2 Sayfa SON POSTA İkinciteşrin 20 ATATÜRKÜN HATIRATI Hindenburg, Mustafa Kemalin bir sualine cevab verememişii, İmparator da -S— Gördüm, ki mükâlemenin hedefi bu değil, Alman ordusunun taarruz etmekte olduğunu söylemekle, Alman millet ve ordusunun bütün müttefiklerin kuvvel manivelyerini yükseltecek teminat ver- mekten ibaretti. Şübhemi halletmek için olmalı, generale kısa bir sual sordum: — En nihayet taarruz kuvvetleri han- &' hatta kadar gidebileceklerdir? Böyle, veliahd refakatinde bulunan bir zabitin damdan düşer gibi sorduğu suale muhatab olan Ludendorf, nezaket içinde devam eden beyanatını tevkif etti; biraz düşündü, biraz da yüzüme baktı. Dedi, ki: « Biz taarruz ediyoruz, neticesini ha- disat gösterecektir. Cevab verdim: — Yapılmakta olan taarruz neticesinin ve olabileceğini anlamak için hadisata ve talihin tecellisine intizar etmeye lü- zum olmadığını zannediyorum. Çünkü yapilan taarruz, en nihayet «parsiyel» bir taarruzdur. Lüdendorf tekrar yüzüme baktı, ne de- mek istediğimi pek iyi anladı. Müsbet, menfi cevab vermiyerek sustu. Mükâleme burada kaldı ve ziyarete hitam verildi. Ludendorfun hatıratını baştan nihaye- te kadar okudum. Hatıratta çok büyük e- saslardan çok büyük maharetle bahsedil- Miştir. Tabif bu kadar kısa bir mülâkat- to kendisi için meçhul bir zairin çok kısa sualinden ve o sualin mucib olduğu te- vakkuftan bahsetmiş olmasını kendisin- den taleb etmek hakkımız değildir. Lü- kin biz de bu ziyaretten bahsettiğimiz m. rada bütün dünya ordularında büyük as- ker ve büyük erkânıharb tanınmış. bir zatla ani denebilecek kadar kısa teatti efkârımızın hatırasını gömmek isteme- dik. İmparatorun Vahdeddine verdiği teminat inde karargâhi itti- haz olunan oötelin içinde, veliahdin oda- sında Vahdeddin, ben ve Naci Paşa ko- nuşuyoruz. Bütün seyahatimiz esmmasında benim veliahde yakalarını açtığım umu- ndeyiz. Baş- Alman ördü: k ihtiyarına devam ın mutlaka parlak bir muvaffakiyetle nihayet bulacağı hak- kındaki fikri fikri memlekete ta- mime çalışmaktaki man ıği İzah ve çalışıyordum. Beni bu beyanata keden vesile, kısa stalimi — karşisinda Ludendorfum bu akibetleri Allaha tevdi eden bir.mütevekkili andırır veriyeti idi Çok arzu ediyor ve çalışıyordum, ki ya- Tınin padişahı tam yerinde benim dedik- lerimi çok iyi anlıyab'İsin! Bilmem neden böyle bir teşebhifstem Ümldvar olmak is- tiyordum. Verdiğim izahat hdin tas- dik ve teyakkuzuna delâlet iş lerle karşilaâanmaktâa idi. Bu esnada yüksek bir takım sadalar otelin bütün boşluklarını doldurarak bi« zim oturduğumuz salonun içine kadar geldi: Kayzer.. Kayzer... Kapı vuruldu, Kayzerin Valiahd haz- retlerini ziyarete gelmekte oldukları bil- dirildi. İmparatorun istikbaline şitab et- tik; Kayzer salona dahil öldu. Hep bera- ber oturduk, imparator hakikaten cen - tilmence konuşuyor, —sadık ve vefakâr Osmanlı devletinin çok kıymetli bir Al- man müttefiği olduğundan ve bilhassa başkumandan vekili olan Enver paşa haz retlerinin bu dostluğun kıymet ve yük - tokliğini anlıyarak çalıştığından, Alman başkumandanlk ve erkânıharbiyesinin bu güzide zat fevkalâde emniyet v mad beslemekte olduğundan bahsediyor- Bu. Ben Vahidettinin sağında idim. Naci paşn tam karşımızda bulunuyordu. İmpa- rator solunda idi. Takriben şu sual Naci paşa lisanile Vahdettin tarafından impa « ratora soruldu: — Türkiyenin Almanyaya karşı sada- Nakledenler Sürd Meb'usu merhum Mahmud ve Falih Rıfkı Atay 190926 Dün İstanbuldan ebediyen ayrılan Bılı;ük Mit Kahraman İstanbula ilk geldiği gün Ertuğrul güvertesinde öğle yemeğinde Elimi uzattım, çok nazik ve alisena- |şılmıştı. Ancak toplanabilen — bu seyyar kat ve vefasından, yakım atide Alman| müttefiklerinin saadete kavuşacakların- | dan bahseden beyanatı şahaneleri Ös: | lı devletinin yarınını düşünmek vaz!ye- tinde bulunan âcizlerinde büyük bir inşi- rah ve teselli uyandırdı. Ancak vaziyeti umumiyeyi mütalea ve tedkikten sarfı - nazar ederek, bir noktayı daha vüzuhla anlamak ihtiyacındayım: 'Türkiyenin kalbgâhına tevcih olunan darbeler tevkif olunamaksızın — ilerle - mektedir. Eğer bu darbeler muvaflak c- lursa Türkiye mahvolacaktır; Bu darbe - leri tevkif için kâfi teminat ifade eden beyanatınızı dinleyemedim. — Lütfen bu hususta beni biraz tenvir ve tatmin bu - yurur musunuz? Bu sual üzerine imparator oturduğu sandalyeden derhal ayağa kalktı. Şoyle bir hitabda bulundu: — Türkiyenin muhterem veliahdi, an - lyorum ki sizin zihninizi teşviş edenler vardır. Ben Almanya imparatoru size â- tiden, muvaffakiyatı âtiyeden bahsettik- ten sonra şübheniz kalır mı, kalmalı mı? Yanında bulunduğum veliahd derhal müsbet cevab vermekle beraber endişe » sinin zail olmadığını da ilâve etti. İmparator, kalktığı sandalyeye artık | ©' oturmadı ve bizi terkedeceğini nezaket- le ima etti; salonun kapısına doğru yü - rüdü, Vahdettin ve arkasından bizler Kayzeri salonun kapısından dışarı çıkar- dık, Kayzer sola doğru giden bir korıdor- dan yürüyecekti. Ben Kayzerin — hoşuna gitmediğimi anladığım için maküs kori- dora doğru ve biraz uzakta durdum İm- parator veliahdin ve müteakiben ona ya- kin bulunan Naci paşanın öllerini sıka - rak, uzağında bulunan bana — baktı. Ve müteveccih olduğu koridor istikametin - de yürümeğe başladı. Benim elimi sıkmamıştı. İmparatorun hakkı vardı. Veliahdin refakatinde bu - lunan herhangi bir generalin elini sık - mak için onun ayağına mı gelecekti? De- ğil midir ki bu general imparator taralın- dan eli sıkılmak şerefini ihraz için biraz istical etsin. Bu kusurumu itiraf ederim, Bilmem ne den durgun, harekete iktidarsız, sabit ve dalgın bir vaziyet almıştım. İmparator iki üç adım yürüdükten sonra tektar ge- ri döndü, bana yaklaştı: — Affedersiniz. Sizin elinizi sıkma - mıştım. bane iltifatlarına mazhar oldum. İmparatorun sofrasında İmparatorun sofrasına akşam yemeği- ne davetli idik, Kayzerin karşısında bir Prens, sağında Vahdettin, solunda Berlin sefiri Hakkı paşa merhum ve prensin so- lunda da ben bulunuyorduk. Benim so » lumda Ludendorf vardı. Ludendorf fran. sızcasile benimle görüşüyordu. İmpara- tor Lüdendorfa Almanca: — Bağındaki adamla konuş! dedi. Lu - dendorf: — Onu yapıyorum. cevabını verdi Bittabi bu mükâlemeleri — anlayacak dar Almanca bildiğim için İmparato - T ihtarına ve Lüdendorfun cevabıra intikal etmiştim, Dimağı çok b ha - vekâtın idaresinden mütevellid yorgi lükla meşbu bulunan Ludendorf, vemek #enasında hatırımda yer tutacak kedar ciddi bir mükâleme mevzuüu bulamadı. Yemek bitti; bu salına bitişik, adeta onun büyük bir parçasına benziyen diğer hir salon vardı. Sofrada hazır bulunan - lardan bir kısmımız oraya geçtik. İmpo- rator, Hindenburg, Lüdendorf, —Alman nu zannettiğim bir - zat, ymızdan da veliahd, Hakkı pa- erhum ve bizler.. İmparator bir köşede ayakta Vahdet - tin ile tatlı tatlı konuşuyor; ben, arka « sını iki salonun faslı müştereki olan kav- sin duvarına dayamış, çok heybetli ve canlı, asil nazarlarında hakayiki anladı - Bi görülen, fakat anladıklarını her muha- fabına söylemekten muhteriz, yüksek bir şehsiyet karşısında: Hindenburg! Hindenburgla görüşmek istiyor, ken - disini bilhassa veliahdla beraber ziyare- te gittiğimiz vakit temas — etmiş olduğu tatlı müsahabe zeminine sevketmeğe ça- hışıyordum. Mareşal, ziyaretimiz esnasında Suriye vaziyelinin ıslah olunduğu sön günlerde yeni ve taze bir süvari fırkasının muha- rebe meydanına idhal edildiğini söyle - mişti. Halbuki bu üyük adamın ahsettiği, bit- tabi oradaki kumandanların verdiği ra - por muhteviyatı idi. Hakikati halde mev- zubahs olan bu süvari fırkası, ben he - nüz ikinci ordu kumandanı iken grupunu takviye İçin bu grupa g mesi taleb olunan fırka idi. Ben ordu kumandanı olmadan evvel bu süva. dirim önderil. yedinci ri fırkasının teşkil ve teminine çök çalı- aa ee kuvvet o kadar bimecal di ki, evvelâ hayvanlarını Resülayi civarındaki otlak- larda beslemek ve ondan sonra kabili is - tifade bir hale gelip gelmediğini yeniden tedisik etmek lâzımdı. Ben aylarca sonrâ yedinci ordu kumandanı olduğum raman bu fırkadan istifade edip edemiyeceğimi tahkik ettim. Aldığım ciddi bir rapor fır- kanın bir kuvvet olmadığı mahiyetinde vdi, Alman büyük karargâhında Hinden - burgun ağzından işittiğim — şu idi ki bu fırka muharebe meydanına dahil olmuş ve vaziyet ıslah edilmiştir. Mareşala bu macerşyı hikâye ettim ve dedim ki: — Benim söyliyeceğim sözler sizin al - dığınız raporlar muhteviyatına uymaya - bilir. Fakat emniyet edebilirsiniz ki ha « kikattirler, Surtyede vaziyet ıslah olun- üş değildir, bunu kabul ediniz. Sonra Mareşal, siz mühim bir taarruz yapıyor - sunuz ve zannetmem ki buna çok bel bağ lamış olasınız. Yalnız bana söyler misi - niz, emniyetle üÜmid ettiğiniz hedef ve maksad nedir? Büyük ve ihtiyatlı asker benim bu su- alime cevab verebilir miydi, zafen ken - disinden bBunu bektememeli — idim. Bu, belki de biraz !übali vaziyetim, ihtimal, imparator hazretlerinin — sofrasında bize ikram edilen nefis şampanyaların fesirile olmuştu. Mareşal, söylediklerimi dikkatle din - ler gibi göründü, Fakat çok basit ve şirin bir cevab verdi, salonun ortasında duran ve üzerinde muhtelif gigar ve cıgaralar bulunan ufak bir masa vardı: — Ekselans, dedi, size bir cigara tak - dim edebilir miyim? Hindenburg her şeye cevab vermişti. Ortadaki masaya gittik. Kendi elile bana bir elgara verdi. Meğer Vahdettin ile konuşan impara- tor bizim temas ve mükâlememizle alâ - kadar oluyormuş. Almanca olarak Mare- şala sordu: — Ne diyor? Mareşal cevab verdi: — Bir şeyler! Ben ciğaramı yaktıktan sonra Hin - Türk Kumandanının suallerini hoş karşılamıyordu — Konuşmağa devam ediniz, dedim ve Giddi konuşunuz, bütün endişeler: impa- ratora söylemekte tereddüd — etmeyiniz, Ben eminim ki o sizden memnun olmıya- caktır. Fakat hiç olmazsa Türkiyede ha « kikatı görmüş olanların mevcudiyetin€ inanacaktır. Veliahd masum bir tavır takınarak: — Öyle yapıyorum, dedi. Söz de nihayet buldu. Alman ateş hattında Artık garb cebhesinde bize kanaat, 1 * man ve emniyet verecek kuvvetli ve azâr metli manzaraları görmek üzere muhte - lif cebhelere gönderiliyorduk. Cebhede bir karargâha vâsıl olduk; büyücek hit karargâhtı. Cebhenin en yüksek kuman- danı, bizzat, bütün tertibatın çok tatlk renklerle gösterilmiş olduğu bir harita ü“ zerinde hepimize vaziyeti izah ediyordue Vahdettin bu beyanat karşısında garsıldi ve yakininde bulunan bana, kulağıma de< necek surette: » Ya buna ne dersin? Dedi. Derhal cevab verdim: — — Haritada gösterilen bu vaziyeti maâav hallinde görmek arzusunu izhar ediniz. Öyle oldu; asıl ateş cebhesine — tema$ ettik. Orada da bizi istikbal —eden. biz hürmetkâr muamelelerde bulunan büyülN küçük kumandanlarla karşılaştık. Bizim neresini göreceğimiz ve oraya nereden gi deceğimiz lâzım geldiğine — dair hemel plân hazırlanmış. Bu plâm — gördükten sonra dedim, ki: — Cebhenin büyük — kumandanı biz8 waziyeti umümiyeyi izah etti. İçinde bu * lunduğumuz müuharebe cebhesi işte bizt © izahatın öğrettiği cebhedir. Müsaade €“ dilir mi, bu sizin yaptığınız plânı bırakar lum ve benim göstereceğim yere gidelimi O anda bir kargaşalık oldu. Vahdet * tin, hazır krokiye tâbi sevkolunduğu is * tikamette yürüdü. Bende bir asker inadi uyandı, Onları takib etmedim, Edinmiş$ olduğum haritanım delâletine güvenerek; ateş hattının bir noktasına yürüdüm vt ateş hattı gerisinde bir ağacın dibine gek dim. Orada genç bir zabit ağaç üzerinde tarasstd yapıyordu. Bana refakat edef Alman zabitleri de vardı. Tarassud yapan zabit — aşağıya indi meşhudatını anlattı: — Müsaade eder misiniz, ben de bu â * ğaca çıkayım, dedim. Ç — Hay hay, cevabını verdiler, Çıktım, zabitin söylediklerini ayne? gördüm. Fakat asıl mevzubahs olmak J zırı gelen nokta, bu müşahede olunan VE ziyete karşı olan vaziyetti, Onun için $0f” düm: — Bu düşman vaziyeti — karşısındaki * kuvvetiniz, tertibatınız, ihtiyatlarınız BO dir, lütfen bana söyler misiniz? İ Ateş hattının saf olan zabitleri ve KU mandanları, Türk müttefiklerinin bir KUT mandanına hakikatı söylediler, Hak!kut gu idi: Piyade kuvvetleri hemen hemef gayrikâfi dereceye gelmişti. Süvari ikt©? piyade gibi istimale mecbur — olduklaf! bir kuvvetten — bahsettiler, o da birindi hattın istinadlarından sonra, ihtiyat d€ * necek keyfiyet ve kemiyetten çıkmıştı. Bu malümatı aldıktan sonra, çok mü * tehayyir olarak kendilerine biperva G6 dim ki: — O halde tehlikedesiniz! — Öyle... dediler. * — Bu ateş karargâhını terkederken, VS dettinin imparator tarafından refakati! memur edilen bir kolordu kumandan! ni takib ediyordu. Günlerdenberi temâf” 'da bulunduğumuz bu zat benimle ilk oe fa alâkadar göründü. Otomobillere bint ” ceğimiz'noktaya kadar atla gidiyord Alman kolordu kumandanı yanıma y7 denburgu bıraktım, imparatorla konuşan | Pst, sordü Vahdettinin yanına gittim: — Hakikatı anlıyor musunuz, diye Bör- | dum. Muhatabinız. Almanya impaartoru- dur. Benir edecek bir tek kelime söyledi mi? — Hayır, dedi. —r — Siz veliahdin yaveri misiniz? — Hayır, dedim. — Ne münasebetle relakatinde bulU * size arzettiğim endişeleri izah | Nuyorsunuz? — Böyle bir vazife aldığım içili.ştür YArkasn var)