24 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

p PT * bi K, der BN k Ğİ v B " A “Son Hikâyesi KONTUN ZIYAFETI H KAKAĞIDK LK UA A Vakleden : Bundan sekiz sene kadar evvel Buda- peştede bulunuyordum. Otel müdüriye - tinden istemiş olduğum bir tercüman ile şehrı gezmeğe çıktık. Tercüman, elli yaş- larında kadar bir adamdı. Önceleri, hiç alâkadar olmadığım bu adam, biraz son- ra bende derin bir tesir bıraktı. Konuş - ması, hareketleri, sesinin ahengi öyle teshir edici bir kuvvete sahibdi ki, ken - dimi, onun yanında küçülmüş hissettim, âdeta sıkıldım. Bu sebebden, gezmemizi kısa keserek, otele döndüm. Orada, beni, Macar meslekdaşlarımdan biri bekliyordu. Tercümanı görünce se- lâmladı gitti, konuştu. Sonra yanıma dö- nünce: — Nasıl, dedi Konttan memnun kaldın mı? : — Hangi Konttan.. “ — BSana tercümanlık eden... Şehri be - raber gezmediniz mi? — Kendisi Kont mudur? — Evet. Peştenin asil ailelerinden bi- rine mensuptur ve konttur. — Nasıl oluyoör da... — Evet, olüyor. ismi Rudolf - Etiyen- dir ve Verşani ailesinin son evlâdıdır. Kont Verşani. Meslekdaşım bir an tereddüd eder gibi durdu. Sonra karar vermiş gibi anlattı. — Başından garib bir macera geçmiş- tir, bu yüzden fakir oldu. Vak'anın ben de şahidi olduğum için, sana, anlatabili- “ rim. Umumi harbden bir sene kadar ev- - vel, Verşani, on iki arkadaşını yemeğe — davet etmişti. Mükellef bir yemek. Mü- kellef bir dekor. Yemekten kalktıktan sonra, o kadar memnün olmuştum ki, yanına gittim ve kendisini, misafirleri - Ğ_ -.ni- ağırlamak hususunda gösterdiği in - celikten cömerdlikten tebrik ettim. Ne- ler söyledim? Pek farkında değildim. Yalnız, son sözlerim «bundan mükemmel bir davet tertib etmek imkânsızdır» tar- zında olmuştu. Ben henüz sözlerimi bi - tirmemiştim ki, kulağımın dibinden bir -ses şunları söyledi: - «— İmkânsızdır demeyiniz, her şeyin daha mükemmelini yapmak kabildir.» Dönüp bu kadar nezaketsizce söz söy- —_., liyen adamın kim olduğunu anlamak is - tedim. Bu, baron Sladas idi. Sözlerini — Eh! Birer tek içelim. Müştehidir.. gelir. Yasef, teklifini Takvora da tek- rarladı: — Sen da içer- sin, — diğil - mi? Buranin rakisi, tipki senin yibi kaşerdir. Çikilir- ken, haham ba- şinda duruyor. Takvor da, nükteden yana, yahudi- den aşağı kalmak istemiyordu. Dolgun dolgun gülerek, cevab verdi: — Şimdiyedek imam suyu, papaz düzü içmiş isem, bir de haham rakısı içmeliyim ki koloksiyon temam olsun. Yasef, anlaşılan bu bahçenin devam- li müşterisi idi. Türkce bilen Dobrucalı bir garsona seslendi: . — Ahmet! Bize uç tane tsuyka yitir. Biraz de meze yap. Turup, kaşkaval pi- | hiri, taze sovan., filan. İtakat hanım rakı içmiyeceğinden o- “na da bir vermut teklif etti. Kocakarı yüzünü buruşturdu: — Aç karnına ne yapayım armudu? — ÖOyleysan, ğarson viski yitirsin.. — A! Deli terbiyesiz! Fışkıyı sen ziftlen! — Darilma, buyuk hanum! Soda is- ter misin? — Sodayı sen yut da için temizlen- -sin, Senin, benimle ne zorun var? Ra- hat bırak beni! Erik rakıları ufacık birer çiçekliği andıran renkli kablar içerisinde ortaya , Beldi. Gurabi efendi şaşırdı. Takvor da -böyle şey görmemişti. Romanyada âdet böyle olduğunu Yasef kendilerine izah -etti; birer tane yuvarladılar. İkinciyi ısmarlâadıkları sırada, Torik Necmi sö- kün etti. — Ocöh! Maşallah! - diye bağırdı. Sofrayı gündüzden kurmuşsunuz! Al- lah versin! Burası da tam yeri: Pangal- - Belki içimi kızdırır da ağrılarıma iyi | İ — tıda Kalaycı bahçesine benziyor. Ulankur tabağın içerisine muhallebi döker- |ker olsun! İstediğin Verşani de duymuştu. Kıpkırmızı kesil- di. Fakat kendisine hâkim oldu. Bir gü- lümseme ile iktifa etti. Baron Sladas, bu gülümseyişi,. bir tokattan daha -şiddetli bir hakaret olarak karşılamıştı. Maama- fih, belli etmedi, nezaketsizliğini bir ka- balıkla örtmeğe kalkışarak, dedi ki: «— Daha mükemmelden maksadım, da- ha pahalı demektir. Bu sefer Verşani, bütün manasile gül- dü ve: «— AÂzizim dedi, her güzel ve mü - kemmel olan şeyin yalnız para ile mi ya- pılabileceğne kanisiniz?» <— Evet, isbata da hazırım. Sizinle id- diaya girişirim ki, eğer buradaki dost - larınız kabul ederlerse, benim tertib e- deceğim ziyafet sizinkinden daha pahalı olacaktır.» Bir an, Verşani sustu. Sonra, davetli - lerine dönerek: «— Ziyafeti kabul ediyor musunuz?> Diye sordu. Herkes el çırparak kabul etti. . — O halde, azizim baron, dedi, ben de (iddianızı kabul ediyorum. Ve şu on kişi- nin önünde yemin ederim ki, tertib ede- ceğiniz ziyafetin mükemmeliyeti ne o - lursa olsun, bu ziyafeti vereceğiniz ak - şamı takib edecek hafta içinde ben de bir ziyafet vereceğim ve bu ziyafet si- zinki kadar mutantan olmasa bile mu - hakkak ki ondan daha pahalıya malola - caktır. On beş gün sonra baron #ladas bizi da- vet ediyordu. Gittik, sofraya oturduk. Tam dört saat süren ziyafet esnasında, masaya, dünyanın en nadide ve en pahalı balıkları, av etleri, sebzeleri, yemişleri ve en kıymetli şarabları gelip gitmiş - ti. Muhakkaktı ki, bu yemekler lezzet itibarile fevkalâde olmasalar bile, onlar- dan daha pahalılarını bulmak imkânsız- dı. Verşani, sofrada bulunanların en neş'elisi, en memnunu olarak görünü - yor, her yeni yemek karşısında hayran- lığını gizlemiyondu. Baron ise, onun bu hayranlığından büyük bir gurur duyu - yordu. Bütün davetliler, Verşaninin id- diasını kaybettiğini söyliyeceğini zan - nettikleri bir sırada ertesi günü akşamı için, bızi şatosuna davet etmesın mi? He- Fikret Âdil pimiz şaşırmıştık. Bu kadar kısa bir za - man içinde, nasıl olup ta yediğimiz ye - meklerden daha kıymetlilerini temin e- debilecekti? Baron, bunu ancak on beş gün içinde yapabilmişti. Bu endişemi Verşaniye bildirdim. Bana, merak etme- memi söylemekle iktifa etti. Ertesi gün, akşam Verşaninin evinde buluştuk ve dört otomobile binerek, kon- tun, Balaton gölü civarındaki şatosuna müteveccihen hareket ettik. Kânunusani ayırida idik. Her tarafı buz tutmuştu. Ba- laton gölü, bu kış gecesi, ayın donuk ziya sı altında, buğlu bir ayna sathı gibi par- lıyordu. Şatoya geliyorduk. Biraz sonra geldik. Fakat durmadık, geçtik. Nereye gidiyorduk? Verşani bize bir şey söyle - memişti. Merakımız uzun sürmedi. bir çam ormanının önünde otomobiller dur- du, indik. Orada, ellerinde meşaleler, bi- zi bekliyen altı köylü vardı. Verşaninin işareti üzerine, bir keçi yölundan köylü- leri takib ettik. Bir müddet ilerledikten sonra ağaçlıklar arasında küçük bir meydana çıktık, Orada da yirmi beş o - tuz kadar, gocuklar giyinmiş ve bir oca« ğın etrafına toplanmış köylüler vardı. Verşani: — Benim çobanlar ve kâhyalarım, Diye .bize tanıttı. Köylüler ateşin ke - narından ayrılınca, ankalarından, mey - dana, uzunca bir masa çıktı. Üzerine ku- palar, tabaklar, çatallar konulmuş, bu masanın etrafına oturduk, Verşani: — Köy işi bir yemek yiyeceğiz, Daha Dedi. Tam bu esnada, omuzlarında şişe geçirilmiş bir kuzu taşıyan iki köylü çı- kageldi, kuzuyu getirip ateşin üzerine, evvelce hazırlanmış çatallara koydular, ve bir taraftan çevirmeğe, bir taraftan hep bir ağızdan, ağır bir şarkıya başla - dılar. Verşani, kupalara şarap doldur - du, ayağa kalktı: — Dostlarım, dedi, sizi kabul etmek mecburiyetinde bulunduğum bu basit dekordan dolayı beni affediniz. Esa - sen bunun asıl mes'ulü dostumuz baron Sladas'tır. Ben hiç debdebe hususunda onunla iddiaya girişebilir miyim? Şere - finize içiyorum. OMAN | Nafıa Vekâletinden: Sivas - Erzurum hattının 499-1-825 inci kilometresinde güzergâhın — katettiği serçme dairesi üzerinde inşa olunacak iki defa elli metrelik demir köprünün inşa ve montajı kapalı zarf usulü ile münakasaya konulmuştur. 1 — Münakasa 19/9/938 tarihine müsadif pazartesi günü saat onda Vekâlet demiryollar inşaat dairesindeki münakasa komisyonu odasında yapılacaktır. -2 — Bu köprünün muhammen bedeli doksan bin iki yüz elli iki liradır. 3 — Muvakkat teminatı beş bin yedi yüz altmış iki lira altmış kuruştur. 4 — Mukavele projesi, eksiltme şartnamesi, Bayındırlık işleri genel şartna - mesi, 15062 numaralı köprü şaması, Rayprofili, 388 numaralı imbisat tertibatı, 390 numaralı telgraf hattı, konsolu, 389numaralı kiriş resimlerinden ibaret bir takım münakasa evrakı dört yüz elli iki dairesinden tedarik olunabilir. kuruş mukabilinde demiryollar inşaat 5 — Bu münakasaya girmek istiyenlerin 2490 numaralı arttırma, eksiltme ve ihale kanunu mucibince ibrazına mecbur oldukları evrak ve vesikaları ve 938 senesi için muteber olmak üzere Vekâletimizden verilmiş müteahhitlik vesika- larını ve fiat teklifini havi kapalı ve mühürlü zarflarını eksiltme — şartnamesi ile mezkür kanunun tarifatı dairesinde hazırlıyarak 19/9/938 tarihinde saat do- kuza kadar demiryollar inşaat' dairesindeki münakasa komisyonu reisliğine makbuz mukabilinde vermeleri lâzımdır. 6 — Bu münakasaya gireceklerden lâakal elli metrelik bir demir köprü imal ve montajını yapmış olmak şartı aranacaktır. <2766>» — <5048> NEVR OZiİN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. HL BH B İcabında günde 3 kaşe alnabilr. EE EG H şani'ye döndü. Kont mağlübiyeti kabul ediyondu. Baron, gittikçe kabaran bir gu- rurla gülümsüyordu, kadehini ilk içen o oldu. Ben, bir türlü Verşaninin bu kaba adama karşı küçük düşeceğini zannetmi- yordum. Filhakika yanılmamışım. Çün- kü kadehlerimizi henüz boşaltmış idik ki, köylüler, ağaçların arasından üç büyük sandık çıkarıp efendilerinin ayakları di - bine getirdiler ve açtılar. Üçü de banknot dolu idi. Verşani eğildi. Bir deste bank - not aldı, kuzunun pişmekte olduğu ateşe attı. Sonra, üç, beş, on defa, üç sandık boşalana kadar ayni hareketi tekrar etti. Banknotların alevi yükseliyor, kuzunun eriyen yağları altında, çıtırdıyarak ya - nıyordu, Köylüler şarkı söylemekte de - vam ediyorlardı, baron, taş gibi kesilmiş, iri gözlerle bakıyordu. Sandıklar boşa - lınca, köylüler, üç sandık daha getirdi - Bütün gözler Sladas'a ve ondan Ver - OSTANIN ler, açtılar. Rüzgâr, bîı' deste bankn gâvuroğlu! Şu car- makcurdan — fakire de ısmarla da biraz da ben efkâr dağıta- yıma, — Başüstüne To- tikzadem! Afiyet şe- kıdar sımarlayım, Öteden, yahudi a- tıldı: — Yok! Bey haz- retlerini tanamiyo- rtum ama, ikram bu- yun benden! — BSen kimsin be? — Bendiniz Yasef Yumuşyoz. Mumi- yiz Beyin en iski dostuyum. — Yoksam gene piyango vurdu da, bu sefer paraları sen mi getirdin? Ne ise ne! Haydi, hepiniz hoş geldiniz. Barba! Garson! Elâdo, abdiâcize bir anzarot! Mezesi de zârif tarafından ol- sun, Fasulye de getir. Ben velinimeti çok severim. Bir de karpuz kes. İçerim| yanıyor.. Plâj mı ne karın ağrısı, o ye- re gittim. Anne hanım, sen kulaklarını tıkal, İşte orada öyle gacolar gördüm, öyle gacolar gördüm ki: Afyonun kuru kaymağı!, Her tarafıma birden hararet bastı. Vay canına yandığım! O göğüsle- ri görsen, Takvor ahpar: içlerine değ- nek sokulmuş gibi, dimdik. Mayonun altında kalıb muhallebisine benziyor. Hani ya muhallebiciler, yuvarlak çu- — Darulma buyuk hanum! Soda ister misin? ler de, tersine çevirir, boşaltırlar. İşte, tıbkı öyle. Ya, o kollar?! O bacaklar?. Fıta küreği gibi, haddeden geçmiş. Gurabi efendi gözlerinin aklarını devire devire, girtlağında böğulan bir sesle sordu: — Nerede bu, oğlum? — Ne bileyim be babacığım? Kaza ilen bir defa düştüm. Ne yerini bulabi- lirim, ne de tarif edebilirim, Cenabıhak biz insan kullarını sözüm ona merkeb- den de, köpekten de aşağı yaratmamış olsaydı, yerdeki izleri koklaya koklaya bulurdum. — Hatunlar uryan mı? — Uryaniden de baskın: Şeftali! Ağ- zıma lâyık, bey babacığım! Torik kendisine ta- kıldı: —:Ne olüyorsun, anne hanım? Malı medhettiysek, — he- mencetik de pey sürmedik a? — Sus! Deminden beri —söylediklerini kulağın işitsin. Elâ- lemi azdırmağa mı geldin? Yasef sordu: — Efendinin söy- lediği yer Lido ol- mali., İçerde havuz var mi? — Var. — Arada sirada dalğa oluyur mu? — ÖOara kendim dalgada olduğum için, havuzdaki dal- ganım farkında olmadım, İfakat hanım taarruza geçti: — Barim değer bir şeyler olsa! Ze- mane karılarnın oğlandan farkları yok, Hepsi de biribirinden cılız, biribirin- den sıska, Ne göbekleri var, ne de kal- çaları. Kadın kısmısı bu iki şeyle ken- dini gösterir, Dedelerimiz, haminnele- rimiz, bir dirhem et bin ayıb örter, de- mişler, Şimdikilerin kusuru, aybı mey- danda, Allah vermesin, sade boya. Değ- neğin ucundaki horoz şekerine bak, ze- mane karılarını an. Her biri bir türlü mastkara, Fazla olarak hayâları da yok. Neleri var, neleri yoksa yedi kat elle- rin gözü önünde. Ben, senelerce, nikâh- uçurdu. Kimse yerinden kıpırdamadı. Sa- dece, köylülerin şarkılarında hafif bir titreme oldu. Fakat derhal geçti. Bır üç sandik ta boşaldı. Kuzu da kızarmıştı. Verşani kalktı. Çobanlardan birinin be- linden bir bıçak çekti. Yaklaştı, kuzu « | dan bir parça keserek bir lokma yedi, tek- rar yanımıza gelip oturdu. Köylüler, ye- mek verdiler. Yedik, içtik, şarkıları dinledik, Peşte- ye döndük. Bu yemek Verşaniye kaça malolmuştu? Kimse bunu bilmedi. Çünkü, kimse, Ver- şani ailesinin servetinin yekünunu bil - miyordu. A YARINKİ NÜSHAMIZDA: Kömürcü Hillen Çeviren: İsmet Hulüsi medim, İşte yüzü! Öyle değil mi, hu?! — Bunların şimdi ne lüzumu var, hatun? Münasebetsizlik ediyorsun, — Yoook! Hiç de münasebetsizlil değil. Demindenberi, Neeminin söyle- diklerini çürütmek için söylüyorum. Hem de ben, o kokmuş karılar gibi de- ğil, lüle lüle kaymaklar, teleme pey- nirleri gibi idim. Hiç unutmam, yeni gelin idim. Bir gü,n rahmetli annemle beraber Kalpakcılar başından geçiyors dum. İşlemeci Garabet'in dükkânının önünden- geçtik, kuyumculara sapacak köşenin başında, gümüş bastonlu, göz- lüklü, kürklü paltolu, sarı sakallı, kelli felli bir bey, bana baktı, baktı da, göğ- sümden ötürü: «Ah! Şu cumbaya kurul- sam da bir rakı içsem!» diye içini çekti idi!. Gurabi efendinin canı sıkılıyor, öte« kiler ise bıyık altından gülüyorlardı. Torik Necmi: — Vallahi, anne hanım! dedi; geçmi- şe mazi, yenmişe kuzu derler. Eski za- manın erkekleri o kafada imişler. Zâ- .Jhir fesin altındaki kafa öyle düşünü- iyor. Şimdi, o senin dediğin yosmalar bizi sarmıyor. Vâkide karının büsbütün çirozu da çekilmez. Gaco dediğin ka- ya balığı gibi olmalı. Ne çok kuru, ne de çok yağlı. Biz, cumbada rakı safası sürenlerden değiliz. — Erik rakıları boyuna tevalf ediyordu. Aklı, fikri, Torifin ballandıra ballandı- ra tarif ettiği şeylere takılan Gurabi e- fendinin alnından iri ter taneleri yu- varlanıyor, ispirtoya alışkın olmıyan sinirleri, şuursuzca yuvarladığı rakıla: İrın tesiri altında gerildikce geriliyor- dü, , Torik gık bile demeden atıştırıyor, Yasef mümsik davranıyör, Takvor da hâlâ ikinci kadehin içindekiyle oyala- nıyordu, Artık içki faslma nihayet verdiler. |Yemekler de yendi. Yasef, tekhfı yvec- hile hesabi gördü. li kocama boylu boyumca çıplak görün- | —— n — (Arkası var) L

Bu sayıdan diğer sayfalar: