4 İkinciteşrn. SON POSTA Ne olmak istiyorlardı, NE OLDULAR ? General Hüsnü Emir Erkilet ile üniversite profesörle- rinden Vilhelm Peters hayat ve hatıralarını anlatıyorlar| Yazan: Halid Fahri Ozansoy Anketli yapan: —— General Hüsnü Emir Erkilet Generale, çocuk ikan ne olmak istedi- ini sordum: — Asker olmak istedim, dedi. Sonra, gülerek ilâve etti: — Pakat görüyorsunuz ki hiçbir şey olamadım! Hiç! Cevab verdim: — Lütfen bu fazla tevazuu bir yana bırakın da, şu asker olmak hevesinin na- sil doğduğunu anlatın? — Asker olmak hevesim, başlıca, ba- bamın zabit olmasından ileri gelir. Ço- cukluğumda, ev ve muhitimde, hemen yalnız askerliğe dair şeyler işitmiş, duy- muş ve görmüştüm. Babamın atı, kılıç ve silâhları, askeri kitablarındaki resim ve krokiler, beni çok meşgul eden ve he- yecanla eğlendiren nesnelerdi. Babam, Kayserinin Erkilet küyünden- dir. Ailemizin asıl soyadı (Hacı Emir o- Bulları) dır. Bunu, şimdi (Erkilet) e çe- virdik. Babam, Kırıma asker gitmşi, tez- keresini bırakarak asker ocağında zabit olmuş ve binbaşılığa kadar çıkmıştı. O, muvazzaf bir asker olarak, üniforması içinde ölmek bahtiyarlığında bulundu, Babamın, kumandanı olduğu redif ta- bur dairesine, bir gün iki genç ve parlak erkânıharb müfettiş gelmişler ve evimiz- de misafir kalmışlardı. Benim rüşdiye bilgilerimle Fransızcamı yokladılar. Babama: — Bunu asker yaparsan, erkânıharb olur, dediler. O zaman 9 yaşında bir çocuklum; fa- kat kendimden epey şeyler umardım! O iki müfettiş erkânıharbin yüzlerin- de, gözlerinde, hallerinde elbise ve giyi- Nişlerinde, hülâsa her tavır ve hareket- lerinde gördüğüm ve sezdiğim yüksek- Tik, kıvraklık ve güzelliklerin tesir ve ca- zibesi hâlâ üzerimdedir. İşte, babamın, benim hekim yapmak istemesine rağmen, mukadderatın” beni bir harb zabiti olmaya sürükiiyebilmesi bu cazibenin tesiri iledir ve ondan sonra, beni sınıftan sınıfa ve mektebden mek- tebe, yani askeri rüşdiyesinder — Kuleli askeri idadisine, oradan da Hurbiıyeye ve Erkânıharbiye mektebine ve barışta bir vazifeden diğerine, harblerde de bir ceb- heden öbürüne koşturan o bir türlü bilip tükenmez vazife ve yalnız vazife ve mes- * Tek aşkının kaynakları, tâ çocukluğumda | babamdan gördüklerimle o iki müfettiş erkânıharbin bir türlü silinmiyen hayal, leridir... Size diyebilirim ki işte 0 müfettişler- den aldığım ilk zabitlik his ve ateşinden M sene sonra, sınifimda erkânıharbliğe Ayrılan 10-11 zabit arasında kendimin de bulunduğumu anladığım zaman, askeri meslek hayatımın ilk, fakat en büyük he- Yecanını duymuştum. Sayın generale teşekkür ile veda için ayağa kalktım. Ayrılırken, ağır ağır: — Fakat umumiyetle kanaatim şudur ki, insanın hür yaşıyabilmasi için, elinde Reçer bir san'at olamaması elimdir, dedi. bi Tecrübi Ruhiyat Profesörü Herr Wilhelm Peters Memleketimize henüz gelen ve çok se- vimli bir zat olan Üniversite Tecrübi Ru- hiyat Profesörü Wilhelm Peterse, ken- dimi tanıtıp suallerimi sorunca güldü: — Ben küçük iken kondüktör olmak İsterdim, dedi! Sayın profesöre ben de gülerek ikinci bir sual sordum: — Acaba tren kondüktörü mü, yoksa tramvay mı? Tren, tren!.. Çünkü onu gözümde büyütüyordum. Esasen her insan, 10 ya- #ına kadar olan çocukluk devresinde hep bu gibi şeyler olmak İster. Fakar, sonra Arzusunu ya unutur, yahud söylemez, Ben, psikolog olduğum için bi iyor ve d“şmı“l“wmdil:ı için de söylüyorum. aşım biraz ilerleyince, aktö heves ettim. S Da — Niçin? — Ben Viyanalıyım. Viyanada her Benç aktör olmak ister de onun için... Sonra, üniversiteye, ilk defa san'at ta- Sabih Alaçam General H. Emir,Erkilet tihi okumak kararile gittiin. Amma bun- dan da hoşlanmadım. İlme döndüm, fizik talebesi oldum. — Bu no kadar kararsızlık, profesör! — Durun, dahası var! İş o kadarla da kalmadı, tıb talebesi oldum! İşte, tıb tahsil ettiğim zamanlarda psi- kolojiye çalışmağa başladım. Dahili ha talıklar ve ayni zamanda ruhiya: ve pisi- kiatri yetişmek — azminde idim. ; Psikoloji dersleri, tıb dergierinden ev- vel bittiği için, hekimlikten önce, psiko- lojiden doktoramı — verdim. — Leypzigde meşhur Wund ile beraber bulundum. Artık, tıbdan doktora yapmak isti dum. Fakat aşlen Avusturyalı olduğum için, Viyanaya döndüm. Lâkin manalesef Viyana ünlversitosi, Avusturya hüküme. mütehassısı ök ğum sömsterleri tanımak istemedi, Bu vaziyet karşısında, tıbdan doktora yap- mak için daha dört sene boşu boşuna ça- hşmak izım geliyordu. Bu yüzden hekimlikten, doktoradan vazgeçtim. Tıb derslerine gidiyordum, amma imtihanlara girmiyordum Nihayet, tekrar Almanyaya gittim. O- rada psikoloji ve pisiklatri Tle uğraştı Bu dırada, Frankfortta bana bir asis- tanlık teklif ettiler, Gittim, doçentlik ver- diler. Yani umduğumdan fazlasını bul- muştum. Sonra Wi rgda Ekstra ör- dünaryüs profesörlük ile psikoloji profe- sörü aldum. Bilâhare pedagoji ile uğraşmağa baş- ladım ve nihayet işte, görüyorsunuz, bir 'Türk Üniversitesine — profesör oldum. Türklere ve Türkiyeye hizmet etmekten çok memnunum. Emden hart gemisi dün limanımızdan geçti Alman bandıralı Emden harb gemisi dün akşam limanımıza girmiz ve hiç te- vakkuf etmeden transit olarak Karade- nize geçmiştir. Alman hath gemisi Ka - radenizde Bulgar ve Rümen Himanlarımı ziyaret edecek ve bir kaç gün sonra li - Mmanımızdan geçerek Akdemze dönecek- tir. Deniz nakliyat umum müdürü Ankaraya gitti Bir müddet evvel Yugoslavyada topla- nan Balkanlararası deniz nakliyatı kon - jde bunlardan bazısınu, tinin kararile, Almanyada geçirmiş oldu- | ükümlerinizi bozmad lar bile olur, EDEBİYAT) Tenkid en güç san'at imiş ! Artık inandım: tenkid en güç san'at ve | münekkid en çilekeş adammış! Nıçin mi? Şimdi izah edeceğim. Yalnız daha evvel, çizmeden yukarı çıkmamak için, düşüncelerimi sadece kendi sahamdaki tenkid; yani edebiyat tenkidi üzerinde tesbit etmemi şübhesiz tabil görürsünüz. Ayrıca şunu da ilâve edeyım ki, bu ede- biyat tenkidinin usullerinden, sağlı sollu Bazariyelerinden bahsedecek ve realist, ümanist, Bergsonist vesalire bir sürü ec- nebi münekkid ismi sıralıyacak değilim. Tenkidin yalnız, tenkid edenierle edilen- ler arasındaki ruhi cazibe ve dafielerin- den kendi teciübeme göre bazı neticeler çıkarmağa çalışacağım. Yeni bir eser çıkar: zayıf, orta, bazan da yüksek bir eserdir. Eğer üçüncü züm- | reye dahilse muharririn veya şairin ta- ninmiş olup olmaması meselesi — yoktur. Yalnız zayıf ve orta eserlerin hiç değilse imzası meşhur olmak lâzım gelir. Her ne ise, böyle bir eserden ya sitayişle bahse- debilir, ona göre tahlil ve tefsirin! yapar- sınız, yahud kusurlarını göstererek iyi ta- İraflarını bozan sebebleri araştırabilirsi- niz. İşte böyle bir tenkid yazısında yaptı- ğınız methe karşı muharririn dostluğu bütün parlaklığı ile devamda demektir. Fakat maazallah, tedkik ettiğiniz esere eeER SAT Sayfa 8 sahibesine benzetir. Çünkü o kadar ciddi ve kendine hâkimdir. Claudette'i aldatmak gayri kabildir. Bu yüzden Holivodda en lfazla para kazanan yıldızlar sırasındadır. Türk şöylece dokunayım dediniz mı, işiniz du- Tmandır. En aziz meslekdaşıı nebilir. Tabii bu da, onun kâ ve terbiyesine göre derece derecedir. | Bunun ikinci bir son devir edebiyatı ü yürütmeğe başladığınız zaman önünüzde r. Fakat hemen itiraf cı ki bu yol, ilk'nden çök daha dikenli ve tehlike- lidir, Çünkü yüzlercc isim sayar da bir ikkatsizlik, yahid unutkanlık — yüzün den birkaç ismi unutsanız onlar size gü- cenirler. Bu güceniş haksız da dıyemem. uharrirlerin isimlerin. in lara da kıymet verdi; bir makaletiz- | esastaki kıymet | halde - sadece urlar, eskiler re ile karşınıza ik ol çıkışane — Teessüf ederim, üstad, benim bir romanım filân Fransız muharritinin ro- manma benziyor diye yazmışsınız. —Sizi temin ederim ki ben © eseri okumadım. Ben sizden bunu beklemezdimi. Hattâ bu hafta kendim de bir makale yazdım, Fi- lân mecmuada.. sizin hakkınızda hiç si- zin benim hakkımdaki fikrinize benzer |fikir yürütmedim. Oldu mu bu?... Anlaşılıyor ya, içimizde hâlâ tenkidi karşılıklı biz, el çırpması telâkk. edenler var, İşte, tenkidin güç ciheti, insanı $ kidden iğrendiren ciheti budur. Bu tees- âürü de bana, <«San Po: yet bayramının ilk yazdığım makalem üzerinc etrafımda e- sen hoşnudsuzluk havası ilham etti. Gö- jrüyorum ki memnun olanlar kadar 0l- mıyanlar da var. Şaştım, meğer ben ne kudretmişim! Bir tek makalemle meğer, ne dostlüklar yaratabilir. ne muarızlar | (Devamı 13 ncü sayfada) «On beş yılda Türk Edebiyatı» 1 - simli uzun makalemde unuttuğum bir eml teessürle buraya — kaydetmek Yazifemdir. Mizah edebiyatı notlarımı, nasıl olmuş nil - mem, o makaleme ilâve etmeği unutmuşum. Unuttuğum isimler arasında da Ercümend Ekrem var. Daha geçen yıl hakkındaki hay- tatılığımı bir makale Ne tesbit ettiğim kıy - feransında memleketimizi temsil eden İk- | Metli san'atdâr arkadaşımı ben unutsam bi- tisad Vekâleti deniz nakliyat umum mü- |!* Düsütnün edebiyatı ve Okuyucuları unut - dürü Ayet Altuğ dün Belgeaddan şehri- mize gelmiş ve akşam mazlar. Kendisinden bütün — samimiyetimle özür dilerim. Romanlarında yarattığı mahal- ekspresile'Anka -|li üplerin hatırası da bu tavzihime iştirak raya hareket etmiştir, Konferansta bulu- |ederler ve herhâlde bu unutkan muharriri nan diğer murahhasımız Denizbank u - mum müdür muavinlerinden Tahir Kev- kep Yugoslavyadan İtalyaya geçmiştir. Bir kaç gün sonra şehrimize gelecektir. Bir kadın tramvayda doğuruyordu Dün Alemdarda oturan Saadet isminde bir kadın, Ortaköy - Aksaray tramvayında doğurma alâimi göstermiş ve tramvay dür- durularak imdadı sıihhi De Haseki hastane- &ine gönderilmiştir. Gurabi efendi romanının İfakat hanımına havale etmezler. Çünkü Ercümendin müyük dostluğuna ve inceliğine ne kadar eminsem İfakat hanımın dilinden © kadar korkarım. Valâ Nüurettinin ismini de 6 makalemde- ki isim listesine itâve etmeliyim. Sade ve te- miz bir dille yazdığı kronikleri İle Pulih Rıf- kıdan sonra fıkra muharrirliğinde en iyi nü- muüneleri veren odur. Bir kumı adapte olan romanlarında da ayni açık ve iddlasız Türk- çeyi buluruz. Belki yarının nesri de bu şa - deliğinden gok şeyler kazanacaktır. * . H. F. O, Film başına 930,000 lirası alır. Ciandette Colbert Claudette Colbert ağır başlı bir ka- dındır. Tam mânasile kendine hâkim - & bir sanayi adamının kâtibesi veya bir sanayi kadını, bir gazete sahibesi amrlar. O derecede ağır başlıdır. El - eleri sade, kibardır ve spor tarzına meyleder, En beğendiği kostümler tayyörler - dir. Şapkalardan kloş tarzındakilerden hoşlanır. Çok zekidir, zekâveti daima uyanıktır. Onunla her mevzu üzerin - den münakaşa edilebilir. Herhangi bir mesele hakkında bir reye sahibdir. İs- tediği şeyi bilir. İstediği şeyin kiyme - tini müdriktir. Onu aldatmak kabil de- ğildir. Kendi kendisinin meneceridir. Hattâ denilebilir ki Holivudun en ma- hir en değerli meneceridir. Film kum- panyalarile imzaladığı mukavelena - meler uzun müddetlere şamil değildir. Ücretlerini gitgide arttırmaktadır. Şimdi film başına 150,000 - İngiliz li almaktadır ki bizim paramızla takriben 930,000 Türk Jlirası tı Film kumpanyalarının — müdürleri istediği fiattan müştekidirler. Onunla uyuşmak kolaydır. Diğer kadın san - atkârlar gibi sinir buhranları yoktur. Ağlama sahnelerinden hiç hoşlanmaz. Ne dava edeceğinden bahisle tehdid - lere kalkar, ne de dava eder. Onunla her şey münakaşa edilebilir. Fakat o kararından hiç şaşmaz. Fazla istemez, istediğini bilir.. Ve — istediğinden hiç bir vechile vazgeçmez. Âdeta karakterine göre bir vücude maliktir. Çevik ve orta boyludur. Ge - niş omuzları vardır. Kalçaları yoktur. Uzun ve çok mevzun bacaklar — taşır. 'Tatlı fakat azimkâr bir çehresi vardır. Hafif surette kıvrık bulunan burnu i- radesini göstermektedir. Çok manidar kurşuni renkte olan gözlerinin bakış - ları çok tatlıdır. Claüdette Colbert'in şahsiyetini ta- mamile tebarüz ettiren bu simaya gü - zel denemez, fakat sevimli denir. Belki de tam manasile güzel olduğundan do- layıdır ki san'atında bu derece muvaf- fakiyet gösterebilmiştir. Çok çekmiştir. Çok sıkmtılı anlar geçirmiştir. Bu müşkül anlar onun çeh resinde bile izler bırakmıştır. Birkaç sene evvel, —Nevyorkta Brodway'daki tiyatro müdürleri onun simasından kuşkulanmışlardı. Onlarca | bu sima fle muvaffak olmak imkânsız | idi. Hele burnuna şiddetle itiraz edi - yorlardı. Gözlerini birbirinden — fazla | Amerikan tiyatro münekkidleri de henüz onun ayununu görmeden tiyat- Onunla görüşenler kendisini bü - ro müdürlerinin reylerine iştirak edi. yorlardı. Claudette Colbert Fransızdır, Pa « ; fiste dağmuştur. Orta halli bir adam olan babasının ismi Chauchein idi. Servetini kaybe - dince Amerikaya hicret etti. Altı ya « şındaki kızını beraberinde götürdü. Claudette orada mektebe yazıldı. Moda ressamı olmak istiyordu. Resme istidadı fevkalâde idi. Fakat tesadüf onu tiyatro hayatına sürükle- di. Bir tanıdığının yazmış olduğu bir iyeste orta derecede bir rol aldı. Sah- neye çıkınca söyliyeceğini tamamile unuttu. Âdeta sesi de kısıldı. Halk te- pinmeğe başladı. Claudı büsbütün kendini kaybetti. Halbuki gün evvel piyesi tamamile ezberden biliyordu. İkinci defa sahneye çıkışında komile bir sahne cereyan eylemişti. Partöneri olan san'atkârın takma dişleri düştü, Claudette buna katılırcasına gülmeğe başladı ve piyesi yarıda kaldı. Münekkidler onu şiddetle hırpsla- mağa başladılar. Fakat onun en sert münakkidi biz « zat kendisi idi. Kendi kendini muhakemeye çekti. Kusurlarını tashihe söz verdi, O gündenberi şahsiyetini kontrol al- tına aldı. Bu köntrol sayesinde kendi- sini kurtarmış oldu... Sinema hayatında dahi bu müşkül - lerle karşılaştı. Nevyorkta (Dove o'Mike) adında bir film çevirdi. Bu, berbad bir filmdi. Rejisörü henüz çocuk yaşta biri idi. Claudette, onunla bir güzel kavgaya tutuştu. Tesadüf bu ya... Seneler geç « ti. Çocuk dediğimiz rejisör gitgide meşhur Frank Capra oldu. En iyi filmi de Claudette Colberl'e çevirtmis olduğu ve yıldızın en fazla muvaffakiyet göstermiş olduğu: (İt happened öne night) filmi idi. Nihayet talih Claudette'e gülümse- di. Şöhrete kavuştu. Filimlerinin temin eylediği hasılât Greta ve Müur(â- ne'nin hâsılâtlarını çok geride bıraktı. Myriam Hapkins veya Bette Daviş kadar dramatik kudreti olmamakla be- raber parlak, nev'i şahsına münhasır bir san'atkârdır. Her sözü alâkayı cel- betmeğe başladı. Oyun tarzı sade idi. Bu sadeliktir ki ayrık buluyorlardı. Velhasıl bin bir de reden su getiriyorlardı. onun muvaffakiyetini temin eylemiş « (Devamı 13 ncü sayfada) t Claudette Colbert ile konuşan, onu bir iş kadınına, yahud bir gazete | y İ 4 İ j | İ