“Son Posta,, nın Hikâyesi KONTUN ZiYAFETİ A ANKAĞANCĞ KA KCIN AAA LA — Vakleden Bundan sekiz sene kadar evvel Buda- peştede bulunuyordum. Otel müdi tinden istemiş olduğum bir tercüman ile şehri gezmeğe çıktık. Tercüman, elli yaş- larında kadar bir adamdı. Önceleri, hiç alâkadar olmadığım bu adam, biraz son- ra bende derin bir tesir bıraktı. Konuş - ması, hareketleri, sesinin ahengi öyle teshir edici bir kuvvete sahibdi ki, ken - dimi, onun yanında küçülmüş hissettim, Adeta sıkıldım. Bu sebebden, gezmemizi kısa keserek, otele döndüm. Orada, beni, Macar meslekdaşlarımdan biri bekliyordu. Tercümanı görünce se- lâmladı gitti, konuştu. Sonra yanıma dö- nünce: — Nasıl, dedi. Kanttan memnun kaldın mı? — Hangi Konttan.. " — Sana tercümanlık eden... Şehri be - Taber gerzmediniz mi? — Kendisi Kont mudur? — Evet. Peştenin asil ailelerinden bi- rine mensuptur ve konttur. — Nasıl oluyor da... — Evet, oluyor. iszmi Rudolf - Etiyen- dir ve Verşani ailesinin son - evlâdıdır. Kont Verşani. Meslekdaşım bir an tereddüd eder gibi durdu. Sonra karar vermiş gibi anlattı — Başından garib bir macera geçmiş- tir, bu yüzden fakir oldu. Vak'anın ben de şahidi olduğum için, sana, anlatabili- sim, Umumi harbden bir sene kadar ev- vel, Verşani, on iki arkadaşını yemeğe Gavet etmişti. Mükellef bir yemek. Mü- kellef bir dekor. Yemekten kalklıktan sonra, o kadar memnun olmuştum ki, yanına gittim ve kendisini, misafirleri - ni- ağırlamak hususunda gösterdiği in - celikten cömerdlikten tebrik ettim. Ne- Jer söyledim? Pek farkında değildim. Yalnız, son sözlerim «bundan mükemmel bir davet tertib etmek imküânsızdır» tar- zında olmuştu. Ben henüz sözlerimi bi - tirmemiştim ki, kulağımın dibinden bir ses şunları söyledi: «— İmkânsızdır demeyiniz, her şeyin daha mükemmelini yapmak kabiklir.» Dönüp bu kadar nezaketsizce söz söy- liyen adamın kim olduğunu anlamak iş - tedim. Bu, baron Sladas idi. Sözlerini — Eh! Birer tek içelim. Müştehidir.. Belki içimi kızdırır da ağrılarıma iyi gelir, Yasef, teklifini Takvora da tek- rarladı: — Sen da içer- sin, — diğil - mi? Buranin — rakisi, tipki senin yibi kaşerdir. Çikilir- ken, haham ba- şinda duruyor. Takvor da, nükteden yana, yahudi- aşağı kalmak istemiyordu. Dolgun dolgun gülerek, cevab verdi: — Şimdiyedek imam suyu, papaz li müşterisi idi. Türkce bilen Dobrucalı bir garsona seslendi: — Ahmet! Bize uç tane tsuyka yitir. Biraz de meze yap. Turup, kaşkaval pi- niri, taze sovan.. filan. İfakat hanım rakı içmiyeceğinden o- na da bir vermut teklif etti. Kocakarı yüzünü buruşturdu: — Aç karnına ne yapayım armudu? — ÖOyleysan, ğarson viski yitirsin.. — A! Deli terbiyesiz! Fışkıyı — sen ziftlen! — Darilma, buyuk hanum! Soda is- ter misin? — Sadayı sen yut da için temizlen- iye -| Fikret Âdil — gnn pimiz şaşırmıştık. Bu kadar kısa bir za - Verşani de duymuştu. Kıpkırmızı kesil- di Fakat kendisine hâkim oldu. Bir gü-|man içinde, nasıl olup ta yediğimiz ye - Tümseme ile iktifa etti. Baron Slades, bu | meklerden daha kıymetlilerini temin e- gülümseyişi, bir tokattan daha giddetli | debilecekti? Baron, bunu ancak on beş bir hakaret olarak karşılamıştı. Maama-| gün içinde yapabilmişti. Bu endişemi fih, belli etmedi, nezaketsizliğini bir ka- | Verşaniye bildirdim. Bana, merak etme- balıkla örtmeğe kalkışarak, dedi ki: «— Daha mükemmelden maksadım, da- memi söylemekle iktifa etti. Ertesi gün, akşam Verşaninin evinde ha pahalı demektir. buluştuk ve dört otomobile binerek, kon- Bu sefer Verşani, bütün manasile gül- tun, Balaton gölü civarındaki şatosuna dü ve: müteveccihen hareket ettik. Kânunusani e— Azizim dedi, her güzel ve mü -| ayında idik. Her tarafı buz tutmuştu. Ba- kemmel olan şeyin yalnız para ile mi ya-| laton gölü, bu kış gecesi, ayın donuk ziya pılabileceğne kanisiniz?» |sı altında, buğlu bir ayna sathı gibi par- «— Evet, isbata da hazırım. Sizinle id-|lıyordu. Şatoya geliyorduk. Biraz sonra diaya girişirim ki, eğer buradaki dost - geldik. Fakat durmadık, geçtik. Nereye larınız kabul ederlerse, benim tertib e- gidiyorduk? Verşani bize bir şey söyle - deceğim ziyafet sizinkinden daha pahalı | memişti. Merakımız uzun sürmedi. bir olacaktır.> |çam aormanının önünde otamobiller dur- Aııı;ııı.u Nafıa Vekâletinden: Bivas - Erzurum hattının 499-4-825 inci kilametresinde güzergâhın — katettiği serçme dairesi üzerinde inşa olunacak iki defa elli metrelik demir köprünün inşa ve montajı kapalı zarf usulü ile münakasaya konulmuştur. 1 — Münakasa 19/9/938 tarihine müsadif pazartesi günü saat öonda Vekâlet demiryollar inşaat dairesindeki münakasa komisyonu odasında yapılacaktır. 2 — Bu köprünün muhammen bedeli doksan bin iki yüz elli iki liradır. 3 — Muvakkat teminatı beş bin yedi yüz altmış iki lira altmış kuruştur. 4 — Mukavele projesi, eksiltme şartnamesi, Bayındırlık işleri genel şartna - mesi, 15062 numaralı köprü şaması, Rayprofili, 388 numaralı imbisat tertibatı, 390 numaralı telgraf hattı, konsolu, 389numaralı kiriş resimlerinden ibaret bir takım münakasa evrakı dört yüz elli iki kuruş mukabilinde demiryollar inşaat dairesinden tedarik olunabilir. 5 — Bu münakasaya girmek istiyenlerin 2490 numaralı arttırma, eksilime ve ihâale kanunu mucibince ibrazına mecbur oldukları evrak ve vesikaları ve 038 senesi için muteber olmak üzere Vekâletimizden verilmiş müteahhitlik vesika- larını ve fiat teklifini havi kapalı ve mühürlü zarflarını eksiltme — şartnamesi ile mezkür kanunun tarifatı dairesinde hazırlıyarak 19/9/938 tarihinde saat do- kuza kadar demiryollar inşaat' dairesindeki münakasa komisyonu reisliğine makbuz mukabilinde vermeleri lâzımdır. 6 — Bu münakâsaya gireceklerden Iâakal elli metrelik bir demir köprü imal ve montajını yapmış olmak şartı aranacaktır. — <2766> <5048> Bir an, Verşani sustu. Sonra, davetli - lerine dönerek: «— Ziyafeti kabul ediyor musunuz?» Diye sordu. Herkes el çırparak kabul etti. . — O halde, azizim baron, dedi, ben de iddianızı kabul ediyorum. Ve şu on kişi- nin önünde yemin ederim ki, tertib ede- ceğiniz ziyaletin mükemmeliyeti ne o - bırsa olsun, bu ziyafeti vereceğiniz ak - şamı takib edecek hafta içinde ben de bir ziyafet vereceğim ve bü ziyafet si- zinki kadar mutantan olmasa bile mu - hakkak ki andan daha pahalıya malola - caktır. On beş gün sonra baron Eladas bizi da- vet ediyordu. Gittik, sofraya — oturduk. Tam dört saat süren ziyafet esnasında, masaya, dünyanın en nadide ve en pahalı balıkları, av etleri, sebzeleri, yemişleri ve en kıymetli şarabları gelip gitmiş - ti. Muhakkaktı ki, bu yemekler lezzet itibarile fevkalâde olmasalar bile, onlar- dan daha pahalılarını bulmak imkânsız- dı, Verşani, sofrada bulunanların en neş'elisi, en memnunu olarak görünü - yor, her yeni yemek karşısında hayran- lığını gizlemiyordu. Baron ise, onun bu hayranlığından büyük bir gurur duyu - yordu. Bütün davetliler, Verşaninin id- diasını kaybettiğini söyliyeceğini zan - hettikleri bir sırada ertesi günü akşamı için, bizi şatosuna davet etmesin mi? He- 1 | du, indik. Orada, cllerinde meşaleler, bi- |zi bekliyen altı köylü vardı. Verşaninin işareti Üzerine, bir keçi yolundan köylü- leri takib ettik. Bir müddet ilerledikten (|sonra Aağaçlıklar arasında küçük bir meydana çıktık. Orada da yirmi beş o - tuz kadar, gocuklar giyinmiş ve bir oca« ğın etrafına toplanmış köylüler — vardı. Verşani: — Benim çobanlar ve kâhyalarım, Diye bize tanıttı. Köylüler ateşin ke « narından ayrılınca, arkalarından, mey - dana, uzunca bir masa çıktı. Üzerine ku- palar, tabaklar, çatallar konulmuş, bu masanın etrafına oturduk, Verşeni: — Köy işi bir yemek yiyeceğiz. Daha iyisini beceremedim. Dedi. Tam bu esnada, omuzlarında şişe geçirilmiş bir kuzu taşıyan iki köylü çı- kagekli, kuzuyu getirip ateşin üzerine, evvelce hazırlanmış çatallara koydular, we bir taraftan çevirmeğe, bir taraltan hep bir ağızdan, ağır bir şarkıya başla dılar. Verşani, kupalara şarap doldur - du, ayağa kalktı: — Dostlarım, dedi, sizi kabul etmek mecburiyetinde bulunduğum — bu basit dekordan dolayı beni affediniz. Esa - sen bunun asıl mes'ulü dostumuz baron Sladas'lır. Ben hiç debdebe hususunda onunla iddiaya girişebilir miyim? Şere - finize içiyorum. Bütün gözler Sladas'a ve ondan Ver - SON EDEP RPOMANI İmakcurdan — fakire |de ısmarla da biraz lda ben efkâr dağıla- yım, — Başüstüne To- |tikzadem! Afiyet şe- ker olsun! İstediğin kıdar sımarlayım, Öteden, yahudi a- aldı: — Yok! Bey haz- retlerini tanamiyo- Fum ama, ikram bu- yun benden! — Sen kimsin be? — Bendiniz Yaset Yumuşyoz, — Mumi- |yiz Beyin en iski dostuyum. — Yoksam gene piyango vurdu da, bu sefer paraları sen mi getirdin? Ne ise ne! Haydi, hepiniz hoş geldiniz. Barba! Garson! Elâdo, abdiâğcize bir ti Darulma buyuk hanum! Soda ister misin? I ler de, tersine çevirir, boşaltırlar. İşte, tıbkı öyle. Ya, o kollar?! O bacaklar?. Fıta küreği gibi, haddeden geçmiş. Gurabi efendi- gözlerinin aklarını STANIN Nevralji, kırıklık ve bütün İşani'ye döndü. Kont mağlübiyeti kabul ediyondu. Baron, gittikçe kabaran bir gu- rurla gülümsüyordu, kadehini ilk içen o oldu. Ben, bir türlü Verşaninin bu kaba adama karşı küçük düşeceğini zahnetmi- yordum. Filhakika yanılmamışım. Çün- kü, kadehlerimizi henüz boşaltmış idik ki, köylüler, ağaçların arasından Üç büyük | sandık çıkarıp efendilerinin ayakları di - bine getirdiler ve açtılar. Üçü de banknot gdolu idi. Verşani eğildi. Bir deste bank - not aldı, kuzunun pişmekte olduğu ateşe attı, Sonra, üç, beş, ön defa, üç ıındık' boşalana kadar ayni hareketi tekrar etti. Banknotların alevi yükseliyor, kııxunıını yen yağları altında, çıtırdıyarak ya - nıyordu. Köylüler şarkı söylemekte de - | vam ediyorlardı, baron, taş gibi kesilmiş, iri gözlerle bakıyordu. Sandıklar boşa - hınca, köylüler, üç sandık daha getirdi - ler, açtılar. Rüzgâr, bir deste banknotu | 'Torik kendisine ta- kıldı: —-Ne oluyorsun, anne hanım? Mali medhetti, mencecik de sürmedik â? — Sus! Deminden beri — söylediklerini kulağın işitsin. Elâ- lemi azdırmağa mı geldin? Yasef sordu: — Efendinin söy- lediği yer Lido ok mali. İçerde havuz var mi? — Var. — Arada sirada dalğa olüyur mu? — Oara kendim dalgada olduğum için, havuzdaki dal- ganın farkında olmadım. İfakat hanım taarruza geçti: — Barim değer bir şeyler olsat Ze- pey sin. Senin, benimle ne zorun var? Ra- | anzarot! Mezesi de zârif tarafından ol-|devire devire, gırtlağında böğulan bir | mane karılarnın oğlandan farkları yok. hat bırak beni! Erik rakıları ufacık birer - çiçekliği andıran renkli kablar içerisinde ortaya 1 efendi şaşırdı. Takvor da böyle şey görmemişti. Romanyada âdet İsun, Fasulye de getir. Ben velinimeti! çok sevi Bir de karpuz kes. İçerim yanıyor.. Plâj mı ne karın ağrısı, o ye- re gittim.. Anne hanım, sen kulaklarını tıkal, İşte orada öyle gacolar gördüm, sesle sordu: — Nerede bu, oğlum? — Ne bileyim be babacığım? Kaza ilen bir defa düştüm. Ne yerini bulabi- lirim, ne de tarif edebilirim, Cenabıhak Hepsi de biribirinden cılız, biribirin- den sıska, Ne göbekleri var, ne de kal- çaları, Kadın kısmısı bu iki şeyle ken- dini gösterir. Dedelerimiz, haminnele- rirniz, bir dirhem et bin ayıb örter, de- böyle olduğunu Yasef kendilerine izah | öyle gacolar gördüm ki: Afyonun kurü | biz insan kullarını sözüm ana merkeb- | mişler. Şimdikilerin kusuru, aybı m etti; birer tane yuvarladılar. İkinciyi ısmarladıkları sırada, Torik Necmi sö- kün etti, — Ocah! Sofrayı güni Maşallah! diye bağırdı. izden kurmuşsunuz! Al- kaymağı!. Her tarafıma birden hararet |bastı. Vay canına yandığım! O göğüsle- |ri görsen, Takvor ahpar: içlerine değ- |nek sokulmuş gibi, dimdik. Mayonun altında kalıb muhallebisine benziyor. den de, köpakten de aşağı yaratmamış olsaydı, yerdeki izleri koklaya koklaya 'bulurdum. — Hatunlar uryan mı? — Uryaniden de baskın: Şeftali! Ağ- lah versin! Buras: da tam yeri: Pangal-|Hani ya muhallebiciler, yuvarlak çu-|zıma lâyık, bey babacığım! — tıda Kalayeı bahçesine benziyor. Ulan kur tabağın içerisine muhallebi döker- n'*“ğ“"'! homurdanmıya başladı. danda, Allah vermesin, sade boya, De, neğin ucundaki horoz şekerine bak, x: mane karılarını an. Her biri bi maskara, Fazla olarak hayâları da yok. ı.N'elerl var, neleri yaksa yedi kat elle- rin gözü önünde. Ben, senelerce, nikâh- llı kocama boylu boyumca çıplak görün- HH EE B İcabımda günde 3 kaşe alın: | nıyordu. Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, ağrılarınızı derhal keser. uçurdu. Kimse yerinden kıpırdamadı. Sa- dece, köylülerin şarkılarında hafif bir titreme oldu. Fakat derhal geçti. Bu üç sandık ta boşaldı. Kuzu da kızarmıştı. Verşani kalktı. Çobanlardan birinin be- linden bir bıçak çekti. Yaklaştı, kuzu « dan bir parça keserek bir lokma yedi, tek- rar yanımıza gelip oturdu. Köylüler, ye- mek verdiler. Yedik, içtik, şarkıları dinledik, Peşte- ye döndük. Bu yemek Verşaniye kaça malolmuştu? Kimse bunu bilmedi. Çünkü, kimse, Vaer- şani ailesinin servetinin yekünunu bil - miyordu. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Kömürcü Hillan Çeviren: İsmet Hulüsi medim. İşte yüzü! Öyle değil mi, hu?! — Bunların şimdi ne lüzumu var, haâtun? Münasebetsizlik ediyorsun, — Yoook! Hiç de münasebetsizlik değil. Demindenberi, Neeminin söyle- diklerini çürütmek için söylüyorum, lm:m de ben, o kokmuş karılar gibi de- le k klar, teleme pey- gi Ç unutmam, yeni dim, Bit gü,n rahmetli annemle beraber Kalpakcılar başından geçiyor dum. İşlemeci Garabet'in dükkânının “|lüklü, kürklü paltolu, sarı sakallı, kelli felli bir bey, bana baktı, baktı da, göğ- sümden ötürü: «Ah! Şu cumbaya kurul- sam da bir rakı içsem!» diye içini çekti idil Gurabt efendinin canı sıkılıyor, öte- kiler ise bıyık altından gülüyorlardı. 'Torik Neemi: — Vallahi, anne hanım! dedi; geçmi- şe mazi, yenmişe kuzu derler. Eski za- manın erkekleri o kafada imişler. Zâ- hir fesin altındaki kafa öyle düşünü- yor. di, 6 senin dediğin yosmalar bizi sarmıyor. Vâkide karının büsbütün çirozu da çekilmez. Gaco dediğin ka- ya balığı gibi olmah. Ne çok kuru, ne de çok yağlı. Biz; cumbada rakı safası sürenlerden değiliz. — Erik rakıları boyuna tevalf ediyordu. Aklı, fikri, Toriğin ballandıra ballandı- ra tarif ettiği şeylere takılan Gurabi e- fendinin alnından iri ter taneleri yu- varlanıyor, ispirtoya alışkın olmıyan sinirleri, şuursuzca yuvarladığı rakılar tın tesiri altında gerildikce geriliyor- ö Torik gık bile demeden atiştıriyor, Yasef mümsik davranıyör, Takvor da âlâ ikinci kadehin kiyle oyala- Artık içki faslına nihayet verdiler, Yemekler de yendi. Yasef, teklifi vec- hile hesabı gördü. YArkası var)