14 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

14 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Son Posta'nın hikâyesi T ! Trendeki Nataşa Gluşenkonun - oğlu oğlu.. Nat ka kimseciği yoktu: 6, ne de kardı tek oğlu vardı. İşte bi Tmüştü. Onun bu ölen bi Ne babası, ik oğlu ne $ yimli, ne cana yakın bir çocuktu. Bu na- n kadar güzeldi &l olmuştu 'asıl olmuştu da Nataşanı: Hiricik oğlu ölmüştü?. Hayır, hayır bu mümkün değildi. Çocuğu gümdükten sonra Nataşa mü- «Bu nasıl o- Neden, niçin temadiyen lur?, Bu mümkün değil!, öldü?.. Na mMmağa çalıştı. âdi?. Saklanmak, herkesten kaçmak ve son- t, mutlaka ölmek lâzımdı. Böyle azab ve ıztırab içinde yaşamak de- ra ölmek.. e iğer mi idi?, Gençlik çağlarında bu gibi duygular aykırıdır. Halbuki Nataşa henüz yirmi dört yaşında idi.. uzun boylu, ge- niş omuzlu, sarı saçlı, kırmızı yanaklı, tabia' gen ve neş'eli bir kadındı. Böyle bir kadın ancak yaşamıya lâyık- tı. Bu tipte bir insan, ağlar, kederlenir, fakat sonunda acılarını mutlaka yenerdi.. | €sasen Nataşanın dostları da böyle düşü- ölhmüştü.. fakat bu ne büyük bir haksızlıktı!. Bazı Bilelerin beş - altı çocuğu olduğu halde hepsi de sağ ve sıhhatte idiler.. halbuki Nataşanın tek bir oğlu vardı; bir tanecik şanın dünyada oğlundan baş- ne ana Ti vardı. Onun sadece bir r tek oğlu da öl- , bu olan biten şeylerin kötü bir rüya olduğuna kendini inandır- fakat günler geçtikce, bu *müdhiş, bu amansız hâdisenin bir haki-| kat olduğunu kabule mecbur oldu, O za- man onu müdhiş bir ümidsizlik kapladı. Her şey genişledi; her şey büyüdü. Her gey sonsuzlaştı.. hattâ odanın duvarları bile, onlara yaslanılmasın diye açıldılar.. acaba bu dünyada, herkesten, her şeyden yzak, kimsenin göremiyeceği, kimsenin | erişemiyeceği bir oda, bir köşecik yok mu | Nataşa bir fabrikada çalışıyordu. O- nün birçok arkadaşları vardı.. gündüzle- ri büyük fabrikanın atölyeleri onları bir- birinden ayırıyordu. Fakat gece olunca bu arkadaşları Nataşayı ziyarete gelirler- di.. hele çocuğu ilk öldüğü günler, onlar Nataşayı bir dakika bile yalnız bırakma- dilar.. onun için onlar yoruldular.. onlar koştular.. Nataşanın işlerini onlar gördü- ler.. Zavallı Nataşanın oğlu ne kadar, ne Nataşa onu babasız bü- yütmüştü.. oğlunun babası 1930 yılında Uzakşarka gitmiş, o gündenberi ondan bir tek haber bile alamamıştı.. Nataşanin oğlu küçücük olmasına rağmen ne de güzel resim yapardı!. Büyüdüğü zaman mutlaka iyi bir ressam olacaktı. Ne felâket!, Çocuk kendini üşüttü.. za- türree oldu.. ve bir hafta içinde öldü. Bü- tün arkadaşları, Nataşayı teselli etmek için bir şeyler yapmıya çalışıyorlardı. * Vâkığ Nataşanın oğlu ölmüştü. Fakat bu, hayatın durması demek değildi. Her şey gene tabil seyrini takib ediyordu.. e- sasen bunun başka türlü olması imkânı var mıydı?. Nüfusu dört milyonu bulan bu koca şehirde, hergün, her dakika bin- bir hâdise oluyordu. Hattâ Nataşa için bile, bu olan bitenlere kulak tikamak im- kânı var mıydı? Arkadaşları Nataşaya: — Nataşa, diyorlardı, yalnız Hindis- tanda 375 milyon insan yaşadığını bilmi- yor musun?, Bütün bu insanlar da senin gibi seviyorlar, acı çekiyorlar, ölüyorlar... Sen niçin ağlıyorsun?. Ağlama!. Hâdize- leri filozofca karşılamak lâzımdır. Fakat Nataşa oğlunun ölümünü bir tür- lü filozofca karşılıyamıyordu. Bu acka- daşları, ne diye kendisini ziyaret ediyor- lar, ne diye teselli etmeğe uğraşıyorlar- Bunlar Nataşanın yalnız kalmaktan başka bir şey arzu etmediğini niçin anla- yabancı adam Wlm, Yazan : T. Leontiyeva-Çeviren : H. Alaz giriyor, soyunuyor, iş elbisesini giyiyor, resine geçiyordu. Orada, hergümkü işini, yüksek hararetli eritme fırımnlarının hararetini ölçmiye başlıyordu. Döğrusunu söylemek TJâzım gelirse, Nataşa, kendi işini, lâzım geldiği şekilde gene eskisi gibi elinden geldiği kadi yapmıya çalışıyordu. Fakat, her — ge rağmen, onun çalışmasında bir eksiklik vardı.. daha doğruüsu işlerini eskisi kadar dikkatle, neş'e İle yapamıyordu. Nataşa fabrikada usta muavini idi. Bir zamanlar bu iş onun çok, pek çok hoşuna gidiyordu.. atölye şefi onu sık sık met- heder, hattâ böyle genç oluşuna rağmen bu kadar yükselişinden, bu kadar çok para alışından ötürü ona gıpta bile eder- di. Öyl * Beri asilesi kalabalık olsaydı, gene ne ise.. halbuki Nataşanın — sadece, bir tek oğlu vardı.. bu kadar para onuün nesine gerekti?. Hattâ şimdi Nataşa bile Tek başıma kaldım. Bu kadar para- yı ben şimdi ne yapacağım?, Bir defa utabaşısı Vanya amca, yanlış yaptığı bir işden ötürü Nataşaya çıkışmı- ya başladı: — Bu böyle olmaz!, Ben kırk parça o- lamam.. biraz da senin, işlere alâka gös- termen lâzım!, Fakat Vanya amca Nataşanın mahzun gözlerine bakınca, elini salladı ve sustu. Soluğu atölye şefinin yanında aldı: — Âdeta kızcağızı değiştirmişler, de- di. Zavallının başına bir felâket gelmiş, oğlu ölmüş. şimdi uykuda imiş gibi dal- gin dalgın dolaşıyor.. Atölye şefi Nataşanın felâketine büyük bir alâka gösterdi. Esasen başka türlü hareket etmesi de mümkün değildi., çün- kü acı ve felâket, her insanın başına ge- lebilen bir şeydi. Kadıncağızın çocuğu öl- müştü. Bunun için ufak fefek yanlışları- nı, kabahatlerini, elbette, mazur güımekl — Ya, öyle mi?, Peki, onu bir iş ve- , yahad bahanesile Lugansk'a gön- orada yapılacak müsabaka için Nataşayı göndere- a biraz avunur. — İyi bir fikir. dedi, gönderelim.. bel itiraz etmem, Nataşayı Lugansk'a göndermeğe karar verdiler.. yeni yerler, yeni insanlar onun yeni muhit orada ©- kederini bira? avutabilirdi onun kederlerini dağıtabilirdi. nun sıkılmasına imkân vermezlerdi. Nataşayı istasyona kadar Van' taşı dikkatle Nataşa söylenenleri dinliyr bazılarına cevab veriyor, hattâ ara sıra gülümsüyordu. Genç kadının, oğlu bunu iyi bir alâmet saydılar.. Son dakikada, kondüktörler: veyahud buna benzer bir şeydi.. ağarıyordu. Gözleri gibi kapkara idi. Bu gözler, bir projektör | gibi ışıldıyorlardı. şu İnsanların âdeta yiyecekmiş gibi birbirlerini süzmeleri ne fena bir âdetti. Nataşa, başını pencereden yana çevir- di. Tren hareket ettiği zaman pencereden 'haü! bir rüzgür esmeğe başladı. Vagon- de daki yolcuların hepsi de şen, hepsi geçirdiler.. amca hem genç kadının bavulunu , hem de ona, gideceği yerde ya- pacağı işler hakkında izahat veriyordu. ölelidenberi ilk defa gülümsediğini gören arkadaşları, «Geçir- meğe gelenler, haydi bakalım, çıkınız!» diye bağırıştıkları bir anda, Nataşanın işgal ettiği yataklı vaganun üst kalına İbir adam yerleşti. Adamın üzerinde, gü- zel, ağır bir palto. vardı. Paltonun altın- | dan şık bir elbise göze çarpıyordu.. fotin- lerinin altı kauçuktu.. her Kalinden Av- rupa gördüğü, Avrupada bulunduğu an- laşılıyordu.. bu muhakkak bir mühendis Nataşanın bulundugu kupe matem ren- gine boyansaydı, ve Nataşa, oradaki yol- culara: «Gülmeyi kesiniz!. Hem derhal kesiniz!, Görmüyor musunuz, içinizde a- cıklı bir anne var!.» diyebilseydi, ihtimal büyük bir hafiflik hissedecekti. - fakat karşılıklı oturan veyahud yatan bu in- |sanlar, birbirlerinin acılarına sağır gibi idiler.. tren, gecenin karanlığı içinde a- labildiğine yürüyordu. Nataşa sahanlığa çıktı. Sahanlıktaki kapı açıktı. Islak yerlerden içeriye bir yaşlık sızıyordu.. Nataşa kapının bir ke- narını tuttu ve vagondan dışarı - sarktı. Kocaman siyah kütleler halinde toprak- lar, aksi istikamette koşuyorlardı. Aşağı- da, vagonun altında, tekerleklerden kor- kunç gıcırtılar yükseliyordu. İnsan bun- ların altına düşse, bu tekerlekler, onu bir anda parçalar, bir kenara fırlatırdı. Ne korkunç bir ölüm.. ya insan ölmez de bir bacağı veyahud bir kolu kesilirse; ne fena olurdu.. insan bu defa da sakat olarak ge- ne bu hayatı sürükliyecekti.. Nataşa bir ân için kendini tekerleklerin altında farzotti; irkildi ve kendini geri çekti.. iş- te bu anda omuzunda yabancı bir el his- setti.. bu, üst kattaki kara gözlü komşusu idi. Sakin bir sesle kadına: — Kendinizi üşütmekten korkmuyor musunuz?. dedi.. bu havada gripe yaka- lanmak işden bile değil.. Kara gözlü adam bir sigara yaktı; ve kırk yıllık bir bildik gibi Nataşaya gü- lümsedi. Fakat Nataşa bu yabancıya ar- kasını çevirdi. Bu adam kendisine ne di- ye böyle bakıyordu?, Bu bakışlar, bu a- lâka gösterişlerden artık bıkmıştı. ner- den geliyorsunuz?. Nereye ve niçin gidi- yorsunuz?. Bütün bunlara ne lüzum var? Nataşa, sessizce, ihtiyatla, kimseye do- kunmaksızın yürüyordu. Buna rağmen kendisine hitab ediyorlardı. Bırakınız, ona dokunmayınız!.. Ona ilişmeyiniz!. n nüyorlardı.. Acı, acıdır. Dünyada acı çekmiyen, 1z- tırab duymuyan kim var?. Fakat dünya- da bu acılara tahammül etmiyen gene kim var?. Her şey, geçer, her acı unutu- lur. Bundan sonra hayat, tıbkı nekahat devirlerinde olduğu gibi, daha tatlı ve gaha güzel görünmiye başlar. mıyorlardı? Oğlunun ölmesine rağmen Nataşanın yaşayışında esaslı bir değişiklik olma- mıştı. Nataşa, gene eskisi gibi, sabahları |erken anıyor, — giyiniyor, tramvaya binerek fabrikasına gidiyordu. Fabrikanın kapısına gelince her zaman yaptığı gibi, vesikasını göstererek içeri lâzımdı.. acaba onu bir sanatoryoma, ya- | hud bir istirahat evine göndermek nasil olurdu? Ustabaşı: neş'eli idi.. hepsinin bir can yoldaşı var- dı. Halbuki onun, Nataşanın kimseciği yoktu. Zavallının bir tek oğlu vardı; işte ©6 da ölmüştü. Hafif yağmur taneleri pet — Biz kendisine bunu teklif ettik, de- | cerelere vuruyordu; fakat işte o yoktu.. di, fakat istemiyor. İş başında olursam | dünyada gülen, söyliyen ne çok insan daha kolay avunurum diyor. Biz ona tek- | vardı; fakat işte 0 yoktu; ve asla da ol- ettik, gitmem, diyor. ıposıwı RPROMANI Nataşa kaba bir sesle: — Zarar yok, ben kendimi üşütmem, dedi ve vagonun içine girdi. Tren Harkov'a sabahleyin erken erken girdi. Burada Lugansk'a gidecek yolcu- lar için aktarma vardı. Lugansk treni ge- celeyin ancak saat onda hareket edecek- (Devamı 15 inci sayfada) çak! Beni yerimden, yurdumdan, hü- kümatımın sahabetinden uzaklaştırdı- nız, gâvur ellerine getirdiniz de üzeri- nuz.. bir şeycik- mem: Allah garib kullarının yar- ı, muinidir ,elbet, Seni de, o pa- paz suratlı gâvur akıl hocanı da Allahı- mın azametine havale ediyorum.. Derken bu tevekkülden ayrılıyor, is- timdada koyuluyordu: kıza yan gözle bakı-| — Burada müslüman 'yok mu? Ye- yordu. Takvor bu|tişin dostlar! Din kardaşları! Kocam işdeki yanlışlığı ora- | ermeni Takvorla birlik oldu, evimi bar- dakilere izah etti. | kumı başıma yıkıyorlar!. Tecavüze — maruz| Her odadan bir adam fırlamış, mer- kaldığı zannile epey | diven başı mahşer meydanıma dönmüş- korku geçiren kızca- | *ü, Kalabalık, mebhut, bu garib sahne- ğızın avucuna da el-| vi temaşa ediyordu. Gurabt efendi de, Hi Jei (bir leu, bir | Takvor da, şaşırmışlar, kocakarıyı tes- kuruştur) sıkıştırdı. İkin için ne yapacaklarını bilemiyorlar- Bu suretle mesele| 4, Gurabi efendi: Şr_(ıî):ıı ksediliyordu. Z aha No, oluytean! ” Tüedlar âkin, aksi şeytan, | .o | i; gü klaki Ü yntdliği âî—ı"nu saçmaları da nereden çıkar- (Ç"_'ı oda,jh t;îı;ğ): Demeğe kalmadı, İfakat hanım, yav- hati dep çelenn e z rusu çalınmış dişi bir sırtlan gibi rakib hanımın — kulağına B K ; aK sekilri eli tahmin etliği hizmetci kızın — üzerine saldırdı. mişti. Tam, barış gö- ,üîğ teyid için Gu-| Hem yumrukluyor, hem bağırıyordur Tabi efendi, hizmet- | — Seni yelloz şırfıntı, senil Seni ci kızla tokalaşırken, o da, yakası kır- | Kokmuş gâvur karısı, senil Ben, kırk |yıllık eyâlimi, tâ buralara kadar senin boyalt ağzına lokma etmek için getir medim, anlıyor musun, baloz kaçkını karı? 'Takvor serinkanlılığını kaybetmi — yerek cevab verdi: — Elinin körü- nü ağnadık, kar- daş, ama şu mese- lenin neyin - nesi olduğunu öğrene- lim de bu ıskan- dalı örtbas ede- lim. Gurabi efendi, Çıkacağı kadar çi- leden — çıkmıştı. JAğzından köpükler saça saça, hâdiseyi izah etmiye koyuldu: — Desturun, kazayı hacet için mem- Şşaya çıktım. İstanbuldan ayrıldığımır: danberidir tutuyordum. Senin göster- miş olduğun kapıyı usulcacık açtım; baktım ki kademhane filân değil.. © ta yerde sü küpüne benzer bir şey du- Tüyor. Kapıyı tekrar kapadım, geriye döndüm. O sırada (Hizmetci kızı göş- — tererek) bu haspaya, rasgeldim, Helâ, © dedim, anlamadı.. memşa, dedim, an- İrmadı.. kademhane, dedim, gene anla- < madı. Çatlıyacı ötesi yok. Derken, gocuklar gibi işaretle meramımı anlat- fum, bana tekrar o küpün durduğu yeri | gösterdi. Frenkce, su olup olmadığını | bi efendi sordum: delo, delo dedim. Kaltak, kü- | bitirince, — pün üstünde sallanan zinciri işaret et- | söze başladı: ti. Ve o anda gözden nihan oldu. Bin| —— Şimdi, dedi, bu adama söyliyecek- belâ ile küpün üstüne tünedim,, kahro- | siniz, oteli terkedecek! lası zincir elime ilişti, çektim. Sen mi-| Takvor, sordu: — sin cenabete el süren? Bir boşanış bo-| — Neden? mıya, evi yanmış Çı- fıt karısı gibi. hay- kırmıya başladı. Buracıkta kendisine yetiştim.. kızım! Ne oluyorsun? Ne bağı- tıyorsun? — diyecek oldum; kahpenin kı- Zi avazı perdeyi yükseltti. İşte, me- şele bu! Anladın mı, herif?! Takvor, — faciayı kavramıştı. Bir yan- dan başını kaşıyor, |öbür. yandan da kahkahalarını — zor zaptediyordu. Gura- ifadesini direktör «Fam dö şambra vahşi bir surette tecavüz etmek istemiştir de.... disini kovalamış?! Takvor artık kahkahalarını zaptede- | mızı fisto işlemeli beyaz patiska geceli- |medi; sapsarı dişlerini göstere göstere, | öj ile, ensesinde sıska kedi kuyruğu gi- uzun uzun güldükten sonra: bi bir örgü halinde sarkan keçeleşmiş — Biloorsun Gurabi efendi zadem, © dim. Ödüm patlaı üreğim ağzıma geldi. Can elimde kendi. mışin gibi, ne vardı erkenden zıbara cak? Derken, acı acı avlile, uçkurlarım ışarıya attım. Bittabi © istimdad ediyordum. Sen de ortalarda yoksun. Sanki son uykunu uyuyacak- gene bu kâfirin kızı| gandı! Ortalığı seller götürüyor san-| — Fam dö şambra vahşi surette te- cavüz etmek istemiştir de ondan. Bü- tün müşterilerimiz rahatsız olmuşlar- dır. Böyle bir şeye burada kat'iyen ce- vaz veremeyiz! — Aldanıyorsunuz, bay direktör, Vâ kığ ortada müessif bir hâdise vardır. Fakat mescle asla zannettiğiniz gibi gene karşıma çıktı: Üzerine doğru koş-| değildir.. tum. Meramımı anlatacak, arkam sıra - kulaklarıma hâlâ şarrltısı gelen şelâleyi — durdurmak için yardımını dileyecek- tim. Kaltak korktu. Ne zannetti, bil- — Pardon! Hizmetcinin kendisi bu- rada, Sorunuz, — söylesin: Bu Mösyö, pantalonunun uçkurları elinde, gözle- ri ihtirastan dönük bir halde, nasıl ken- ne olmuşlur? dedi. Fam dö şambr san- mıştır ki kendisi ilen başka efkârm vardır da onu için kovalamışsın. Senin kademhane meselesini hiçbirisi de ağ- namamıştır... — Ne gibi elfkârım olacakmış? — Eh, olur a? Bal gibi karıdır., Gurabi efendi kızdı: — Yabanın kokmuşu, kendi kendine paye veriyor. Başından büyük bıl!et—' miş! Demekle beraber, geçirdiği heyecan- la daha da yosmalaşmış olan hizmetci kır saçlarile çıkagelmez mi? Bir ikinci hengâme de o âanda kop- tu. Kocasını, kalabalık bir cemaat ara> sında, tazecik bir dilberle elele gören Hakat hanım, bunu birdenbire bir ni- kâh töreni zannederek önce alik alık bakındı, Sonra hemen kendini toplıya- rak Gurabi efendiye, Takvora, hizmet- övüp saymıya, ayni zamanda da inü başını koparıp, saçını ba- şını yolmıya başladı. Avaz avaz haykı- ciye kendi ü rıyordu: — Pis herif! Mundar herif!. Yaptın Rezil, namussuz, al- mı yapacağını?! İşin kötü bir şekil aldığını gören ka- İpıcı ile direktör, zavallı hizmetciyi, ku- durmuş karının elinden güçbelâ kur -« tardılar, kaçırdılar. Bu defa da İfakat hanım, Takvora döndü: — Papaz suratlı mendebur! İstan- bulda müşterisiz kaldın da, meyancılı- ğını buralarda mı yapıyorsun? Çöp ça- tacak, can kavuşturacaksan, Beyoğlu kaldırımları nene elvermiyordu? Ak düşmüş saçlarından, pos bıyıklarından ulan! (Arkan var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: