gökr A 25 sonra bu h Kraliçe Turin; yaçıtda Güncü La © ölümile a tal Kraliçe öl ea İkinci Fredrlek tural — Ölümünden altı sene ÂN Kraliçesi Se. Elizabet 14 Sineklerin Sonbaharda ölmeden evvel acı n R aei kanad sesl taç giyen k aptıldarını hâiı mislair ? Papağan dili ile, değil, Erliçesi Birabet, gırtlağı ile en Turing Kralı dör- ö ylas'Diğtir. Kasvar. CŞ yrebiraderi tara- htından uzaklaştırılmıştır. Gsene sorra cesedi İmpurator fından — mezarından çıkarılmış 've bu ölü kadına merasimle taç giydirilmiştir P YUŞ BSON POSTA Pansilvanyada Saskuvehamna nehri geçen Martta taşmiş, aahilde bulu. yerinden sökmüş. g. gehre kadar imdirmiş ve nan Bir yilleyi #ürüklet villânn sahibinin şehirdeki evi önüne getirip bırakınıştır - —— Bu İskoçyalı kör dilenci Hmedi erbere okumaktadır Edirne yolculuğunun intıbaları Yunan hudud memurları İstanbuldaki Rum ve Yahudi vatandaşlardan çok iyi Türkçe konuşuyorlar Yunan gümrük memuruna: “Türk Ordusu Edirneye giriyor,, dedim. Cevab verdi: “Bizimki de Dedeağaçta... Geç bile kaldık,, İnsana bir evlenirken, bir de seyahate çıkarken çok akıl veren bulünurmuş. Bi- rinciye hiç teşebbüs etmediğim için bil - miyorum. Fakat ikinci iddianın doğru- luğu muhakkak, Balkan antantı devletlerile Bulgaris - tan arasında Selânikte yapılan anlaşma mucibince Lozan muahedesi ahkâmının gayri askeri mıntaka addettiği Edirneye ordunun girmesi takarrür edince, bizim de askerden evvel şehre duhulümüz ka- rarlaştı. Ve bavulumu hazırlamağa baş- ladığım andan trenin basamağına atla - yıncıya kadar tavsiye hücumuna maruz kaldım. Sanki, şu üç buçuk adım ileri » mizdeki Edirneye değil de Amerikaya gidiyordum. Kimi otobüsle gitmemi, ki- mi sabah trenini, kimi konvansiyoneli, bazıları da paraya kıyıp semplonu tercih etmemi söylüyordu. Otobüs, saframı kabartır. Tren, yolcu- Tük uzarsa başıma vurur, ikisi arasında bir karar verebilmek için bir gayrimüba- dil sabrile tavsiyeleri dinledim. Bana en ehvenişer geleni sabah treni oldu. — Sabahleyin 8,50 de biner, akşamüs- tü Edirnede inersin! dediler. Düşündüm. Gündüz etrafı görerek, kalabahk olma » diği temin edilen bir trende seyahat zevksiz olmasa gerek. Akşamüstü inile- ceğine göre dört, beş, bilemediniz altıda Edirnedeyim. Pek uzun sayılmaz. Meğer çok uzun sayılıyormuş. Allahım © ne bati yürüyüş!.. Milletler Cemiyetinde miyiz? Tren diye (ademi mü dahale komisyonu) na mı bindik? Yoksa (İstanbulun imarı) ile mi seyahat ediyo- ruz? Dayanamadım, şeftrene sondum: — Kuzum, lokomotif mi bozuldu?. O da derdli. Başmı salladı. — Hayır, hep böyle gideriz. — Niçin istasyonlarda çok duruluyor. Yük mü alıyorsunuz?.. — Yocok... Bazan olur, alırız. Olmazsa bile muayyen müddet durmak mecburi- yetindeyiz. — Bu gidişle haftaya Edirneye yarır miyız dersiniz?. Güldü: — Merak etmeyin, akşamüstü orada - yız. — Kuzum, şu akşamüstünün adını ko- yun, saat kaçta?. — Sekize doğru.. Kıssadan hisse çıkaralım: Sür'at as - rındayız. Otobüsün beş saatte aldığı yola şimendifer 12 saatte giderse, şimendi - fere rağbet kalır mı? Bu hatta yolcuların hissedilir derecede azalmasının yegâne sebebi, gündüz treninin hiç bir ihtiyaca cevab verememesidir. Bunu muhtelif di- leklere ve şikâyetlere tercüman olmak için kaydediyorum. Pition istasyon binası Tamaktan çok hıçkırmağı denediği için, yağmur az, zelzele çok olmuş. Yağınur - suzluğun yollarda mısır, karpuz, kavun şeklinde sembolleşip el kaldırdığını gö - rYüyoruz. Mısırlar bodur, Kavunlar, kar- puzlar kemik hastalığına tutulmuş. İstasyonlardan binen köylülerle ko - nuştum. Şikâyet ediyorlar. İkide bir ko- nuşmalarının nakaratı: — Ah bir yağmur yağsa! Toprak sararmış çehresile bu temen « niyoe can ve gönülden: — Âmin! Diyor, Sik sık göçmenler için yapılan evlere rTasgeliyoruz, Edirneye giden bir göçmen dedi ki: — Bazı mıntakalarda çok sılma var. Mücadele edilmiyor değil.. fakat onun kö- kü kuruyuncıya kadar bazı köylerde de insan kalmıyacak! Kâzım Diriğin, her an dirik görüşü çoktan bunu farketmiştir. Sıtma müca - delesine azami ehemmiyet verilmökte, göçmenlerin her türlü derdleri ile yakın- dan alâkadar olunmaktadır. Yalnız Sıh- hat Vekâletinin göçmen işlerile biraz da- ha fazla uğraşmasını gönül çok arzu edi- yor. Tahsisatsızlık bazı mıntakalarda is- kân âmirliklerini ve onlarla beraber bir kısım göçmenleri müşkülâtla karşı kar- meden önce yer ve anların ilk ihtiyaçla- rını karşılıyacak nesneler temin edilmeli, Rahat yerlerini bırakıp ana vatana ko - şan ırkdaşlarımız velev kısa bir zaman için de olsa müşkül mevkide bırakılma- mahdır, * | Uzunköprüden sonra geçilen ikinci İuzunca köprünün bir başı bizim, diğer ta- rafı Yunanlıların. Burada hepimize ifti- Şıya bırakmaktadır. Göçmenler getirtil- | har veren bir noktayı işaret etmek iste- | | * Tim. D Tetiya yağımunmuz Du sene tabint ağ| Bizim taratta güzet b yağmursuz. Bu sene tablat ağ-| Bizim tarafta güzel bir karakol binası ya |rek pılmiş.Kulesinin tepesinde dalgalanan şan h bayrağımızın altında heykelleşmiş bir 'Türk askeri süngü takmış bekliyor. Tren geçerken bu zarif ve temiz binanın önün- de bir sıralı safta karakol efradı vesmi selâm ifa ediyor. Diğer tarafa geçtiniz mi küçük ve harab bir karakı Ceke « tini çıkarmış, yan gelip si; sını Losür- datan kom 'Tren hududdan sonra .ilk yabancı is - tasyon olan Pitionda durdu. Arnavud lehçesile rumca konuşan, Tatavla dilile türkçe ifadei meram eden bir Rum ka - dinıi şarab, sigara, çikolata satıyor. İs - tasyonda ondan ve trene binen bir Yu- nan jandarma ve gümrük memurundan başka kimse yok. Hududla beraber top- rak ta değişiyor. Sınırın geldiğimiz yam öbür tarafından daha güzel. Pitien klâ- sik manzaralı bir köy. Geçtiğimiz istas- yonların ayni. İki farkı var: Evleri ayni şekil olduğu halde taştan. Bir de istas » | yonda dalgalanan bayrak mavi beyaz. |Sakinleri itibarile hemen göze çarpan bir fark yok. Yalrız Pitionlu köylü biraz daha Osmanlı köylüsüne benziyor. Yu - nanlı memurlar bizim kompartımana gel- diler. Zararsız türkçeleri var. Her halde İstanbullu Rum vatandaşlardan ve bil - hassa Yahudi hemşerilerimizden daha mükemmel konuşuyorlar. Sigara paketimiz açık duruyordu: — Bir Türk sigarası almaz musınız? de- dim. Gümrük memuru başını salladı: — Bizim sigaralarımız Türk sigarala - rile yarışabilir bir bale gelmiştir. Covab verdim: — Bir tane alınız da ikisi arasında bir bir kuş mötekasıısı bir ağaç üstünde böyle yanyana, yar yet muntaxam olarak yapılı y A 6 - kuş yüvası kaşlet- sacak haşlan- mıpı döndürür keblir Balins balığı, balık fasilesin- den değil, me- meli hayvanlar fasilcsimleadir Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ' D gaceralarını anlahywlm:'îî-ya—_] 4 Garib bir soygun Zabıta kuvvetleri evi muhasara altına almışlar, sabaha kadar nöbet beklemişler ve buna rağmen sabahleyin evin soyulduğu anlaşılmıştı Eski polis âmirlerinden Bay Raik: — Size İstanbulun dört bir tarafını so- yup soğana çeviren, beni peşinde tam bir hafta koşturan ve sanra da iki ay hasta- nüde yatırtan kürnaz bir hırsızdan bah- sedeceğim, dedi. O kış, İstanbulun her semtinde, he - men hemen haftada bir, faili meçhul ka- lan bir soyma vak'ası oluyordu. Herifler o kadar ustaca hareket ediyorlardı ki ne ele geçiyorlar, ne de işe yarar bir iz bı- rakıyorlardı... Fakat ne yapalım ki hırsız baylarımızı, san'atlarında mahir adam- lar diye, baştacı edecek doğildik! Baktım olacak gibi değil, tahkikata biz- zat vaz'ıyed ettim. Haşeratin hepsini top- lattım! — Haşeratı mı? O da ne demek? — Müdütiyetçe” malüm — sabıkalılar... Kendilerine bu gece benim misafirimsi- niz, dedim! İtiraz ettiler. «Aman bey ağa- bey, biz ne yaptık» dediler! Hepsini te- ker teker isticvab ettim. Hiç biri güpheyi davet edecek bir cevab vermiyordu. Yal- nız bir şeye dikkat etmiştim. - Defterde kayıdlı bulunanlarla karşıma çıkanlar a- rasında bir tane noksan olan vardı! Acaba o nerede idi? Memurlarımı se- ferber ettim. Akşama şu cevabı getirdi- ler: «Ortalarda yok!» İşte o zaman kararımı verdim: — Asıl ortalarda görünmesi icab eden bu idi! En sonunda bizim tosunun izini keşfe- debildik, Haftada bir iki gün meydana çı- kıyordu. Akşam üstleri, yer değiştirmek şartile, kâh Balıkpazarındaki meyhane - lerde, kâh Beyoğlundaki çalgılı biraha « nelerde bir iki sırdaşile ağız ağıza konu- mukayese yaparsınız. Avdette karşıla - şırsak paketi size bın_kırımı Bilmem ne Kasdettiğimi anladı mı?.. Si- garayı aldı. Onların ilerliyoruz. — Tuhaf, dedim. Toprak sizin, tren bizim!. — Bu daima şaşılacak işdir. — Kimin lehine olarak?., — Sizin!.. — Ne dersiniz, yarın Türk ordusu E - dirnede.. — Bizimki de Dedeağaçta.. böyle ol - ması lâzımdı. — Siz ne düşünüyorsunuz? — Geç kalmışız gibi geliyor. Uzaktan Sultanselimin minareleri gö- züktü. Fakat Yunan toprağındayız. Bana dört el bizi kucaklamak için uzanmış gibi ge- liyor, Nusret Safa Coşkun ““İdapazar müddeiumumi muavinliği İstanbul Kadıköy müddelumum! muavi- 'Teyfik Tunçok terflan Adapazarı C, M. U. muavinliğine tayin edilmiş vo kazaya gele « vazifesine başlamıştır. T Di Hilnse Bük d ada e zBLA şuyordu. Fakat meselenin kitaba uymıyan — ta- Tafı şu idi: : Herif, meselâ Taksimde gö Tündü değil mi? Şehzadebaşında hırsız- hk oluyordu. Yahud Beyazıdda kendisile uzaktan teşerrüf mü ettik? Beşiktaş mer- kezinden vukuat raporu geliyordu. Bu görünmelerle hırsızlık vak'aları a- rasındaki semt tezadı bilhassa dikkatimi çekiyordu. Hırsızlık vak'alarının karak - teristik bir ciheti de gu idi: Sirkatler, he- men hemen dalma sabaha karşı, yani bü tün şehrin en tatlı ve ağır uykuya dal - dığı bir zamanda vuku buluyordu! Hâdiseleri hülâsa ettim. Faili meçhul kalmış hırsızlık vak'alarının soysuz kah- ramanını yakalıyabilmek için, mutlak sü- rette izini kaybetmemek lâzımdı! Mermurlarıma kat'i emir verdim. Ve bu emrin faydasını da hemen gördüm, Bi- zim Arsen Lüpenin, gündüz, öğle üzeri Vefa taraflarında boy verdiği tesbit o - Tunmuştu. Mıntaka karakolunu keyfi - yetten haberdar ettim. Dolaştığı mınta- kayı gözden geçirdim. O semtte zaühmele değer vaziyette olan tek bir konak vardı. Ellerimi oğuşturdum. Keyfimden kabıma sığamıyor: Sayfa 9 Bu adam I...ıı.dı.—ıı ilk posta müdürüdür. İemi Framx Von Tkuranad Taxis'dir. Almaa tabiiyetine girmiş ıu.— Kalyandır. Avur torya " İmparatoru Makxlmlina ıı..ı.ııl:: Deanimarka posta- mar İspazya Kralıaa götür meğe memur edilmişti. Bu #damın remi ve lsmi bir Bel- gika pulu Gstüne konmuştur — Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekinge, üçüncüde yakayı ele verirsin çe« kirge, diyordum. Akşam oldu. Evvelâ mahalleyi abluka — altına aldım. Sonra konağın etrafını sar« dim. Artık işin yoksa bekle babam, bek- le! Ha geldi, ha gelecek! Fakat bütün ü- midlerimiz boşa çıkmasın mı? Artık tan yeri ağarıyordu. Kendi ken- — dime, bu saatten sonra kimsenin gelip — gideceği yok, diye düşünüyordum. Herif, bir şeyden kuşkulanmış, işden vazgeçmiş olabilirdi. Gene şansı varmış ki tuzağa düşmemişti! Öyle ya, güpe gündüz, ev halkı uyandıktan sonra eve girumeadl_ ya! Çaresiz, elimiz boş, yorgun argın ge- ri dönecektik, Öyle de yaptık. Fakat &- radan bir saat geçmeden, ne haber gelse — beğenirsiniz? Ablukaya aldığımız, etra- |fında bütün gece bekçilik ettiğimiz ko « ]nık tepeden tırnağa kadar soyulmamış — mı? Hem de nasıl, Dört duvar bırakılmak Şartile! Tımıdık, tanımadık, kiminle yüz yüze gelsem, bana: 4 — İşte çayı görmeden paçaları svamak — buna derler. Herifi enselemeden böbür « lenir misin? Al bakalım, şimdi kâinat sa- — na gülsün de otur aşağı! diyeceğini sanı- — yor, olduğum yerde terliyardum! Z Bu faka bastırmanın acısını almağa jyemin etmiştim. . İşe yeniden başladım. İki gün beyhu « deye geçti. Üçüncü gün, Arsen Lüpenin izini yakalamağa gene muvaffak ölduk, Artık bu sefer, öyle sıkı tertibat alıyor « kurtulamazdı. Anlaşılan, herife Vefa ta- — rafları uğurlu gelmişti. Yahud bizimle a. — lay etmek ister gibi, bu defa, caddeye biraz daha yaklaşmak istemişti. Daha gündüzden nöbete başladık. İnadına da hava bir bozdu ki sgormayın.. Kar lâpa — lâpa yağıyordu. Sindiğim eski su mahzeni — harabesinin içinde çivi kesiyordum. ÖOks meydanından kopup gelen rüzgür, belkeW. — miğimi burgu gibi deliyardu? Soğuktan — ellerim tutmıyacak bir hale gelmişti. Bir saat, iki saat, üç, dört, beş, altı saat bek« ledik, bekledik! Gene görünürde bir şey. ler yok! İçimden: — Nafile, diyordum! Değil sabaha ka- dar, bir hafta bile görünmesen, gene bu«- radan çıkmam! Nihayet, bizim Arsen Lüpen arzı endam — etti. Herif, evden içeriye, sanki pederin devlethanesine girer gibi kapıya anah £ tarı sokup girmesin mi? Beş, on dakika — kadar bekledim, Artık sabrım kalma « mıştı. Beni günlerce peşinde koşturan, sabahlara kadar yangın yerlerinde ayaz- latan bu adamı, elimden gelse, o anda, — bir çakal boğazlar gibi temizlerdim! Me- — murlarıma yavaşça parolayı verdim. Aba — luka çemberini sıklaştırdım. Zaten, mı.l-, İ