“Son oât, nıHikay Artık şimdi âyan âzasının kâtibi de - Şilim. Bu işi iki aydanberi yapıyordum; fakat anladım. ki bundan böyle bu va - zifeyi yapamıyacağım, İstifamı vermekle İyi edeceğimi sanıyorum. Mescle şu: Şefim bir sabah pek erken bir saatte beni çağırdı; büdce hakkında Böyliyeceği nutkun arasına yaptığım u - fak tefek ilâveleri âncak — bitirmiştim. Karşısında dikildim. Kravâtı çözülmüş, saçları darma dağın Olmuştu. İçinde bir fırtınanın kopmuş ol- Gduğu belli Önünde bir lAnlaşılan posta gelmiş olacaktı. bana: — Sizin itimada şayan zannediyordum. — Evet, efendim. — Nevada eyaletinde bulunan miünte- hiblerimden birine mektub — yazmanızı söylemiştim. Oraya bir posta dairesi ya - pıilmasını istiyorlardı. Size, ustruplu bir gevab vererek, münasib bir lisanla buna r ğın mektub duüruyordu. Birden olduğunuzu j «— Sizin itimada şayan bir şey yazınız demiştim, Verdiğiniz ce- vab şu: Baylar, tİstediğiniz şey hükümeti alâkadar et- mez; bunu mahalli belediye meclisine ar- |zedin. Fakat size bir şey söyliyeyim mi? Bayhüde yere yörulacaksınız. Projeniz İçim biraz ferahladı. Cevab verdim: — Ben de dediğinizi yaptım cfendim. — Ya, öyle mi? İşte yazdığınız cevab; Mistr Smith, Jones ve ötekiler, ZDIĞIM M TUBLAH < Mark Twain'den çeviren: Foik Bercmen Hangi şeytan sizi dürttü de kasabanız- da postahane açılmasını istediniz? Pos - tahane hiç de sizin işinize yaramaz. Mek- tublar sahiblerine varacak mı sanki Onları okuyup yırtacaksınız, bu iş ba - Şımıza dord açacak sonra. Hayır! Bunu kafanızdan çıkarın! Sizin bu balıniz çil- pek gülünç?! Bu, zekânızın, dü - şüncelerinizin, — tasavvurlarınızın, ah- lâkınızın, hülâsa her şeyinizin zavallılığını Bgöstermektedir. Ye rin dibine girsin sizin şu projeniz! Bun« dan utanmalısıniz doğrusu!. Benim fik - rim budur. Sanra istidayı şu cümleyle bitiriyor - sunuz: «Ömrümüzün sonuna kadar dua edeceğiz'. Edin bakalım, zaten sizin bundan baş- ka da bir şeye ihliyacınız yok. ginlıktan başka bir şey değil. Ben size lâ- zım olan şeyi söyli m: Size geniş bir hapishaneyle bir ilk mekteb ister. Bu her halde sizin için çok daha iyi olur. Samimiyetler ve muhabbetler» — İşte verdiğiniz cevab; gördünüz mü? | Muhabbetler ve müveddetler. BHerifler, eğer memleketlerine ayak ba -| —— Bu parlak cevab da zekâmzın bir e- sarsam beni linç edeceklerini yazıyorlar. | seri. Bu hareketiniz, siyasi suikasdımı Bunu yapacaklarından da eminim.. "hazırladı. Ben ne kadar talihsizim, ki be- — Vallahi bilmiyordum efendim.. On- lediye meclislerine verilecek memoran - Tarı ikna etmek istiyordum. dumu da size havale ettim, San Fransis- — Pek güzel Ikna ettiniz, maşallah. îş:n eolular, sahildeki arazinin mülkiyetinin bir başka mektub daha.. Gene size bir is- | tanınmasını istiyorlar; işte onlara da yaz- tida vermiştim. Bu da dairei intihabi - dığınız cevab: yemden gelmişti. Kilise meselesine aid-| — «Baylar, di. Buna da şöyle akıllr uslu, yumuşak| Jorj Vaşington milletimizin mukaddes Premedili bahçıvan — İslâm ağa da lâfa karıştı: — Bü kari kismisi deyak ister, bre vallahi! dedi. Boy len hayırlisi cun bulmişler mara - za yapmiya.. Hen derne kapi çingâ- neleri len © yapmazlar. — Nah, al, say. İfakat hanım: |Bak tamam mı? — Sen sus, bah| diye Gurabi efen- Ççıvan eskisi.. eh - diye uzattı. nin çamurile elâlemin işine karışma! İhtiyı.r. artık göz Diye adamcağızı tekdir ettikten son- Je gördüğü bu mu - z azzam — servetin ö « — Ben sana gösteririm, terbiyesiz!'. nündü hafif bir bay tehdidini savurarak kemali aza - gınlık geçirir gibi ol metle odadan çıkan ebe hanımın arka- du. Yutkundu, fa « sından edebsizcesine kol sallayıp, mut- kat az kaldı boğu - Lağa kahve pişirmeğe gitti. luyordu. Gırtlağı Gurabi efendi, karısımın huzurundan kupkurü — kesilmiş, — kurlulunca cesaret buldu. Oradaki ka- adetâ felce uğramış Jabalığa hilabla: gibi idi, Gayri şuu- — Kusura bakmayın komşular. Bi-'ri bir hareketle kav Zzim ev uşağının sevinç başına vurdu | radığı para destesi - da, ne yaptığını bilemedi. İnşallah ken- ni sayamıyordu. El: dimizi töparlıyalım.. havâlar da düzel- | leri, parmakları iş - “ hep birlikte Tomrukağasına gidip |(lemiyordu. — Zorla Bu başındâ bir kuzu çevirmek, sizlere | kendine gelmek, he dikramda bulunmak boynumun borcü | yecanını - belli etmemek — için Oolsun! dedi. nefsini tazyik ettikce etti. Gevşeme - Bü kuru vâd hiç birini tatmin et- | mek, düşüp bayılmamak azmi ile ne — miyordu. Maamafih, daha fazla dur-| yapacağımı — kestiremiyordu. — Dımağı, Mmayı hem siyasete, hem de terbiyeye | muhtelif ve mütebayin düşüncelerin Mmuvafık görmemiş olacaklar ki birer i-|'nücum ve tazyiki âltında perişan ol- M kişer kımıldadılar, söküldüler, tered -|mak, sapıtmak istidadını gösteriyordu. ' düd edenleri dürtüp kaldırdılar ve te-| Derken, parayı sayamıyacağını, biraz menni mi, yoksa küfür mü anlaşılamı- | daha desteleri ellerse kendinden geçe- — yan bazı şeyler mırıldanarak evi boşal!t | ceğini anladı. ; tılar, — Adam sen del İşte oraya birakı- Sade karşı karşıya Gurabi efendi ile | ver.. dedi. bayi Yasef kaldı. Yasef itiraz etii: Yahudi, patırdı esnasında apışla -| — Olmaaaz! Sokakta bulursan be- Fının arasında sımsıkı muhafaza eyle-|lem, saymazdan cepine koyma. Sayisi miş olduğu çantayı ortaya çekip ağzını | bilinmeyen paranin, adama hayri ol- — açtı: Önar onar destelenmiş dört yüz | maz. — ödet ellişerlik kalmeyi: İfakat hanım, çiçekli teneke bir tep- ra VYN UO olduğunuzu zannediyordum.s pederi öleli epey oldu. Onun şâşâalı ha - reketleri de cbediyen sönmüştür, Şimdi siz ne diye sahildeki araziden bahsedi - yorsunuz bakalım? Büu arazinin üstüne heykel mi yapa - caksınız? Aklınıza şaşarım. Güya Newton için ha.. Newtonun za - feri nedir? Bir tesar Newton bir elmanın yere düştüğünü gördü. Bundan ne çıkar. Bul- duğu şey pek basit, pek âdi.. Fakat ak - rabaları nüfuzlu kimseleri -tanıyorlardı. İşi büyüttüler; şişirdiler.. Ve sizinki meş- bur oldu. Bunu unutmamanızı - bilhassa isterdim. Şimdi kokmuş fasıllarla mi uğruşuca - ğız. Neyse., Bana gene mektub yazın! Dostluğu sağlamlaştıran samimi muhaberelerdir. Sizin cıvıltılarınızı duymakla mes'ud olu- YUZ. Hoşça kalın. Samimiyet ve muhabbet- lerle..> — Bu tmektubunuz bir faciadır; müd - hiş bir şey. — Müteessir oldum efendim. Fakat me- seleye vüzuh verdiğimi ümid ediyordum. — Defolun buradan! Mahvoldum. Bu adamlar asla beni affetmiyeceklerdir. SON EDEBİ ROMANI Kadın birdenbire köpürdü: «Nasıl? Elli liva mı?» sinin üzerinde getirdiği iki filcan, kah- veden köpüksüzünü bayie, ötekini de *kocasına uzattı; kendi de öbür elinde Yuttuğu cezvenin dibinde kalan telveyi #ömürdükten - sonra — kenarlarındaki İkahve bulaşıklarını yalamağa koyuls du. Yasel sordu: — Nâaain, buyuk hanum, artik, ma - şalla maşalla, zinyin uldun.. Keyfin yeldi mi? İfakat hanım, minderin üstünde du- ran destelere yan bir nazar fırlattı. Lâ- kin, efendisinden daha pişkin, yahud ki daha az düuygülü olduğundan, bu man- zara onun kılını bile kıpırdatmadı. So- gukkanlılıkla: (Baştarafı 9 neu sayfadaj makta ve hâlen — bu işlerde 300,000 cezalı adam çalıştırılmak'adır. y Şimali Sahalin - adivastok müsellesinin teşkil ettiği darülharekâtta, Sovyet Rusyanın üç yüz bin, dört yüz bin kişilik daimi velerber bir ordusu bulunmaktadır. Bunun kuvvetli süvarisi, motörlü kıt'a- ları, 800 zırhlı arabası, yüzü ağır borm- Lardıman tayyaresi polmak — üzere 900 harb uçağı ve 70 de denizalfı gemisi varmış. Bu ordunun — takriben yarısı Blagov - Habravsk, — 60,000 i Vladi - vastok ve ku: Baykal bölgesinde tahağşüd etmi ” Ruslar, bu ordunun bir harbde ana vatâna muhtac olmaksızın her - türlü ihtiyaçlarını mahallinden tedarik ede- bilmesi için elerdenberi Uzak Şark vilâyetlerinin ziraj, iktısadi, sınal kal- kınması ve bilhassa yoeraltı hazineleri- İnin işletilmesi için uğraşmaktadırlar. Bu meyanda Habrovsk - ile Paşkovo arasındaki Amüur nehri bölgesinde, ya - ni Birobijan Sovyet Yahudi cumhuri- yetinde bugün buğday, pirinç, fasulya ve diğer zahite ve kuru sebzeler yetiş- mekte ve bir çok mensucat, jelâtin, kereste fabrikaları işlemektedir. Ma- reşa| Blüherin karargâh: olan Hab - 'un 100 kım, şimalinde ve bugün i ilvnoktası halinde serlihiseri bulunan 50,000 nüfuslu Homsomolsk şehrinde bir denizaltı montaj tersanesi ile bir uçak fabrikası ve silâh, mühim- mat, çimento imalathkane ve fabrikala- rı işlemektedir. Şimalden Amura dö - külen Burea ırmağı vadisinde çok zen- gin ve iyi bir kömür damarının yanın- a demir de bulunmuş ve burada bir ağır demir sanayi fabrikası kuru'orak hattâ işlemeğe bile başlamaş imiş. Diğer cihetten, son senclerde Sovye Rusya kara ordusu teşkilâtında büyül bir terakki görüldüğü gibi hava kuv - vetleri çok fazla büyümüştür. Bi bunlâar ve Japonyanın Çinde fazlası ile meşgul ve bağlı bulunması şayed Rus'lara yeni bir fasliyet, cesaret ve cür'eti vermekte ise, buna hayret etmemelidir. Ancak ne olursa olsun U- zak Şarkta karşı karşıya duran sefer- ber Rus ve Japon orduları Uzak Doğu dünya barışt için dalmi birer tehlike kaymağıdırlar. H. Emir Erkilet Bir köylü tabancasile oynarken yaralandı Eçvelki gün Beykozun Mahmud Şevket paşa köyünden 24 yaşında bümin, — musır tarlası içinde tabancasile oynarken tabanca birdenbire ateş almış ve sol memesi önerin- den Ağır ve tehlikeli bir surette yaralan - maştır. Yaralı Nümune hastanesine kaldı - rılsrak tedavi altına alımmışlır, D (0)E ?gğTANIN Za ie SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi -fırçalayınız. Haydi çıkın! Çıkın, sizi bir daha gözüm | Siz, sadece nafile yere kendinizi yoru - görmesin! Artık bu sözler, âyân âzasınm hizme - time ihtiyacı kalmadığını telmihan bil - diriyordu. İstifamı verdim. Bir daha âyân âza - sına kâtiblik yapmak mı? Allah göster - mesin! Bu adamları memnun etmek im- kânsız! Hiç bir şeyden çaktıkları — Kiısmet,, dedi; neasibimizde — var mış.. çıktı, Vakit gecikmiş, yahudi — sabırsızla - nıyordu. Gurabi e - fendi ile henüz gö - rülecek — hesabları vardı; elindeki boş filcanı yere bırak - tı, bir iki kere üs - tüste yutkundu, ök- ürdü, burnunu sil - di: — En, sağlıcağla kalin suhanim! Ben yidiyorum, — tükânı yalanuz — biraktim.. müşteriler bana bek liyor. diye bir gerizgâh yaptı. y Lâkin ne Gurâbi efendi, ne de karısı oralı değillerdi. Bayiin bu veda mukad- demesile ne demek istediğini, Jâfı ne- reye getireceğini farketmek İstemiyor gibi bir vaziyet takınmışlardı. Yahudi hızlı hızlı iki defa daha ök- sürdü; bu sefer de: — Bezin bakşişi verin da.. pampora yitişeyim! dedi. Gurabi efendi dalmış olduğu rüya- dan bu hitabla uyandı: — Sahil Senin hakkını unuttuk.. Karısma döndü; — Yahu! dedi; bu âdemin ayak terini vermeliyiz. Tü İslanbuldan — kalkmış, buraya kadar taban tepmiş. Yüzerekten | yorsunuz; o kadar! YARINKİ NÜSHAMIZDA: Bir Çin masali Yazan: İbrahim Hoyi gelmedi ya? Vapura bindi.. belki de arabaya bindi.. söylesene, ne verelim? O, yabancı değil; yüzüne karşı da söy- liyebilirsin. İfakat hamım, gittikee sabitleşen ba- kışlarını banknotlardan ayıramıyordu. Kocasının suratına bile bakmadan, ce- vab verdi: — Ne vereceksin? İki lira kayık pa- jorası ver işte. Yahudi, bünü acı bir şaka — telâkki etti; ve gülerek, şu mukabelede bulun- du: — Aman, hanum abla! Bu kadar eli açik olma... Sonram size bir şey kal - maz! Bu sefer İfakat hanım dündü. Ne o- lur, ne olmaz diye destelere el üuzala- rak, hepsini aldı; yerde kendi oturduğu değirmi ininderin altına soktu. Yasef, bu hareketi endişe ile takip etmişti. Ve şimdi içinden içinden ha- fif bir nedamet duyuyordu. Keşki bu- raya getirmezden önce, paranın şöyle bir beş yüz İfracığını ayırıp, dükkânda alkoysa idi! Maamafih endişesini belli etmek is- temiyordu. İşi gene lâtifeye boğarak: — Bu yun, pampor parasini artirmiş- lar.. Estambokdan burya kadar bir be- Jet içun beş yuz papel verdim.. dedi. İfakat hanım kaşlarını çattı: — A, a.. sen iz'anını mı oynattın, deli yahudi?. Beş yüz liraya bilet nerede görülmüş? Yoksa, aklın gıra bizden bu kadar para mı vurmak istiyorsun? Biz bu panganotları sokakta bulmadık. Ne- rede bu bollük ? Yahudi efalladı. Kendini bildi bileli, ilk defa çürük tahtaya basıyor, kafese giriyordu. Ciddiyetini takınarak, sordu: — Döinin hakiyçun, duğru mu soöyli- yorsun? — Doğru söyliyorum, zâhir!-Eğri lâf etmek esasen âdetim değildir. — Şimmdi benum bakşişi vermiyecek mMmisin? (Arkası var)