21 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

21 Eylül ' Çocuk terbiyesi : Çocuk okul ana, baba ne Padler Yazan: Ann — Acaba uslu durüuyor mu? — Kim bilir ben döndükten sonra ne kadar ağladı? — Acaba üşüdü m Mi etti? Yavrusunu ilk mektebe bu kaygularla kıvr lmesin. Onu her sabah e kadar ne- la- ü, düştü mü, kavga yolladığı yıl annenin yüreği anır durur. Nasıl üzü Mmekteb - kapısına götürünciye Ka ler çekiyor, bırakıp dönerken göz yaş tını ne kadar güçlükle susturuyor. Hem Çoduk nazlı naziktir. Azıcık üşüse has - talanıveriyor. Galiba biraz da ::_facaıîdır. Evde dinlenip durmaz, dEdiîTıînaî;î z— Mez, söz anlamaz, kimseye asmaz. EVE, lîle annesine de ne kadar _duşkun- dür. Daha bir saat bile annesiz bir yerde durduğu yok, Bütün gün akşamlara ka- dar o yabancı yerde nasıl yalnız dura - cak, lâf dinliyecek, kendini koruyacakı Mektebe yazılış, çocuk ömrünün en bü- yük geçididir. O zamana kadar o daha bir1 çok ehemmiyetsiz geçidler atlar, Fakat hepsinde bizi yanı başında bütün müş - küllerini gidermiye, göz yaşlarını d;n.. dirmiye hazır bulur. Halbuki buk.seAeı.' Öyle değil. Bu geçidi yalnız geçece a tıldığı bu yeni muhitte evdekilerden hiç birinin yeri yok. : Bîînyîîmz II;m:ı değil bize _bile güç gelıî'l. Gül gibi üstüne titrediğimığz iğ;îr;;;z_ bütün bir gün göremiyeceğimizi CÜY? | hünce kaza,g';ıastgalık, kötü arkadfiŞı türlü bin fena ihtimal gözümüzün önünde SI - ralanır, Bu sinirliliğimiz farkına varm;; dan ona geçer. İşte her sabah :ıı'ıelı:teda * sanki fevkalâde bir vak'a kaşşgsmbk İmiş gibi - hiçkira hiçkira gitmesinin Bebebi... i _ Öteki sebebler daha mühimdir: A mîocuğu, bu yeni mul';ite. Ş:ıe;_lli ygf:;: E amamışızdır. Nazlıdır, ; iha Palîosunu biz geçirmeliyiz, “ç“dğı “Seyleri arkasından biz toplamalıyız. EVB _î .h"'df-'ŞIerine tahakküme alışmıştır. ! dediği iki olmaz. Hele hiç kimseye boyun ez, : Ne kadar kuruntu edilse yeri ıval'- îlf; bir çocuk (disiplin) €, kendı" kendin kollamıya, eşlerile geçinmiye lüzum Ve tiyaç gösteren mekteb hayatıni elbet - Ha yadırgar. , Bu kusür onun değil bizimdir. daha küçük yaştan mekteb zamanına lîa' irlamak lâzımdır. Bu hazırlık onun Ön- M nü, çantasını, kitablarını ci ak demek değildir. Yavruyu her 'şe * € ve her bakımdan mektebde kendi- kollıyabilecek hale eriştirmektir. hitizcuk her şeyden önf:ue bizde]ı_ıâ;v;:: lra bğn. ayrılmayı da öğrenme :i . Ki A izim olmadığımız bir odada y ği t Sliha arkadaşlarile oyun oynamıya .1 ler;nah' vakit vakit tanıdık çocuklu aıîî; dizi ?o“amalwız. Çocuk ancak bu sure Eöanm dibinden ayrılmadığı insanlara çeşterdîği lüzumsuz düşkünlükten vazge- . Ve kendi gibilerle anlaşmıya başla'l'. €ndi kendine “ilk soyunup gîyinebıl- Bünden itibaren bu işleri ona bırak- L Oyuncaklarını toplamayı, hattâ şU ü Ufak şeyleri yapmıya ahştırma"hdll'- he alışkanlık onu kendi kendine güve * âk yalr_î'z ve yabancı arasında yğşa - Bar, e Ürkmiyen bir insan namzedi ya- ; Hiğj ; dııî İtaat, çocukta şahsiyetin inkişafını a başlarken yapmalıdır? — Çeviren: Neyyir e meneden eski bir fazilet telâkkisi gibi“ go— rünür amma söz dinlemiye alışan küçü- ğün; sözü dinlenecek bir büyük olması ihtimali dik başlılara nazaran daha p_ek çoktur. Bu; ayni zamanda mektebdeki ilk günlerinin saadetine temel teşkil eder. Böyle yetişen bir çocuğun mekteb h:?- yatından endişeye sebeb yoktur. Kf"__f'—"' ni kollamıya alışiktır, kolay kolay üşü - mez, hasta olmaz. Malına sahib olmayı öğrenmiştir. Kaybettiği için ne kimsenin yakasını tutar, ne kimseye muhtaç olur. Arkadaş edinmeyi küçüktenberi bilir. Onlarla oyalanırken evin hasretini çek - mez. Yabancı muhiti yadırgamaz. Ve ni- hayet arzularından fedakârlık etmeyi an- lar, her istediğini yapamıyacağının far- kına varır, icabında söz dinler. Düşünülecek bir nokta daha var: İyi amma acaba çocuk kimlerle düşüp kalkı- yor? Bu düşünce de öbürleri gibi ancak mekteb hayatına hazırlanmamış çocuklar için varid olabilir. Çocuk mekiebde kim- lerle karşılaşacak? Aşağı yukarı kendi çağındakilerle değil mi? Bunların bir kı&- mı itina ile yetiştirilmiştir. Arkadaşlık - larından zarar değil, fayda gelir. Diğer kısmının her hangi bir şanssızlık yüzün- den gelişi güzel büyümüş olduklarını far- zedelim. Çocuk bunlardan küfür, yemin duyacaktır. Hattâ bazan cinsi hayata dair rastgele sözler dinliyecektir. Evet, fakat şu mühim noktayı unutmı- yalım: Çocuğun alâkasını ı_asrarh gördîiğü şey giciklar. Yeminle küjğı'u: de, bu_ gözle baktığı için ona cazib gelir. Eğer biz, ev- velce ona, bu gibi sözlerin korkunı,î, aca- yip şeyler diye değil de, sadec:z ve lüzum- suz kaba sözler olduğu içîn_soylenmeme- leri lâzım geldiğini öğrenmişsek mekteb- de onları duysa bile tekrarlamak merakı- na kapılmaz. Cinsiyet bahsine gelince: Bu da ancak mahiyeti meçhul kaldıkça ;qcuğun me- rakını tahrik eder. Esasını bilirse, yanın- dakilerin yalan yanlış fısıldadıklarına kıaılak bile vermez. Hattâ onlnrş istihfaf der, Bu gibi dedikodulara kendini veren £ eııı'iılar yeni doğan bebekleri leyleğin âîîirdiği;ıi sanacağ kadar gözü kapalı bü- tülmüş olanlardır. yüşu halde çocuk daha mektebe gaiıt;ı;el ; den önce bu mevzuâ dair kâ_fi m ka inmiş olmalıdır. Cinsiyet üzerinde ko- n — . gelmemiş bir mekteb çağına- & z nuşmaîı- ve mevsimsiz bir mevzu n t:îî' (6) 1 olsa akranlarile saymak ha tara e unlardan bahsedildi - i- araya gelince BE M ktır. Yaradılışındaki teces - ğ-i-ni çe heı: bilmediğini öğrenmiye BŞ çocuğlıl geç öğrenmesi icab e- çeker. İyisi mi, '—"i , pü #öretle, Ço - denleri sizden üi : arak, itimadını cuğun merakını yatıştıra zi İleride, daha mü - kazanmış olursunuz. Fü' tüi aüliği him, daha çetin mesş?lele e n size koşar. kesi bırakır, hd caZîîn çocukta bü merak kendiliğinden anır? Daha üç yaşında g'el kabîğre;ğ:'eıt]a;ıyrun ki k.endinin :_ıere - d:aıî geldiğini öğrenmek için msîîı;ilm':' ır. dürür. Hayata karşı gö rilmış KüEŞ teşli bir alâkanın ifadesi olan bu îîîil' rîıerşakı asla hor görmemeli, tersle - Amerikada çevrile yeni filmler Venedik beynelmilel film — sergisinde en büyük mükâfatı kazanmış olan R. K. O. kumpanyasının (Pamuk Sultan ve Yedicüceler) filmi Avrupa ve Amerika- yı teshirde devam etmektedir. Stüdyo şimdi yeni ve seçme prodüksiyonlar için- de durmadan çalışmaktadır. Geçen ağus- tosun nihayetinde ikmal edilen filmlerin sayısı onu bulmuştur. En mühimleri şunlardır: 1 — Cinger Rocers ile Fred Astaire'in: Carefree filmi. 2 — Maks Brothers'ler (Room Service) filmi. 3 — Victor Mac Laglen, Gary Grant, Douglas Fairbanks tarafından: (Gunga |Diü) filmi, Şimdi çevrilmekte olan en mühim film- ler de şunlardır: 1 — (Love Mateh), İröne Dunne, Char- les Boyer, Leo Mac Carey tarafından. 2 — (Memory of Love): Claudette Col- bert tarafından, tarafından: x Yıldızlar tekaüde çekilmek vakti gelince ne yapacaklar? Sinema yıldız ve san'atkârlarının şöh- retleri uzun sürmez... Bugün fevkalâde bir mevkii olan bir san'atkâr pek az son- ra bu mevkii terketmek — mecburiyeti karşısında bulunmaktadır. Bundan doöla- yı sinema san'atkârları tekaüde çekilmek vakti gelince ne yapacaklarını şimdiden düşünmektedirler... Bunlardan bazıları- nın fikirlerini bildireceğiz: Dünyaca meşhur İran halıları nasıl dokunur? kralisi için ısmarlanan Clark Gable — Bu san'atkârın muka- velenamesi 1941 senesinde bitmektedir. Tecdid etmek niyetinde değildir. Arizo- nadaki çiftliğine çekilip çiftçilik etmek arzusundadır. William Powell — Şimdiden kendini tekaüd hayatına alıştırmaktadır. Tedri- cen verimini azaltmaktadır. Bir müddet sonra artık Amerikayı terkedip Fransada yerleşmek arzusundadır. Claudette Colbert — Sinemadan ayrıl- mak niyetinde değildir. Film çevirmese bile senaryo yazmak ve sahne vâzılığı yapmak suretile sinema hayatında kal- mak arzusundadır. Lorette Young — Hollywoodu terkey- lediği vakit iyi bir zevce ve iyi bir anne olmak arzusundadır. Robert Taylor — Henüz sinemadan çe- kilmeği düşünmüyor. Barbara Stanwyek çiftliğinin yanında bir çiftliği vardır. Woallace Beery, Robert Montgomery, Spencer Tracy, Edmund Lowe — Hep çiftçiliğe heves etmektedirler,. Eleanor Powell — Altmış yaşına ka- dar rol yapmak niyetindedir. Kay Francis, Basil Rathbone, Lionel Barrymore, Fred Stone, May Robson, Bette Davis'den - hiçbiri -(Hollywoodu) terkeylemek arzusunda değillerdir. dilmemiş tecessüsüne tehlikeli zeminler hazırlamak demek olur. En makul hare- ket, teferrüata girişmeden, doğru ve e - saslı bir cevab vermektir. Sorma çağına eren yavru, açık, dolambaçsız cevabı din- lemiye hak kazanmış sayılır. Çocukların çoğu üç yaşında değilse bi- le, her halde mektebe başlamadan evvel muhakkak bu merakı gösterirler. Çocuk dört, beşine geldiği halde kendinin nere- den, nasıl geldiğini sormuyorsa biliniz ki öğrenmek istediği şeyin sorulamıyacak bir şey olduğunu sezmiş te susuyordur. Bu ketumluk onunla aranıza, gittikçe ge- nişliyecek bir ayrılık sokabilir. Buna meydan vermeyiniz. Şayed çocuk meraksızlığında samimi ise, bu mevzuu gene siz bir yolunu bulup, meselâ bir motörden, bir tayyareden bah- sedermişçesine ve tıpkı tesadüf gibi yapa- rak, açınız. Hiç bir vakit yavrunuzu şun- dan bundan duyacağı rastgele bahislerin kucağına gözü kapalı atmayınız. Tehli « ke, işin bu noktasındadır. Bütün bunlardan sonra mühim bir ci- het kalıyor. Çocuk - ne kadar alışkan ve hazır — olursa olsun - mektebe giderken ona — yuvasından — ayrıliyor hissini vermemelidir. Mümkün olduğu kadar mektebde de başı sıkıldıkça im - İ “vle bir çocuğu sudan ce - melidir. Böyle îaî)larla baştan savmak onun tatmin e- R Üreli ö Undan başka ona «itaat» i öğretmeli Iıolan bu halıların dokunup meydana çık- |tığı efabrikaları» görmeği pek merak et- «İran» denince, aklıma ilk gelen; hiç şüphe yok ki; «halı» dır.. Bunların en meşhur tezgâhları da Tebrizde kurulu - dur.. bütün dünyaca meşhur ve makbul tim.. konsolosumuz Bay Ragıbın tavsi - yesile, Tebrizin en büyük imalâthanesini gezmeğe gittim.. iki metre genişliğinde, ortasında bulaşık suları akan, daracık bir sokağın başında arabacı beni aşağı in- dirdi.. taştan taşa sekerek «en büyük» imalâthanenimn, küçücük kapısından, ba- şımı çarpmamak için eğilerek girdim.. burası, «Hacı İbrahim ağa» namında Teb- rizli bir Türkün malıdır.. bizde pek ayıp manaya gelen bir mürekkeb isim, İranda büyük imalâthanelerin ismidir, Türkiyeli bir vatandaş olan «Abacı - yan» isminde bir zat beni buraya getir - mişti.. Viyana ve Londrada satış mağa - zaları olan Bay Abacıyan, fazla para ile satacağı halıları bu imalâthaneye sipa - riş edermiş.. fabrikayı gezdikten sonra öyle anladım ki: tezgâhların yarısı bu zat için çalışıyor. Türkiyeli olduğu halde, Tebriz şivesile türkçe konuşması kulağıma çarptı. Ken- disine dedim ki: * — Konuşurken kelimelere verdiğiniz ahenk, Tebrizli olduğunuz hissini uyan- dırıyor.. — Sormayın efendim. Yirmi senedir bunların içindeyim., şimdi ben de İranlı gibi görüşüyorum.. o -güzelim lisanım bo- zuldu gitti, — Eskiden güzel mi türkçe konuşur - dunuz? — Elbette.. — İstanbullu musunuz? — Hayır, «Kayseri» liyim!!, x* Çamurdan yapılmış, bu uzun binanın içinde tahminen elli altmış tezgâh çalı- şıyordu., Birinin önünde durduk: — İşte bu halı tam üç senedir yapılı- yor. Daha iki aylık bir işi kaldı.. bu ha- lmın yedi santim mürabbaı dahilindeki bir kareye, tam altı bin dört yüz düğüm isabet eder.. — Vay vay vay!.. — ÂAÂmma, şekillerin zarafetine, malın ince ve yumuşaklığına bakın.. — Öyle. Kumaş gibi bir şey... — Bu, ipek olsa, o kadar ehemmiyetli değildir. Fakat yünü bu hale gitirip de- kuyabilmek büyük bir san'at eseridir. — Peki, bunu kaça satarsınız.. — Böyle halılara fiat konamaz.. bun - ların satışı emal» n eşans» ma tâbidir.. şimdi ben bundan Üüç dört bin &tü - Ticarethane sahibi “Geliniz, size İngiltere sarayı halıyı göstereyim,, dedi İran halılart su kenarında temizlenirken men» (1) beklerim. Amma meraklısı çı: kar da daha fazla verir, yahud çıkmaz de tahminimden de aşağı gider. — Yahud da, tezgâhta kaldığı gibi, bir kaç sene de antrepoda kalır.. — Olmaz şey değil!.. * Halı piyasası İranda çok ucuzdur.. tüc car, malı ucuza maleder, ucuza da sa tar.. onların yaptığını, Türkiyede yap manın imkânı yoktur.. çünkü, amele yev: miyesi «hiç» denecek hadar ehemmiyet- sizdir.. halı tezgâhlarında bizde olduğu Bibi erkekler, yahud kadınlar çalışmaz. her tezgâhın başında altı yaşından on iki yaşına kadar olan çocukiarın makine gibi işledikleri görülür.. bunların aldık- 'ları gündelik te bizim paramızla «6-7a kuruşun içindedir.. çalışma tarzları ds seyredilecek kadar enteresandır. Bir tezgâha iplikler gerilmiş, önüne dfa - halının büyük veya küçüklüğüne göre - üç beş çocuk oturtulmuştur.. elle rinde, yapacakları halının renkli resmi de vardır. Her çocuk önündeki «çile» ler- den ayırdığı rengârenk: yünleri, tezgâh- ta gergin duran ipliklere, büyük bir sür'atle düğümlüdür.. halının bazı ha - sablı tarafları vardır ki. o vakit «çocuk» bunun içinden çıkamaz. Böyle zaman - larda ustabaşı müdahale edip, resmi ken- di eline alır.. gayet ahenkli bir sesle ve sür'atle kumanda vermieğe başlar.. usta- nın her emri üzerine çoruk, «tamam» ma- nasında! «eecey» diye ayni ahenkle cevab verir.. Tavanlara asılmış hesabsız - halıların arkasında bir ara kulağıma bunların se- si geldi.. o kadar ritm üzerea birbirlerine sesleniyorlardı ki, «Hafız> dan, yahud «Sadi» den mısralar okuyorlar sandım.. dikkat edince, türkçe kelimeler kulağıma çarptı.. evvelâ usta sesleniyor, sonra çi - rak cevab veriyordu: — Üste sarı koy! — Ecey.. — Âlttan mavi! — Etey.. — Bir daha üste! — Beey.. — ÂAlıver alta! — Etey.. Usta, azman bir tavuxz gib... Yanındaki çocuklar da civciv.. usta gidaklıyor. On- lar da ,ellerindeki sivr: uçlu demir çu- buklarla önündeki iplikteri gağalayıp du- ruyorlar... (Devamı 10 ncu sayfada) (1) Tümen: Yetmiş, sekşen kuruş ara- sında oynar.. dadına koşacağınızı hissettirmelisiniz..

Bu sayıdan diğer sayfalar: