Yazan: Vedad Ürüü Koltukta uyukluyan Hindli Bunu düşünecek — vaktim — yök. ni yere (fırlatan korku, bu 15 olmamıştı. — Bambaşka - bir — şeydi. Şimşek çaklığı vakil tam karşımda sırıtan bir ölü kafası görür gibi olmuş- tum. Bu korkunç kemik kafa, kuvvetli işiğın ortasında en cesurları ürperle- cek bir heybet taşıyordu!... Kimsenin gelmiyeceğine kannat ge- tirir getirmez, imden kımıldandım. Kapıya doğru yaklaşlım. Şimşek ah5” Zan çaktı ve söndü. Fakat ben bu sefer Berilemedim. Kapının yanı başında im, Ölü kafasının sırrını keşfetm” tim. Kapının üzerine çık korkunç biT ölü kafası resmi nakşedilmişti. Loşluk- ta bu iyi seçilmediği için ancak kuv- vetli ışık arasında farkedilebiliyordu- | Bir lâhza durdum. Kapıdaki cansı? | berci, esrarengiz dairelerden birisi- Nin sınırlarında bulunduğumu an ”|T lJatmıyor muydu?.. Billür suların mer Merden yuvalarında, ilâhi bir âlemin bedii çerçeveleri arasında bü korkunç damgaya ne lüzum vardı? Hind saray- larının bu, belki de bir «girilemez. Tümuzu idi, Ne olursa olsun ilerliyeceğim. Karar verdim, dönmem... Tesadüfün yardı mile belki de aradığım yolda bulundu- ğum düşüncesi, keyecanımı ve azmim: büsbütün kuvvetlendiriyor. Bu heye- can, sanıldığından çok fazla tatlı. Bir kâşif, aradığı İlim veya fen formülünü bulduğu gün naşıl bir haz duyarsa ben de, 'a lırdığım âlemin dcrml._ıkîennl gözlerim önünde bulduğum — gün öyle sevineceğim, tehlikeyi düşünmüyorum | artık. Yakalanmamağa çalışıyorum... 'Tehlikeden korktuğumdan değil. ara- tı. Masa başına doğru bakarken titre- dim. Bir ölü kafası sırıttı. Kendi ken- dime d doktarun evinde rastladığımız ölü ka- falarından birisiydi. Ne tuhaf bir sem- bolt. İlim adamları, neden bu kor - kunç kemik çerçeveyi daima karşıla- rında bulundurmak isterler, anlayamı- yorum. Resmini bile seyrederken tit- rediğimiz bu oyuk güzlü, burunsuz ve kulaksız kemik külçesi, insanlığın so - atan en korkunç bir tablodur. nunu anlı ) Âdem oğlunu bu korkunç neticeden dar uzak bulundu- mömkün olduğu kadı 1 rabilmek için âzami faaliyeti esirge - memek gerek olduğunu hatırlamak re mi ilim adamları buü korkunç göz önünde bulundurur- Zavallı ö çatı Üzel tabloyu dalma lar?.. Yaklaşlım ve baktım. En korkulan tablo, 7 inci sayfada) rimizin İhmal ettiği ha-| ağa uğraşı - (Baş tarafı Şi p edle şında, gene © © rabeden bir mamure çıkartnı yoru: ç olaylık versin.. î:ıhxdüiıerın şehrin dahilinde-0 - Bir de vilâyet dahilinde ya - Bunların içinde en eheim- teblerdir.. Hemen otuz mek- «Horasan> ci- otuz metre u- lanlardır.. pılanlar var.. miyetlisi meki tebin inşaatı başlamıştır. varında, nehrin üslüne v zunluğunda beton kâprünün — temrileri irilmeğe uğraşılıyor.. Bütün şark etini görecek olan bir «Tohum ıslah ist yapılmasına ka- dığımı bulmağa muvaffak olamamak endişesintden!... Kapmın tokmağına elimi henüz sür- müştüm, kanadlar lem!ilîğınflen ara- landı. Geniş bir salon göründü. Garip- tir ki bütün mobilyası ortaya konul - müuş altın kaplama bir masadan ve ke- narda duran bir koltuktan iba:e:tD(— korun âzameti mobilyasızlığı belli et- miyor bile. Titredim. Bu koltuk üze- rinde oturan biri var. Hindli bir muha- fiz. Uyukluyor. Anladım ki, bu mu!ıte— şem, fakat mobilyasız yer, bir nöbet yeri. İnsan ruhu ne kadar dâ zayıf. Uy- ku, ona baş hâkim. Şu muha!ııır.ı uyu- düğünü farketseler, belki de zindan- da çürütürler. Öldürmiyecekleri 10 Mmalüm!. Hindin bu esrarengiz diyarı da bu gibi şeyler çok mümkün, buna Tağmen bu adamcağız, her tehlikeyi U” Dutmuş ve kendisini uykunun tatlı be> #iğine koyuyerivermiş. Adamcağı” der- €N acıyorum. Halbuki uyanık olsaydı, bütün bu emeklerimit — boşa çıkard9 kimbilir ne türlü-bir zalimlik veya MÜ” Nasebetsizlik gösterirdi. İçimde bir sevinç. B Varlığı, mühim bazı daireler * lunduğumu anlatıyor. C—';II;YE 'Ser kalmadı; öre artık harem € selerini de uğ)ul:ıaîrmkhm Beklediri: Übetçi muhafız hafif bafif hırılda - Yordu. İki adım... Durdum. Kımilde- Dan yok. İki adım daha,.. Ayni bare * ketsizlik, Tam bir emniyetle karşı” kapıya ulaştım. Yavaşca açtım Ve İSET :aıdm Muhafız, geride, hâlâ UW!“; biç Kapı önünde bir. kaç - basari li T merdiven. Kalın süslen Miş. Aştım. Sevinçten bir feryad Ko Parmadığıma hâlâ hayretleyim- — TOS Tz şık altında gözlerime Serilen Na ©Yi tanıdım. Burası, bir geC önce üzim Abâdın İngiltere ilim beyeti BĞ Profesörle konuştuğu salondu. ir nöbetçinin önün Jerden B in dai ğ m demek'. I—îl!d;ğ[m :ı;:,:m zaten?- Yanılımyord um.. işle muazzam gütun” haç,İşte prensin olurduğu koltuk. İf Tofesörün yer aldığı masa başı. Dün Seceki salonla şimdi gördüğüm arasın” 4 Yağnız bir fark vardı: Işık tertibati' hi Haç ceki göz kamaştırıyordu; şimdi- a :ğ' bir loşluk içinde yanıyordu Mi kl:mn"m var?.. Lâzım olan ışlm İşte | mı rar verilmiştir.. Ziraatin, ilmi ve siste - matik bir şekle girebilmesi için yapıla » cak 'bu istasyon, köylüyü refahâ kavuş- turacak bir müessesedir.. Bunlar çok mühim işler.. Bunların yal- nız plânlarını yapabilmek bile, bir dev- let adamının memuriyet hayatına «bü - sük bir muvaflfakiyet» diye kayderlilebi- lir. Halbuki siz yalnız kâğıd üstünde kalmamış; bu işlerin temellerini atmış, atılarını almak üzeresiniz.. Walinizi de gördüm. Bu kadar büyük muvalfakiyet- lerden sonra bile hâlâ mahviyet gösteren bir zat eskiden nasılsa gene öyle. Hiç bürnu büyümemiş.. — Öyledir... Burada zaten herkes öyle Sözden fazla iş; gurürdan ziyade faali - yet, muvaffakiyetten sonra mahviyet... — Bütün bu işler için tahsisatınız ne - ir?. r — Umumi müfettişliğin Erup inşaat masrafı ki: Kolardu ve mevkil müsta'h.- kem kumandanlıkları evli eri dıe bu yekü- na dahildir; bir milyon Yüz Bin lıra tu - a r.. Naflanın, yollar, köprüler ve is- tasyon binaları için yaptiğı m:sr:ıf_'aı di Muallim mektebi: Sekiz yüz bin Horssanda kurulan köprü: 150 İstasyon bini etrafındakl Bir milyon liradır.. Daha tuyor.. âyfl.. Yiradır.. bin Jiradır.. lerle beraber: yayım mi?. nîjygcn şimdiden hesabı kaybettim.. — Ha, unutuyordum:: Vilâyet te kendi büdcesiııden inşaat ve imarat için bir “von Jira ayırmıştır... mılyoxd“ı ikinci bir Ankara kurüyor - gunuz.. O Neye olmasın?. Ah, o körolusıca pa- T poğrü, yok!. Manlesef fakiriz... Harb- udeîo:efayıluwnış. elimizdekini av - ğ uzdaki yabancı milletlerin refahı için TLa man savurmuşuz... İstiklâl vurup har :::hindrıı cumhuriyete tamtakır karu bakır bir boş kese ile girdik... Karınca ka- « Elimize geçenle ancak ötemize TarnCize yama yapabiliyoruz... Allah he- b"; cumhuriyete zeval vermesin! O - ç tattuğu yol: Zenginlik yoludur.. İşte vi o olacak.. Biz teme- 5 z, bizden sonrakiler binasını vi ;'::İ:ım sürecekler... «Efendim, İn- iş te orasını cennete Çe- . 'a girmiş BAA şurasını almış ta- saraya ;» Hiç kimse bunların nasıl güldüm. Bu, masa üzerinde, her | Kaf İleığgıyrkası ri. Loşluk içinde bembeyaz kemikleri hazin hazin pırıldayor, Saat çaldı. Dajrelerimden çıkalı ne kadar oldu, ben de şaşırdım. Bu gece yolculuğu esnasında belki daha çııkı saât çaldı ve farkına varmadım. Şafak atmadan aradığımı bulsam... İşte 'm'ı-1X tün gayem., aradığım diyorum. Ne ara- | dığımın kendim de pek farkında deği- | lim. Bildiğim şey, prensin esrarengiz | dairelerine ulaşabilmek isteği!.. Orada ne bulacağım?.. Telâşım ve endişem | ne.. kestiremem. Prens odama sık sık gelmiyor, ben ona kat'i bir şey sor- | mak imkânını bulamıyorum. Öğren - diklerim, hep birer tesadüf eseri. İçin- de yaşadığım dekorda ise büyük bir nine hâs bir renk yök. (Arkası var) Plâmmız da var, mimavımız, selim sahibiyiz de... Bunların hepsi güzel Amma paramız yok.. | müfettişliğin bir milyon yüz bin İiras ne yapılır?. Mevcud olan şehir. bina - larını boyamağa kalksak bu para kâfi gelmez.. Halbuki biz yeniden bir şehir, beş şehir, on şehir kurmağa mecburuz. İngiltere devletinin bir vili verdiği t layet çıkarayım: Amma sidarci r hat» la yaptığımız bu Amerikadan Hindi Na on vi« sla - | mütehassı tılar getirse gene bizin Para,.. Ah o körolasıca para!.. Yoksa bü- tün yollarımızı asfalt yapmasını, geniş caddeler açmak için köhne binaları is * timlâk etmesini biz bilmiyor muyuz?.. Amma staşıma su ile değirmen dünmez!» Bütün bunlar için «akar su» lâzım.. Hem | gümbür gümbür akar su... «El yumruğu yemiyen kendini kahraman sanır!» iş başına geçmiyenlerde de tenkid hastalığı sürer gider.. Hiç sormaz; Değirmen dönü- yor amma, suyu nereden geliyor... — Amma da dolgunmuşsun ha.. — Elbette.. Nasıl, buradan dününce bo-| ğazın püfür püfür esen rüzgârına göğu;; açıp sıcak günlerde safa edeceksin değil| mi? Rahat rahat otursanız iyi.. Biz bura- da toz toprak içinde boğulurken bari u- kalâlık edip: «Efendim şöyle olmalıydı, böyle olmuş! Halbuki aksi olsaydı.... gi- bi palavralar atmasanız... — Yürümekten yoruldum.. — Gel biraz oturalım.. Yürüdük.. Bir ötelin bahçesinde masa başına karşı karşıya geçtik.. Fazla hara- Yötlenmiş olacak ki, garsona — seslendi; «Bize soğuk bir şeyler getir!» diye.. Vesfi R. Zobu . « Resimli zabıta aA . . hikâyemizin * hal şekli Jil odaya girdiği zaman, Rilanın eski kocasının yakasına taktığı çiçekten bir yaprak yatak odasına giden kapının alt “kısmına isabet eden yerde duruyordu. Jil yatak odasına geçmek Üzere kapiyı açtığı zaman da, Yukua gelen rüzgürla yaprak 3 numaralı resimde gördüğünüz yere kadar süpürülmüş oldu. Bu da mü- fettişe, Ritanın eski kocasının yalan söy- lemekte olduğunu gösterdi. İddia öttiği gibi, Ritayı oturduğu odada divan üze- rinde bırakmış olsaydı, genç kadın ya- tak odasına girince, yaprağın 3 numaralı vaziyete girmesine sebeb olacaktı. Ve Ji de, bu yaprağı kapalı kapmın biraz öte- sinde görmüş bulunacaktı. Sonradan an- laşıldı ki, Rita kocasına telefon ederek talâk davasını iptal edecek, lehine çevi. recek bazi delilleri olduğunu — söylemesi Üzerine, kocası bir kutu çikolata almış. Üst tabakasına. zehir 'ak karısına hediye gibi götürmüş, vaziyeti kurtarsın diye de zehir şişesini beraber almayı u- nutmamıştı. 9 Niğde tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda cı altında biten Yazan: Eski Dahiliye Nazırı v memuriyet hayatı: 54 eeski meb'us Ebubekir Hâzım Bir gün mektubi kaleminde işle uğraşırken posta müvezzii, kuyruğundan yakalanmış bir fare ölüsü getirirken duyduğu tiksinti ile bir mektub bıraktı — Amasya yanı başındadır. Bamya ısmarlıyalım. — Pekâlâ efendim. — Kaç okka yazalım ? — Onu bendeniz tahmin edemem! — İki yüz okka yazsak? — Kuru bamya, malümu devletiniz, çok hafif gelir. O kadarı fazla olsa ge- rek. — O halde? — Yarısı bile fazladır efendim. — Sen yüz okka yaz. Az gelir ve ho- şumuza giderse gene sipariş ederiz. Gümrük müdürüne öyle yazıldı. K sa bir müddet sonra şu cevab geldi: Bamyaların satın alınma ve - nakliye bedeli 28 liraya baliğ oluyormuş, Yani, şimdiki rayice göre 280 lira, P: buna muttali olunca: — Pek çok iştemişiz, dedi. Üç gün sonra iki araba ile, altı san- dık içine konan bamyalar geldi. İstan- bula görderdik. Mektubeuya, defterda- ra, Reşid beye verdik. Fakat, bamyalar gene bitmemişlerdi. Kastamonuda, İzmirde, hattâ üç se- ne sonra Edirnede, sofraya bamya gel- dikçe, paşa: — Bizim! Azizin ( benim ) bamyası diyordu. Ben de: Ya efendimizin arzuları vechile, ne iki yüz okka yazsaydım, ömürlerimizin sonuna kadar 1 bitiremiyeceklik, cevabını veriyordum. -— — Garib bir hüküm - Öldürücü bir teda' 'Tuhaf bir ölü gömme âdeti - Tabii bir hüdisedi düf geribesi İnebolu eşrafından biri, bir alış veriş esnasında kendisine verilen, kezabla gümüşü biraz çalındığı için yazısı, tu- rası iyi okunamıyan mecdiyeyi alma - mış, söze karışan üçüncü bir şahıs: — Biraz silikçe ama, besbelli ki pa- dişahın sikkesi! Hiç almamak olur mu? demiş. Mecdiyeyi kabul etmiyen adam da kızarak: Ş — Sen ne karışıyorsun? Padişahın T.... mısın?) lâfını — ağzından kaçırmı Polis memurlarından - biri «bu bir cür'eti lisaniyedir, padişahımız efendimize hakarettir» diye jurnal ver- miş! Zavalı adam uzunca bir müddet bidayet mahkemesince hapse mahküm edilmiş, Hattâ hapisanede ölmüş! e © sıralurda gene İneboludaki köyler- den birinde feci bir vak'a olmuştu. Bir kadın, on sekiz yaşındaki gelininin, gü- ya kısırlığını gidermek için zavallıyı cebren kızgın ekmek fırımına sokmuş! Az sonra, fırının kapağını açanlar, za- vallı genç kadını kömür halinde dışarı çıkarmışlar! Hâdiseyi vilâyet gazetesine yazmış ne Bolu adliye memurlarının, keyfiyeti, ehemmiyetle tahkik etmeleri lâzım geldiğini ilâve etmiştim. Gazete- nin bütün müsveddelerini dikkatle oku yan Abdurrahman paşa, her nedenso, ehemmiyetle tahkikat yapılmasına dalr olan son bendi çizmişti. Bu cehalet ve- ya husumet garibesinin, maalesef, ma- hiyeti de mechul kalmıştır. e« Kastamonuda tesadüf ettiğim garib hâdiselerden biri de şudur: Ekseriyetle tepe sırtlarında ve mail satıhlarda bulunan mezarlıklara yal- nız gündüzleri değil, geceleri de ölü gömerlerdi. Cenaze, meş'alelerle gö- türülür, geceleyin büsbütün hâile en- giz bir çehre alan mezarlığın yarı ay- dımlık, yarı karanlık dekoru - içinde, ölü, ebedi istirahatine tevdi edilirdi. Eğer bu âdet hâlâ terkolunmamışsa, devamına şaşarım! c Bir gün mektubi kaleminde işle uğ- raşırken, posta müvezzi, kuyruğun- dan yakalanmış bir fare ölüsü getirir- ken, duyduğu tiksinti ile — müldvves bir mektub bıraktı. Bunu, soba küreği- nin içine koydurarak odacıya açlır dım. İçinden, iki küçük hamsi balığı ile bir de kirlenmiş bir kâğıd çıktı. Vi- lâyet gazetesinin yesmi muhabiri olan Bartın tahrirat kâtibi tarafından yazı- lan mektub şöyle idi: «Evvelki gün Bartın kasabasile bazı köylere şiddetli yağmurlar yağdığı nada, Bihikmetillâhi taalâ Bartına se“ kiz saat mesafede bulunan Lâz köyüne sayısız hamsi balıkları yağmış oldu - ğundan bunlardan iki tanesi — leffen takdim kılınmıştır.» Bu tabil hâdiseyi gazeteye yazarak: «Hortumların, denizlerden, göllerden çektikleri sularla beraber balıkları, kurbağaları da kaldırarak uzak mesa- felere kadar götürüp aşağıya bıraktık« ları her zaman görülen bir hâdisedir ve bunda bir garabet yoktur. Asıl tu- haf olan cihet; hamsilerin o havalide- ki yüzlerce Türk köylerinden hiç biri- ne yağmıyarak Lâz köyüne dökülme- sindedir.» demiştim!. Kastamonuda garib, fakat çok muzir WLir âdet daha vardır. Ahiren öğrendi- ğime göre bu âdet maalesef hâlâ devam |etmekte imiş! | | Mesele şudur: Genç çam ağaçlarının her sene peyda olan iç kabuklarını so- yarak reçel yapmak veyahud şekerli |süt ile yemek iptilâsı... Kabukları soyulan zavallı genç çam- lar ise kurumaktadırlar. Güya yaş ve biraz yumuşak kayış yemek kabilin - den olan bu (soymak) da asabı tahrik ve takviye etmek gibi bir hassa vâr- mış! t Bu zan az çok doğru olsa bile, ayni maksadı temin edecek bir çok ilâç var iken, zavallı çamları ölüme mahküm eylemek, hiç doğru olmıyan, memle- ketin milli servetini mahva götüren fena bir harekettir. Orman memurla« rının bu kötü âdete nihayet vermeleri temenniye şayandır. (Arkası var) a senakame ser ba eee sameRA e kar ea eee grsera. Bir doktorun günlük notlarından Sıcakların Âsab üzerine tesiri Umumiyetle cümlel asabiye ve akliye hastalıkları scak zamanlarda şiddetini arttırır. Bu ötedenberi bilinen bir şeydir. Yalnız akıl hastaları değll, doğrudan 'doğrüuya normal telâkki ettiğimiz insan- lar bile sıcağın şiddeti tahtı tesirinde zaman zaman teheyyücat ve tenebbühat alâimi gösterirler. Sür'atle hiddetlenir ve münfail olurlar. Sıcaktan bunalan beden böyle bir takım reaksyonlar yapar. Bunlara maruz kalmamak için müm- &ün mertebe sıcağın şiddetinden tahaf- fuz Jüzimdır. Gündüzün en sıcak saatle- rinde çok çalışmamak, güneşte gezme- mek, ve mideyi de fazla yemeklerle dol- durmamak. Cümlet asabiyeyi teheyyüc e- den başa kan hücumunu davet eden şey- lerden sakınmak Jâzımdır, Bugünlerde herkesin günde hiç olmazsa bir iki defa duş yapmazı pek ziyade tav- siye olunur. Bu gicak günlerde terkös sü- yu da adetâ ilık olarak geldiğinden ya- pılacak duşlar ilik düş sayılır. Bu sebeble bütün sinirlilere bunu tavsiye — ederiz. Duşlardan sonra vücuda bir mikdar ko- konya ile iyice friksyon yapmak pek mu- | yememelk içmek emüteaffin» teri davet edeceğin- den daha ziyade rahatsızlık verir. Hele mütemadiyen soğuk şeylerle mideyi ve bilhassa karacdiğleri borlmak aslü — caiz değildir. Bvak saatlerde başa soğuk su dökmek muvafıktır. Sıcak n llk âlâmetleri baş ağrılarıdır. Onu müt akip bulantı, kay ve nihayet dâha fasla devam öderse ihtikanı dimaği fârazı baş-