaturka <!m'dc davetlilerine iltihak etti. yf Hamamın kapısında, patmn“" # sile çocuğunu, ana k.ıdın, natırları nacı, ustalar: — Safa geldin, kadınım. UĞ“ demli olsun inşallah! Hürmüz b gelin hamamını da burada ynP”’ nalarını burada yakmayı Cen* bizlere nasib etsin!. Maşallah da lahi. Kırk bir kere!, tuh, tuh, kâna aldılar y raydan bir takım, Ki karılarından mürekkeb saz, bir İ de çengi getirt we F Hamdüne hamamdan - içeriy” y de, soyunmak Üzere camekânf — 10 olur elmaz, soğuklukta bekliy€ ',1' ast ler #henge başladılar. — (Ark