Büyük transatlantik Balı adası yarım saat sonra kalkacaktı. Lüks ka yolcuları süslü tuvaletler içinde yemeğe iniyorlardı. Maviler geyinmiş bir kadın yanındaki sarı elbiseli kadına: — Ne hoş ada, dedi, insanin âdeta ge- ri dönmiyeceği geliyor. Kargı masadaki çift az kalsın vapura yetişemiyordu. Ge- leli beş dakika olmuyor. — Hani şu yeşil yüzüklü — kadın mı? Boyu bosu fena değil, güzel de ama ne biçimsiz giyiniyor. Hele o parmağındaki yüzük! Allah bilir karaya çı- parmağından çıkarma - mıştır. Doğrusu o çuval gibi siyah elbise- ye de bundan iyisi yakışmaz... Vapura bindi bineli üstünde başka şey göreme - dik. — Ne olursa olsun turnayı gözünden vurmuş. Genç kaptan adamakıllı tut - kun... Birbirlerinden bir dakika ayrıldık- larını görmedim. Biri neredeyse öbürü de mutlak oradadır. Doktora hava almak dü Şüyor. — Halbuki doktor benim çok hoşuma gidiyor. Bembeyaz saçlar, simsiyah göz- ler. Saçlarının rengine bakma. Otuz be- — gşinden fazla değil... — Aksine ben de o adamdan hiç haş - lanmam, A.., İşte bak buraya doğru ge - — liyor. Kaptan da yanında. Ne 0?.. Kaptan gene karaya mı çıkacak nedir? Üstünde u var. Tayfalar da bavullarını gö - türüyorlar. Ne hoş delikanlı — değil mi? Böyle ince uzun, mavi gözlü, yanık renk- Hi erkeklerden çok hoşlanırım. İki kadın durdular, dış doöğru yürüyen bu iki erkoği Doktor kaptanın elini sıktı: — Haydi Allah selâmet versin. Hiç ü - zülme, Benden dünyada sır çıkmaz. Göü- zümü yolda koyma. Mektub yaz. Ama ih- tiyatlı ol. Kaptan başile <evet> dedi. Yüzü limon gibi sarıydı. Doktor uzaklaşır uzakla; - maz güvertenin bir ucunda mütereddid bir kadın gölgesi belirdi. — Bak işte yeşil yüzüklü kadın da ge- liyor. Neydi adı? Ha Mis Taylor! Ben de- medim mi biri neredeyse öbürü de mut- lak oradadır diye... Yeşil yüzüklü kadın ağır ağır — geldi. Merdivenin başında genç kaptanı görün- ce rengi kül gibi uçtu. Kaptanın zaten sararmış olan rengi de büzbütün sarar « dı. Kadın eğildi, ona yavaş yavaş bir şey- ler söyledi. O da yavaş sesle cevab verdi. Sonra kadın birdenbire başını dikti, Ar- kasını döndü, kamarasına yürüdü, Yarım saat sonra vapur Avustralyaya — doöğru yollanıyordu. Bali adasinin en ten ha bir tepesinde de genç, güzel bir kap - tan kiralık bir ev arıyordu, P. * — Bali çok büyük değil fakat çok şirin — bir adadır. Etrafı türlü çiçeklerle donalı — küçücük köşklerinden gabah akşam dün- /— yanın en güzel gün doğumu, gün batışı merdivene süzdüler. BABA - seyredilir. Hele ka- dınları pek sıcak kan- lı, cana yakın şeyler. dir. Vücudlerinin dolgun — kıvrımlarını belirten tek örtüleri içinde geçtiğiniz her tenha yolda önünü - ze çıkar, gülüşürler, konuşmak — isterler, Eğer Balide uzun za- man kalır da dönüp bu ateşli mahlüklar « dan birine bakmaz - | sanız, hele okumaya | da biraz düşkünse niz, çok geçmez adı- nız adalıların dilinde * kendi Hindli azizle - rinki gibi saygile do- laşmaya başlar, ka « pinız, piliç, meyvalar- la dolar, Büyük transatlan - tikten çıkan genç kaptan Paradyne bu azizler — mertebesine belki herkesten daha çabuk erişti. Çünkü ısaz dağ — yollarında hep yalnız başına do. laşıyor, hep okuyor, hep düşünüyordu. O, böyle yapayalnız | dolaşırken, — için kendi kadar — ıztırah çeken bir adamın na- sıl olubda çıldırmadı. ğına, ölmediğine şa - şıyordu. Daha ancak yirmi altısında idi, © Bü — yaşta, Bali © gibi arasıra — sey - yahların uğrayıp geçtiği yabancı bir adada ömrünün sonuna kadar nasıl kala- caktı?. Ah, ne demişti de o tehlikeli işe burnunu sokmuştu? İşte artık bir daha insanların içine karışamıyacaktı. Bütün hürriyetini beyaz saçlı, kör gözlü doktor Greythorpoe'in eline teslim etmiş demek- ti. O istese Paradyne'in hattâ bu ıssız yerlerde bile hür yaşamasına engel ola- bilirdi. Ya hele büyük transatlantikle be- raber gözünden kaybolup giden sevgili. Onu nasıl unutacaktı? * Böylece birbirine benzeyen alti uzun ay geçti. Bir gün oturmuş, güzel bir gün batışını seyrediyordu. Birdenbire doktor Greythorpoe çıkageldi. Halinden çok neş- eli olduğu belliydi. Paradyne'e: — Vapur buraya uğrayıncıa seni gör - meden geçmedim. Nasılsın? Yerin, yur- dun rahat mı? Pek de ıssız bir tepeyi seç mişsin, Biliyor musun Mis Taylor da bu OĞUL YAZAN: SUAD DERVİŞ — BSonra yüzünü mahsus çirkin yapan — bir sırıtışla; — — Hem ablam güzel de ber çirkin Mmiyim? demişti. Bak ne tatlı bir gülü- — ŞÜM var. — Halid omuzlarını silkmişti: — Yo... Sen ablanın eline su döke- Mmezsin. Güler bu söze fena halde hiddetlen- Neden ablasının eline su döke- kti?. O, kırkını geçkin kadın x henüz yirmisinin ilk senele - rinde!, — — Ama yaptın hal.. demişti. Ben is- — fesem sen bile bana âşık olursun. Halid olmıyacak bir şey söylenmiş — Bibi gülmüştü, ” | — Ben mi?.. Haydi kızım git işine... | — * — Neden böyle söylüyorsun?, Benim — ablamdan ne farkım var?.. Belki daha güzel ve muhakkak çok daha değerli- yim... Fakat siz eski kafalısınız onda eski moda kadının, keski — kadının - hususiyetleri var... Ama ben sizin ya- — nınızdayım hergün beni, yanıbaşınızda | görüyorsunuz... Bana alışmışsınız, ba- na alıştığınız için bir erkek arkadaş gi- bi geliyorum size... Güzel olup olmadığımı bunun için farketmiyorsunuz... Halbuki o hanım... Onda hâlâ kafes arkasında saklanıl- mış, peçe ile örtülmüş kadının esrarı var.., Siz ondaki bu havayı beğeniyor- sunuz. Halid kızdırdığı arkadaşına gülerek bakıyordu. — © da nes!? demişti. Yoksa sende de (işvebazlık) mı başladı? Hoşa git - mek mi istiyorsun? — Genç kız değil miyim kuzum. di- ye cevab vermicti. Neden beğenilmek yeyim, hem mütemadiyen bir in üne sen çirkinsin demek doğ- ?.. Benim nerem indir?. Halid hakikaten bütün yürekten gül- müştü: — A benim şekerim, kızım demişti. Sen çirkin değilsin. Ablan senden gü- zel dedim. Ablan senin barikulâde bir yengi kül gibi oldu. vapurda, Avustralyadaki arkadaşımı gör- dü, dönüyor. İngiltereye varir — varmaz evlenecek, Iztırabını belli etmemek için — derhal bahsi değiştirdi: — Sizin iş gene bu taraflara mı düştü doktor? — Hayır, ben o pis işden ayrıldım. Paraya kavuştum. Şimdi no kadar zen - ginim bilsen! Para derken gözleri hırsla büzülüyor- du. Paradyne bu adama karşı bir tiksin- me duydu. Sonra kendi kendinden utan - dı. Ne demeye adamcağızdan nefret edi- yordu. Bu kadarcık hürriyetini — de ona borclu değil miydi? Doktor çok oturmadı. Gemi sabaha karşı kalkacaktı. Karanlık çökmeden dön meliydi. Giderken: — Bir daha birbirimizi göremiyeceğiz Paradyne, Ben artık bu taraflara adım a- güzeli olmak gibi bir şey... Güler istihfafla dudaklarını büzmüş- tü: — Bu söz de züppelik, Sekizinci Ed- vard kırkını geçkin bir kadınla evlen- di ya!l. Artık'yaşlı kadınları sevmek, beğenmek bir moda oldu. Züppelik.. fakat tabiatin haricine çıkılmaz yav - rTum bir iki sene sonra bu moda da ge- çer.. Demişti. Fakat sinirlenmişti. O yezide adam- akıllı sinirlenmişti. Teklifsizlik te olsa, samimiyet de olsa kimsenin kimseye: «O senden yüksek, bu senden akıllı, be- riki senden güzel» demeğe ve bu su - retle hakaret etmeğe hakkı yoktu. Erkek kardeşleri küçük Demir bile bir yere gezmeğe gidecek olsa büyük ablasını yanına almağı tercih ediyor- du. —- Öyle elegant, Üyle güzel bir yürü- yüşü var ki herkes bize bakıyor. Diyordü. Ve ne zaman Gülerle çık- a: — Saçın bozulmuş ; düzelt, hantal hantal oturma, kendini zorla çirkin ya- pıyorsun, bak Feriha ablamdan ibret al.., Kırkını geçti vücudünü hâlâ çevik ve güzel tutuyor. Diye onu sinirlendiriyordu. Hele bugün, bugün hakikaten Hali- adın İngilizceden çeviren: Neyyir a tacak değilim. Fakat sırrını — saklayaca - ğıilmdan daima emin olabilirsin, dedi. Ve acele acele uzaklaş « ti * O gece Paradyne'in gözüne uyku girme- di. Mis Taylor evle - niyordu ha! Başka vakit olsa bunu du - yar da yerinde taş gi- bi duürüur. muydu? Dağları, tepeleri aşar da, gider önü bülur - du. Halbuki — şimdi ıztırabından - çıldırsa kıyıya, gemiye gide- mez, insanların içine karışamazdı. O gün Balide bir bayram günüydü. Gece geç vakte ka » dar yollarda ayak se- si kesilmedi. Parady- ne sabaha karşı, ka - pısının önünde kaba kaba sesler duydu. Kulak kabarttı. İki yerli yol üstünde durmuş çene çalıyor. du, Biri o gün gelen transatlantikde tay - fa imiş. Arkadaşı - na: — Görsen diyor - du. Şu vapurda zen- gin bir kadına rast - ladım- Parmağında bir zümrüd — yüzük var. Nah, şu parma - ğımın iriliğinde, Çala bilsem ömrümün s0 - nuna kadar beni de, Yeşil yüzüklü kadın ağır ağır geldi, merdivenin başında genç kaptanı görünceçoluğumu, çocuğu - mu da ihya ederdi. Yüzük değil, bir hazine be kardeş? Sonra kadını tarife başladı. Paradyne altı ay içinde yerli dilini adamakıllı öğ- renmişti. Birdenbire yattığı yerden fir - ladı. — Anlatılan kadın Mis — Tay- lorun tâ kendisi idi. Yüzük de onun — yeşil — yüzüğünden — başkası olamazdı. Herhaldo tayfa yanılmıştı. Mis Taylor hiç de zengin değildi. Hele par- mağındaki yüzük birkaç liradan fazla et- mezdi, Fakat birdenbire aklına geldi. Dün yada Bali halkı kadar sahici taşı yalan- cıdan ayırd edecek kirgse bulunamazdı. Yanılan olsa olsa kendisiydi. Taylor... Taylor... Evet şimdi hatırlıyordu. Bu isim Londranın milyonlara sahib en kibar bir atlesinin adıydı. Genç kız vapurda etra - fını saracak zübbelerin elinden kurtul - mak için hüviyetini gizlemiş — olacaktı. Onun için de yolda, ne tuvaletini değiş - tirmiş, ne hizmetçi tutmuş, —ne de lüks Diyordu, Güler hayâtında bir kere bile Ferihaya rekabet edeceğini düşün- memişti. e Bezik partisi bitmişti. Demir, spor gazetesini okurken uyuyakalmıştı. Babası, üvey annesi ve Feriha şun- dan bundan konuşuyorlardı. Bir ara Mukaddes hanım ellerile dizlerine tu- tunarak yerinden doğruldu: — Benim uykum geldi... Artik çeki- lelim, dedi. Nihad bey de onu taklid etti: Şimdi annesi Demirin omuzuna do- kunuyordu: — Haydi kalk... Burada uyuklama. Onlar odalarına çekildikten biraz sonra Güler gene banyoya kadar git- ti Başı zonkluyordu. Gene başını ıslat- tı, dersi bir türlü aklına girmiyordu. Sonra «bari ezberlesem» — diye düşündü. —Belki yüz — kere ak- lına girmiyen şu kısmı okumuş ve ez- berlemeğe çabalıyordu. «Mikroplar nesci hassa vasil olduk- Jarı s«entan vukua geldiği» takdirde ip- tidai latans daima madumdur. Halbu- ki hiç bir entanda tefrih madum olmaz» Halid de bugünlerde ama sık gelmi- ye başlamıştı Maltepedeki şu köşke.. kamarada kalmıştı Kendi kendine «Acaba bu hakikati vapurda iken bilsem Taylora karşı nasıl davranırdım.» diye düşündü. Herhalde ona aşkını açamaz, yanıma yak- laşmak bile istemezdi. Çünkü genç kızın aklına parası için sokulmak istediği ge - lebilirdi. Kapıdaki yerlilerin ayak sesler. uzak- laşınca dayanamadı, kalkıp giyindi, so- kağa çıktı. Sabah oluyordu. Gemi nerede ise kalkacaktı. Kıyı çok uzaktı. Düdük se si duyulamazdı ama nedense kulağına tu- haf bir ses çalındı. Aradan birkaç dakika geçmeden alaca karanlıkta ince bir göl- genin kendine doğru yürüdüğünü — far- ketti. Ve hareket eden bir otamobil gü - rültüsü duydu. Yanılmıyordu, gelen o idi, Mis Taylor... Birlikte geçen uzun yolcu - luk gecelerinde onun karanlıkta — acasiz sossiz gelişlerini pek güzel bellemişti. Genç kızın ilk sözü şu oldu: — Buraya hangi cürüm yüzünden kaç- tığınızı öğrenmeye geldim. Bambuların — tıra yanyana oturdular. İkisinin de heyecarı bi-birinden aşkındı. Fakat ikisi de soğukkanlı görünmeye ça- lışıyorlardı. — Burada olduğumu nereden bildiniz? — Doktor Greythorpoe söyledi. Daha doğrusu açıktan açığa söylemedi. Bir ci - nayet işlediğinizi, Baliye kaçıp gizlendi - Kinizi, bir daha da buradan çıkamıyaca- ğınızı ima otti. Kendisile nişanlanmış gi- biydik. Siz gittikten sonra o veya başka- sı benco müsaviydi. Cinayet sözünü du- yar duymaz çok sinirlendim: «Demek siz yalan da söylüyorsunuz,» dedim. Yalan değil diye tutturdu. Kavga ettik. Nişanı bozdum. O da bana; «Zaten o kadar pa - ran olmasa seni kim alır?» dedi. «Param olduğunu nereden biliyorsunuz» diye sor dum. «On beş senedir sana — rastlamaya fırsat arıyordum, Ben daha Singapurda bir kuyumcu yanında çalışırken Taylor - ların meşhur zümrüdlerini duymuştum,» dedi. — Demek şimdi benim ne gibi bir cina- yet işlediğimi öğrenmek istiyorsunuz öy- le mi? — Evet, tâ ki, cinayetinizi bile bile af- fettiğimi size gösterebileyim. — Öyle ise dinle Taylor! Altı ay evvel Hon - Kong'da bir çocukluk ettim. Ku « mar oynadım. Ve oyunda mızıkcılık eden Çinliyi dövdüm. Bu Çinli cüzzamlı idi. Fakat içime hiç bir şüphe gelmedi. Va pura bindim. Sağ kolumda bir rahatsız - lik başladı. O vakit merak ettim. Doktor Greythorpoe'in bu işlerde iyi bir müte - hassıs olduğu malüm. Kolumu ona gös- terdim. Greythorpoe baktı, hurdebin mü- ayenesi yaptı. Çinliden bana da cüzzam geçtiğini söyledi. Tedavi için cüzzam has- tanesine gitmeli, bütün insan cemiyet - lerinden kovulmuş cüzzamlılar arasında yaşamalı imişim. Hattâ o zaman da kur- tulmak umudu pek azmış. Böyle bir has- «Mikroplar nesti hassa...: Ona Feriha hakkında mahsus bu söz- Ferihanın kulağına ye. . Vasıl oldukları entan vukua gel- diği takdirde».. Budala kimi beğenirse beğensin bun- da Güler'i alâkadar edecek bir cihet var mı idi? «... İptidai lâtans daima madumdur» Eğer yarın muvaffak olursa imtihan- da hepsini ziyafete davet etmişti. Mü- kemmel bir büfe yapacaktı, sabaha ka- dar dans edilecektir. «... Halbuki hiç bir entanda tefrih madum olmaz.» Artık o gece beğendiği kadar Feriha ile dans etsin. «Mikroplar nesci hassa vasıl olduk- ları Ferihada sanki ona bayılıyor. «Entan vukua geldiği takdirde..» Ferihanın eline su dökemezmiş... «Entan vukua geldiği» takdirde..» Feriha dans falan etmiyor ki.. Halid sahiden beğeniyor mu onu? Ay nerede kalmıştı. Entan.. tefrih madum olur... Of hayır madum olmaz.. Mikronlar nesci hi Ay... Ne idi bu cümle... Birdenbire kitabı ileriye doğru itti... Yerinden fırladı. (Arkası var)