ŞO KĞDN ERE VAAT Di aarar Y ea aN GDLİTME N TÜ AD AAN A KAC DA GG y —ı——ıuıv———ıw Ğ ra ARUŞAUTURARRNE C SEÜNÇEREERATE TP ÇD DEED LAT çu KOUT A aeĞ Te v aararmı ven a .. - DÖATETERE TUT YAT ĞU SNT T AAA A > ı Hhüdiseler — Karşısında ı s erlevhayı bir gazetede gör- düm, kendi kendime: — Acaba çiğ tavuk yiyen mi olmuş? Dedim ve serlevhanın altındaki yazıyı okudum. Pariste Leoni isminde bir genç kız, (güzel veyahud çirkin olduğu hakkında gazetede bir kayıd yoksa da, hâdisenin cereyanından anladığıma göre pek güzel olmasa gerektir) bir delikanlıyı seviyor- muş. Delikanlı Leoniye: — Öyle bir fedakârlık yap ki senin sevgine inanayım. Demiş; genç kız, sağına soluna bakın- maş. Komodinin üzerindeki nasır ilâcı şi- gesi gözüne ilişmiş, şişeyi almış başına dikmiş, lıkır hkır içmiş. Bunu da kâfi görmemiş bir şişe de tuvalet ispirtosu iç- tikten sonra; bir kutu kremi de parmak parmak yemiş. . — İşte, demiş, bütün bunları tek senin hatırın için yaplım. , Genç kızı, mide fesadından tedavi için hastaneye kaldırmışlar. Birkaç gün has- tanede kalacağına rağmen gene - sevinç içinde imiş. Çünkü delikanlı, artık onun kendisini sevdiğine inanıyormuş.. - kız, hastaneden çıkar çıkmaz evlenecekler- Miş. * Evvel yoğ iken, yeni çıkan bu âdet ta- #mmüm ederse fena.. gerçi tuvalet eşya- 1 imal edenlerle, doktorlar, eczacılar ıçin kür yolu genişliyecek ama, bu yüzden binlerce, yüz binlerce insanın başlarına gelecekler; pişmiş tavuğun başına gelen- lerden beter olacak. * — BSeviyorum! Demek kolay ve şimdiye kadar hepi- miz, kolay olduğu için, mek parmak ho- gumuza gidene: — Seviyorum! Demekten çekinmezdik. Fakat şimdiden sonra güçleşiyor. Me- selâ gözü boyalı, saçı boyalı, dudakları, tırnakları boyalı kadına göz kırpıp: — Seni seviyorum! Dedin mi, kadın bizi yukarıdan aşağı süzecek? — BSeviyor musun? — Eveti — Öyleyse şu dudak boyasını al! HATIR İÇİN — Dudaklarıma mı süreceğim? — Dudaklarma da sürmiyeceksin, yi- yeceksin! — Efem? — Yiyeceksin! Diyelim ki: Elimizi midemize bastır- dık, gözlerimizi kapadık, bir çentik ko- parıp yuttuk: —Yedim. Kadın yüzünü buruşturacak, kaşlarını çatacak: — Sevgin bu kadar ha.. halbuki beni sevdiklerini isbat etmek için bu ruj bato- nunun tamamını yiyenler oldu da onla- rın sevgisini bile az buldum. * Bu ne ise, daha fenası da var: Meselâ kıskanç kadın, kocasının aşkının derece- sini kontrol etmek istiyor. Erkek eve ge- lince bir şişe uzatıyor: — İç şunu! — Bu ne, şerbet mi? — Hayır saç boyası! — Canım saç boyası da içilir mi; sen çıldırdın mı? — Alçak, beni sevmiyorsun! — Karıcığım sevmez olur muyum? — Bevseydin sevgini isbat etmek için bunu içerdin! Haddine düşmüşse erkek, şişedeki mah- lülü son katresine kadar içmesin! * Bugün gazetelerde tuvalet eşyası ilân- ları aşağı yukarı şu şekildedir: «Filân marka krem, yirmi yaş gençleş- tirir.» *Filânca marka saç boyası saçlara tatlı bir kızıllık verir. «Falan marka pudrayı kullanınız, yü- zünüzü tahriş etmez.» «Falanca marka dudak boyası, dudak boyalarının en güzelidir.» Fakat akılh satıcı ilânların yazılış tar- zım değiştirecektir: şFilân marka krem çok lezzetlidir. ve hazmı kolaydır.» «Filânca marka saç boyası iştihayı a- çl:E'ılın marka pudrayı kullanınız. Mi- denizi tahriş etmez.» *Falanca marka dudak boyası, düdak boyalarının en mugaddisidir.» * — Teşekkür ederim, bir hatıra olarak | Sana ne diyeyim Leoni; dünyanın ba- mı saklıyacağım?” — Ne münasebet!.. Allah belâmı ver- şına bir belâ çıkarttın, ? , İsmet Hulüsi L Bunları biliyor mu idiniz ? — | İngilterede kitah sanayii İngilterede bir sene içinde (16.678) ki- tab neşredilmşitir. Bunlardan (5268) i müuhtelif tabıları ve eski kitabların yeni- gden baskılarıdır. (480) i ecnebi dillerden “ tercüme, (5310) u roman, (1345) i çocuk- lara mahsus kitab, (1286) sı terbiyevi e- serler, (846) sı dini kitablar, (281) i bi- yografi (bal tercümesi), (679) u çüir ve piyes, (673) ü siyasi eserlerdir. (13) tane kitab da pul koleksiyonculuğuna dairdir. grerenan ada desaana e nsne n renAAn Greta Garbonun gözyaşı Holivut — müze- sinde küçük bir şi- şe ve sıki siki ka- patılmış olan bu şişenin içinde bir damla su vardır. Bu damla, Greta Garbonün teessür- lü bir zamanında akmış olan göz yaşıdır. Amerikalılar, mukaddes bir nesne gibi bu damlayı, bir şişe içinde müuhafaza ediyorlar. İki suale İki cevab Lüleburgazdan mektub yazan oku« gucum Yalçın, yirmi yaşındadır. Ya- kışıklıdır, Parası vardır. İyi ahlâklı- tdır. Böyle olmasına rağmen birçok ar- kadaşları sevdikleri, sevildikleri hal- (de bu ana kadar Yalçını kimse sevme- miştir. Yalçın bunu moerak ediyor: — Bu hep böyle mi devam edecek? Diyor. * n — Bu, hep böyle devam etmez Yal. Çın! Her insan gibi sen de seversin, sen de sevilirsin. Arkadaşlarını kıskanma.. onlar senden evvel sevdiler veyahud #evildilerse bu onların senden üstün veyahud senden sevimli olduklarını, yahud senden talihli olduklarını orta- ya koymaz. Böyle şeyleri kendine üzüntü etme!. BSeveyim, sevileyim diye uğraşacağına farkında olmadan seversin de, sevi- lirsin de.. * Bursalı Natme: " «Bir ramazan 'akşamı topçu iftar to- punu atmamış. Zamanın büyüğü bu- nu haber âlmış. Topçuyu — çağırtmış.. Topçu yanına gelir gelmez, bağırmış: — Sen, demiş, ne diye top atmadın, sebeb göster.. Toapçu bakmış: — Sebeh çok! — Öyle ise say! — Evvelâ barut yoktu.. Muhatabı: — Sus, demiş, başka sebeb göyleme. ye artık lüzum yok.> Ben de şana diyeceğim ki: — Sen bu kadınla evlenirsen mes'ud olmanıza pek ihtimal.yok. — Sebeb? Diyeceksin değil mi? Sebeb çok, fa- kat bir tanesini göylemek kâfi. Onun yaşı senin yaşının iki mişli! Meyvalar cild için çok faydalıdır Biliyor musunuz: Bahçeler, kırlar, or- manlar güzellik vasıtalarile doludur. Çi- çek, meyva, sebze - nasıl kullanılacağı bilinirse - hepsi en iyi tuvalet malzeme- ginin yerini tutar, Önce meyvaları alalım: Hemen her olgun ve taptaze meyva cilde faydalıdır. Çünkü hepsinde açık mesameleri sıkıştıracak (asid), deriyi yumuşatacak, besliyecek, kuvvetli ve ta- ze bir hale koyacak olan vitamin vardır. Fakat bazılarının tesiri daha çoktur. Bu- nun için diğerlerine tercih edilegelmek- tedir. Portakal, limon, çilek, şeftali, ka- yısı bu cinstendir. Bunların bir kısmı ku- ru derilere, bir kısını yağlı cildlere, diğer bir kısmı da fevkalâde hassas, zayıf cild- lere iyi gelir. Hangisinin yüzünüze yarıya İcağını ufak bir tecrübe ile bülabilirsiniz. Denemek istediğiniz yemişin olgun ve sulusundan alınız. Yıkadıktan sonra yü- ünüze sürtünüz, Bırakınız suyu derini- zin üstüne aksın, yayılsın ve o halde ku- rusun, Kuruyuncaya kadar cild bir kıs- Mmını emer. Yarım saat sonra meyvayı sürttüğünüz yeri bir tülbendle hafifçe siliniz ve pudralayınız. Cildinizin alaca- ği yeni halden, seçtiğiniz meyvanın ona yarayıp yaramıyacağı hakkında açık bir fikir edinebilirsiniz. Yararsa deriniz ade- tü kadifeleşir, Bu meyvalardan krem yapıp saklamak mümkündür. Fakat uzun ve külfetli bir iş olduğu için en İyisi mevsimine göre bulunan meyvayı taze taze kullanmaktır. Her mevyanın kendine mahsus bir kul- lanış tarzı vardır. Çilek, frenk üzümü maskesi Bu iki yemiş yağlı cildlerin meşame- İlerini sıkıştiırir ve tamamile - sıkıştırıcı. bir maske yerini tutar. Bu maske şöyle hazırlanır: Bir yumurtanın beyazı kar gibi köpük- leninciye kadar döyülür. İçine orta bü- yüklükte on, on iki çileğin suyu sıkılır. Biraz da gül suyu ilâve edilir. Boyuna, yüze sürülür. Bir çeyrek bıraktıktan son- ra ılık su İle silinir. Frenk üzümü maskesi de ayni şekilde hazırlanır. Aradaki fark çilek yüze hiç renk vermez. Frenk üzümü hafif bir pemn- belik verir. Ayva ve şeftali Bunlar da yağsız, nazik cildler için pek kiymetlidir. Sıkıştırıcı hassaları yok gi- bidir. Buna mukabil besleyici ve yumu- şatıcıdırlar. Zaten yağsız deri de bu ıki şeye muhtaçtır. Ayva ile şeftali, Çilek, frenk üzümü gi- bi (astrenyan - sıkıştırıcı) olarak, Xulla- nılmıyacakları için yumurtanın beyazile karıştırılmazlar. Çünkü: Yumurtanın be- yazı cildi sıkıştırır. Bunun yerine süt kul- lanılır. Bu sefer bir maske değil, krem yapılır. Yani şeflali veya âyva ezmesi sütte krem katılığında halledili Daha sulu birakılırsa son derece faydalı — bir «güzellik sütü» elde edilmiş olur. Bu iki meyva birçok modern güzellik Mmalzeme- lerinin esasını teşkil etmektedir. — Eski Türk detektifleri “ Son Posta l_—maı:ııralarını anlatıyorlar : 3 y Ya l Kavaklı Mustafa vak'ası Mahmud Şevket Paşanın katili siyasi mücrimi Çar Nikola vapurundan alabilmek için bulunan çare: Kavaklı “Galatalı Mustafa,, oldu Eski polis siyasi Amirlerinden Bay 8. İzisel: — Size Kavaklı Mustafa vak'asını an- latayım, dedi. Sordum: — Bu da kim? — Maruf tâbirile «sabıkai mükerrere eshabından» ve Mahmud Şevket paşanın katillerinden! Bu adam bizzat Beyazıdda yapılan sulkasdde bulunmuştur. Fakat vak'ayı müteakib yakalanamadı, firar etti. Buna rağmen kendisini ecnebi memleketlerde de adım adım takib ettir- dik. Kavaklı Mustafa, birçok yerleri do- Taşıyordu. Likin ekseriyetle Yunenistanda bu- lunuyordu. Nihayet, yanında bir arkada- şı olduğu halde (Çar Nikola) vapuruna binerek Boğazdan geçeceğini haber al- dık! — Nasıl? — Katilin arkadaşı idi, o haber verdi! — Adı ne idi onun? — Cemil. Nihayet (Çar Nikola) nın Çanakkaleden geçtiğini bildirdiler. Artık gözlerimizi Marmaranın ufuklarına dik- miş, hacı bekler gibi, gemiyi bekliyor- duük. İntizarımız çok sürmedi. Muayyen saatte (Çar Nikola) Galata rihtımına ya- naştı. Kavaklı Mustafa, vapurdan tabiatile dışarı çıkmadı. 2 nci mevki kamarasında yan gelip yatıyordu. Cemil de yanında i- di. Bu vaziyette, katili, gemiden gidip almak lâzım geliyordu. İşte, meselenin kör düğümü de bu idi. Çünkü herif, siya- si mücrimdi. Binsaenaleyh <iadei mücri- min» kaldesine tâbi değildi. «Hukuku düvel» e€ nazaran, göz göre göre onun yakasını bırakmamız, Boğazda ve Kara- denizde gönlünü eğlendire eğlendire O- desaya gitmesine razı olmamız icab edi- yordu! Zira yukarıda da söylediğim vec- hile, Kavaklı Müstafayı bu sıfatla, yani Mahmud Şevket paşanın katili diye iste- memize imkân yoktu! Fakat, bu müşkülü bertaraf etmenin çaresini de bulduk! — Ne diyorsun? — Elbette azizim! Müstafanın, Mah- mud Şevket paşayı katletmeden evvel İş- lediği âdi cürümlerin üstünden kasab süngeri geçirecek değildik ya! Herifi, es- ki sabıkalarını öne sürdük, yani kaçak- cılık ve adam yaralamak suçlarile itham ettik; resmen ve tahriren istedik! Memur- larımızdan biri, tovkif müzekkeresini ve resmi tezkereyi cebine koyup Rus baş- konsolosuna gidecekti. Bu suretle «Gala- talı Mustafa» adını alan ve âdi cürüm- lerden maznun bulunan bir adamın tes- limine de kanuni bir engel kalmıyacaktı! Fakat, bu iş, zannettiğiniz kadar kolay değildi. — Niçin? — Çünkü konsülato memurlarından biri tatlı su frenklerinden idi. Ne iste- nilen adamın kim olduğunu, ne de hâdi- senin mahiyetini bilmemesine imkân yoktu. İşte, bu adamı susturmak, böyle- ce bütün plânı altüst etmesinden korku- Tan bu engeli yok etmek lâzımdı... — Ona nasıl muvaffak oldunuz? — Mevzuubahs şahıs bizimle temas et- memiş bir insan değildi. Kendisini gene çağırttık. O gün perşembe idi, Buradâ şu noktaya ehemmiyet vermenize işaret ©- deceğim: Günlerin seçilişlerindeki — gizli maksadları sonra anlıyacaksınız! Evet, bizim adamımız Mahmud Şevket paşa bir perşembe günü konsülâtonun Levan« ten olan memurunu hususf surette ge — tirttik. Kendisine münasib bir hediye verdik! — Ne idi bu hediye? — 29 altın lira kıymetinde bir ceb sa- ati — Sonra? — Şunu tembih ettik: Yarın, yani cu« ma günü, her hangi bir mazereti öne sü- rerek konsoloshaneye gitmiyeceksin! A- dam, saati cebe indirir indirmez «Peki!» dedi. Artik harekete geçmemiz, işi sür'atle bitirmemiz kalıyordu. Ertesi sabahı dört gözle bekledik. Âdee ta karanlıkta memurumuzu konsolosha- neye yolladık. hışkonsn!os terkereyi öküe duktan sonra şu cevabı vermiş: — Yanınıza, kavaslarımdan birini vee — receğim. Beraberce gemiye gidersiniz, süvari ile beraber meseleyi halledersinizi — Bu habori alır almaz geniş bir «Oh'a, dedim. Fakat neticenin ne olacağını me« rak etmekten gene kendimi alamıyor« dum, Saniyeler bile geçmek bilmiyordu. — Ayni sabırsızlığı, şimdi de, ben du-, yuyorum! Rica ederim, vak'ayı anlatınız, — (Çar Nikola) nın süvarisine kavas ve memurumuz niçin geldiklerini anlatı- yorlar. Kaptan: İ — Mademki başkonsolos «Devleti ali. ye» nin müracaatini kabul ediyor. Bana düşen vazife, istenilen adamı size teslim etmektir, diyor! | Üçü birden Kavaklı Mustafanın kamas — rasına gidiyorlar. Kaptan, kapıyı vurus — yor. Ses yak! Bir daha, gene ses yok! Süs — vari, derhal tahkikat yaptırıyor. Katilin —— dışarı çıkmadığına ve içeride olduğuna kanaat getiriyor! Tekrar kapıyı vuruyore lar, gene ses yok! Kaptanın, hiddetten, kan başına çıkıe yor: — Ben bir katili, süvarisi olduğum ge« mide muhafaza edemem! Ne canilerin yatağıyım, ne de hapishane gardiyanı, diye barbar bağırıyor. Tayfaları çağırı- yor, şu emri veriyor: | — Kapıyı kırın! Kaptan baba, bir şey söyler de onu kim dinlemez? Kapıyı hep beraber zorlu- yorlar. Bir omuz darbesi, bir, bir daha! Kavaklı Mustafa bakıyor ki olacak gibi (Devamı 11 inci sayfada) iki ahbab çavuşlar: Fotograf çekiyor ! ae aaenaneaaenn