B “Son Posta,, nın Hikâyes TURŞU VE PERHİZ Ka CA EREEREERE SON POSTA KEZAA KKK A . Yazanm : Kadircan Kaflı — ggmmüllike Yüz bin kazma kürek, Atoş dağını ke- | üzerinde mümkün olduğu kadar çok du- Kızıl demiri uzattı ve bir zavallı insa- Mmiriyordu. Uzun entarili, örgü sakallı a -| ruyor: Gururunu ve hazzını yüreğine sin nın etlerini dağlıyormuş gibi suların damlar, ğin bağı ıplak esirleri kırbaclıyorlar; da- dan sökülen toprak talaşları ke| narlara taşıyorlardı. Şimdi bir yar y yor, birkaç yüz kişi altında kalarak can veriyordu. Biraz sonra kanala saldıran de niz dibinde çalışanları bir anda köpük ve anaforlarının altında eziyordu. Önce bir bir çok başlar gi — Giırk... Gırk. Diye sesler erek: yarlardı. Bir çok kol- lar uzanarak boş yere tutunacak yer ârı-| yorlar, ve tekrar bulanık şularda kaybo- | luyorlardı d kyalı İspartalı bir za ikeli gemii sırlı taşcılar, İyanyalı çiftçiler, Jetten her çeşid esir! Serhas na Âyı yan bir çoban, | r, Mi- er mil -| Elenler üzerine gidecekti; — 0- rında hiç eksik olmı -! * bahsetmişlerdi. Koca nanmanın oradan geçerken darmada, olması, derinliklerde kaybolması ihtima- li vardı. Bunun üzerine Atoş dağını ya - rarak oroz burnuna uğramadan Ter- ine inmeye karar verdi: Fırtı - Nanın boğması ihtimali olan insan sayı - sını şimdiden ve kanal uğruna harcadı - ğının farkında değildi. Orada dağ yarılırken Dardanos da de- nize inmeğe bir yol düşünüyordu. Çönkü zorlu Serhas boğazı gemilerle geçmeyi kendi büyüklüğüne yakıştıramıyordu. Fi nikeli ve Masırlı gemiciler, gemi yapicı -| ları burada harıl harıl çalışıyorlardı. İki yeşil kıyı arasındaki mavi deniz üzerine | karşıdan karşıya dubalar siralanıyor, bir ü kabın halatlarla bağlanıyor ve kalaslarla — döşeniyordu. Kırbaç, çekiç, balta, destere sesleri - boğazın a- ğir bir nehri andıran sularında sekerek| hin demiri uzun saplı bir kıskaçla ocak- | yeşil yamaçlara vuruyor, garib ve kar- Makarışık bir ilk çağlar orkestrasını ya- ratıyordu Serhas Anadolu yakasının Sastos de- nilen yerinde, bir tepenin tahtını çadırını kurdurmuştu. Ötede bir| dağı yardırarak deniz yaparken burada | deniz üstüne yol yapmak ona tatlı bir gu- Tür veren bir tezad oluyordu. Bu tezad | ik bir n dedi. Öbür — yolcular serbest — serbest dolaştıkları hal - de, bu dört kişi, gümrük ve pasa- | port dairesinin ö-| nünde dikildik -| keri noktadan kı - muldamağa dahi mezun - değildiler. Gurabi efendi heybenin, İfakat hanım da kendi bavulurun üstüne çökmüş - ler, alık alık bakınıyorlardı. Ayakta duran Torik, . karşısındaki Takvora bir memuru işaret ederek: — Hayı di; şu adamcağıza söyle de, akltarma mı edeceğiz? Yoksa bura- da sabahlıyacak mıyız? Ne olacaksak, olalım. Takvor, red makamında başını yuka- rıya kaldırdı Deemem. — Neden? — Dil bilmoorum. Fransızca söyle; belkim anlar. — Olmaz! Genem dayak yedirecek - sin bana? Gönlün eğlence İstoor? ansızca iki lâf etmekle adama dayak atmazlar — Bunda ata dır. Kendi dillerincez tahtasını bilem bellerler. — Biz yabancıyız. Yabancı her yer- de müstesnadır. O halde sen kendin nee gitmoor- lar. Burası Alamanya- JÂf etmiyenin sun — Ben nece konuşayım? - Osmanlıca lâf et. Daha eyi me - r&m ağnatt: — Giderim ya! Neye gitmiyecek mi- şim? ırsini. He! Git de gör dünyanı! Bu son cümleyi işitmemezlikten ge- Jen Torik iki, üç adım ilerledi. Arala - rında hararetle bir şeyler münakaşa dirmeğe çalışıyordu. Köprü nerdeyse bitecekti. Fakat bir akşam ufuk karardı: Hava uğuldadı, du gun sular köpüklendi. Korkunç bir fı na o kadar emekle ve günlerce uğraşıla- rak yapılan köprüyü parçaladı. Milyonluk ordusunu karşıya geçirmek için sabırsız- lanan Serhas kızdı, Fırtına yatışır yatış- maz yumruklarını sıkarak denite doğru yürüdü: - Bu saygısız denize Üç yüz sopa vu- runuz! Diye haykırdı. Uzun entarili ve uzun külâhi hemen altın saplı sopasını kaptı, kum: la indi ve birer birer sayarak bütün hı- zile sulara tam üç yüz sopa vurdu. has bunü kaşları çâtık bir kıyıya indirilen altın ta de büyük bir vakarla seyret Sopalar tamam olmuştu, fakat h darın kızgınlığı yatışmamıştı. Yeniden emir veri hen tınız! Bukağı esirlerin boyu du. Böylelikle Darda: leliği ilân edilmiş Serhasın emri bukağıları en yi de unutmamı ida vurulur- »6 boğazının da kö- luyordu. n yapıldı. Kâhin ve sertlerinden seçme- Koca İran imparat Deniz, bütün bu oezalara rağmen gene eskisi gibi sayısız kırışıkları titriyen bü- yük bir atlas halinde sağlı sollu uzuyor, sonra genişliyerek yayılıyordu. Serhas kâhini çağırdı, bir takım emir- ler daha verdi. İlerideki ocakta kocaman bir demir çubuk, kızıl oluncaya kadar isitildi. Kâ. ru gene yatışmadı tan aldı, denizin kıyısına gitti. Kalın ge- sile haykırdı: — Ey acı su! İşte hükümdarın sana ce- za veriyor. Çünkü sen hiçbir sebeb olma- üstüne altın | dığı halde ona hakâret ettin. Fakat sen | istesen, de istemesen de Serhas gene üs- tünden geçecek! Artık sana hiç kimse kurban takdim etmesin; sen buna lây sın. Çünkü faydasız, yalancı bir susu: — Bu huysuz denize bir çift bukağı a-| tüne yatırdı. Bir cızırtı ve biraz buğu | Deniz gene eskisi gibi sessiz ve her şeyden habersiz akıyordu. Sinek öküzün boynuzuna konmuş biraz sonra — Arkadaş, sana daha çok ağırlık vere yim ek uçup gitmiş. Serhasın denize karşı duyduğu kızgın-| lık geçmişti. Fakat o, denize Üstün gele- miyen köprücüleri de cezasız bırakmak istemiyordu, Onlar niçin, bu huyunu hesaba katmamışlar, işlerini da- ha Em Şu acı suların am tutmamışlardı ariksizlerin boyunlarımı - vus run! Zavallı köprücüler Üçer beşer yakala- niyor; kalin ağızlı kılıçların indiği — her | boyun birer kıl kadar kolay kosiliyordu. Serhas, yüzlerce, binlerce kesik başla başsız güvdeyi de, s winp adrtak sa; denize attırıyor, bu sırada en küçük 4 bile duymuyordu. “Hattâ kesik htılaşmış kanlar arasına yuvar- landıkça onun başı hafifliyor; beynine vuran kanlar dağılıyor: fırtmadan son- bir başlar bir hal alıyordu Köprü yeniden yapıldı. Serhas, on altı tane dev yapılı abanoz kölenin omuzlarında ve har tarafı elmâs- lar, yakutlar, zümrüdler, incilerle süslü altından bir tahtıravan içinde, altın sa- çaklı al ipekten bir tentenin pembe göl- gesinde, ilk olarak köprüyü geçti. Altın taht Abidos'a kurulmuştu. Büyük hü- |kümdar oraya oturdu. Ayaklarının altına serilmiş olan denize, denizin karşı yaka- sında her renkten bir mahşer kelabalığı yapan-beş milyoriluk ordusuna, göğsünü kabartarak bakıyordu. Şimdi ordu geçmiye başlamıştı: Uzun mızraklı yayalar; ok ve yaylı, kısa kılıçlı atlılar; on binlerle haro arabası, tüccar- W!ar. hamallar, uşaklar, kadınlaz ve hattâ Wmcuklsr vardı. Bin iki yüz harb gemisi köprünün Akdeniz tarafını doldurmuş, ordunun geçişini selâmlıyordu. Bu geçiş tam yedi gün sürdü. raki deniz halinde durgun ve düşünceli | Birinciteşr!: Beher metre murabbaına 18 lira bedel tahmin edilen Cihangir yangın yerinde Firuzağa mahallesinde Karadut sokağında 19 harita ve 605-620 harita numarali arsaların önünde 53 metre murabbat belediye Malı yer satılmak üzere açık art- tırmaya konulmuştur. Şartnamesi Levazım Müdürlüğünde görülebilir. İstekliler 71 lira 55 kuruşluk ilk teminat makbuz veya mektubile borabor - 13/10/938 Perşembe günü saat 14 buçukta Daimi Encümende bulunmalıdırlar. (B.) (6932) vv Bahçeler Müdürlüğüne lüzumu olan ve 3200 lira bedel tahmin edilen bir tane kamyon açık eksiltmeye konulmuştur. Ş artnamesi Levazım Müdürlüğünde gö- rülebilir. İstekliler 2490 sayılı kanunda yazılı vesika ve 240 liralık ilk teminat makbuz veya mektubile beraber 14/10/938 Cumâ günü saat 14 buçukta Daimi Encümende bulunmalıdırlar. — (6980) |İstanbul Konservatuarı Yatı Kısmı Direktörlüğünden Könservatuar yati kısınına bu sene için erkek talebe alınacaktır, Okul yatılı ve meccanidir. «Musiki ve orta tahsil öğretilir.» Müracsat edeceklerin Ük mekteb mezunu bulunması ve yaşının on üçlen o” yediye kadar olması lâzımdır. Diğer şeraiti öğrenmek için Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri saat 9 dan on dörde kadar Beşiktaş Kılıçalide Okul Müdürlüğüne baş vurmaları, — 7306 RADYOLİN il SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM Her yemekten sonra muntazaman — dişlerinizi fırçalayınız. Evet ne olmuştu da Serhas ağlıyordu? Yanındakiler bunun farkınt varınci şaşırdılar. Birkaç dakika hiçbir şay söy lemeden birbirlerinin yüzlerine baktılar Neden sonra Artaban imparatorun önün: de eğildi: — Ey büyük hükümdar! Niçin üzülü: yorsunuz? Bunun sebebini bildirmenizi sizden yalvarıyoruz! Serhas içini çekti. Köprüden geçen vr geçmiş olan milyonları gösterdi. Titrek ve üzgün bir sesle cevab verdi: — Yüz sene sonra şu gördüğüm insan- — lardan hiç birinin kalmıyacağını düşünü: yorum da insan ömrünün kısalığına ağ" lıyorum! bütün dağ ve övaları, bu derece büyük bir otduyu görmüş değillerdi. Hele bu| |derece bir orduya kumanda eden |bir imparatoru hiç görmemişlerdi. | Serhas kendisini çok mes'ud buluyordu. İki eniştesi Mardonyosla Artaban sa- ğında ve solunda duruyorlardı. Diğer ku- | mandanlar da güneşin parlak ışıkların- da ışıldayan zengin üniformalarile - göz| kamaştırıyorlardı. Onlar da şübhesiz im- | paratorun duyduğu büyük saadetten ken- | dilerine birer pay ayırıyorlardı. Fakat birdenbire ne oldu da 6 mes'ud Serhasın yüzü buruştu; gözleri duman- landı; iki damla yaş sert kirpiklerin ara- larından sızarak yanaklarının üstüne, o- radan da henüz birkaç teli ağarmış olan sakalına yuvarlandı? YARINKİ NÜSHAMIZDA: Tahta heykel İngilizceden çeviren: Neyyir SON EDEP STANIN ROMANI e kimbilir kaçı idi? İstasyondaki elektrik fenerlerinin kızıl ışığı altında bir ora* ya bir buraya koşuşan hamalların, kas” ketli memurların gürültüsile lokomo” tif düdüklerinin tiz sesleri hepsini d& serseme döndürmüştü. Gurabi efendi heybesinin üstüne tek: rar çökmüş, mütevekkilâne tesbih çe kiyor, İfakat hanım ardarda sigari etmekte olan bir kaç kişilik grupa yaklaştı. Kemali ne- zaketle kasketini çı- karıp selâm — ver - mekle beraber, içle« rindem bir tanesi - ne: — Pardon, mös - yöl dedi., biz, Tür - kiyeden geliyoruz .. Herif, hüdud bo- yunda bin çeşid :- sanla, kaçakçılarla, pasaportsuz giren - raşmanın — tab'ına Verdiği bir huşu - netle yüzünü Tori - ğe doğru çevirip onun selâmına nazi usulünde, elini ha-|rik ya mevlüsını almıştı. Söylenmekte | dairesinde lâf ettim, o benim vaya kaldırıp - alnını gibi - mukabele etti. Bumun selâm olduğunu fark etmiyen 'Torik kızdı ve, ayni jesti, ve lâkin da- ba kaba olarak, tekrarlayıp: — Nah, sana! dedi; Ulan saloz oğlu karışlıyormuş jsaloz! Kimin ahırında terbiye gördün? | yerde münasebetsizliğe kalku Ben sana efendi efendi gelip şapkamı çıkardım, medeni insanlar gibi selâm yabani? Bu lâflardan bir şey anlamıyan Al- man, Toriği başından savmak için: Pe- ki.. peki.. demeğe gelen Almanca: — Gut.. gut.. gut!. Kelimesila, onu, omuzlarından ya - kalamış, teskine çalışıyordu. Tâkin To- Torik; eFransızca söyle, belki anlar!» dedi. İdevam etti: — İstediğin kadar, kuluçka tavuk Şibi gıdakla! Kurbet eline düşmüş fu- İkara takımı olmakla beraber çok şükür |haysiyet sahabısıyız. Sana edebimizle İlâf ettik: Sen de öylece cevab verecek yorsun. |Doğru mu bu? Gene bir hâdise çıkmasın, yahud çıkar |verdim.. kimin suratını karışlıyorsun, 'sa da önü kolay alınsın diye, Gurabi yefendi de ıhlıya, — sıklaya — yerinden İkalkmış, yanlarına yaklaşmıştı. P Alman, Toriğin ağzından çıkan lâfla- rın arkasının gelmediğini görünce ar - kazını tekrar döndü — ve arkadaşlarile münakaşasına devam etti: 'Torik buna büsbütün — kızdı. Fakat tüttürüyor, Torik arada bir küfür sa * vuürüyor, Takvor da bir aşağı, bir yür karı geziniyordu. Yarım saat daha 'bu vaziyet böyle de vam etti. Derken, kıranta, şişmanca v gür sesli biri, yanmdaki iki kişiye bi şeyler söyleyerekten, bunların yanifi kadar geldi, ve önce Gurabi efendiy? hitabla: — Pasaporl! dedi İ Gurabi efendi, paltosunun cebindet aportunu çıkarıp, uzattı. Herif uzu! 'a tedkik ettikten sonra, otÜ kendi cebine soktu. Ve İfakat hanııt! işaretle, sordu: — İre frau gemâlin? — Evet. Viy, viy.. da! — Yüde. Bu sualin: duğunu anlamadan, Gurabi efendi ne eerila sırıta başını salladı: — Viy.. viyi Herifin kaşları çatıldı; sesi daha ? yade - sertleşti. Gürler gibi, bir arat” dolusu lâf savurarak, yanındakilere '* fiya kocanın tâ karşıdaki kulü bemsi yere götürülmesini emretti. 4 Onlar, neye uğradıklarını bilmed?”! bu suretle götürülürlerken, herif sefer de Toriğe döndü: Paşpart! — Buyur! Torik pasaporlunu verdi. — Eyi ki ledin, Takvor, dostum.| — Aryanis? Bize bir şey daha öğrelmiş oldun. | — Torik önce herifin yüzüne, sonrâ Lâkin birbirini takip ederek bir çok|bir şey arıyormuş gibi etrafına ba trenler gelip gittiği balde bizlmkile- | Bulamayınca döndü ve put gibi dW” Fin semtlerine bile uğrıyan olmuyor-| Herif, aslan kükrer gibi, bir * du, sordü: Karanlık eyice hasmıştı. Gecenin| — Anyaniş? babalığının: — Gel, evlâdım!| Nene lâzım? İş ola-| cağına varır, nasil olsa,, Demesi — üzerine, için için küfrederek geriye çekildi, Tak- vor: — Gördün? dedi; hakkım yoğumuş?. Az kaldı. bunda da maraza — çıkaroor - dun, Bunlar böyle - dir. Kendilerinden olmayana — metalik vermezler, — Herif ne terbi- yesiz şey bel — Ne gibi? — Ben ona edeb alnımı «Yahudi mi?» demek ©" u, g€ karışladı. — Yok. Alnımı karışlamış - değildir; eenabına nazi biçimi selâm vermiştir. — Öyle selâm mı olur?! — E işte, oloor.. ne edersin? Bundan böyle belle de, Alamanyanın her tara- fında ayni musmele ilen karşılaştığın vakit cenabına aykırı gelmesin. Gürabi efendi, oğulluğunun yerine, cevab verdi: aa gl gü hi ”