Türkiyenin sesi Gi Yazan: Muhittin Birges eçende Ankarada yeni tesis edi- lcn ve henüz tecrübe neşriyatını yapan radyo - istasyonunun — stüdyosunu ziyaret ettim. Gör m şeylere ve ba- na verilen izahata göre, modern teknl- zrinden biri içine ğin en mükemmel eserli getirmemek de bulunduğumuza kana; kabil değildi. Teknik çok kuvvetli- şeylerle mücehhez bu stüdyo, ayni zamanda kuvvetli bir istas- yona bağlanmıştır. Şimdi bu istasyonun Besini muayyen zamanlarda, tecri linde, radyolarımızla din artık eskisi gibi, cılız, her mesi imkânsız bir vızıltı değildir. Genç| ve kuvvetli bir memleketin, gür ve gür-| büz sesidir. Dünyanın yüksek iddiah | memleketlerinin sesi ne kadar yüksek çı- kıyorsa Türkiyenin bu gürbüz, fakat, mü- tevazi sesi de o kadar yüksek çıkabili - yor, Düne kadar, Türkiyenin dünya u - fuklarında duyulan sesini kolayca boğ - mıya kadir istasyonlar vardı; bugün bu kımından olan Resimli Makale : Gül dikensiz, yâr engelsiz olmaz. Çok hazin Bir telefon ses boğulamaz ve kendisini, — icabında, mutlaka dinletmeğe muktedir bir ses ol- muştur! Stüdyonun erkânı ile görüştüm. Bu zatların verdikleri izahattan anladığıma göre, Ankara radyosu, ası) neşriyatına başladığı zaman, çok zengin bir program sahibi olacaktır. Yerli ve yabancı bir çok san'at eserlerini bu radyodan duya- cağız. Ayni zamanda yerli ve yabancı mühim san'atkârların seslerini bu rad - yodan işiteceğiz ve dünyanın en meşhur kemanları, piyanoları bu radyonun dal « gaları arasından dünyaya kendilerini dinletebileceklerdir. Bü ses, o zaman çok güzel bir ses ola- caktır: Medeni bir memleketin canlı ve Kuvvetli sesi, Türk milletinin medeniyet yolunda yaptığı hamleleri, ufuktan ufu- ğa, bir hamlede dünyaya dağıtan ve ya- yan bir ses, Türkiyenin sesi! Evvelki akşam, bu sesi radyoda dinle- | dim. Bir Türk Söyleyici, temiz bir telâf-| fuzla bir kaç dilden dünyaya hitab etti ve Ankara tadyosunun mektub kutusundan çıkan mektublara cevab vererek, dünya- nın bir çok şehirlerinde oturan Dinleyi- cilerle konuştu. Türkiyeyi, dünyanın en ileri memleketlerinin sesi derecesinde bir sesle ve dünya dillerile konuşturan bu radyodan dolayı memnun olmamak ve il- tihar duymamak kabil değildir. v Ankara radyosunun san'a! programı ve san'at teşkilâtı hakkında lümattan anlıyorum ki stüdyo bir nevi konservatuar olacak derecede müh'mi bir teşkilât sahibidir. Ayni zımanda Tü: kiyeyi dünyaya tanıtmak ve Türk sesini| ufuktan ufuğa dolaştırmak bakımından | da çok iyi mücehhezdir, bu yolda daba | da techiz edilecektir. Ümid ediyorum ki, yakın zamanlarda dünya Dinleyicileri, radyolarını açtıkları zaman, arıyacakları istasyonlar arasında Ankarayı da hatır - lamayı âdet edinmiş olacaklardır. Ümi- dim bu derece büyüktür. Evvelki gece radyoyu dinlerken zih « nimden geçen bu mülâhazalar arasına bir kaç fikir karıştı. Ankara radyosunun Türk milleti için azami bir fayda temin etmesine yardımı olur ümidile bu fikir- leri buraya kaydetmek istiyarum: Mükâlemesi New-Yorkta bir ailenin tek çocuğu 14 yaşında John Englis geçmez bir hastalı- ğın pençesinde hastaneye yatırılmıştı. En nihayet 2 hafta sonra ölecekti. Annesi, babası yavrunun son günlerini mümkün mertebe tatlı geçirmesini temine çalışı- yorlardı, bilhassa son arzularını öğrene- rek yapmak istiyorlardı. Sordular, çocuk meşhur küçük sinemacı Shirley Temple İle könuşmak istediğini söyledi. Alle kü- çük artistin allesile temasa geçti, telefon muhaveresi temin edildi ve bir gün za - vallı hasta telefonda sevdiği kızın sesini işitti O; — Ben Shirley Temple, inşatlah yakın- da iyileşir de yeni filmimi görmiye gelir- sin, diyordu. — ——— retmek kâfi değildir. Türkiyeyi alâka - dar eden her nevi iktısadi hareketler hakkında en taze haberleri vermek ve en yeni hareketleri canlı olarak etrafa bildirmek lâzımdır. Artık, musiki — we san'atın karın doyurmadığını öğreniyo - ruz. Bunlar, muayyen bir müstehlikler sınıfını tatmin eden şeylerdir. Bunlar - dan başka ve bunlar kadar mühim olan bir şey de iş hayatıdır. Türkiyenin ge - nişliği de radyomuza bu bakımdan hayli mühim vazifeler yükler. * Bu satırları tenkid etmek ve heves kırmak maksadile yazmadığımı — ilüveye SON POSTAa z Dost sözleri.. & Dost edinmek istiyorsan kusurlarına katlanacaksın.. Hergün bir fıkra Süküt istiyorum Meclisi mebusanda bir kanunun Mmüzakeresi esnasında — mebuslardan bir çoğu birbiri ardına; reisten ! detiyorlarmaş, bu sırada müzakereler- de söz istemek üdeti olmıyan bir me- $ bus ta elini kaldırmış, Reis, onun iti- İ yadı hilâfına söz istemesini gerib bul- müş: İ — Siz demi söz istiyorsunuz? ! Demiş, mebus: $ — — Heyar, diye bağırmış, süküt ieti. ? yorum reis bey! ğ Öi l mitei SöRR ü ll öriereeeBi? 6 yaşında Tahta oturan Bir prens Türkiye geniş bir mamlekettir; bir ta- | lüzum yoktur. Yeni kurulmakta ve yeni Taftan öbür tarafa, şimdi genişce bir de-| teşkilâtlanmakta olan mühim bir mües- miryol şebekesine sahib olmamıza rağ -| Sesenin hatırına sadece bu noktayı da ge- men, postalâr saatle değil, günle gidi - tirmek istedim. Türkiyenin halk kütle - yorlar. Halbuki dünya sür'at dünyası ol- du. Yirmi dört saatlik bir gün içinde dünyanın her şeyi eskiyor ve hattâ de - ğişiyor. Şu halde, Ankara radyosu için Türkiyenin her tarafını dünyanın en ta- ze hâdiselerinden haberdar etmek mü - him bir vazife olur. Radyo bu işe çok e- hemmiyet vermelidir. İkinci bir fikir de şudur: Türkiyede geniş bir halk kütlesi var. Bu halk küt- lesi içinde iş hayatı günden güne kesafet ve tenevvü kesbediyor. En basit ziraat şeklinden en yüksek sanayi istihsaline kadar her gün artmakta olan iş ve ikt- sad hayatında da, halkı her şeyden sür'at le haberdar bakımından Ankara radyo-| sunun ifa edeceği büyük hizmetler var- dır. Meselâ, İstanbulun zahire, yahud Li-' verpoolun pamuk piyasası hakkındaki-bir Ggün evvele aid telgraf haberlerini neş - lerini, her sahada ve şekilde bu radyo-| dan istifade ettirecek bir programla, ted- ricen ileri gidebilirsek, Türkiyenin me- denileşmesi ve işlerinin iyi gitmesi ba - kımından tam muvaffakiyetli bir faali- yet sarfetmiş oluruz. Muhittin Birgen İSTER tanıyanlar bilirler» dedi. İSTER İNAN, Dostumuz Nurullah Ataç dün şu fıkrayı yazdı: — Bir'iddia var: Ben bir zamanlar Yahya Kemalin san'at- kârlığına inanmaz, hiçbir şlirini beğenmezmişim. Bu iddia tamamile yanlıştır; doğru olsaydı itiraftan çekinmezdim, | yirmi iki, yirmi üç senedenberi onun şiirlerini severek oku- duğumu, etrafımdakilere sevdirmeye çalıştığımı beni bütün Altı yaşını henüz tamamlamış olan Hindistan prenslerinden Muharrem Şah Bahadırı, bir resmi kabul esnasında tah- tına otururken gösteriyor. Genç prens, Hindistanın en zengin hü- kümdarlarından birinin oğludur. İSTER SÖOÖZ ARASINDA Kadınları uyumaktan Menetmek için Yapılan âlet Bu bir işkence âleti midir? Bir güzel- lJeşme vasıtası mıdır? Her ikisi de değil- dir, Genç kızın boynuna takılmış olan bu fÂlet, kadınları uyumaktan menetmek ü- zere icad edilmiş olan yeni bir âlettir. Âletin tecrübesi Nevyorkta yapılacak- ftır. Ne işe yarıyacağı, daha doğrusu ne- den kadınlar için böyle bir âlet icadına mecburiyet görüldüğü meçhuldür. Kulak rahatsızlıkları nelere sebeb olabilir ? Strasbourg şehrinin tanınmış dok - torlarından J. A. Barr&'nin raporuna göre çok kene insanlarda görülen kı - rıklıkların, bacakların zayıflığının, bu- lantıların, Üzüntülerin, endişelerin se- bebi kulaklarır, dahflt kısımlarındaki Arızalardır. Bu doktor bu gibi hastaları bir iki günde husüst bir tedavi sayesinde ta- mamile İyi ettiğini bildirmiştir. Şimdi Strasbourg tıb cemiyeti bu raporu ted- kikle uğraşmaktadır. Chamberlain'e bir şemsiye hediye edilecek Küçük FPransız mekteblileri İngiliz başvekili Çemberlayne sulh lehindeki te- şebbüs ve tavassutları sayesinde harbin önünü aldığından dolayı aralarında para toplıyarak bir hediye takdimine karar vermişlerdir. Çemberlaynin elinden şemsiyenin hiç eksik olmadığını farkeden küçük mek- tebliler ona sapı altından yapılmış bir şemsiye hediye etmeğe karar vermiş- lerdir. İNANMA! Dostumuz Nurullah Ataç haklıdır; Yahya Kemalin şiirle- rini esasen ssyısı mahdud olduğu için ezbere biliz, ve vapur- da, ya tr€nde sırası düştükçe okur, zevk duyarak tekrarlar. Fakat Nurullah Ataçın Yahya Kemal tarafından . yazılmış olan şiirleri beğenip beğenmediğinin bütün okuyucuları alâ- kadar edecek bir mesele olduğuna: İNAN, İSTER İNANMAIL ! Sözün Kısası Tarihi burunlar ' E Talu _J M eşhur bir Fransız müverrihi der ki: «Mısır kraliçesi Kleo- patranın burnu eğer başka biçimde olmuş olsaydi, dünyanın mukadderatı da başka türlü olurdu!» Filhakika, rivayete nazaran, Roma im. paratoru Antuan'ı bu fettan kraliçeye de- li göbi âşık edip bağlıyan onun burnunun güzelliği imiş, Bu burun uğrunadır ki, mahbubesinin peşi sıra Aksiyuma kaçan Antuan rakibi Augustus'a yenilmiş, ve dolayısile Roma imparatorluğunun vahdetine, büyüme: ne sebeb olmuştu. Ondan sonra Roma, Golualar memali- kini istilâ ve fetheyledi. Avrupanın bü- yük bir kısmında Lâtin hâkimiyeti, hege monyası teessüs etti. Tarihte, burnun oynadığı rol yalnız bu Kleopatra ve Antuan arasında macera. dan ve onun tesirlerinden ibaret kalmaz. Fransız tahtını asırlarca işgal eden Bur- bon hanedanının burunları da pek meş: hurdur. Osman oğullarının içinde de, bu- runlarının azameti ile tanınmış olanla- rın sayısı az değildir. Fatihin, ressam Bellini tarafından yapılmış resminde, bu karakteristik burun pek bellidir. İkinci Abdülhamidin butnu da pek kal- lavi idi, Hattâ, onun 35 sene sü k tanat müddetince burundan bal halk için bir cinayet sayılırdı. Meşrutiy te takaddüm eden senelerde, ilkmekteh- Terde okutulan coğrafya kitablarının ba- zıları, müelliflerinin cebaneti, yahud ki hulüskârlığı hasebile burun kelimesini Ahmal etmişler, meşhur burunları harita. larının üzerinde göstermemişlerdi. O zamanlar çalıştığım İkdam gazete ginde, bir gün İzmir Karaburununda ba- tan bir vapura dair tafsilât verirken, Ka« rTaburun adını olduğu gibi gazeteye derce- den muharriri matbuat müdürü Ebul. mukbil Kemal Bey celbederek haşlamıştı. Muharrir: — Peki, efendim., ne yazmalı idik? Diye sorunca da, müdür: — İzmir körfez ağeında demelisiniz! Cevabını vermişti. Maamafih bu garib imsak Abdülhamiâ devrinden önceleri de cari uruğ Bizzat Arabların hâlâ burnöti (burun otu) dedik.- leri enfiyeye biz asıl Türkler, türkçe a- dını vermekten kocunmuşuz. Zülfiyara değil de, enfiyara dokunur diye.. Amma, bu kocaman padişah burunla. rı, kendilerini hiçbir vakit kadren y seltmedi. Ve nihâvet bir gün geldi burunlar da sürtüldü!. Marmara Ereğlisine yeni göçmenler geldi Çorlu, (Hususi) — Marmara Ereğ - lisine gelen üçüncü göçmen kafilesi de evvelkiler gibi müretteb mahallerine gidinceye kadar Marmara köyündeki göçmen kampına yerleştirilmişlerdir. Yeme, içme, istirahat — ve sağlıklarına göçmen sevk âmirliği ve Kızılay teş » kilâtınca büyük bir alâka gösterilmek- tedir. TAKVIM.