—— Eski Türk detektifleri “ Son Posta,, ya ) L gaceralarını anlatıyorlar : ? Tekkeyi soyan şeyh Şeyh efendi ile konan gümüş Polis âmirlerinden Bay Tahsin: üt — Yaz bakalım, dedi, 1924_y-n€n E Ben o zamanlar Fatih merkezi ıerııır:'î'_ seri idim. Bir gün karşıma bir adam di. Ne istediğini sordum. — Mahrem bir şey söyliyeceğim, cevar bını verdi. Bu «muhbiri sadık» a hemen yer gÖS - terdim. Bir sigâra ve;d:;_hn — Anlat bakalım, i Adamcağız, soluksuz söylemeğe başlar dı: : — Bizim mahallede bn_' kat hoca deyince Ömru.nl; maz kılmakla, kur'an ol ; zannetmeyin! Bütün işi s.-ıl:—ıhl..ıı:i M kadar uyumak, seher uk.ü'nı: B Beyoğlunda safa sürmektir! — Nasıl olur canım? hoca var. Fa - beş vakit nı’- umakla geçirir aKşama — Vallahi, bnllhilu kadarla kalsa ne iyi. Hoca, Jerine para yetii n bilmek vini soyuyormuş! ; — Hiç insan kendi evini soyar mı? — B a Ayni zamanda hakkını yermek için soyar! a hocanın evinde âmme ı ııühdlwd. bazı emapetler VAT Ev, ayn İşte bunları da... tre yühelıüğlndoıi Bü- şamdanlarını, çar - olan bir — kuyum - götürüp — ona Herif ca aşağı 50 okka gelen bu kıymettar şamdanların y;mıe ::: . iondniı taklidlerini yapıyor, m.:n ü ları koltukladığı gibi ;ı;’ lseemhınuuın, kKoyuyormuş. , ıl:ğrîııî-ıe kadar kimse farkında oıx'nımı.ı Bu <muhbiri bit ettirdim. rıp emir verdim: vine bir adam rıklı hırsizin faaliyet yataklık edenlerle 5ç O DU Tüharriler. kim olduğu at ae den birini bir yolunu bulup B e çek dına yerleştirdi Memwnmîlkluğunı bir mevki bulmuştu: Boğaz ÖL b hem aşaklık, hem de bahçıvh A ti! Hoca, böyle kelepir ma hiç? et- Mğır hafta sonra ilk ipuçlarini t::rkr: Ük. Artık fasliyet sahamil L L . mıntakasını aşmasi mümkün! Açuyu en- detimiz Kapalçarşıdaki kuyumu' . . selemezti. Bir hafta da bunun çdqnled- raştık, Favat, eritilen gümüş î;ı başka nin hepsinin kuyumcuda U'-“mıdu' Hee hir yere saklandığı anlaşılıy0 af nn dostlarını elde edersek bü inik nın da çözüleceğini dü%'v'"d“m'_,m ae sarayla Taksim ari ıklıl!“lno kak'arı ziyarcte başladık. İŞte mesele potlak verdi Hoca, gümüş — mihrab larını, yürütmeden Ğm’:hi eç ü'umwıııruırlı,vm'“mş Fakfan şamıdan bazır oldu mu gect ya - tısırdan sonra, ortalıktan el ayak ı,îekl ( lip te herbes uykuya yatınca sahicisınin y;-riın bu bonuyormuş. Ondan sönrü l?'" kâtib Gümüş şamdanın ök * göre, de- gatıyormuş. yoksa vaz kasının kıymetine ve ağırlığına K Ber pahası nedir? Diyelim. ki beş y ";' rot Yarısı kuyumcunun, yarısı hıî:n; i Fent iş değil hani! Paralar cebe İndi ü vur patlasır, çal oynasın! Şişe eldeş SA t rik beide, gelsin çiftetelli! hndın_ım _" t kıştırdım! Sandıklarında şöyle bir w; ma yaptım. Yüzükler, küpeler, bilezi' h— ler, neler çıkmadı, neler!.. O sokaklarda, töyle hediyeleri verecek kalantor he « vardelır gek kolay bulunmazdı. Bu se - mahatin kangi elden yapıldığını sorus - turdum. Kadınlar, hık, mik ettiler amma en samnunda baklayı ağızlarından kaçır - dılar hem de elimize suç delili vere - zek: Hoca, eriyen gümüşlerin bir. kısmı- da seklamış, onları müsadere et - tikl Gümüş şamdanların paralarının bir. meşhur kuyumcu yerle şamdanları eritirlerken ortağı kuyumcu » rine fakfonlarıı yakalandılar M bu mücevherler satın alınmış! ko':;:: ::.mealzn’nm içine koyup mü- ü lit N:;:dı işimiz bitmişti! Şimdi her ikisini - kuyumcu ve Iwcuj - iş üzerinde yakalamak lâzımdı. Muvak - kat tevkif —müzekkerelerini Wİm. Hocunın vaziyetten kuşkulanmaması icın dastlarının bulunduğu evi ablukaya al - dirdım. Sonra doğruca dükkâna, eve bas- kın verdim. Tesadüfe de bakın ki, şams danlardan bir tanesini eritirlerken hor ikisini de başbaşa yakalamıyalım mı? — Bu cürmü meşhud, söylediğiniz gibi, sırf tesadüfün lütfile mi oldu? — Canım, ben size öyle söylüyorum! Açıkçası sırasını bekledik, yolunu bul - duk ta öyle yaptık! Evdeki uşağı ne ça- buk unutuyorsunuz! —- Sonra? — Surrası hiç! Hoca ile kuyumcunun ellerine kelepçeyi taktık, buyurun içe- ri. dedik! — Ya gümüş şamdanlar? — Onların bir kısmı eritilmiş parala- rı da deve yapılmıştı! Fakat işi çabuk te- mizlediğimiz için, şamdanların yarısın - dan fazlası esağ olarak» elimize geçti. Sabih Alaçam | Beşizler hasta! Meşhür Kanadalı Beşizlerin hepsi de hndexndkhmm rahatsızdırlar, Yatak - dışarıya çıkarılmamaktadırlar. İçle- '?n ten Emilienin vaziyeti daha ağır ol- duğundan, diğer kardeşlerinden tecrid e- dilmişlerdir. eee Çankırıda bir çoban üvey babasını öldürdü Çankırıdan yazılıyor: — Burada hi.' çoban üvey babasını öl urmüştux Ci- nayet bir evin ferağı yüzünden vukua Ş lm ğa mnhsılesinden_A - ğefe ikinci kocası Saide evini ferağ et- tirmek isteyince, oğlu Mehm_ed_bımun önüne geçmek ve evin kendi üzerine yapılmasını istemiştir. l'_ıkıt anasın - dan red cevabı alınca bir gece lııçık' la üvey babast Seyidi yaralamış ve ök dürmüştür. Katil yakalanmıştır, v arey n ” SON POS Vasfi Rıza izahat veriyor Yazılarımı elddiye abp sağdan, soldan mektublar gönderenler — olu- yor. Hem Jehde, hem aleyhde söyli- yenler var. Kimi: «Ne haltediyorsun? Şarkta böyle şey yoktur!» diyor, ki- mal; «Aşkolsun, söylediklerin ayni ha- kikat!» diye yüzüme gülüyor. Nerede is6 ben de bir ara ne olduğumu unü- tup: Kendiml ciddi, mütefekkir bir muharrir yannedeceğim. Onun için yanlışlığa mahal kalmasın diye Jlün elmeğe karar verdim: Ben, Şehir tiyatmasunup, komedi kısmı aktörlerindenim. Ne muharrir, ne teşkilâtçı, ne de her işde fikir yü- Tütecek bir münekkidim. İrana ka- dar gittim, geldim. Yolda gördükle- rimden, duyduklarımdan, konuştuk- larımdan aklımda ne kaldıysa, şimdi onları sıraya dizip uzunca bir hikâye şekline koyuyorum. Herkes te takdir eder ki; o günden bugüne kadar, tün duyduklarımı, bütün konuştukla- mmt harfi harfine aklımda tutamaz- dim, Maksadım da eciddiyet» olmadı- dından, mülükautların kelimesi keli - mesine neşrini lüzumsuz ve gayri ka- bil gördüm... Tekrar ediyorum — ki maksadım «lâtife» dir. — Yazılarımın cinsi «nizahe tır, Böylediklerim «nük- te> den ibarettir. Bu yüzden «Kafda- ğinın arkası» na da çatık çehre ilç zi- dilmez ya. «Kafdağının arkamı» ser- devhası altında ilim, irfan, fen, siya- set falan filân tenkidi aramak, bul- mak ve ona da cevab vermek; vak - tin! boş göçirmekten Jbarettir... Maa- mafih şunu da söyliyeyim ki: E- dıklarım — hakikattir. — Mükülemeler mübalâğalı, stislü ve cuydurma nük- te» Udir.. ama, başıma gelenlerin hep- Si olmuştur... Eğer beğenilmiyorsa, e- ğer yazdıklarım bazlarının — hoşuna Bgilmiyorsa | «Kafdağının — arkasina, yazılarımın sonunda: «Ey muhterem - okuyucularım, şimdiye kadar yazdıklarım, bir Keloğlan masalı kadar uydurma idi. Ben ne İrana gittim, ne de Tu- rana. İstanbulda Mecidiyeköyünde oturur, Tepebaşında oynar, Mar- marada denize girerim.. yazılarımı sizlere okutabilmek için uydurma- dan hâyali bir seyahatname tertib ettim. ajjedersiniz!» Diye özür de diliyebilirim, * V.R.Z. Gümüşaneden resmi damgalı kâğıd üştüne mektub yazan memura: BSize iyilik olsun diye üç saebebden dolayı isminizi ve yazdığınız mektu- bu neşrettirmiyeceğim.. Birincisi: — Mektubunuzün — içinde şahzıma hakaret sayılacak ve — gizi mahkeme huzurunda mahküm ettire- bilecek kelimeler olduğu için.. İkinelsi: Bir nahiyeyi müdafaa ©- deyim derken, köylüsüne hakaret ot- Uğiniz için. Üçüncüsü: Vazifeniz olmadığı hal- de Texmi damgalı bir kâğıd üzerine saçma sapan şeyler yazdığınız için - mirinizden azar işlinfiyesiniz diye.. Bize şunu da söyliyeyim ki: O nahiye hakkında benim yazdıklarım hakikat, gizinkiler şanlıştır... Ö yazıyı — yaz- makla ben, onları methetmiş oluyo- rum; siz zem... Çünkü bir köylünün rakıyı bilmemesi ve içmemesi bir cu- sur değil, bir meziyettir. Elinizden ge- ilyorsa ve yolunuzun üstüne, içki 1- Çen, sarhoş olan köylüler çıkıyorsa size tavsiye ederim, onlara — nasihat edin: «Bu zıkkılndan vazgeçi Bu içki hem seni, hem aileni mahveder!» de- L Vatana hizmet, köylüye iyilik böy. le olur. Dünyanın hiçbir tarafında iç. ki içen köylü takdir edlimez... Hal- buki sir ne tuhaf düşünceli adamsı- nıa ki, benim sevinçle — karşıladığım, ve meth yollu zevkle yazdığım bir ya- ziyı, yanl: «Falan köyün halkı içki nedir bilmiyor, içkiyi de ağzına koy. muyor! ediye ilân edişime kızmış, şah- sıma hakaretten başka, aHayır yalan söylüyorsun! O nahiye halkı asırlar- danberi raki kullanır! Müuhtarı da yaktile rakı çeker ve satardı!. gibi kaleme, kâğıda gelmez bir novi saç- malarla bana hücum — ediyorsunuz. sanki ben: eNahiye halkının okuması, yazması yok, Cumhuriyetin ne demek olduğunu bilmiyorlar, devleti dare e- *den şeflerin isimlerini sayamıyorlar!» demişim gibi... Böyledim A, ben İnsaftı davrandım. Mektubunumu — neşretmemeleri — için gazeteden illimasta bulundum. 8Siz 4e biraz aklınız başınıza toplayın da bilmediğiniz, anlamadığınız işlere ulu- orta burnunuzu sokmayınız efendim.. Vasfi R. Zobu Ortada cahil bir halk, kurnaz bir « Ne fena... Karaköse sokaklarında bağıra bağıra herkes «Kürdce» dedikle- ri yabantı bir lisanla konuşuyor.. fena halde canım sıkildı.. buna niçin mâni ©- lunmuyordu?.. İçimizdeki, ırkı başka va- tandaşlara bile 'Türkce konuşmadıkları için serzenişte bulunurken şarktaki bu Türk oğlu Türklerin âvaz âvaz «Kürdee. bağırmalarına neden ses çıkarmıyorduk!. Uzun senelerdenberi başkalarının lisa - nına uymak hastalığile malülüz.. Rumeli- nin ilerisine gitmiş: Arnavudca konuş - muş; Adalara geçmiş: Rumcaya kapılmış, Adananın aşağısına inmiş: Araplaşmışız. galibiyetle girdiğimiz bu toprakların li- sanına mağlüb oluşumuzun sebebi ut?. Arab katolik Arabca konuşur, İrandaki yahudi Farsça söyler.. sonra, geride kan, can, mal pahasına giren Türk, Rumcadan başka lisan bilmez!.. Buna mâni olmak kuvveti nasıl elde edilir, hâlâ bilinemi - yor mu?» diye dostumla derdleşmek - is- tedim.. dedi ki: — Azizim, bu bir kültür işidir; kanun, nizam, ceza işi değil.. Biz bunları asır - larca Türkce konuşturamamışız.. bunla- rın yabancı kalmasına biz sebeb olmu - şuz. bir zaman gelmiş ki, bunlar kendi- lerini Türkten gayri bir ırk zannetmiş - ler.. bunları başı boş bırakan Osmanlı devleti, günün birinde karşısında «Kürd> diye uydurma bir düşman bulmuş.. De - rebeylerile, şeyhleri, seyidlerile ayrı bir idare kuran bu kütle, kendine ayrı bir lisan da bulmuş.. eaşiret reisi» mevküini |sağlamlaştırmak, Türk olan Osmanlı ida- resinden bunları ayırıp kendine bendet - mek için bu lisanı benimseyip idaresi al- tındakilere de aşılamış... Mekteb yok, medrese yok, kanun yok.. ortada cahil bir halk, kurnaz bir şeyh, bunamış bir Os- manlı var.. halk, bir yere bağlanmak ve bir kuvvete inonmak ister.. Osmanlı hü- kümetinden bir şey bulamayınca şeyhine «rabtı kalb> edivermiş. Ondan ötesi de çorap söküğü gibi giyniş.. çocuğunu ter- biye etmiyen ana, baba, o çocuktan ne bekler?... Onlarla alâkadar olmamışız, onlara kendimizi beğendirecek hiç bir şey yapmamışız ki; üstlerinde bir hak iddia edelim., insanca muamele gören, insanca mukabele eder.. Şark mevzuunu daha yeni ele almış bir haldeyiz.. attığı- mız ilk tohumlar derhal neşvünüma bu- Tuyor... Meselâ bu civarda mütegallibe - |den <Kör Hüseyin paşa» isminde birinin idaresinde âdeta bir küçük devlet teşki- lâtı vardı.. padişahtan «paşaslık ünvanı alan bu adam o civarın hâkimi bir şaki- di.. bugünkü rejimin teessüsünden sonra eriyiveren bu derebeyliğin bulunduğu yere güzel bir hükümet konağı, bir jan- |darma karakolu ve bir de mekteb yapıl- dı.. bir kaç senedir içinde okuyan çocuk- |lar, yalnız kendilerine değil, ana ve baba- larına da kim olduklarını, nereden gelip Weroye gittiklerini anlatmıya muvaffak oldular.. bugünden sonra, bu mekteb ço- cuklarını yabancı bir lisanla zehirleyip aşılamanın imkânı yoktur.. bu çocuklar kirden pislikten temizlenmiş, süf, temiz bir Türk olarak meydana çıkmıştır.. İşte teşkilât böyle olur ve böyle bir teşkilâtın neticest de az zamanda harikalar yara- tır.. Şimdi Şark köylüsü bakayor. ki, Ha JXIğA ZOBUV Karaköse sokaklarında kürdce konuşanlar * » * Muhatabım anlatıyordu? «Mekteb yok, medrese yok, kanun yok... şeyh, bünamış bir Osmanlı var. Çocuğunu terbiye etmiyen ana, baba o çocuktan ne bekler? Ancak yeni rejimden sonra gözümüzü açıp bunları anlıyabildik.» Şark vilâyetlerinde imar faaliyeti: Ağrıdan bir manzara muntazam ve her dediğini yapan bir dev. let teşkilâtı var.mektebi var, Kanuna var. Devlet memüru ve jandarması var.. bunların hepsi dünkü gibi çapulcu de- ğil, vazifelerini bilen ve bildiklerini ya - pan insanlardır. artık köylere yalnız maliye tahsildarları değil mekteb hoca- ları da geliyor. Jandarma “koyun ve tavuk cerri için değil, asayişin temini için dolaşıyor.. valisi, kaymakamı, nabi- ye müdürü; ceza vermeğe, adam dövüp, soymağa, nihayet ipe takıp insan asmağa memur değil, halkı çalıştırmağa refaha ve sasadete eriştirmek vazifesile hayatını buralara hasrediyor. mektebler açıp öğretmenler dolaştırmıyoruz. — Bu dile kolay.. buraları daha dağ için vasıta devede kulak kabilindendir.! Böyle işler tren güzergâhında yahud sa. hil boylarında yapılabilir.. fakat buralar- da küçük, bir katlı bina yapmak, İstan- bulda bir saray kurmaktan daha Büçtür.. her iş birbirine yardımla yürür.. bizler de dört gözle tren yolunu bekleriz.. o ilerle- dikce refah ve saadet de beraber yürür., buralarda en büyük memurdan, en kü « çük köylüsüne kadar, «kurtuluş» ışareti olan trenin düdük sesini beklerler.. o öt- tüğü gün, siz Garblılardan bir adım geri kalırsak o vakit istediğinizi söyliyebilir. siniz... Şark vilâyetlerinin evatansever» srkına âşik, memur ve öğretmene Ihti yacı vardır.. buradaki memur Anadolu- nun hethangi bir yerindekinden daha sıkı ve daha büyük bir aşkla işine sarılma lıdır.. yapılacak iş çok, fakat işi gürecek nunu va kaymakamlara, nahiy rlerine düşen bir yazifedir.. fakat metmur kıtlığından birçok yerlerde bir kaymakamlığa yüz elli köy düşer.. bir kaymakam ve bir jandarma kumandanile bu kanunu noktası noktasına tatbik et- mek bir mucize işidir.. Büdce mülâharası, memur kıtlığı yüzünden nahiye teşkilü- ti yapamıyoruz.. hamdolsun ki bugün devletin başında <asayişsizlik» — gailesi yoktur.. onun için bütün - kuvvetimizi mektebe, yola ve imara veriyoruz.. fakat bu kadarı kâfi değil. bu yapılanlar dün- kü köylü için belki kâfi gelirdi.. fakut büugün köylü kendi ihtiyacını anlıyacak bir derekeye çıktı.. onu kültürleştirdikçe, bir çok şeylere ihtiyacı olduğunu anlı- yor.. «ver bakalım!» diyor.. ey, elinde sermayen yok ki onun her istediği gü- zel şeyi yapabilesin.. azizim, senin anlı- yacağın, bir çocuğumuz oldu.. büyüttük, okuttuk. Şimdi yaşatabilmek için bir çok şeylere ihtiyacı var.. çocuk etrafını gör- dükçe bizden çok şeyler iştiyor.. cebimiz. de para olmadığı için her istediğine «pekb diyemiyoruz.. İşte böyle «bugün, yarın» diye oyalayıp duruyoruz. Mın.' mafih ümidimiz var.. elbette bir gün eli mizdeki malımızı satar zengin olur, ço . cuğumuzu, herkesi imrendirecek — bir tarzda yükseklere eriştiririz.. Vasfi Rıza Zabu