MT C TT " Birbirinizi sevmiş iki insansınız... Ne de “Son Posta,, nın Hikâyesi MESUD — OLMUŞTUK — Kocan... — Hayır anne, tica ederim bana on- dan bahsetme,. İhtiyar madam Blanchard kızının elini tutarak: b — Yavrum, dedi. On beş senelik bir iz- divaç hayatı öyle kolaylıkla silinemez... Suzanne clini annesinin avuçlarına bı- rakmıştı amma, onun bu okşayışı ken- disini sinirlendiriyordu. Madam — Blan- chard şişman, kırmızı yüzlü, beyaz saçlı | yaşlı bir kadındı. Kırına müteheyyiç bir çehre göstermeğe gayret ediyordu, fakat | Suzanne şöyle düşünüyordu: — Yazı, çocuklarla beraber köşkünde geçireceğimi düşünüyor... Onu alâkadar eden yalnız bu cihettir. sız olacak... Tarzı hayati değişecek... Yoksa beni düşünmüyaor... Beni sevmez değil ama, ariliyamıyor.. zaten benl an- lamadı. * Madam Blanchard sesini alçaltarak: — Suzanne diyordu, ben eminim ki kocan eve avdet etmeğe, barışmağa mu- hakkak razıdır! Suzanne başını şiddetle kaldırarak: — Hayır!.. Biz artık bir araya geleme- yiz! dedi. — Düşün Suzanne, çocuklarınız var... olsa on beş senelik müşterek bir hayat bu!... — Evet, on beş senelik bir didişme... Kavga... İhanet... On beş senelik bir bedbahtlık! Sen de biliyorsun anne... Şimdiye kadar bekledimse bu çocukların büyümesi içindi... Artık Jennin on dört yaşında, Hubert te on üç... Şimdi artık bitti... Her şey bitti... Bana artık ondan bahsetme. Liste hazır olup ta eşyaları ev- den çıkardığım zaman apartımanı kiraya wereceğim ve çocuklarla gideceğim, Eğer beni yanına kabul edersen ne âlâ... Aksi takdirde bir şey düşüneceğim ve yerle- geceğim... üzanne çocukluk edi! Suzanne cevab vermedi, Kaşları çatıl-| mış, dudakları kısılmıştı. — Listeyi hazırlamak için sana yardım edeyim mi? — Hayır anne teşekkür ederim. yorsun! E bir anlayım de- sebebe karşında göl yorsun. 'Torik Necbül, bu | kırk yıllık arka - | daşının — yüzüne, içine biraz da saygi karışan hir nazarla, afal afal bakıyordu. Yahu, be Şerafeddin- dedi; Miras yemeğe gi- diyorsun da, ne. için lüküz bilet alıp, Oradaki uzun - sandalyaların üzerine kandti çöreği gibi kurulmadın? — Ayıyı henüz vurmadık ki postunu satmıya kalkışayım. Güverte — vapur parasını, tütüncü Gaffardan güç belâ, faizle bore aldım. Romanyadan elim boş dönecek olursam işim dumandır! Bu izah Toriğe makul göründü. Ce- binden, bir paket köylü sigarası çıka- rıp, Şerafeddine uzattı: — Öyle ise, yak bakalım bir tane! Bu sefer, isticvab nöbeti ötekine gel- Mişti. Sordu: — Ya, sen böyle nereye gidiyorsun? Meşhedi Caferle gezdiğin yerleri bir daha mı arzuladın? Torik, derin derin içini çekti. — Haniya öyle bir yolculuk? Rah - metlinin adını anıp da derdimi tazele- me nafile. O seyahatleri ben bir daha yapamam; geçmiş ola! Senin anlıyaca- Bin, bu sefer, bizim babalıkla beraber Bidiyoruz. — Güurabi efendi ile mi? — Evet, Malüm ya, herife piyango vurdu. O da, hastabık mehana ederek pirelerini dökmiye Avrupaya gidiyor. — Yalnız mı? — Hayır. Keratanın evlâdı, eski za- man Babhıâğli paşaları gibi maiyetsiz yola çıkamaz. Çubukçusu, çantacısı, havruzcusu, hepsi beraber, Koca karıyı bilem götürüyoruz. Mübareği görme: dim; işte beni o |mal etmi Evinde rahat- ka |kelime zihninde ca |sük Zibayı, Timoni, MUNEKEIRA. Çeviren : — Her şeyi satacak mısın? — Müuhakkak... Bu eski şeylerden nef- ret ediyorum. lamıyacaksın! — Biliyorum anne, biliyorum. Madam Blanchard yerinden kalkarak: | — Pekâlâ kızım dedi, Şimdilik Allaha ısmarladık, Sizi yemeğe bekliyorum. Ve Suzanne'i yalnız bırakarak — gitti. Çocuklar henüz avdet etmemişti. Genç kadın, bu birkaç saniyelik yalnızlıktan memnundu. Şimdiye kader şu işleri ih- fakat artık temmuz ayında idiler. Çocukların hava tebdiline Ihtiya- © vardı! B inden kalkmış, eşyalarla Ş Suzanne bu son halta- ları bir dostunun evinde geçirmişti. Şim- iden bü evde metruk bir ev hali vardı. | Diye söylendi. | * i Elinde bir kâğıd ve kalemle odada do- sini maziyo rapteden bu şeylerden uzak- laşmakla kocasından bir nevi intikam a- labileceğini zannediyordu. Ondan başka türlü intikam almak ihtimali yoktu. O daha güzel ve genç bir adamdı. Eğlence- sine düşkün bir çapkın erkek iç geçecek bir hayat bir işkence değil, ser- bestlik ismini verdiği bir saadet demek- ti. Bütün maziyi kendi başına yaşadığı için ona bu maziyi hatırlatacak her şey- den uzaklaşması lâzımdı. Genç kadın asabiyetle etrafına bakı- şı döküldü... Ne gürültü, ne kavgalar ol- du... diye düşündü. İşte şu kanapenin üstünde Andreyi, beyhude bekliyerek ne| çok geceler geçirdim. Hattâ son defa da... Bu gon kavganın bütün teferrilatını bi« ver birer hatırlıyordu... Sarfettikleri her şam ayrılmağa karar vermişlerdi. Her- halde buna çok, iyi etmişlerdi ; Beraber yaşamakta ısrar etlmek bir budalalıktan başka bir şey değildi. Birden kapının zili çalındı | Bu çalış| iskarpinler.. ne tüy dikilmiş, hâ- şa huzurdan, mayis yığını gibi bir şap - ka,. ip incecik, pa- pöâzi çoraplar, yüz, turat — şafi köpeği mostırası,, bir de kaknem ermeni var; Bayş Takvor Kaş Er., Kaş Er herifin so - yadı. Haniya, Bey- oğlunda bastonlu bir köse Haçik — vardı. Bilirsin. — Peşi sıra, büyük Zibayı, kü - Derviş sokaklarını, Pire Mehmedi, Ye- niçarşıyı az mı do - laştı idik? İşte bu köse Haçiğin bir eşi de bizim bu Takvor ahbar.. herifi, Avrupanın cıcığını bili- yormuş diye peşimize taktık götürü - yoruz. Ben burada, hangi halât kan - galımın üstünde geceliyeceğimi düşü- nürken, 0 koca dasnihink mevkide sdah sürüyor. Anla, dünya ne hale gel- ü? — Romanyada çok kalacak mısınız? — İşi bilir. İrade Takvorun elinde. Bir de bizim babalığın orayı beğenip beğenmemesinde, Canı çekerse, otu - rur, Çekmezse, yürür gideriz. Oracıkta, güvertenin temiz tahtaları üzerinde bağdaş kurup, yarenliğe de- vam ettiler. Bildik bir hemşehriye Apokurya maskarası gibi bir kıyalet.. ğ e Hai R LA rastlamış olmak, Toriğin, uğrıdfğı na- Hatice tarzından kapıyı çalan insanın kızı oldu- satılacağını ve yı ceklerini zanne lacaklarını daha sonra öğreneceklerdi. rum ayağı kırıl kavgalarını kinle doldu. Jennine devam ediyordu: ra o lâml rın alevlerile aydınlanan odada alçak sesle konuşurlardı... bul... Andr& bütün bir kış fena bir grip- ten kurtulamamıştı... Suzanne ne kadar üzülmüş, barab olmuştu!... Omu iyi et- ordu. İşte o ak-| meh 0 Hatib gae ğunu anlamıştı. Genç kız içeri girerek: — Anne dedi. Daha listeyi bitirmedin — Dörtte biri derecesinde bile fiat bu-| mi? Dur ben sana yardım edeyim! Bu iş çok hoşuma gidiyor! — Nasıl? Bu iş hoşuna mı gidiyor? Doğduğun gündenberi gördüğün bu eş- yalardan ayrılmak hoşuna gidiyor hal Genç kız neş'e ile başını sallıyarak: — Tabil ya! dedi. Bu kadar çok gördü- ğüm için onlardan bikmiştim!.. Jennine ile Hubert yalnız - eşyaların iden bir yere yerleşe- ardı. Onların ayrı- * koltuk kaydediyo- ardan bi n bir onra tamir edilmiş — Evet baban... Ve Suzanne lenbire sustu. Şimdi düşünüyordu: Bundan beş altı sene ev- Birden Andr& hiddetlenmiş veldi... kırmış, ve sonradan bu hareketinden u- tanmıştı... Sonra beraber buna gülmüş- lerdi... Evet o zamanlar daha kavgaları bu suretle biterdi...Bu kavga neden çık- mıştı?... Hatırlıyamıyordu. Birden daha yakın zamanlarda hatırladı ve kalbi olan Akaju küçük bir masa... Jennine senin bir şeyden anladığın yok. Bu masa akaju değil ki... Ve birden hatırladı. Çocuklar daha kü- . çücüktü... — Sofraya — yetişemiynrlar- nırken: dı... Bazı akşamlar Andr& ile yemekleri- — Bu eşyalar arasında ne kadar gözya-| ni salonda ateş başında yiyorlardı... Son- gyı söndürür... Yalnız odunla- On sene - evveldi İ man, yapamıyacağı bir fe- * — İki kütübhane... Kitablar.., — Yok.. yok. Kitabları bırak, (Devamı 13 ncü sayfada) SON DEP OMAN! acılıkla, | STANIN Konya Vilâyetinden: Açık eksiltme ilânı 1 — Yapılacak işler: â) 1500 Hira keşif bedelli Errğlid e Alan arkın tamiri. b) 3000 lira keşif bedelli Karaman da İbrala deresi. €) 3500 lira keşif bedelli Akşehir üe Koçaş ve Eğriğgöz süları üzerinde ye- niden açılacak kanal güzergâh ının tesbit ve proje ve evrakı keşfiyesi- nin tanzimi işlerdir. 2 — Bu işler 22 Ağustos Pazartesi gü nü saat 11 de eksiltmeğe konulmüştur. 3 — Mektubla evvelce müracaat eden taliblere bu işlere aid şartname ve kro- kiler gönderilmiştir. Yeniden şartname nüne kadar Vilâyet Su İşleri bürosuna lirler, 4 — Bu işler ayrı ayrı veya hepsi bir racaat etmeleri ilân öolunur. — (4602) Baş, diş, nezle, Mikdarı Metre Cinsi 14.000.000 — Boz renk makara ipliği 5 — İsteklilerin ihale gün ve saatinde Konya Vilâyeti *6 7,5 teminat ve serbest, dipluma müh endis olduklarına dair vesaikleriyle mü- ve krokileri görmek istiyenler ihâle gü- tahriren veya bizzat müracaat edebi- arada ihale edilebilir. Daimi Encümenine grip, romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. Kendisi de öyle... Andr& hiddetle bu za: HH MN MN İcabinda günde 3 kaşe ahnabili. EER W HN laşarak yeniden eşyaları gözden geçirdi. | yallı koltuğa dehşetli bir tekme vurup |Bütün bu eşyalardan kurtularak, kendi- | n İstanbul Jandarma Satınalma Komisyonundan : Tahmin İlk bedeli teminatı L K LK 5320. 00 399. 00 1 — Cinsi, mikdarı, tutarı, ve ılk temi natı yukarıda yazılı 13.000.000 metresi tos 988 Pazartesi günü saat 11 de kapalı dikiş ve 1.000.000 metresi elişi olmak üzere ceman 14.000.000 metre boaz renkte makara ipliği İstanbul Gedikpaşa Jandarma satın alma komisyonunca 22 Ağus zarf eksiltmesile satın alınacaktır. 2 — Şartname evsaf ve şekil nümube si hergün komisyonda görülebilir veya aldırılır. 3 — İsteklilerin şartnamesine ve 2490 sayılı kanuna göre hazırlıyacakları ka- palı zarflarını eksiltme günü nihayet saat 10 a kadar adı geçen komisyona ver- (5185) meleri. | —13— Güvertede bağdaş kurup yarenliğe devam ettiler dermişti, Tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Şerafeddin, Toriğin, daha babasının sağlığında Aksarayda otururlarken, ka- pt bitişik komşuları aktar Tatar Şakir ağanın oğlu idi. Neemi İle ikisi, bera- berce, Yeşil tulumbadaki mahalle mek- tebine gitmişlerdi. İlkbaharda Lânga bostanlarında gene birlikte kapanca kurup kuş tutmuşlar, Yenikapıda de- nize girip yüzme öğrenmişler, gelip geçen kibar cenazelerini Topkapı dışa- rısındaki mezarlığa kadar teşyi ederek ıskat almışlardı. Şimdi bu günleri anarak,*o tatlı ço- cukluk hatıralarile vakit geçiziyorlar - d. — Ekmekçi Arnavudu hatırlar mı - — Nasıl hatıtla - mam — tinyatyatayı, Necmi — ağabeyci - gim? — Beygirinin kuyruğundan kıl koparır, — babamın dükkânından arak - ladığım iğneleri de ucuna takar, San - dıkburnuna horoz - bina avlamağa gi - derdik.. — Ulan, sahi be! Herif seni bir defa- tında enselediydi de, baş küfenin içine soktuğu gibi kara - kolda aldı idik solu- ğu. — Allah rahmet eylesin, zaptiye mülâzimi Memiş ağa da ne iyi adamdı! O gün hiç unutmam: «Bir damla ço - cuktan ne alıp veremiyorsun?» diye- rek Arnavuda beteldi idi, Ya, Yenika- pıdaki sandalcı ihtiyar Toma?. Az mı dalına basardık. Haniya, bir akşam sandalı indirdi idik de, açıldı idik, Me- ğgerleyim kürekleri karada unutmuşuz, az kalsın Hayırsız adayı boyluyorduk. — Hey gidi zaman, heyl! Gece basmış, vapur Boğazdan çık - mişti. Karadeniz oynak bir aşifte gibi hafiften cilveleniyordu. Denize yüzü olmıyan güverte yolcuları, Tasgele yere serilmişler, kimi bir halat tomarı- nı, kimisi kendi bavulunu, kimi de yol arkadaşının ayaklarını yastık edinmiş. Bir Tecrübe kâfidir! BASUR MEMELERİNİ REKTAİZİ! İLE TEDAVİ EDİNİZ! Bir aralık, Torik davrandı: — Yahu! dedi; acaba bizim moruk ne halde? Herif, ömründe korkudan ka yığa bile binmemiştir. Şimdi bu vapu- run içerisinde, deniz bir parçacık daha arttı mı, boyuna tavustüyü çıkarır. — Ya analığın?. — Onun boynu altında kalsın!, — Aranız pek iyi değil galiba? — Yook., onunla hiç bir vazgeçti - miz yoök ama, bu sefer bizimle beraber gelmesi hoşuma gitmiyor. — Neden? Canı yok mu? O da bira; dünya görsün, — Be bilader! Karının kafası kafs değil: Tuz kabağı. Deve merkebe ayak uyd yrur da, o bir türlü zamaneye ayak uyduramadı, gitti. Başına şapkayı giy dirinceye kadar imanımız gevredi. Ka« raca Ahmed sultana kefaret mum ada- dı da, öyle giydi, nihâyet, — Bizim enişte de öyle değil mi ya? Kasketinin katı yerini hâlâ öne getire- medi., Namazda secdeye engel oluyor - muş sözde. Bu çeşid heriflerle karıla- rın bu zamanda yer yüzünde yaşama hakları yok ama, ne edersin? Torikle Şerafeddin daldıkları sohbet arasında, denizin gittikçe kabarmakta, zifiri karanlıkta gökyüzündeki bulut- ların birbiri üzerine durmadan yığıl - makta olduğunun farkına varamiyor- lardı. Çeyrek asırdan ziyade İstanbuldan Köstenceye, Köstenceden de İstanbula mekik dokuyan köhne teknenin Kara- denizle olan eski aşinalığına rağmen, dağ gibi omurğasına yüklenen dalga - lar, her vuruşta gemiyi sarsıyor, inleti- yorlardı. Bir aralık, daha kesif bir su kütlesi olanca hızı ile vapura çarplı, baş deni- ze gömüldü; kıç havaya kalktı; güver- tenin üstünde uyuyan ve oturan üçün- cü mevki yolcularını, dağılan sular te- peden tırnağa kadar ıslattı.